Sure Hakkında
Müminûn Süresi
الْمُؤْمِنُونَ
Müminûn Süresi
الْمُؤْمِنُونَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Mekke’de nazil olmuştur, 118 ayettir. 1-11. ayetlerde Mü’minlerin özelliklerinden ve kurtuluşundan söz ettiği için Mü’minler anlamında Mü’minun ismini almıştır. Sure, Mü’minleri kurtuluşa ulaştıran vasıfları, insanın yaratılışını ve müşriklerin Allah inançlarını konu edinir. Mushaf tertibine göre 23. nüzul sırasına göre 74. suredir.
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
﴿٢﴾
Onların ellerinin sahip oldukları ise, zevceleri müstesna; artık gerçekten onlar, kınanmazlar.
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ
﴿٦﴾
Artık kim, bunun arkasından zina ederse, işte onlar, haddi aşanlar onlardır.
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ
﴿٧﴾
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
﴿٨﴾
Ve onlar, namazlarını muhafaza eden kimselerdir.
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
﴿٩﴾
Firdevs’e varis olan kimselerdir; onlar, orada ebedi kalacak olanlardır. (*11)
الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
﴿١١﴾
Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık. (*12)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
﴿١٢﴾
Sonra bir nutfe olarak sağlam bir yere sabitleyip onu koyduk. (*13-14)
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
﴿١٣﴾
Sonra nutfeyi alaka olarak şekillendirdik, peşinden alakayı çiğnemlik et olarak şekillendirdik, böylece çiğnemlik ete kemikler yarattık, nihayet kemiklere et kaplattık; sonra başka bir yaratılışla ortaya çıkardık. Bak, yaratanların en güzeli Allah, pek yücedir!
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
﴿١٤﴾
Sonra şüphesiz siz, bunun ardından mutlaka öleceksiniz. (*15)
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ
﴿١٥﴾
Daha sonra muhakkak siz, Kıyamet günü diriltileceksiniz.
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ
﴿١٦﴾
Andolsun üstünüzde yedi yol yarattık ve Biz yaratmaktan gafil olanlardan değiliz. (*17)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ
﴿١٧﴾
Gökten belli bir ölçü ile su indirdik, sonra yeryüzünde onu durdurduk ve şüphesiz Biz gidermeye de elbette Kâdir olanlarız. (*18)
وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ
﴿١٨﴾
Böylece onunla hurmadan ve üzümden bahçeleri sizin için meydana getirdik, sizin için orada birçok meyveler vardır ve ondan yiyorsunuz. (*19-22)
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِ جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
﴿١٩﴾
Ve Tur-i Sina’dan çıkan bir ağacın, yağı çıkarılır, yiyenlerin yemeğine lezzet verir. (*20)
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاءَ تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ
﴿٢٠﴾
Ve şüphesiz sizin için hayvanlarda elbette bir ibret vardır; o karınları içindeki şeyden (sütten) size içiriyoruz ve onda sizin için birçok faydalar vardır ve ondan yersiniz.
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
﴿٢١﴾
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
﴿٢٣﴾
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَـٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَـٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ
﴿٢٤﴾
Doğrusu o, kendisi ancak cinli bir adamdır, artık bir süreye kadar onu bekleyin. (*25)
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّىٰ حِينٍ
﴿٢٥﴾
(Nuh) dedi ki: ‘Rabb'im, beni yalanlamalarından dolayı bana yardım et.’ (*26-27)
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ
﴿٢٦﴾
Bunun üzerine ona vahyettik: ‘Belirlediğimiz haliyle vahyimizle bir gemi yap, sonra emrimiz geldiği ve tandır kaynadığı zaman artık hepsinden iki çifti ve aileni onun içine sok; onlardan aleyhinde söz geçmiş kimseler müstesna ve zalim kimseler için bana hitap etme; şüphesiz onlar, boğulacak olanlardır.’ (*27) (**27) (***27)
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ
﴿٢٧﴾
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
﴿٢٨﴾
Ve de ki: ‘Rabb’im beni, mübarek bir menzile indir ve Sen indirenlerin en hayırlısısın.’
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ
﴿٢٩﴾
Şüphesiz bunda ayetler vardır ve doğrusu Biz imtihan edicileriz. (*30)
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ
﴿٣٠﴾
Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik. (*31)
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ
﴿٣١﴾
Peşinden onlara kendi içlerinden bir Rasul gönderdik; ‘Muhakkak Allah’a kulluk edin, O’ndan başka sizin bir ilahınız yoktur, artık korunmayacak mısınız?’
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
﴿٣٢﴾
وَقَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَـٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
﴿٣٣﴾
Şayet sizin benzeriniz bir beşere itaat ederseniz şüphesiz siz, o zaman mutlaka hüsrana uğrayanlar olursunuz;(*34)
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ
﴿٣٤﴾
Size mi vadediyor, gerçekten siz öldüğünüz, toprak olduğunuz ve kemik haline geldiğiniz zaman muhakkak siz çıkarılan kimseler olacaksınız! (*35)
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ
﴿٣٥﴾
Gerçekten o, yalnız dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız, biz yeniden diriltilmeyeceğiz. (*37)
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ
﴿٣٧﴾
Şüphesiz o, ancak Allah'a yalan uyduran bir adamdır, biz ona iman edenler değiliz. (*38)
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ
﴿٣٨﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, beni yalanlamaları dolayısıyla bana yardım et.’
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ
﴿٣٩﴾
(Allah) dedi ki: ‘Amma yakında muhakkak pişman olmuş halde sabahlayacaklar.’ (*40)
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ
﴿٤٠﴾
Derken Hak ile sabahleyin onları yakaladı, böylece onları, cılız köpük yaptık, artık zalimler toplumu uzak olsun.
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
﴿٤١﴾
Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik.
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ
﴿٤٢﴾
Hiçbir ümmet, o ecelinden öne geçemez ve geri kalamaz. (*43)
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
﴿٤٣﴾
Sonra biz, ardı ardına rasullerimizi gönderdik; her ümmete kendi Rasul’ü geldiği zaman onu yalanladılar, nihayet biz de onların kimini kiminin peşine taktık ve hepsini birer hadise kıldık; iman etmeyenler toplumu uzak olsun.
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ
﴿٤٤﴾
Sonra Musa ve Kardeşi Harun’u, ayetlerimiz ve apaçık delillerle gönderdik. (*45)
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
﴿٤٥﴾
Fir’avn’e ve ileri gelenlerine, fakat onlar, büyüklük tasladılar ve kendilerini üstün görenler toplumu oldular. (*46)
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ
﴿٤٦﴾
Sonra dediler ki: ‘Bizim benzerimiz iki beşere inanacak mıyız ve ikisinin kavmi bizim kullardır.’
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ
﴿٤٧﴾
Böylece ikisini yalanladılar, sonra helak edilenlerden oldular. (*48)
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ
﴿٤٨﴾
Andolsun Musa’ya Tevrat’ı verdik, ta ki onlar hidayet bulsunlar.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
﴿٤٩﴾
Meryem’in oğlunu ve annesini ayet kıldık ve yerleşmeye uygun ve su kaynağı olan bir tepede ikisini barındırdık.
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ
﴿٥٠﴾
‘Ey rasuller, temiz şeylerden yiyin ve salih amel işleyin, şüphesiz Ben yaptığınız şeyleri bilirim.’
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ
﴿٥١﴾
Doğrusu bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir ve Ben sizin Rabb’inizim, o halde Benden sakının! (*52)
وَإِنَّ هَـٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ
﴿٥٢﴾
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُرًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
﴿٥٣﴾
Bir süreye kadar taşkınlıkları içerisinde onları bırak.
فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ
﴿٥٤﴾
Onlar, gerçekten sanıyorlar mı ki, o mal ve evlatları onlara genişletiyoruz. (*55)
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ
﴿٥٥﴾
Onlar için hayırları hızlandırıyoruz, ne var ki onlar, farkında değiller. (*56)
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ ۚ بَل لَّا يَشْعُرُونَ
﴿٥٦﴾
Şüphesiz o kimseler ki onlar, Rab’lerinin haşyetinden çekinirler.
إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ
﴿٥٧﴾
O kimseler ki onlar, Rab’lerinin ayetlerine iman ederler.
وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
﴿٥٨﴾
Ve o kimseler ki onlar, Rab’lerine şirk koşmazlar! (*59)
وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ
﴿٥٩﴾
O kimseler, verdikleri şeyi kalpleri ürpererek verirler, şüphesiz onlar, Rab’lerine döneceklerdir. (*60)
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ
﴿٦٠﴾
İşte onlar, hayırlarda yarışırlar ve onlar, onun için önde gidenlerdir. (*61)
أُولَـٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ
﴿٦١﴾
Bir nefse, onun gücü dışında külfet yüklemeyiz ve yanımızda Hakk’ı ile konuşan bir kitap vardır ve onlara asla zulmedilmez. (*62)
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
﴿٦٢﴾
Bununla beraber onların kalpleri bunun taşkınlığı içerisindedir ve onların, bundan başka işleri de vardır ve onlar, onun için çalışırlar.
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَـٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ
﴿٦٣﴾
Nihayet azap ile onların refah içinde olanlarını yakaladığımız zaman, bir anda onlar, yalvarıp yakarırlar.
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ
﴿٦٤﴾
Bugün yalvarıp yakarmayın, şüphesiz siz Bizden yardım göremezsiniz.
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ
﴿٦٥﴾
Gerçekten ayetlerim size okunuyordu, ancak siz, topuklarınız üzere dönüyordunuz.
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ
﴿٦٦﴾
Büyüklük taslayarak onu eğlence yapıp terk ediyordunuz.
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ
﴿٦٧﴾
Düşünmüyorlar mı o sözü, yoksa önceki atalarına gelmeyen bir şey mi onlara geldi! (*68)
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ
﴿٦٨﴾
Yahut rasullerini tanımadılar da bu yüzden (mi) onu inkâr ediyorlar.
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
﴿٦٩﴾
Yoksa ‘Onda bir cinnet var’ mı diyorlar, aksine onlara Hak ile geldi ve onların ekserisi Hak’tan hoşlanmayanlardır. (*70)
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُم بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
﴿٧٠﴾
Şayet Hak, onların hevalarına tâbi olsaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler elbette bozulurdu. Bilakis şereflerini onlara getirdik, ancak onlar, şereflerinden yüzçevirenlerdir. (*71)
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ
﴿٧١﴾
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
﴿٧٢﴾
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
﴿٧٣﴾
Ve şüphesiz ahirete iman etmeyen kimseler, yoldan elbette sapanlardır. (*74)
وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ
﴿٧٤﴾
Şayet onlara merhamet eder ve onlara sıkıntı olan şeyleri kaldırsaydık, elbette direnirler, tuğyanları içerisinde başıboş gezinirlerdi. (*75)
۞ وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
﴿٧٥﴾
Andolsun azap ile onları yakaladık, fakat Rab’lerine itaat etmediler ve yalvarmadılar.
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ
﴿٧٦﴾
Nihayet şiddetli azabı olan bir kapıyı üzerlerine açtığımız zaman, bir anda onlar, onun içinde ümitsizliğe düşenler oldular.
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ
﴿٧٧﴾
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
﴿٧٨﴾
O'dur ki, yeryüzüne sizi dağıttı ve O’na (döndürülüp) toplanacaksınız.
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
﴿٧٩﴾
O'dur ki, hayat veren ve öldürendir, gece ve gündüz O’nundur; akletmeyecek misiniz! (*80)
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
﴿٨٠﴾
Aksine evvelkilerin dediği şeylerin benzerini dediler.
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ
﴿٨١﴾
Dediler ki: ‘Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi muhakkak yeniden diriltilen kimseler olacağız!
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
﴿٨٢﴾
Andolsun daha önceden bu bize ve atalarımıza vadedilmişti, şüphesiz bu, ancak öncekilerin yazdıklarıdır.’ (*83)
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَـٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَـٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
﴿٨٣﴾
De ki: ‘Yeryüzü ve orada bulunanlar kimindir, şayet bilenler iseniz (söyleyin)’
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
﴿٨٤﴾
Diyecekler ki: ‘Allah’ındır.’ De ki: ‘Düşünmüyor musunuz?’
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
﴿٨٥﴾
De ki: ‘Yedi göğün Rabb’i ve Büyük Arşın Rabb’i kimdir?’ (*86)
قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
﴿٨٦﴾
Diyecekler ki: ‘Allah’tır. De ki: ‘O halde sakınmıyor musunuz?’
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ
﴿٨٧﴾
De ki: ‘Her şeyin yönetimi elinde olan ve O, himaye eden ve kendisi üzerinde bir himaye eden olmayan kimdir, şayet biliyorsanız (söyleyin).’ (*88)
قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
﴿٨٨﴾
Diyecekler ki: ‘Allah’tır.’ De ki: ‘O halde nasıl büyüleniyorsunuz?’
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ
﴿٨٩﴾
Bilakis onlara Hakkı ulaştırdık ve şüphesiz onlar, gerçekten yalancılardır.
بَلْ أَتَيْنَاهُم بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
﴿٩٠﴾
Allah, evlat edinmemiştir ve O’nunla beraber hiçbir ilah olmamıştır, o durumda her ilah, yarattığı şeylerle elbette giderdi ve onlar, birbirleri üzerine üstünlük sağlardı. Onların vasfettikleri şeylerden Allah, münezzehtir. (*91)
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَـٰهٍ ۚ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَـٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
﴿٩١﴾
Gaybı ve görüleni bilendir, zira (O), onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ
﴿٩٢﴾
De ki: ‘Rabb’im, şayet onlara vadedilen şeyi mutlaka bana göstereceksen, Rabb’im, öyleyse beni zalimler topluluğu içinde bırakma!’ (*94)
قُل رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ
﴿٩٣﴾
De ki: ‘Rabb’im, şayet onlara vadedilen şeyi mutlaka bana göstereceksen, Rabb’im, öyleyse beni zalimler topluluğu içinde bırakma!’ (*94)
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
﴿٩٤﴾
Şüphesiz Biz, onlara vadettiğimiz şeyi sana göstermeye elbette Kâdir olanlarız.
وَإِنَّا عَلَىٰ أَن نُّرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ
﴿٩٥﴾
Kötülüğü, o en güzel şey ile defet; Biz onların vasıflandırdıkları şeyi en iyi biliyoruz!
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ
﴿٩٦﴾
Ve de ki: ‘Rabb’im, şeytanların iftiralarından sana sığınırım.’ (*97-98)
وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ
﴿٩٧﴾
‘Ve (onların) yanıma gelmelerinden sana sığınırım Rabb’im.’
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ
﴿٩٨﴾
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ
﴿٩٩﴾
Belki terk ettiğim şeylerle salih bir amel yaparım.’ İyi bilin ki şüphesiz o, onun söylediği bir sözdür; onların arkalarında, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ
﴿١٠٠﴾
Nihayet Sur’a üflendiği zaman artık o gün, onlar arasında bir ilişki yoktur ve (birbirlerini) sormayacaklar. (*101)
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ
﴿١٠١﴾
O gün tartı haktır; artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar, kurtuluşa erenler onlardır. (*102)
فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
﴿١٠٢﴾
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَـٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ
﴿١٠٣﴾
Yüzlerini ateş yakar ve onların orada yüzleri asıktır. (*104)
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ
﴿١٠٤﴾
Ayetlerim size okunmadı mı, buna rağmen siz onu yalanladınız!
أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ
﴿١٠٥﴾
Dediler ki: ‘Rabb’imiz, kötü niyetimiz bize galip geldi ve biz, dalalete düşenler kavmi olduk.’ (*106)
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ
﴿١٠٦﴾
‘Rabb’imiz, ondan çıkar, sonra şayet tekrar dönersek artık gerçekten biz zalimleriz.’
رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ
﴿١٠٧﴾
Dedi ki: ‘Defolun oradan ve benimle konuşmayın.’
قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ
﴿١٠٨﴾
Şüphesiz o kullarımdan bir grup vardı, diyorlardı ki: ‘Rabb’imiz, iman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et; Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ (*109)
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ
﴿١٠٩﴾
İşte siz onları alay konusu edindiniz, hatta bana kulluk etmeyi size unutturdu ve siz onlara gülüyordunuz. (*110)
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ
﴿١١٠﴾
Şüphesiz Ben, bugün sabretmelerinin onlara karşılığını verdim; gerçekten onlar, kazançlı çıkanların kendileridir. (*111)
إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ
﴿١١١﴾
(Allah) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldınız seneler sayısınca yeryüzünde?’
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ
﴿١١٢﴾
Dediler ki: ‘Bir gün yahut günün bir kısmı kadar; artık sayanlara sor.’
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ
﴿١١٣﴾
Dedi ki: ‘Doğrusu ancak pek az kaldınız şayet bilmiş olsaydınız!
قَالَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
﴿١١٤﴾
Gerçekten boş yere sizi yarattığımızı ve muhakkak sizin bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız!’ (*115)
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
﴿١١٥﴾
Zira Allah, pek yücedir, Hak olan Meliktir; O’ndan başka ilah yoktur, Kerim Arşın Rabb’idir. (*116)
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۖ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
﴿١١٦﴾
Kim, Allah ile beraber onun kendisi ile ilgili bir delili olmayan başka bir ilaha davet ederse, artık şüphesiz onun hesabı Rabb’inin yanındadır; şüphesiz o kâfirler iflah olmazlar.
وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
﴿١١٧﴾
De ki: ‘Rabb’im, mağfiret et ve merhamet et, Sen, Merhamet edenlerin en hayırlısısın.’
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ
﴿١١٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi