Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Cin Süresi الْجِنِّ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Cin sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 28 âyettir. Cinlerin Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyip doğru yolu buldukları anlatıldığından “cin” ismini almıştır. قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ (Kul ûhiye ileyye) ismiyle de anılır. (bk. Buhârî, Tefsir 72) Mushaf tertîbine göre 72, iniş sırasına göre 40. sûredir.

De ki: ‘Bana vahyolundu ki, (*1) gerçekten onu, cinlerden bir grup dinlemiş, sonra demişler ki: ‘Gerçekten biz, harikulade bir Kur’an dinledik.’ (**1) (***1) (*1-2)
قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا ﴿١﴾
‘Doğruya iletiyor, bu yüzden ona iman ettik, Rabb’imize kimseyi ortak koşmayacağız.’ (*2)
يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ ۖ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا ﴿٢﴾
‘Şüphesiz O Rabb’imiz cidden yücedir; eş ve çocuk edinmemiştir.’ (*3)
وَأَنَّهُ تَعَالَىٰ جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا ﴿٣﴾
‘Ve çocuğu da yoktur. Doğrusu o bizim sefihimiz, Allah’a karşı haddi aşmış.’
وَأَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَفِيهُنَا عَلَى اللَّهِ شَطَطًا ﴿٤﴾
‘Gerçekten biz, insanların ve cinlerin, Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini zannetmiştik.’ (*5)
وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن تَقُولَ الْإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ﴿٥﴾
‘Şüphesiz insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı, böylece onların sıkıntılarını artırırlardı.’
وَأَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِّنَ الْإِنسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِّنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًا ﴿٦﴾
‘Ve gerçekten onlar, sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdi ki Allah, kimseyi gerçekten diriltmeyecek.’ (*7)
وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا ﴿٧﴾
‘Doğrusu biz, göğe dokunduk ancak onu kuvvetli muhafızlarla ve şihablarla dolu bulduk.’ (*8-9)
وَأَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا ﴿٨﴾
‘Ve gerçekten biz, (önceden) onun dinleme yerlerinde otururduk, artık kim dinlerse şimdi onu gözetleyen bir şihab bulur.’ (*9)
وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ ۖ فَمَن يَسْتَمِعِ الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَّصَدًا ﴿٩﴾
‘Ve gerçekten biz, yeryüzündeki kimselere kötülük mü istendi yoksa Rab’leri onları doğru yola iletmek mi istedi bilmiyoruz.’
وَأَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَن فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا ﴿١٠﴾
‘Gerçekten biz ise, bizden salih olanlar ve bizden bundan daha aşağı olanlar var; biz farklı yollarda olanlarız.’
وَأَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَٰلِكَ ۖ كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا ﴿١١﴾
‘Doğrusu biz, Allah'ı yeryüzünde aciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O'nu aciz bırakamayacağımızı anladık.’
وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن نُّعْجِزَ اللَّهَ فِي الْأَرْضِ وَلَن نُّعْجِزَهُ هَرَبًا ﴿١٢﴾
‘Şüphesiz biz, ne zaman ki hidayeti işittik, ona iman ettik; o halde kim Rabb’ine iman ederse artık hakkının yenilmesinden ve zulüm görmekten korkmaz.’
وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَىٰ آمَنَّا بِهِ ۖ فَمَن يُؤْمِن بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا ﴿١٣﴾
‘Ve gerçekten biz, bizden Müslümanlar da ve bizden zalimler de var; artık kim teslim olursa, işte onlar doğru yolu arayanlardır.’
وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ ۖ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُولَـٰئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا ﴿١٤﴾
‘Amma, bölünenler ise, artık cehenneme odun olanlardır.’ (*15)
وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا ﴿١٥﴾
Gerçekten yol üzerinde dosdoğru dursalardı, elbette onlara bol su içirirdik.
وَأَن لَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُم مَّاءً غَدَقًا ﴿١٦﴾
Onları, onunla denerdik ve kim Rabb’inin zikrinden yüz çevirirse (Rabb’i) onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.
لِّنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا ﴿١٧﴾
Şüphesiz Mescitler, Allah'ındır, o halde Allah ile beraber başka birine davet etmeyin. (*18)
وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا ﴿١٨﴾
Şüphesiz o Allah'ın kulu, kalkıp ne zamanki O'na davet edince, neredeyse ona karşı birbirlerine yapışıyorlardı. (*19)
وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا ﴿١٩﴾
De ki: 'Şüphesiz ben, Rabb'ime davet ederim ve O'na kimseyi şirk koşmam.’ (*20)
قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا ﴿٢٠﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben, size zarar vermeye ve doğru yola iletmeye malik değilim.’ (*21)
قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا ﴿٢١﴾
De ki: ‘Şüphesiz hiç kimse Allah'tan beni koruyamaz ve O’ndan başkasına meylettiremez.’
قُلْ إِنِّي لَن يُجِيرَنِي مِنَ اللَّهِ أَحَدٌ وَلَنْ أَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا ﴿٢٢﴾
Yalnızca Allah'tan ve O’nun Risalet’inden bir tebliğdir ve kim, Allah'a ve Rasulü’ne isyan ederse, işte gerçekten ona cehennem ateşi vardır, orada ebedi kalıcılardandır. (*23)
إِلَّا بَلَاغًا مِّنَ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ ۚ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ﴿٢٣﴾
Nihayet onlara vadedilen şeyi gördükleri zaman, artık kimin yardımcısının daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bileceklerdir. (*24)
حَتَّىٰ إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ أَضْعَفُ نَاصِرًا وَأَقَلُّ عَدَدًا ﴿٢٤﴾
De ki: ‘Doğrusu size vadedilen şey yakın mıdır, yoksa Rabb’im onun için uzun bir süre mi koyacak bilemem.’ (*25)
قُلْ إِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ مَّا تُوعَدُونَ أَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبِّي أَمَدًا ﴿٢٥﴾
Gaybı bilendir; ancak O, gaybını hiç kimseye beyan etmez. (*26)
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَىٰ غَيْبِهِ أَحَدًا ﴿٢٦﴾
Razı olduğu Rasul’ü müstesna! Çünkü şüphesiz O, onun önünden ve arkasından gözetleyiciye izletir.
إِلَّا مَنِ ارْتَضَىٰ مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا ﴿٢٧﴾
Gerçekten Rab’lerinin kendilerine verdiği Risalet’i tebliğ ettiklerini muhakkak ortaya çıkarsın ve onların yanında bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.
لِّيَعْلَمَ أَن قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَىٰ كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا ﴿٢٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi