Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Enâm Süresi الْاَنْعَامِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke döneminin sonlarında nazil olmuştur, 20, 23, 91, 93, 114, 141, 151 ve 152. Ayetleri Medine’de nazil olmuştur. 165 ayettir. Sure, 137-139. ayetlerde müşrik Arapların, hayvanlar konusundaki geleneksel yanlışlarını kınadığı için hayvanlar anlamında En’am ismini almıştır. Mushaf tertibine göre 6. nüzul sırasına göre 55. suredir.

Hamdolsun o Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti, yine de inkâr eden kimseler, Rab’lerine denk tutuyorlar. (*1)
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ۖ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ ﴿١﴾
O’dur ki, sizi çamurdan yarattı, (*2) sonra bir ecel takdir etti ve belirlenmiş bir süre O’nun yanındadır, (**2) yine de siz şüphe ediyorsunuz. (***2)
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَىٰ أَجَلًا ۖ وَأَجَلٌ مُّسَمًّى عِندَهُ ۖ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ ﴿٢﴾
Ve O, göklerde ve yerde Allah’tır, (*3) sırrınızı ve açığınızı bilir ve ne kazandığınızı bilir. (**3)
وَهُوَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الْأَرْضِ ۖ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ ﴿٣﴾
Rab’lerinin ayetlerinden hiçbir ayet onlara gelmesin ki, ondan yüzçevirmiş olmasınlar. (*4)
وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ ﴿٤﴾
Andolsun onlara geldiği zaman Hakk’ı yalanladılar; ancak yakında, kendisiyle alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara gelecektir. (*5-6)
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ ۖ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٥﴾
Görmediler mi onlardan önceki nesillerden kaç tane helak ettiğimizi; size mümkün kılmadığımız şeyleri yeryüzünde onlara mümkün kıldık ve gökten onların üzerlerine bol yağmur gönderdik ve altlarından akan nehirler kıldık, fakat onları günahları nedeniyle helak ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık. (*6)
أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّن لَّكُمْ وَأَرْسَلْنَا السَّمَاءَ عَلَيْهِم مِّدْرَارًا وَجَعَلْنَا الْأَنْهَارَ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ ﴿٦﴾
Şayet sana Kitab’ı kâğıtta (yazılı) indirseydik, böylece elleriyle ona dokunsalardı, inkâr eden kimseler kesinlikle derlerdi ki: ‘Doğrusu bu ancak apaçık bir sihirdir.’ (*7) (**7)
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا فِي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِأَيْدِيهِمْ لَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَـٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ ﴿٧﴾
Ve dediler ki: ‘Onun üzerine bir melek indirilseydi ya;’ şayet bir melek indirseydik emri elbette tamamlardık, sonra tehir edilmezlerdi. (*8)
وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ ۖ وَلَوْ أَنزَلْنَا مَلَكًا لَّقُضِيَ الْأَمْرُ ثُمَّ لَا يُنظَرُونَ ﴿٨﴾
Şayet onu bir melek yapsaydık, elbette onu bir adam (suretinde) yapardık ve şüphelendikleri şeyde onları elbette şüpheye düşürürdük.
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَّجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِم مَّا يَلْبِسُونَ ﴿٩﴾
Andolsun senden önce de rasullerle alay edildi, fakat onlardan alay eden kimseleri, kendisiyle alay etmiş oldukları şey kuşatıverdi. (*10)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿١٠﴾
De ki: ‘Yeryüzünde gezin, sonra yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş görün.’
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ ثُمَّ انظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ ﴿١١﴾
'Göklerde ve yerde olanlar kimindir?' De ki: 'Allah'ındır.' O, Kendi üzerine Rahmeti yazmıştır; kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde elbette sizleri toplayacaktır. Nefislerini hüsrana sokan kimseler, işte onlar iman etmezler. (*12)
قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُل لِّلَّهِ ۚ كَتَبَ عَلَىٰ نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ ۚ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ ۚ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢﴾
Gece ve gündüzün içinde barınan şeyler O’nundur ve O, İşiten’dir, Bilen’dir.
۞ وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿١٣﴾
De ki: ‘Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tan başkasını mı dost edineyim (*14) ve O, yediren, (kendisi) yedirilmeyendir.’ De ki: ‘Şüphesiz bana, İslâm olanların ilki olmam (**14) ve müşriklerden olmamam gerçekten emredildi.’ (***14)
قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُ ۗ قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ ۖ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٤﴾
Deki: ‘Doğrusu ben, şayet Rabb’ime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım.’
قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٥﴾
‘Kim o gün ondan uzaklaştırılırsa, artık gerçekten (Allah) ona rahmet etmiştir ve işte apaçık kurtuluş budur.’
مَّن يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ ۚ وَذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ ﴿١٦﴾
Ve şayet Allah sana bir zarar dokundursa, artık O’ndan başka onu giderecek yoktur ve şayet sana bir hayır dokundursa, işte O; her şeye Kâdir’dir. (*17)
وَإِن يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ ۖ وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٧﴾
Ve O, kullarının üstünde mutlak Galip’tir ve O, Hâkim’dir, Haber alandır.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ ﴿١٨﴾
De ki: ‘Hangi şey şahitlik bakımından daha büyüktür;’ de ki: ‘Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bu Kur’an bana vahyedildi ki, (*19) sizi ve kime ulaştıysa onunla uyarayım, (**19) gerçekten siz, Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna mutlaka şahitlik ediyor musunuz?’ De ki: ‘Ben etmem;’ de ki: ‘Şüphesiz O, tek ilahtır ve gerçekten ben, ortak koştuğunuz şeylerden beriyim.’ (***19)
قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادَةً ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ شَهِيدٌ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۚ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَـٰذَا الْقُرْآنُ لِأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ ۚ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللَّهِ آلِهَةً أُخْرَىٰ ۚ قُل لَّا أَشْهَدُ ۚ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ ﴿١٩﴾
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, oğullarını tanıdıkları gibi onu tanırlar, o kimseler, nefislerini hüsrana sokanlardır, artık onlar iman etmezler. (*20)
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمُ ۘ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٢٠﴾
Allah’ın üzerine iftira atan yahut O’nun ayetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kimdir! Şüphesiz zalimler, kurtuluşa ermezler. (*21)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ ۗ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿٢١﴾
Ve o gün, onların hepsini toplayacağız, sonra ortak koşan kimselere diyeceğiz ki: ‘Nerede ortaklar koşup ileri sürdüğünüz kimseler?’ (*22)
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا أَيْنَ شُرَكَاؤُكُمُ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٢٢﴾
Sonra onlar, fitnelik yapamayacaklar, yalnızca elbette diyecekler ki: ‘Rabb’imiz Allah'a andolsun, biz müşriklerden olmadık.’ (*23)
ثُمَّ لَمْ تَكُن فِتْنَتُهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا وَاللَّهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكِينَ ﴿٢٣﴾
Bak, nefislerine karşı nasıl yalan söylediler ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan sapıp gitti. (*24)
انظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ ۚ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤﴾
Onlardan seni dinleyen kimseler var ve onu anlarlar diye kalplerinin üstüne örtüler koyduk ve kulaklarının içine de ağırlık; gerçekten bütün ayetleri görseler, ona iman etmezler; (*25) hatta sana geldikleri zaman seninle tartışırlar; inkâr eden kimseler derler ki: ‘Şüphesiz bu, ancak öncekilerin yazdıklarıdır.’ (**25)
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِن يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَّا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَـٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ ﴿٢٥﴾
Onlar, (insanları) ondan men ederler ve (kendileri de) ondan uzak dururlar; doğrusu yalnız kendi nefislerini helak ediyorlar, şuurunda değiller!
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ ۖ وَإِن يُهْلِكُونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٦﴾
Şayet ateşin yüksek bir yerinde durduruldukları zaman bir görsen; artık derler ki: ‘Ah keşke geri döndürülsek ve Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasak da Mü’minlerden olsak!’ (*27)
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِآيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٢٧﴾
Bilakis, önceden gizlemiş oldukları şeyler onlara göründü ve şayet döndürülseler, ondan men edildikleri şeylere dönerlerdi, şüphesiz onlar, yalancıdırlar.
بَلْ بَدَا لَهُم مَّا كَانُوا يُخْفُونَ مِن قَبْلُ ۖ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٢٨﴾
Ve dediler ki: ‘Doğrusu bu ancak dünya hayatımızdır; biz, diriltilmeyeceğiz.’ (*29) (**29)
وَقَالُوا إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ ﴿٢٩﴾
Şayet Rab’lerinin huzurunda durduruldukları zaman bir görsen; (Rab’leri) dedi ki: ‘Bu gerçek değil miymiş?’ Dediler ki: ‘Evet, Rabb’imize andolsun (gerçektir)!’ Dedi ki: ‘Öyleyse inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!’
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ وُقِفُوا عَلَىٰ رَبِّهِمْ ۚ قَالَ أَلَيْسَ هَـٰذَا بِالْحَقِّ ۚ قَالُوا بَلَىٰ وَرَبِّنَا ۚ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٠﴾
Allah’a kavuşmayı yalanlayan kimseler, gerçekten hüsrandadır; nihayet ansızın Saat onlara geldiği zaman diyeceklerdir ki: ‘Onun hakkında haddi aştığımız şeyler nedeniyle vah yazıklar olsun bize’ ve onlar, işledikleri günahlarını sırtlarına yükleneceklerdir. Bilin ki, yüklendikleri şey ne kötüdür. (*31)
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلَىٰ مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَىٰ ظُهُورِهِمْ ۚ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ ﴿٣١﴾
Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir, (*32) ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır, artık akletmeyecek misiniz! (**32)
وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ ۖ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٣٢﴾
Elbette biliyoruz, doğrusu o onların söyledikleri şeyler gerçekten seni üzüyor, zira gerçekten onlar, seni yalanlamıyorlar velakin o zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ ۖ فَإِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلَـٰكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ ﴿٣٣﴾
Andolsun senden önce de rasuller yalanlanmıştı, fakat yalanlandıkları ve eziyet edildikleri şeylere sabrettiler; (*34) nihayet onlara yardımımız geldi. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur; andolsun sana gönderilen rasullerin haberlerinden geldi. (**34)
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلَىٰ مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا حَتَّىٰ أَتَاهُمْ نَصْرُنَا ۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ ۚ وَلَقَدْ جَاءَكَ مِن نَّبَإِ الْمُرْسَلِينَ ﴿٣٤﴾
Gerçekten onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, o halde yapabilirsen, gerçekten istiyorsan yerin içine bir tünel aç ya da göğe bir vasıta (yap); böylece onlara bir ayet (mucize) getiresin! Şayet Allah, dileseydi (*35) elbette onları hidayet üzerinde toplardı, (**35) o halde cahillerden olma! (***35)
وَإِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَن تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاءِ فَتَأْتِيَهُم بِآيَةٍ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَىٰ ۚ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ ﴿٣٥﴾
Şüphesiz işiten kimseler icabet eder (*36) ve ölüleri ise Allah onları diriltir, sonra O’na döndürülürler. (**36)
۞ إِنَّمَا يَسْتَجِيبُ الَّذِينَ يَسْمَعُونَ ۘ وَالْمَوْتَىٰ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ ثُمَّ إِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿٣٦﴾
Dediler ki: ‘Rabb'inden ona bir ayet (mucize) indirilseydi ya!’ De ki: ‘Şüphesiz Allah, bir ayet indirmeye Kâdir’dir, velakin onların çoğu bilmezler.’ (*37)
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ ۚ قُلْ إِنَّ اللَّهَ قَادِرٌ عَلَىٰ أَن يُنَزِّلَ آيَةً وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٧﴾
Yeryüzünde hiçbir canlı ve o iki kanadıyla uçan kuş yoktur ki, sizin misaliniz bir ümmet olmasın; Biz Kitap’ta hiçbir şeyi ihmal etmedik, sonra Rab’lerine toplanacaklardır. (*38)
وَمَا مِن دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا أُمَمٌ أَمْثَالُكُم ۚ مَّا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِن شَيْءٍ ۚ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ ﴿٣٨﴾
Bizim ayetlerimizi yalanlayan kimseler, karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir; kim dilerse Allah onu dalalete düşürür (*39) ve kim dilerse onu doğru yol üzerinde kılar. (**39)
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ ۗ مَن يَشَإِ اللَّهُ يُضْلِلْهُ وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٣٩﴾
De ki: ‘Düşünüyor musunuz, şayet Allah’ın azabı gelse yahut Saat gelse, Allah’tan başkasına mı dua edersiniz? Gerçekten sadıklardan iseniz (söyleyin)?’
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللَّهِ أَوْ أَتَتْكُمُ السَّاعَةُ أَغَيْرَ اللَّهِ تَدْعُونَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٤٠﴾
Bilakis yalnız O’na dua edersiniz, şayet O, dilerse, O’na dua ettiğiniz şeyi böylece kaldırır ve şirk koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِن شَاءَ وَتَنسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ ﴿٤١﴾
Andolsun senden önce de ümmetlere (rasuller) gönderdik; sonra onları darlık ve sıkıntı ile yakaladık, ta ki boyun eğsinler. (*42)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُم بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ ﴿٤٢﴾
Artık kendilerine baskınımız geldiği zaman boyun eğselerdi ya! Velakin kalpleri katılaştı (*43) ve şeytan onlara, yapmakta oldukları şeyleri süslü gösterdi. (**43)
فَلَوْلَا إِذْ جَاءَهُم بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلَـٰكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٤٣﴾
Ne zaman ki onunla yapılan uyarıları unuttular, onların üzerine her şeyin kapılarını açtık; (*44) nihayet verilen şeylerle ferahladıkları zaman ansızın onları yakaladık, işte o zaman onların sesleri kesildi.
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّىٰ إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُم بَغْتَةً فَإِذَا هُم مُّبْلِسُونَ ﴿٤٤﴾
Böylece zulmeden kavmin ardı kesildi, âlemlerin (*45) Rabb’i Allah’a hamdolsun. (**45)
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا ۚ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٤٥﴾
De ki: ‘Düşünüyor musunuz, şayet Allah işitmenizi ve gözlerinizi alsa ve kalplerinizin üstünü mühürlese, Allah'tan başka onu size getirecek ilah kimdir?’ Bak, nasıl ayetleri etraflıca açıklıyoruz, sonra onlar uzaklaşıyorlar! (*46)
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللَّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَىٰ قُلُوبِكُم مَّنْ إِلَـٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِهِ ۗ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ ﴿٤٦﴾
De ki: ‘Düşünüyor musunuz, şayet Allah’ın azabı ansızın yahut açıkça size gelse, zalimler toplumundan başkası mı helak edilir!’
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللَّهِ بَغْتَةً أَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ ﴿٤٧﴾
Rasulleri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan başka göndermeyiz; (*48) artık kim iman eder ve ıslah ederse işte onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklar. (**48)
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۖ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٤٨﴾
Ayetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık (*49) olmalarından dolayı azap dokunacaktır. (**49)
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٤٩﴾
De ki: ‘Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem (*50) ve size ‘gerçekten ben meleğim’ de demiyorum; şüphesiz ben, sadece bana vahyolunan şeye tâbi oluyorum’ De ki: ‘Âmâ ve gören eşit midir, artık düşünmüyor musunuz?’ (**50)
قُل لَّا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ ۚ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ ﴿٥٠﴾
Rab’lerine toplanacaklarından gerçekten korkan kimseleri onunla uyar ki, onlar için O'ndan başka dostları ve şefaatçileri yoktur; ta ki sakınsınlar. (*51)
وَأَنذِرْ بِهِ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَن يُحْشَرُوا إِلَىٰ رَبِّهِمْ ۙ لَيْسَ لَهُم مِّن دُونِهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٥١﴾
O’na yönelmek isteyerek (*52) sabah, akşam Rab’lerine dua eden kimseleri kovma, onların hesabından sana bir şey yoktur ve senin hesabından onlara bir şey yoktur. O halde onları kovarsan artık zalimlerden olursun. (**52)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ ۖ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِم مِّن شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ ﴿٥٢﴾
Böylece kimini kimi ile denedik ki: ‘Aramızdan kendilerine Allah’ın lütfettiği bunlar mı?’ desinler; Allah, şükredenleri en iyi bilen değil midir? (*53)
وَكَذَٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لِّيَقُولُوا أَهَـٰؤُلَاءِ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّن بَيْنِنَا ۗ أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِالشَّاكِرِينَ ﴿٥٣﴾
Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman hemen de ki: ‘Selamun aleykum, Rabb’iniz, Rahmet etmeyi kendi üzerine yazmıştır; şüphesiz O, sizden kim, cehaletle bir kötülük yapar, sonra onun ardından tevbe eder (*54) ve ıslah ederse, artık gerçekten O, bağışlayandır, merhamet edendir.’ (**54)
وَإِذَا جَاءَكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ۖ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَىٰ نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ ۖ أَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٥٤﴾
İşte böyle, günahkârların yolunun apaçık belli olması için ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ وَلِتَسْتَبِينَ سَبِيلُ الْمُجْرِمِينَ ﴿٥٥﴾
De ki: ‘Doğrusu ben, Allah’tan başka çağırdığınız kimselere itaat etmekten gerçekten men edildim.’ (*56) De ki: ‘Sizin hevanıza tâbi olmam, o zaman gerçekten dalalete düşerim ve hidayet bulmayanlardan olurum.’ (**56)
قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ ۚ قُل لَّا أَتَّبِعُ أَهْوَاءَكُمْ ۙ قَدْ ضَلَلْتُ إِذًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُهْتَدِينَ ﴿٥٦﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben, Rabb’imden apaçık bir delil üzerindeyim ve onu siz yalanladınız; kendisini acele istediğiniz şey benim yanımda değildir; şüphesiz Hüküm yalnız Allah’a aittir, Hakkı O anlatır ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır.’ (*57) (**57)
قُلْ إِنِّي عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَكَذَّبْتُم بِهِ ۚ مَا عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ ۚ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ ۖ يَقُصُّ الْحَقَّ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ ﴿٥٧﴾
De ki: ‘Kendisini acele istediğiniz şey gerçekten yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki hüküm elbette bitirilmişti ve Allah zalimleri en iyi bilendir.’
قُل لَّوْ أَنَّ عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ لَقُضِيَ الْأَمْرُ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۗ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِالظَّالِمِينَ ﴿٥٨﴾
Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, O'ndan başkası onu bilmez; karada ve denizde olan şeyleri bilir, O’nun bilgisi dışında bir yaprak düşmez, yerin karanlıkları içinde bir dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, ancak apaçık bir Kitapta olmasın. (*59)
۞ وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا هُوَ ۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ ۚ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ ﴿٥٩﴾
O ki, geceleyin sizi vefat ettirir ve ne işlediğinizi bilir, sonra belirlenmiş süreyi tamamlamak için onda sizi diriltir; sonra dönüş O’nadır, daha sonra yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecektir. (*60)
وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُم بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُم بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَىٰ أَجَلٌ مُّسَمًّى ۖ ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٦٠﴾
Ve O, kullarının üstünde mutlak Galip’tir ve size koruyucular gönderir, nihayet ölüm sizden birinize geldiği zaman elçilerimiz onu vefat ettirir ve onlar, ihmal etmezler.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ ۖ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ ﴿٦١﴾
Sonra Hak olan Mevlaları olan Allah'a döndürülürler; iyi bilin ki hüküm, yalnız O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.
ثُمَّ رُدُّوا إِلَى اللَّهِ مَوْلَاهُمُ الْحَقِّ ۚ أَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ ﴿٦٢﴾
De ki: ‘Boyun eğerek ve gizlice O’na dua ettiğinizde, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kurtaran kimdir!’ Andolsun şayet O, bundan bizi kurtarırsa, kesinlikle şükredenlerden olacağız. (*63) (*63-64)
قُلْ مَن يُنَجِّيكُم مِّن ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً لَّئِنْ أَنجَانَا مِنْ هَـٰذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ ﴿٦٣﴾
De ki: ‘Ondan ve her tasadan sizi kurtaran Allah’tır, sonra şirk koşuyorsunuz.’
قُلِ اللَّهُ يُنَجِّيكُم مِّنْهَا وَمِن كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنتُمْ تُشْرِكُونَ ﴿٦٤﴾
De ki: ‘O, Kâdir’dir, Yüce’dir; şüphesiz üzerinize, üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap gönderir yahut gruplara ayırıp sizi karıştırır, birbirinize ıstırap tattırırsınız.’ (*65) Bak, nasıl ayetleri etraflıca açıklıyoruz, ta ki anlasınlar! (**65)
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَىٰ أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ ۗ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ ﴿٦٥﴾
Kavmin onu yalanladı ve o Haktır! De ki: ‘Ben, üzerinize vekil değilim.’
وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ ۚ قُل لَّسْتُ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ ﴿٦٦﴾
‘Her haber kararlaştırılmış ve yakında bileceksiniz.’
لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّ ۚ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٦٧﴾
Ayetlerimiz hakkında mücadele eden kimseleri gördüğün zaman onlar, başka bir söze girinceye kadar onlardan yüzçevir ve şayet şeytan sana unutturursa, o halde hatırladıktan sonra zalimler topluluğu ile oturma. (*68)
وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّىٰ يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ ۚ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَىٰ مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ ﴿٦٨﴾
Sakınan kimseler üzerinde onların hesabından bir şey yoktur velakin bir hatırlatmadır, ta ki sakınsınlar. (*69)
وَمَا عَلَى الَّذِينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِم مِّن شَيْءٍ وَلَـٰكِن ذِكْرَىٰ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٦٩﴾
Bırak o dinlerini oyun, eğlence edinen, dünya hayatının aldattığı kimseleri, (*70) sen onun ile hatırlat ki, şüphesiz bir nefis, kazandığı şeylerle kendini tehlikeye atar; (**70) onun, Allah'tan başka bir dostu ve bir şefaatçisi olmaz ve herkesle eşit olmak istese o eşit tutulmaz. İşte onlar, kazandıklarından dolayı kendilerini tehlikeye atan kimselerdir, onlar için kaynar sudan bir içki ve inkârcı olduklarından dolayı acıklı bir azap vardır! (***70)
وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللَّهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَّا يُؤْخَذْ مِنْهَا ۗ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا ۖ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ ﴿٧٠﴾
De ki: ‘Allah bizi hidayete erdirdikten sonra topuklarımız üzerinden geri dönüp bize fayda vermeyen ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere mi çağıralım! Şeytanların o büyülediği kimse gibi ki, yeryüzünde şaşkın haldedir; onun arkadaşları: ‘Hidayete bize gel’ diye onu çağırıyorlar.’ De ki: ‘Şüphesiz hidayet Allah’ındır ve o hidayet verendir ve âlemlerin Rabb’ine teslim olmamız bize emredildi.’ (*71)
قُلْ أَنَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَىٰ أَعْقَابِنَا بَعْدَ إِذْ هَدَانَا اللَّهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الْأَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ أَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ إِلَى الْهُدَى ائْتِنَا ۗ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَىٰ ۖ وَأُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٧١﴾
Ve gerçekten namazı kılın (*72) ve O’ndan sakının ki, O’na haşrolunacaksınız. 
وَأَنْ أَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَاتَّقُوهُ ۚ وَهُوَ الَّذِي إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٢﴾
O ki, gökleri ve yeri Hak ile yarattı ve o gün, ‘Ol’ dediğinde hemen oluverir. (*73) O’nun sözü Haktır ve Sur’a üfleneceği gün mülk O’nundur; (**73) gaybı ve görüleni Bilen’dir ve O, Hâkim’dir, Haberdar’dır. (***73)
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۖ وَيَوْمَ يَقُولُ كُن فَيَكُونُ ۚ قَوْلُهُ الْحَقُّ ۚ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ ۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ ﴿٧٣﴾
O zaman İbrahim, babası Azer 'e demişti ki: 'Putları ilahlar mı ediniyorsun; doğrusu ben seni ve kavmini apaçık bir dalalet içerisinde görüyorum.’ (*74)
۞ وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً ۖ إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٧٤﴾
Böylece İbrahim’e, kesin iman edenlerden olması için (*75) göklerin ve yerin melekûtunu (*75) gösteriyorduk. (*75-79)
وَكَذَٰلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ ﴿٧٥﴾
Artık gece onun üzerini kapladığı zaman bir yıldız gördü; dedi ki: ‘Rabb’im budur,’ fakat battığı zaman: ‘Batanları sevmem’ dedi.
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَىٰ كَوْكَبًا ۖ قَالَ هَـٰذَا رَبِّي ۖ فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ ﴿٧٦﴾
Derken Ay'ı, doğduğu zaman görünce dedi ki: ‘Rabb’im budur,’ fakat battığı zaman dedi ki: ‘Andolsun şayet Rabb’im, bana hidayet vermeseydi, gerçekten dalalete sapan toplumdan olurdum.’ (*77)
فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَـٰذَا رَبِّي ۖ فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِن لَّمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ ﴿٧٧﴾
İşte ne zaman ki güneşi doğar görünce dedi ki: ‘Rabb’im budur, bu en büyüğü!’ Fakat battığı zaman dedi ki: ‘Ey kavmim, şüphesiz ben, ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَـٰذَا رَبِّي هَـٰذَا أَكْبَرُ ۖ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ ﴿٧٨﴾
Şüphesiz ben, Hanif olarak gökleri ve yeri yoktan yaratana yüzümü çevirdim ve ben müşriklerden değilim!’ (*79)
إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا ۖ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿٧٩﴾
Kavmi onunla tartıştı; dedi ki: ‘Gerçekten beni hidayete ileten Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz! (*80) Ben, sizin O'na şirk koştuğunuz şeylerden korkmam; Rabb’imin dilediği şeyler müstesna! Rabb’im, bilgice her şeyi kuşatmıştır; artık düşünmeyecek misiniz!’ (**80)
وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ ۚ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللَّهِ وَقَدْ هَدَانِ ۚ وَلَا أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلَّا أَن يَشَاءَ رَبِّي شَيْئًا ۗ وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ۗ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٨٠﴾
Size onunla ilgili bir delil indirmediği şeyleri Allah’a şirk koşmaktan gerçekten siz korkmuyorsunuz da ben nasıl korkarım sizin şirk koştuğunuz şeylerden; şayet biliyorsanız, şimdi iki topluluktan hangisi gerçekten güvendedir? (*81)
وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُم بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا ۚ فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالْأَمْنِ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨١﴾
İman eden ve imanlarını zulümle karıştırmayan kimseler, işte onlardır güvende olanlar ve onlar, hidayet bulanlardır.
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُولَـٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ ﴿٨٢﴾
Ve ona verdiğimiz hüccetlerimizdir, kavmine karşı İbrahim'e; dilediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz, şüphesiz Rabb'in Hâkim’dir, Âlim’dir.
وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَىٰ قَوْمِهِ ۚ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاءُ ۗ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ ﴿٨٣﴾
Ona, İshak'ı ve Yakub'u bahşettik; hepsine hidayet verdik, önceden Nuh’a ve onun neslinden Davud'a, Süleyman'a, Eyyub’e, Yusuf’a, Musa'ya ve Harun'a da hidayet verdik. İşte Muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. (*84)
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ ۚ كُلًّا هَدَيْنَا ۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ ۖ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَىٰ وَهَارُونَ ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ﴿٨٤﴾
Ve Zekeriyya ve Yahya ve İsa ve İlyas, hepsi salihlerdendi.
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَىٰ وَعِيسَىٰ وَإِلْيَاسَ ۖ كُلٌّ مِّنَ الصَّالِحِينَ ﴿٨٥﴾
İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u, hepsini âlemlere üstün kıldık. (*86)
وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا ۚ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٨٦﴾
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden de onları seçtik ve dosdoğru yola onları ilettik.
وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ ۖ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٨٧﴾
Bu, Allah’ın hidayetidir; kullarından dileyen kimseyi onunla hidayete iletir ve şayet şirk koşsalardı, onların yapmış oldukları şeyler boşa giderdi. (*88)
ذَٰلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۚ وَلَوْ أَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٨﴾
İşte onlar, kendilerine Kitap, Hüküm ve Nebi’lik verdiğimiz kimselerdir; fakat şayet bunlar, O’na nankörlük ederse, artık gerçekten inkâr etmeyecek kimselerden bir toplumu ona sorumlu kılarız.
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ۚ فَإِن يَكْفُرْ بِهَا هَـٰؤُلَاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَّيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ ﴿٨٩﴾
İşte onlar, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; o halde onların hidayetini rehber edin. De ki: ‘Ona karşılık bir ücret istemiyorum, (*90) şüphesiz o, ancak âlemlere bir öğüttür.’ (**90)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ ۖ فَبِهُدَاهُمُ اقْتَدِهْ ۗ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا ۖ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْعَالَمِينَ ﴿٩٠﴾
Allah'ın gücünü gerçek olarak takdir edemediler, (*91) zira dediler ki: ‘Allah beşere bir şey indirmedi.’ De ki: ‘Musa'nın, kendisini getirdiği o Kitabı kim indirdi ki, insanlar için nur ve hidayettir. Siz onu yazılı kâğıtlar yapıp gösteriyorsunuz ve çoğunu da gizliyorsunuz; (**91) sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah!’ Sonra bırak onları daldıkları oyunlar içerisinde! (***91)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ عَلَىٰ بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ ۗ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاءَ بِهِ مُوسَىٰ نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ ۖ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا ۖ وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُوا أَنتُمْ وَلَا آبَاؤُكُمْ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ ﴿٩١﴾
Ve bu indirdiğimiz, mübarek, gerçeği söyleyen bir Kitap’tır; o ki, kendisinden (*92) öncekini beyan eder, şehirlerin anası (**92) ve onun çevresindeki kimseleri uyarman içindir. Ahirete iman eden kimseler, ona iman ederler ve onlar, salatlarını koruyanlardır. (***92)
وَهَـٰذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُّصَدِّقُ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا ۚ وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَهُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ ﴿٩٢﴾
Yalan söyleyip Allah’ın üzerine iftira atan kimseden yahut bir şey ona vahyedilmemiş iken: ‘Bana vahyedildi’ diyen ve ‘Allah’ın indirdiği şeyin benzerini ben de indireceğim’ (*93) diyen kimseden daha zalim kimdir! Ve şayet ölüm sardığında zalimleri o zaman görseydin ki melekler, onlara ellerini açmış: ‘Çıkarın canlarınızı, bugün, Hak olmayanı Allah’a karşı söylemiş olduğunuzdan ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan (**93) dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.’
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنزَلَ اللَّهُ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلَائِكَةُ بَاسِطُو أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنفُسَكُمُ ۖ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿٩٣﴾
Andolsun ilk defa sizi yarattığımız gibi tek olarak Bize geldiniz ve size ihsan ettiğimiz şeyleri sırtlarınızın arkasında bıraktınız. (*94) Şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz! Gerçekten onlar, size göre (Bize) ortaklar olduklarını iddia ettiğiniz kimselerdi. Andolsun aranızda ikiye ayrıldınız ve ileri sürmüş olduğunuz şeyler sizden sapıp gittiler. (**94)
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادَىٰ كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُم مَّا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَاءَ ظُهُورِكُمْ ۖ وَمَا نَرَىٰ مَعَكُمْ شُفَعَاءَكُمُ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ أَنَّهُمْ فِيكُمْ شُرَكَاءُ ۚ لَقَد تَّقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنكُم مَّا كُنتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٩٤﴾
Şüphesiz Allah, daneyi ve hurma çekirdeğini yaran, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarandır; (*95) işte Allah’ınız budur; böyle iken yine de iftira atıyorsunuz! (**95)
۞ إِنَّ اللَّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَىٰ ۖ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ ﴿٩٥﴾
Sabahı ortaya çıkaran ve geceyi istirahat zamanı, (*96) güneşi ve Ay’ı hesap ölçüsü yapandır; bu, Aziz, Âlim olanın takdiridir. (**96)
فَالِقُ الْإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ ﴿٩٦﴾
O ki, karanın ve denizin karanlıklarında kendisiyle yolunuzu bulmanız için yıldızları (*97) sizin için yarattı. Gerçekten bilen bir toplum için ayetleri ayrıntılı açıkladık.
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ ۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٩٧﴾
O ki sizi, bir tek nefisten inşa etti; sonra sizin için bir kalış ve bir emanet yeri vardır. Gerçekten Biz, anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık. (*98)
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ ۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ ﴿٩٨﴾
O ki, suyu gökten indirdi, böylece her şeyin bitkisini onunla çıkardık, sonra ondan yeşili çıkardık, ondan da üst üste daneler ve hurma ağacını, onun tomurcuğunun dalından aşağı sarkmış (salkımlar), üzümlerden, zeytin ağaçlarından ve nardan bahçeleri çıkardık -ki, birbirlerine benzer ve benzemez-bakın meyve verdiği ve olgunlaştığı zaman meyvesine; şüphesiz bunda iman eden bir toplum için elbette ayetler vardır. (*99)
وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَأَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًا وَمِنَ النَّخْلِ مِن طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِّنْ أَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ ۗ انظُرُوا إِلَىٰ ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَيَنْعِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكُمْ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٩٩﴾
Cinleri, Allah’a ortaklar yaptılar; onları O yarattı, O’na, bilgisizce oğullar ve kızlar yakıştırdılar, onların vasıflandırdıkları şeylerden O, münezzehtir, yücedir. (*100)
وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ ۖ وَخَرَقُوا لَهُ بَنِينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿١٠٠﴾
Gökleri ve yeri yoktan yaratandır; O’nun nasıl çocuğu olabilir ve O’nun bir eşi de yoktur, her şeyi yaratan ve O, her şeyi Bilen’dir. (*101)
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَنَّىٰ يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ ۖ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿١٠١﴾
Bu sizin Rabb’iniz Allah’tır; O’ndan başka ilah yoktur, her şeyin yaratıcısıdır, o halde O’na kulluk edin (*102) ve O, her şeye vekildir. (**102)
ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ ۖ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ ۚ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ ﴿١٠٢﴾
Gözler O’nu idrak edemez ve O, gözleri görür, O, Latif’tir, Haberdar’dır.
لَّا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ ۖ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ ﴿١٠٣﴾
Gerçekten size Rabb’inizden basiretler geldi, artık kim görürse işte o kendisi içindir ve kim de âmâ olursa işte o kendi aleyhinedir; ben sizin üzerinize muhafız değilim. (*104)
قَدْ جَاءَكُم بَصَائِرُ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ ۖ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا ۚ وَمَا أَنَا عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ ﴿١٠٤﴾
İşte böyle ayetleri etraflıca açıklıyoruz ki: 'Sen ders almışsın' desinler ve anlayan bir toplum için onu iyice açıklayalım.
وَكَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿١٠٥﴾
Rabb’inden sana vahyolunana tâbi ol, O’ndan başka ilah yoktur ve müşriklerden yüzçevir.
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۖ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٠٦﴾
Allah dileseydi, şirk koşmazlardı ve seni onlar üzerine muhafız yapmadık ve sen, onlara vekil değilsin.
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكُوا ۗ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا ۖ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ ﴿١٠٧﴾
Allah’tan başka çağırdıkları kimselere ağır sözler söylemeyin, sonra onlar da haddi aşarak bilmeden Allah’a ağır sözler söylerler. İşte böyle her ümmete yaptıklarını süsledik; sonra onların dönüşleri Rab’lerinedir, nihayet yapmış oldukları şeyleri onlara haber verecektir. (*108) (*)
وَلَا تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ ۗ كَذَٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّهِم مَّرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٠٨﴾
Allah’a yemin ettiler, şayet gerçekten onlara bir ayet gelirse gerçekten O’na iman edeceklerine azimli bir şekilde yemin ettiler. De ki: ‘Şüphesiz ayetler Allah katındadır, şuurunda değilsiniz!’ ancak gerçekten o geldiği zaman iman etmezler. (*109)
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءَتْهُمْ آيَةٌ لَّيُؤْمِنُنَّ بِهَا ۚ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ ۖ وَمَا يُشْعِرُكُمْ أَنَّهَا إِذَا جَاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠٩﴾
Onların gönüllerini ve gözlerini, ilk defa ona iman etmedikleri gibi döndürürüz ve tuğyanları içerisinde onları bırakırız, başıboş gezinip dururlar. (*110)
وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١١٠﴾
Ve şayet gerçekten Biz melekleri onlara indirseydik ve ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi onların karşılarına toplasaydık, doğrusu Allah’ın dilemesi müstesna iman edecek değillerdi, lakin onların çoğu cahildirler. (*111)
۞ وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَىٰ وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَّا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ ﴿١١١﴾
Böylece Biz her nebiye, insan ve cin şeytanlarını (*112) düşman kıldık; (**112) onlardan bir kısmı bir kısmını aldatmak için süslü sözler ilham ederler. Şayet Rabb’in dileseydi onu yapamazlardı, artık onları ve uydurdukları şeyleri bırak. (***112)
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا ۚ وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ ۖ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١١٢﴾
Ahirete iman etmeyen kimselerin gönülleri ona meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onlar, tiksinti vericiler olarak iğrençliklerini işlesinler.
وَلِتَصْغَىٰ إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُم مُّقْتَرِفُونَ ﴿١١٣﴾
Şimdi Allah’tan başka bir hakem mi arayayım! O ki size, Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, gerçekten onun, Rabb’inden indirilmiş olduğunu bilirler; o halde sen kuşku duyanlardan olma. (*114)
أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا ۚ وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ ﴿١١٤﴾
Rabb’inin kelimesi, doğrulukça ve adaletçe tamamlanmıştır; O’nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur ve O, İşiten’dir, Bilen’dir.
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًا ۚ لَّا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿١١٥﴾
Şayet yeryüzündeki kimselerin çoğuna (*116) tâbi olursan, Allah yolundan seni saptırırlar; (**116) şüphesiz onlar, sadece zanna tâbi oluyorlar ve onlar ancak zannediyorlar. (***116)
وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الْأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿١١٦﴾
Şüphesiz O Rabb’in, Kendi yolundan sapan kimseleri en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir. (*117)
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ مَن يَضِلُّ عَن سَبِيلِهِ ۖ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ ﴿١١٧﴾
O halde üzerine Allah’ın ismi (*118-119) anılan şeylerden yiyin, gerçekten O’nun ayetlerine iman edenler iseniz.
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ إِن كُنتُم بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ ﴿١١٨﴾
Ne oldu size ki yalnız kendisi üzerine Allah’ın ismi anılmış şeylerden yemiyorsunuz; kendisine ihtiyaç duyduğunuz şeyler müstesna size haram olanlar elbette sizin için açıklanmıştır. Şüphesiz birçoğu, ilmi olmaksızın hevalarından gerçekten saptırıyorlar, şüphesiz O, Rabb’in, haddi aşanları en iyi bilendir. (*119)
وَمَا لَكُمْ أَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا لَّيُضِلُّونَ بِأَهْوَائِهِم بِغَيْرِ عِلْمٍ ۗ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِالْمُعْتَدِينَ ﴿١١٩﴾
Günahın açığını ve gizlisini bırakın! Şüphesiz günah kazanan kimseler, işlemiş oldukları iğrençlikler sebebiyle yakında cezalandırılacaklardır. (*120)
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْإِثْمِ وَبَاطِنَهُ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَكْسِبُونَ الْإِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ ﴿١٢٠﴾
Üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeylerden yemeyiniz ve gerçekten o fısktır; (*121) şüphesiz şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için ilham verirler, şayet onlara uyarsanız, muhakkak siz müşriklerden olursunuz. (**121)
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ ۗ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَىٰ أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ ۖ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ ﴿١٢١﴾
Ölü iken sonra kendisine hayat verdiğimiz, insanlar içinde onunla yürüyeceği bir nuru kendisine verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde bulunan, ondan çıkamayan kimsenin benzeri gibi midir? İşte böyle yapmış oldukları şeyler kâfirlere süslü gösterildi.
أَوَمَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا ۚ كَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٢﴾
Ve böylece her kentin büyüklük taslayanlarını orada suçlular kıldık, (*123) orada düzen kurdular; onların düzenleri, kendi nefislerinden başkasına değildir, şuurunda değildirler. (**123)
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا ۖ وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿١٢٣﴾
Onlara bir ayet geldiği zaman derler ki: ‘Allah’ın Rasulü’ne verilen şeyin benzeri bize verilinceye kadar kesinlikle iman etmeyeceğiz.’ Allah, Risalet’ini koyacağı yeri en iyi bilendir; günah işleyen kimselere yakında Allah katından bir aşağılanma ve hilekâr olmalarından dolayı çetin bir azap isabet edecektir. (*124)
وَإِذَا جَاءَتْهُمْ آيَةٌ قَالُوا لَن نُّؤْمِنَ حَتَّىٰ نُؤْتَىٰ مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللَّهِ ۘ اللَّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ ۗ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِندَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ ﴿١٢٤﴾
Artık kim isterse Allah, gerçekten onu hidayete iletir, İslâm’a onun göğsünü açar (*125) ve kim isterse, onu da dalalete düşürür, onun göğsünü, dar, sıkıntılı yapar, sanki gerçekten göğe yükseliyor. (**125) İşte Allah, iman etmeyen kimselerin üstüne böyle pislik koyar. (***125)
فَمَن يُرِدِ اللَّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ ۖ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاءِ ۚ كَذَٰلِكَ يَجْعَلُ اللَّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢٥﴾
Bu, Rabb’inin doğru yoludur; gerçekten ayetleri, iman edecek bir toplum için geniş biçimde açıkladık.
وَهَـٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيمًا ۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦﴾
Rab’leri indinde esenlik yurdu onlar içindir (*127) ve O, yapmış olduklarından dolayı onların velisidir. (**127)
۞ لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِندَ رَبِّهِمْ ۖ وَهُوَ وَلِيُّهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٧﴾
Ve o gün, onların hepsini diriltecek: ‘Ey cinler topluluğu gerçekten siz, insanlardan çoğunu (dost edinmek) istediniz,’ insanlardan, onların dostları der ki: ‘Rabb’imiz, birbirimizden faydalandık ve bize belirlediğin o ecelimize ulaştık.’ (Rab’leri) der ki ‘Kalacağınız yer ateştir; Allah'ın, dilemesi müstesna, orada ebedi kalacaksınız.’ (*128) Şüphesiz Rabb’in Hâkim’dir, Âlim’dir.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُم مِّنَ الْإِنسِ ۖ وَقَالَ أَوْلِيَاؤُهُم مِّنَ الْإِنسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِي أَجَّلْتَ لَنَا ۚ قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ ۗ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ ﴿١٢٨﴾
Böylece kazanmış olduklarından dolayı zalimlerin bir kısmını bir kısmına yakınlaştırırız. (*129)
وَكَذَٰلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٢٩﴾
‘Ey cin ve insan topluluğu sizden, ayetlerimi size anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı size haber veren rasuller size gelmedi mi?’ dediler ki: ‘Nefsimiz aleyhimize şahidiz,’ (*130) dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten onlar, kâfir olduklarına nefislerin aleyhine şahitlik ettiler. (**130)
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَـٰذَا ۚ قَالُوا شَهِدْنَا عَلَىٰ أَنفُسِنَا ۖ وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ ﴿١٣٠﴾
Bu gerçektir ki Rabb’in, oranın halkı habersiz iken zulüm ile ülkeleri helâk edici değildir. (*131)
ذَٰلِكَ أَن لَّمْ يَكُن رَّبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَىٰ بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا غَافِلُونَ ﴿١٣١﴾
Ve hepsinin, yapmış olduklarından dolayı dereceleri vardır ve Rabb’in, yaptıklarından habersiz değildir.
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٣٢﴾
Rabb’in, zengindir, Rahmet sahibidir, şayet dilerse sizi yok eder ve sizden sonra dilediğini -başka kavmin zürriyetinden sizi yarattığı gibi-yerinize getirir.
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِ ۚ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِن بَعْدِكُم مَّا يَشَاءُ كَمَا أَنشَأَكُم مِّن ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ آخَرِينَ ﴿١٣٣﴾
Şüphesiz size vadedilen şeyler muhakkak gelecektir ve siz (onu engellemeye) güç yetiremezsiniz. (*134)
إِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَآتٍ ۖ وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ ﴿١٣٤﴾
De ki: ‘Ey kavmim, durumunuza göre yapın, doğrusu ben de yapıyorum; artık yakında yurdun sonunun kimin olacağını bileceksiniz; şüphesiz o zalimler, iflah olamazlar!’
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَىٰ مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ۗ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿١٣٥﴾
Ekip biçilen zirai şeylerden ve hayvanlardan Allah’a pay ayırdılar, sonra dediler ki: ‘Bu Allah için ve bu da ortak koştuklarımıza’ (*136) diye iddia ettiler, fakat ortakları için olan şeyler Allah'a ulaşmıyor, Allah için olan şeyler, işte o, ortaklarına ulaşıyor; ne kötü hüküm veriyorlar! (**136)
وَجَعَلُوا لِلَّهِ مِمَّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُوا هَـٰذَا لِلَّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـٰذَا لِشُرَكَائِنَا ۖ فَمَا كَانَ لِشُرَكَائِهِمْ فَلَا يَصِلُ إِلَى اللَّهِ ۖ وَمَا كَانَ لِلَّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَىٰ شُرَكَائِهِمْ ۗ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿١٣٦﴾
Ve bunun gibi ortak koştukları, evlatlarını katletmeyi müşriklerden çoğuna cazip gösterdi ki, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini aleyhlerine karıştırsınlar. Şayet Allah dileseydi onu yapamazlardı, artık onları ve uydurdukları şeyleri bırak. (*137)
وَكَذَٰلِكَ زَيَّنَ لِكَثِيرٍ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ دِينَهُمْ ۖ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا فَعَلُوهُ ۖ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٧﴾
Ve dediler ki: ‘Bunlar, yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir; dilediğimiz kimseden başkası onu yiyemez,’ iddialarınca o hayvanların sırtlarını haram kıldılar ve O’na iftira ederek onun üzerinde Allah’ın ismini anmazlar. İftira etmiş olduklarından dolayı yakında onları cezalandıracaktır. (*138-140)
وَقَالُوا هَـٰذِهِ أَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌ لَّا يَطْعَمُهَا إِلَّا مَن نَّشَاءُ بِزَعْمِهِمْ وَأَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَأَنْعَامٌ لَّا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا افْتِرَاءً عَلَيْهِ ۚ سَيَجْزِيهِم بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٨﴾
Dediler ki: ‘Bu hayvanların karınlarında olan erkeklerimize mahsustur ve eşlerimize haramdır ve şayet ölü olursa artık onlar da onda ortaktırlar;’ vasıflandırmaları nedeniyle yakında onları cezalandıracaktır; şüphesiz O, Hâkim’dir, Âlim’dir.
وَقَالُوا مَا فِي بُطُونِ هَـٰذِهِ الْأَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِّذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلَىٰ أَزْوَاجِنَا ۖ وَإِن يَكُن مَّيْتَةً فَهُمْ فِيهِ شُرَكَاءُ ۚ سَيَجْزِيهِمْ وَصْفَهُمْ ۚ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ ﴿١٣٩﴾
Evlatlarını ahmakça, bilgisizce katleden kimseler elbette hüsrana uğradılar ve Allah'ın kendilerini rızıklandırdığı şeyleri, Allah'ın üzerine iftira atarak haram kılanlar, elbette dalalettedirler ve hidayette olmayanlardır!
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ قَتَلُوا أَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللَّهُ افْتِرَاءً عَلَى اللَّهِ ۚ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ ﴿١٤٠﴾
O dur ki, çardaklı ve çardaksız bahçeleri, hurma ve muhtelif ekinleri, o yenilen zeytinleri ve birbirine benzer benzemez narları meydana getirendir. Meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin, o hasat gününün hakkını verin (*141) ve israf etmeyin; (**141) şüphesiz O, müsrifleri sevmez! (***141) (*141-144)
۞ وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ ۚ كُلُوا مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ ۖ وَلَا تُسْرِفُوا ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ ﴿١٤١﴾
Hayvanlardan yük taşıyanı ve (tüyünden) döşek yapılanı (O yarattı), Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin ve şeytanın adımlarına tâbi olmayın, şüphesiz o, size apaçık bir düşmandır. (*142)
وَمِنَ الْأَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًا ۚ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿١٤٢﴾
Sekiz çifti; koyundan iki ve keçiden iki, de ki: ‘İki erkeği mi haram etti, yoksa iki dişiyi mi yahut iki dişinin rahimlerinde onun içini dolduran mı? Bir ilimle bana haber verin, gerçekten doğru sözlü iseniz.’ (*143)
ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ ۖ مِّنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِ ۗ قُلْ آلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ أَمِ الْأُنثَيَيْنِ أَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ أَرْحَامُ الْأُنثَيَيْنِ ۖ نَبِّئُونِي بِعِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٤٣﴾
Deveden iki ve sığırdan iki, de ki: ‘İki erkeği mi haram etti, yoksa iki dişiyi mi yahut iki dişinin rahimlerinde onun içini dolduran mı yoksa Allah bunu size tavsiye ettiği zaman sizler şahitler miydiniz!’ Bilgisizce insanları saptırmak için yalan söyleyip Allah’ın üzerine iftira atan kimseden daha zalim kimdir! Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
وَمِنَ الْإِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِ ۗ قُلْ آلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ أَمِ الْأُنثَيَيْنِ أَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ أَرْحَامُ الْأُنثَيَيْنِ ۖ أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ وَصَّاكُمُ اللَّهُ بِهَـٰذَا ۚ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا لِّيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿١٤٤﴾
De ki: ‘Bana vahyolunan şeyler içinde yemek yiyenin üzerine haram kılınmış bir şey bulamıyorum; şüphesiz ölü olması yahut akıtılmış kan yahut domuz eti -işte gerçekten o pistir-yahut onu, Allah’tan başkasını, fısk ile mırıldamak müstesna! Ancak kim, darda kalırsa, haddi aşmadan ve saldırmadan (yiyebilir) şüphesiz Rabb’in, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’ (*145) (**145)
قُل لَّا أَجِدُ فِي مَا أُوحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَىٰ طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلَّا أَن يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَّسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٤٥﴾
Yahudi kimselere, bütün tırnaklı (hayvan)ları haram kıldık; sığırın ve koyunun iç yağlarını haram kıldık, sırtlarının yahut bağırsaklarının taşıdığı yahut kemiğe karışan şeyler müstesna; bu, haddi aşmalarından onlara verdiğimiz bir cezadır ve şüphesiz Biz, elbette doğru söyleyenleriz. (*146)
وَعَلَى الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ ۖ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَا إِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا أَوِ الْحَوَايَا أَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ ۚ ذَٰلِكَ جَزَيْنَاهُم بِبَغْيِهِمْ ۖ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿١٤٦﴾
O halde şayet seni yalanlarlarsa artık de ki: ‘Rabb’iniz, geniş rahmet sahibidir, O’nun (vereceği) belalar, günahkâr toplumundan geri çevrilmez.’
فَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل رَّبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ ﴿١٤٧﴾
Müşrik kimseler diyecekler ki: ‘Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram kılmazdık.’ Onlardan önceki kimseler de böyle yalanladılar, nihâyet azabımızı tattılar. De ki: ‘Yanınızda bir bilgi var mı? O halde onu çıkarın bize, doğrusu siz sadece zanna tâbi oluyorsunuz ve elbette siz ancak yalan söylüyorsunuz.’
سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ ۚ كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ حَتَّىٰ ذَاقُوا بَأْسَنَا ۗ قُلْ هَلْ عِندَكُم مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا ۖ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَخْرُصُونَ ﴿١٤٨﴾
De ki: ‘En yüksek hüccet işte Allah’ındır, o halde şayet dileseydi hepinizi elbette hidayete iletirdi.
قُلْ فَلِلَّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ ۖ فَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ ﴿١٤٩﴾
De ki: ‘Haydi toplayın şahitlerinizi ki, Allah’ın gerçekten bunu haram kıldığına şahitlik etsinler.’ Artık şayet şahitlik ederlerse o halde onlarla beraber sen şahitlik etme ve ayetlerimizi yalanlayan kimselerin arzularına tâbi olan ve o kimseler, ahirete iman etmiyorlar ve onlar, Rab’lerine denk tutuyorlar.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَاءَكُمُ الَّذِينَ يَشْهَدُونَ أَنَّ اللَّهَ حَرَّمَ هَـٰذَا ۖ فَإِن شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْ ۚ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَهُم بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ ﴿١٥٠﴾
De ki: ‘Gelin, Rabb’inizin üzerinize haram kıldığı şeyleri okuyayım; kesinlikle hiçbir şeyi O’na şirk koşmayın, anneye babaya iyilik edin ve fakirlikten dolayı evlatlarınızı öldürmeyin, -onları ve sizleri rızıklandıran Biziz-; çirkin günahların -ne açığına ve ne de gizlisine-yaklaşmayın ve bir nefsi öldürmeyin ki, -Hak ile olması hariç-Allah haram kılmıştır. Bu size, O’nun size tavsiyesidir, ta ki akledesiniz.’ (*151)
۞ قُلْ تَعَالَوْا أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ ۖ أَلَّا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا ۖ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا ۖ وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُم مِّنْ إِمْلَاقٍ ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ ۖ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ ۖ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ ۚ ذَٰلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١٥١﴾
Yetimin malına yaklaşmayın; o kimse, erginlik çağına erişinceye kadar en güzel bir tarz müstesna, (*152) ölçeği ve tartıyı adaletle tam yapın; (**152) gücünün yettiği dışında bir nefsi mükellef tutmayız (***152) ve konuştuğunuz zaman -şayet yakınınız dahi olsa -o halde adil olun, (****152) Allah’ın ahdine vefa gösterin. Bu size, O’nun size tavsiyesidir, ta ki düşünesiniz. (*****152)
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّىٰ يَبْلُغَ أَشُدَّهُ ۖ وَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ ۖ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَىٰ ۖ وَبِعَهْدِ اللَّهِ أَوْفُوا ۚ ذَٰلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿١٥٢﴾
Şüphesiz bu, Benim dosdoğru yolumdur, ona tâbi olun, başka yollara tâbi olmayın ki, böylece sizi O’nun yolundan ayırmasın! Bu size, O’nun tavsiyesidir, ta ki korunasınız. (*153)
وَأَنَّ هَـٰذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ ۖ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ۚ ذَٰلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾
Sonra Musa’ya, iyilik eden kimselere, her şeyi ayrıntılı olarak açıklayan, hidayet ve rahmet olan tamamlanmış Kitabı verdik, ta ki Rab’lerine kavuşacaklarına iman etsinler. (*154)
ثُمَّ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذِي أَحْسَنَ وَتَفْصِيلًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَّعَلَّهُم بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ ﴿١٥٤﴾
Ve bu, o indirdiğimiz mübarek Kitaptır; artık ona tâbi olun ve korunun, ta ki merhamet edilesiniz.
وَهَـٰذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿١٥٥﴾
Şüphesiz dersiniz ki: ‘Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa indirildi ve gerçekten biz, onların okumasından habersiz idik.’
أَن تَقُولُوا إِنَّمَا أُنزِلَ الْكِتَابُ عَلَىٰ طَائِفَتَيْنِ مِن قَبْلِنَا وَإِن كُنَّا عَن دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِلِينَ ﴿١٥٦﴾
Yahut dersiniz ki: ‘Şayet gerçekten Kitap bize indirilseydi, elbette biz onlardan daha iyi hidayet üzere olurduk.’ İşte gerçekten size Rabb’inizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. O halde Allah'ın ayetlerini yalanlayıp ondan uzaklaşan kimseden daha zalim kimdir! Ayetlerimizden uzaklaşan kimseleri, uzaklaşmış olduklarından dolayı azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. (*157)
أَوْ تَقُولُوا لَوْ أَنَّا أُنزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا أَهْدَىٰ مِنْهُمْ ۚ فَقَدْ جَاءَكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ ۚ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَّبَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا ۗ سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ آيَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ ﴿١٥٧﴾
Onlar, illa gerçekten meleklerin onlara gelmesini yahut Rabb’inin gelmesini ya da Rabb’inin bazı ayetlerinin gelmesini mi gözetliyorlar! Rabb’inin bazı ayetleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş ya da o imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o iman bir fayda sağlamaz. De ki: ‘Gözetleyin, şüphesiz biz de gözetliyoruz.’
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ ۗ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا ۗ قُلِ انتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ ﴿١٥٨﴾
Şüphesiz dinlerinde ayrılığa düşen kimseler, grup grup oldular; sen, hiçbir şeyde onlardan değilsin; doğrusu onların işi Allah’a aittir, sonra yapmakta oldukları şeyleri onlara bildirecektir. (*159)
إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَّسْتَ مِنْهُمْ فِي شَيْءٍ ۚ إِنَّمَا أَمْرُهُمْ إِلَى اللَّهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿١٥٩﴾
Kim, bir iyilikle gelirse, işte ona onun on katı vardır (*160) ve kim, bir kötülükle gelirse, artık ancak onun misli dışında cezalandırılmaz (**160) ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. (***160)
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا ۖ وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَىٰ إِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٦٠﴾
De ki: ‘Şüphesiz beni, dosdoğru yola Rabb’im hidayet etti; kıyam dinine, Hanif olan İbrahim’in milletine (dinine); o, müşriklerden değildi.’ (*161)
قُلْ إِنَّنِي هَدَانِي رَبِّي إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ دِينًا قِيَمًا مِّلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٦١﴾
De ki: ‘Şüphesiz benim salatım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb’i Allah içindir.’
قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٦٢﴾
‘O’nun ortağı yoktur ve böyle emrolundum ve ben, Müslümanların ilkiyim.’ (*163)
لَا شَرِيكَ لَهُ ۖ وَبِذَٰلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ ﴿١٦٣﴾
De ki: ‘Allah’tan başka Rab mı isteyeyim ve O, her şeyin Rabb’idir! Her nefis, kendisi aleyhinden başka bir şey kazanmaz ve bir günahkâr, başkasının yükünü yüklenmez, sonra dönüşünüz Rabb’inizedir; artık kendisinde ayrılığa düşmüş olduğunuz şeyleri size haber verecektir.’ (*164)
قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ ۚ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلَّا عَلَيْهَا ۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۚ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿١٦٤﴾
Ve O’dur ki sizi, yeryüzünün halifeleri kıldı (*165) ve size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminiz üzerine derecelerle üstün yaptı; şüphesiz Rabb’in, cezası çabuk olandır ve O, gerçekten Ğafur ve Rahim’dir. (**165)
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۗ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٦٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi