Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Şûrâ Süresi الشُّورٰى
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Şûrâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 53 âyettir. İsmini 38. ayette geçen, “müşavere etmek, danışmak” mânalarına gelen, yapılacak işlere karar vermede ve devlet yönetiminde çok önemli bir yeri olan اَﻟﺸﱡﻮرٰ ي (şûrâ) kelimesinden alır. Resmî tertibe göre 42, iniş sırasına göre 62. sûredir.

İşte böyle vahyediyor sana ve senden öncekilere; Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*3)
كَذَٰلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٣﴾
Göklerde bulunanlar ve yerde bulunanlar O’nundur ve O, yücedir, azametlidir. (*4)
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ﴿٤﴾
Neredeyse gökler yarılacaktı; üstlerinden melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih (*5) ederler ve yerdeki kimseler için mağfiret dilerler. İyi bilin ki muhakkak ki Allah, Ğafur’dur, Rahim’dir. (**5)
تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِن فَوْقِهِنَّ ۚ وَالْمَلَائِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَن فِي الْأَرْضِ ۗ أَلَا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٥﴾
O’ndan başka dostlar edinen kimseleri, Allah onları gözetlemektedir ve sen onlara vekil değilsin. (*6)
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ ﴿٦﴾
Ve işte şehirlerin anasını ve çevresinde bulunanları uyarman için (*7) Arapça bir Kur'an’ı sana vahyettik ki, (**7) kendisinde kuşku bulunmayan toplanma gününe karşı uyarasın. (O gün), bir bölümü cennette, bir bölümü alevli ateştedir. (***7)
وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَىٰ وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ ۚ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ ﴿٧﴾
Ve şayet Allah dileseydi, (*8) onları elbette tek bir ümmet yapardı (**8) velakin O, rahmetine dileyen kimseyi sokar ve zalimlerin ise, onların ne bir dostu ne de yardımcısı vardır. (***8)
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـٰكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ ۚ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٨﴾
Yoksa O’ndan başka dostlar mı edindiler, zira Allah, O, dost olandır ve O, diriltir, öldürür ve O, her şeye Kâdir’dir.
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ ۖ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٩﴾
Ve kendisi hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah’a aittir, işte sizin (ve) benim Rabb’im Allah budur, O’na tevekkül ettim ve O’na yöneldim. (*10)
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ ﴿١٠﴾
Gökleri ve yeri yaratandır, size nefislerinizden eşler ve hayvanlardan da eşler var etti, ondan sizi üretiyor; hiçbir şey O’nun benzeri değildir ve O, İşiten’dir, Gören’dir. (*11)
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا ۖ يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ ۚ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ ۖ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ﴿١١﴾
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur; (*12) dileyen kimse için rızkı açar ve takdir eder; şüphesiz O, her şeyi Bilen’dir. (**12)
لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿١٢﴾
Nuh'a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin; kendisine onları davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi, Allah, dileyen kimseyi ona seçer ve kim yönelirse ona hidayet eder. (*13)
۞ شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّىٰ بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَىٰ ۖ أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ ۚ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ ۚ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ ﴿١٣﴾
Tefrikaya düşmeleri başka değil, onlara ilim geldikten sonra aralarındaki aşırı isteklerindendir (*14) ve şayet Rabb’inden, belli bir süreye kadar önceden verilmiş bir söz olmasaydı, onlar arasında hüküm verilirdi. Şüphesiz onlardan sonra Kitab’a varis olanlar, ondan şüphe içindedirler, kuşkulanıyorlar. (**14)
وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ ﴿١٤﴾
İşte bunun için davet et (*15) ve emrolunduğun gibi doğru ol; (**15) onların hevalarına tâbi olma ve de ki: ‘Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum. (***15) Allah bizim de Rabb’imiz, sizin de Rabb’inizdir, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma yoktur. Allah bizleri bir araya getirir ve O’na varılacaktır.’ (****15)
فَلِذَٰلِكَ فَادْعُ ۖ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ ۖ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ ۖ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ ۖ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ ۖ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ ۖ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ ۖ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ ۖ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا ۖ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ ﴿١٥﴾
O’na icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışan kimselerin delilleri, Rab'leri yanında geçersizdir; onların üzerinde bir gazap ve onlar için şiddetli bir azap vardır. (*16)
وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ﴿١٦﴾
Allah O’dur ki, Kitab’ı Hak ile ve ölçülü olarak indirdi ve ne biliyorsun belki Saat yakındır.
اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ ۗ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ ﴿١٧﴾
Onu acele isteyenler, ona inanmayan kimselerdir ve iman eden kimseler, ondan endişe duyarlar ve şüphesiz onun Hak olduğunu bilirler, iyi bilin ki, gerçekten Saat hakkında tartışan kimseler, uzak bir dalalet içerisindedirler. (*18)
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا ۖ وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ ۗ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ ﴿١٨﴾
Allah, kullarına çok şefkatlidir; dileyen kimseyi rızıklandırır ve O, Kuvvetli’dir, Aziz’dir.
اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ ۖ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ ﴿١٩﴾
Kim, ahiret ekinini isterse (*20) onun için o ekini artırırız (**20) ve kim dünya ekinini isterse ona, ondan veririz, ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (***20)
مَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ ۖ وَمَن كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِن نَّصِيبٍ ﴿٢٠﴾
Yoksa onların, dinden kendileri için kanun koyan ortaklar mı var! (*21) Allah ona izin vermez; (**21) şayet karar sözü olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi; kuşkusuz zalimler için acıklı bir azap vardır. (***21)
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۗ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢١﴾
Zalimlerin, kazandıklarından dolayı endişelendiklerini görürsün ve o, onların başlarına gelecektir; iman edip salih amel işleyenler, (*22) cennet bahçeleri içindedirler, onlar için Rab’leri yanında ne dilerlerse vardır. İşte o, büyük bir lütuftur. (**22)
تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ ۗ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ ۖ لَهُم مَّا يَشَاءُونَ عِندَ رَبِّهِمْ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ ﴿٢٢﴾
İşte o, Allah’ın, iman edip salih amel işleyen kullarına müjdelediğidir; (*23) de ki: ‘Sizden ona karşılık sevgi, yakınlık dışında bir ücret istemiyorum ve kim bir iyilik işlerse, orada en güzeli ona artırırız, (**23) şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok şükredilendir.’ (***23)
ذَٰلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ۗ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَىٰ ۗ وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٢٣﴾
Yoksa ‘Allah’a iftira edip yalan söylüyor mu’ diyorlar; (*24) şimdi şayet Allah dilerse senin kalbini mühürler ve Allah, batılı yok eder (**24) ve kelimeleri ile Hakkı gerçekleştirir, şüphesiz O; göğüslerin özünü çok iyi Bilen’dir. (***24)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ۖ فَإِن يَشَإِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَىٰ قَلْبِكَ ۗ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٤﴾
O ki, kullarından tevbeyi kabul eden (*25) ve kötülükleri bağışlayandır ve yaptıklarınızı bilendir. (**25)
وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ ﴿٢٥﴾
İman edip salih amel işleyen kimselere karşılık verir ve O, fazlından onlara fazlasını verir, kâfirlere gelince, onlar için şiddetli, bir azap vardır. (*26)
وَيَسْتَجِيبُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَزِيدُهُم مِّن فَضْلِهِ ۚ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ﴿٢٦﴾
Ve şayet Allah, kulları için rızkı yaysaydı mutlaka yeryüzünde azgınlık ederdi velakin dilediği şeyi ölçü ile indiriyor; şüphesiz O, kullarından Haberdar’dır, Gören’dir. (*27)
۞ وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَـٰكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاءُ ۚ إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ ﴿٢٧﴾
O’dur ki, umutlarını yitirdikten sonra (onlara) yağmuru indiren ve rahmetini yayandır ve O, Veli’dir, hamd edilendir.
وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِن بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنشُرُ رَحْمَتَهُ ۚ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ ﴿٢٨﴾
Gökleri ve yeri ve onların içinde yaydığı canlıları yaratması O’nun ayetlerindendir ve O, dilediği zaman onları toplamaya Kâdir’dir. (*29)
وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِن دَابَّةٍ ۚ وَهُوَ عَلَىٰ جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَاءُ قَدِيرٌ ﴿٢٩﴾
Size isabet eden bir musibet, kendi ellerinizin kazandığınız şeyler nedeniyledir ve (Allah) birçoğunu da bağışlar. (*30)
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ ﴿٣٠﴾
Ve siz, yeryüzünde (O’nu) aciz bırakamazsınız ve sizin, Allah’tan başka bir veliniz ve yardımcınız yoktur. (*31)
وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ ۖ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٣١﴾
Büyük alametler olarak denizde akıp gidenler, O’nun ayetlerindendir.
وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ ﴿٣٢﴾
Şayet dilerse rüzgârı durgun kılar, öylece onun sırtında hareketsiz kalırlar; şüphesiz bunda sabreden, (*33) şükreden herkes için ayetler vardır. (**33)
إِن يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَىٰ ظَهْرِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣٣﴾
Yahut kazandıkları işler nedeniyle yok eder ve çoğunu da affeder.
أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَن كَثِيرٍ ﴿٣٤﴾
Ayetlerimiz hakkında tartışan kimseler bilsinler ki, onlar için kaçacak bir yer yoktur.
وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ ﴿٣٥﴾
İşte size verilen bir şey, ancak dünya hayatının metaıdır ve Allah’ın yanında, iman eden ve Rab’lerine tevekkül eden kimseler için daha hayırlı ve kalıcıdır. (*36)
فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٣٦﴾
O kimseler, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; öfkelendikleri zaman onlar bağışlarlar. (*37)
وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ ﴿٣٧﴾
O kimseler, Rab’lerine icabet ederler ve namazı kılarlar; (*38) onların işleri, aralarında şura iledir, (**38) onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (***38)
وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَىٰ بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣٨﴾
Ve onlar, kendilerine bir zulüm isabet ettiği zaman onlar yardımlaşırlar!
وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ ﴿٣٩﴾
Kötülüğün karşılığı onun misli bir kötülüktür; (*40) fakat kim affeder ve barışırsa işte onun mükâfatı Allah’a aittir, (**40) şüphesiz O, zalimleri sevmez. (***40)
وَجَزَاءُ سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا ۖ فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿٤٠﴾
Ve elbette kim zulme uğradıktan sonra galip gelirse, işte onların aleyhine bir yol yoktur.
وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُولَـٰئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيلٍ ﴿٤١﴾
Şüphesiz ancak insanlara zulmeden kimseler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapanlar aleyhine yol vardır; işte onlar için acıklı bir azap vardır.
إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۚ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٤٢﴾
Ve elbette kim sabreder ve bağışlarsa, muhakkak ki bu azimli işlerdendir. (*43)
وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ﴿٤٣﴾
Ve Allah, kimi dalalette bırakırsa, işte onun O’ndan sonra bir velisi yoktur ve zalimlerin, azabı gördükleri zaman: ‘Geri dönmeye bir yol var mı,’ dediklerini görürsün.
وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن وَلِيٍّ مِّن بَعْدِهِ ۗ وَتَرَى الظَّالِمِينَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ إِلَىٰ مَرَدٍّ مِّن سَبِيلٍ ﴿٤٤﴾
O’na arz edilirlerken onları görürsün ki boyun eğmiş, düşkün halde göz ucuyla gizlice bakarlar; iman eden kimseler der ki: ‘Şüphesiz hüsrana uğrayan kimseler, nefislerini ve ailelerini kıyamet günü ziyan edenlerdir;’ iyi bilin ki şüphesiz zalimler kalıcı bir azap içindedirler. (*45)
وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنظُرُونَ مِن طَرْفٍ خَفِيٍّ ۗ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُّقِيمٍ ﴿٤٥﴾
Onların, Allah’tan başka kendilerine yardım edecek bir velileri olmayacaktır ve Allah, kimi dalalette bırakırsa, artık onun için bir yol yoktur.
وَمَا كَانَ لَهُم مِّنْ أَوْلِيَاءَ يَنصُرُونَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ ۗ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن سَبِيلٍ ﴿٤٦﴾
Önceden Rabb’inize icabet edin; Allah'tan, kendisi geri çevrilmeyen gün gerçekten geldiğinde, sizin için sığınacak bir yeriniz ve o günü sizin inkâr etmeniz de mümkün olmaz.
اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ ۚ مَا لَكُم مِّن مَّلْجَإٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍ ﴿٤٧﴾
Buna rağmen yüzçevirirlerse, artık onların üzerine seni muhafız göndermedik; şüphesiz sana düşen ancak ulaştırmaktır ve doğrusu Biz, Bizden bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinir ve şayet ellerinin takdim ettiği şeyler nedeniyle bir kötülük onlara isabet ettiğinde o taktirde şüphesiz insan nankörlük eder. (*48)
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا ۖ إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ ۗ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨﴾
Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir; dilediği şeyi yaratır, dilediği kimselere dişiler bahşeder ve dilediği kimselere erkekler bahşeder.
لِّلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ يَهَبُ لِمَن يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاءُ الذُّكُورَ ﴿٤٩﴾
Yahut erkekler ve dişiler olarak çift yapar, dilediği kimseyi de kısır yapar; şüphesiz O, Bilen’dir, Kadir’dir.
أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا ۖ وَيَجْعَلُ مَن يَشَاءُ عَقِيمًا ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ ﴿٥٠﴾
Allah’ın bir beşerle sohbet etmesi elbette olmaz, vahyetmesi müstesna yahut örtü arkasından (vahyeder) yahut bir Rasul gönderir, böylece izniyle ona ne diliyorsa vahyeder. O, yücedir, Hâkim’dir.
۞ وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ ۚ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ ﴿٥١﴾
İşte böyle sana emrimizden bir ruh vahyettik! (*52) Sen Kitap nedir, (**52) iman nedir bilmiyordun; (***52) velakin onu, nur yaptık, kullarımızdan dilediğimiz kimseyi, onunla hidayete iletiyoruz ve şüphesiz sen, doğru yola götürüyorsun. (*52-53)
وَكَذَٰلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا ۚ مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَـٰكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَن نَّشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا ۚ وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٥٢﴾
Allah’ın yoluna ki, göklerde bulunan ve yerde bulunanlar O’nundur. İyi bilin ki işler Allah’a varır.
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ ﴿٥٣﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi