Sure Hakkında
Hicr Süresi
الْحِجْرِ
Hicr Süresi
الْحِجْرِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Mekke’de nazil olan sure, 99 ayettir, 80-84. ayetlerde kendilerine gönderilen rasullerini yalanladıkları için helak edilen Hicr halkından söz ettiği için sureye Hicr adı verilmiştir. Mushaf tertibine göre 15. nüzul sırasına göre 54. suredir.
الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ
﴿١﴾
İnkâr eden kimseler, Müslüman olmayı pek çok defa temenni edecekler.
رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ
﴿٢﴾
Bırak onları, yesinler, eğlensinler ve ümit edip hoş vakit geçirsinler; artık yakında bileceklerdir.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
﴿٣﴾
Helak ettiğimiz bir kent yoktur ki, onun için bilinen bir yazı olmasın. (*4)
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ
﴿٤﴾
Bir ümmet, kendi ecelini ne geçebilir ne de erteleyebilirler. (*5)
مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
﴿٥﴾
Dediler ki: ‘Ey kendisine Zikir indirilen kimse, sen mutlaka mecnunsun.’ (*6)
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ
﴿٦﴾
‘Gerçekten sadıklardan isen meleklerle bize gelseydin ya!’ (*7)
لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
﴿٧﴾
Melekleri Haktan başka indirmeyiz, o zaman mühlet verilenlerden olmazlar.
مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُّنظَرِينَ
﴿٨﴾
Şüphesiz Kur’an’ı/zikri, Biz indirdik ve şüphesiz Biz onu elbette muhafaza edenleriz! (*9)
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
﴿٩﴾
Andolsun senden önce de evvelki fırkalar içerisine (rasuller) gönderdik. (*10)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ
﴿١٠﴾
Onlara bir Rasul gelmezdi ki onunla alay etmiş olmasınlar.
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
﴿١١﴾
İşte böyle günahkârların kalbine onu sokarız.
كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
﴿١٢﴾
Ona iman etmezler ve elbette öncekilerin sünneti geçerlidir. (*11)
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ
﴿١٣﴾
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ
﴿١٤﴾
لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ
﴿١٥﴾
Andolsun Biz, gökte burçlar yaptık ve bakanlar için onu süsledik. (*16)
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ
﴿١٦﴾
Ancak birisi kulak hırsızlığı yaparsa, artık onu ortaya çıkan bir ateş parçası takip eder. (*18)
إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ
﴿١٨﴾
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ
﴿١٩﴾
Orada, sizin için ve sizin kendisini rızıklandırmadığınız kimseler için geçimlikler var ettik. (*20)
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ
﴿٢٠﴾
Şüphesiz her şeyin hazineleri sadece bizim yanımızdadır; bilinen ölçü dışında onu indirmeyiz. (*21)
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ
﴿٢١﴾
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ
﴿٢٢﴾
Şüphesiz Biziz, hayat veren ve öldüren ve elbette varis olanlar da Biziz. (*23)
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
﴿٢٣﴾
Andolsun sizden önce geçenleri bildik ve andolsun geride kalanları da biliriz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ
﴿٢٤﴾
Ve şüphesiz Rabb’in O’dur ki onları toplayacaktır; gerçekten O, Hâkim’dir, Bilen’dir.
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ ۚ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
﴿٢٥﴾
Andolsun, insanı kuru balçıktan, biçim verilmiş çamurdan yarattık. (*26)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
﴿٢٦﴾
Ve cinni, önceden halis ateşten onu yarattık. (*27)
وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ
﴿٢٧﴾
Bir zamanlar Rabb’in, meleklere demişti ki: ‘Şüphesiz Ben, kuru balçıktan, biçim verilmiş çamurdan bir beşer yaratacağım.’ (*28-29)
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
﴿٢٨﴾
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
﴿٢٩﴾
Bunun üzerine meleklerin hepsi topluca secde ettiler.
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ
﴿٣٠﴾
İblis hariç, secde edenlerle beraber olmayı gerçekten kabul etmedi. (*31-40)
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
﴿٣١﴾
(Rabb’in) dedi ki: ‘Ey İblis, sana ne oldu da secde edenlerle beraber olmadın?’
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ
﴿٣٢﴾
Dedi ki: ‘Kuru balçıktan, biçim verilmiş çamurdan o yarattığın beşer için secde etmem mümkün değildir.’
قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
﴿٣٣﴾
(Rabb’in) dedi ki: ‘Haydi çık oradan, artık gerçekten sen kovuldun.’
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ
﴿٣٤﴾
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَىٰ يَوْمِ الدِّينِ
﴿٣٥﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, öyleyse yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver’
قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ
﴿٣٦﴾
(Rabb’in) dedi ki: ‘Şimdi elbette sen süre verilenlerdensin.’
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ
﴿٣٧﴾
قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
﴿٣٩﴾
(Rabb’in) dedi ki: ‘Bu yol bana varan istikamettir.’ (*41)
قَالَ هَـٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ
﴿٤١﴾
‘Şüphesiz benim kullarıma ki, senin onlar üzerinde bir hâkimiyetin olmaz; sapıklardan sana tâbi olan kimseler müstesna!’
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
﴿٤٢﴾
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ
﴿٤٣﴾
Onun yedi kapısı vardır; her kapı için onlardan bir bölüm ayrılmıştır.
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِّكُلِّ بَابٍ مِّنْهُمْ جُزْءٌ مَّقْسُومٌ
﴿٤٤﴾
Şüphesiz Muttakiler, cennetlerde ve pınarlardadırlar.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
﴿٤٥﴾
Onların göğüsleri içindeki kini çıkardık, mutlulukları nedeniyle kardeşçe (birbirlerini) hoş karşılamışlardır. (*47)
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
﴿٤٧﴾
Orada onlara yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkarılmazlar.
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ
﴿٤٨﴾
Haber ver kullarıma, şüphesiz Ben, Ben Bağışlayanım, Merhamet edenim.
۞ نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
﴿٤٩﴾
Ve gerçekten azabım ise, o, acıklı bir azaptır. (*50)
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ
﴿٥٠﴾
Onun yanına girdikleri zaman hemen ‘Selam’ dediler; (İbrahim) dedi ki: ‘Doğrusu sizden ürktük.’
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُونَ
﴿٥٢﴾
Dediler ki: ‘Ürkme, şüphesiz biz, bilgin bir çocuğu sana müjdeliyoruz.’ (*53-54)
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
﴿٥٣﴾
Dedi ki: ‘Beni mi müjdeliyorsunuz? Doğrusu ihtiyarlık bana dokunmuşken; o halde ne ile müjdeliyorsunuz?’
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَىٰ أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
﴿٥٤﴾
Dediler ki: ‘Seni Hak ile müjdeliyoruz, o halde ümit kesenlerden olma!’
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ
﴿٥٥﴾
Dedi ki: ‘Dalalette olanlardan başka kim Rabb’inin rahmetinden kim ümit keser!’ (*56)
قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ
﴿٥٦﴾
Dedi ki: ‘Ey gönderilenler, başka ne söylüyorsunuz?’
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
﴿٥٧﴾
Dediler ki: ‘Doğrusu biz, günahkârlar kavmine gönderildik.’ (*58-60)
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
﴿٥٨﴾
‘Lut ailesi müstesna, şüphesiz biz, onların hepsini kurtaracağız.’
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ
﴿٥٩﴾
‘Yalnız onun eşine takdir ettik ki, doğrusu o, bırakılanlardandır.’
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا ۙ إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ
﴿٦٠﴾
Nihayet ne zamanki gönderilen (elçi)ler Lut ailesine geldi.
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ
﴿٦١﴾
(Lut) dedi ki: ‘Şüphesiz siz, tanınmayan bir topluluksunuz.’
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
﴿٦٢﴾
Dediler ki: ‘Bilakis onların kendisinde şüphe etmekte oldukları şeyle sana geldik.’
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ
﴿٦٣﴾
‘Sana Hakk’ı getirdik ve gerçekten biz, elbette doğru söyleyenleriz.’
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
﴿٦٤﴾
Şimdi gecenin bir bölümünde ailenle yürüt ve sen arkalarından takip et ve sizden bir kimse yüzünü dönmesin, size emredilen yere ilerleyin.’
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
﴿٦٥﴾
Ona, bu emri tamamladık, şüphesiz bunların ardı sabaha çıkarlarken kesilecektir. (*66)
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَٰلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَـٰؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ
﴿٦٦﴾
(Lut) dedi ki: ‘Doğrusu bunlar misafirlerim, şimdi beni küçük düşürmeyin.’
قَالَ إِنَّ هَـٰؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ
﴿٦٨﴾
Dediler ki: ‘Seni insanlardan men etmedik mi?’ (*70)
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ
﴿٧٠﴾
Dedi ki: ‘Bunlar kızlarım, eğer (evlilik) yapacaksanız.’
قَالَ هَـٰؤُلَاءِ بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
﴿٧١﴾
Ömrüne andolsun ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içerisinde başıboş geziniyorlardı.
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
﴿٧٢﴾
Böylece oranın altını üstüne getirdik ve onların üzerine tescil edilmiş taşları yağdırdık.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ
﴿٧٤﴾
Şüphesiz bunda vesileleri düşünenler için elbette bir ibret vardır.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
﴿٧٥﴾
Elbette bunda, Mü’minler için gerçekten bir ayet vardır.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ
﴿٧٧﴾
Ve doğrusu Eyke halkı elbette zalim kimseler idiler. (*78-79)
وَإِن كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ
﴿٧٨﴾
Onlardan bu yüzden intikam aldık ve doğrusu her ikisi de apaçık şekilde elbette ön(lerin)dedir.
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ
﴿٧٩﴾
Andolsun, Hicr halkı (*80) rasulleri yalanladı.
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ
﴿٨٠﴾
Onlara ayetlerimizi verdik, ancak ondan yüzçeviriyorlardı. (*81)
وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ
﴿٨١﴾
Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ
﴿٨٢﴾
Artık ne zenginlikleri onları (kurtardı) ne kazanmış oldukları.
فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
﴿٨٤﴾
Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları Haktan başka sebeple yaratmadık ve şüphesiz Saat gelecektir, o halde sen güzel bir bağışlama ile bağışla. (*85)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ ۗ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ ۖ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ
﴿٨٥﴾
Andolsun sana tekrarlanan yediyi ve büyük Kur’an’ı verdik.
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ
﴿٨٧﴾
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ
﴿٨٨﴾
Ve de ki: ‘Şüphesiz ben, ben apaçık bir uyarıcıyım.’ (*89)
وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ
﴿٨٩﴾
Öyleyse emrolunduğun şeyi açıkla ve müşriklerden yüzçevir. (*94)
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
﴿٩٤﴾
O kimseler ki, Allah ile beraber başka ilah edindiler, artık yakında bilecekler.
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
﴿٩٦﴾
Andolsun biliyoruz ki, gerçekten senin, onların dedikleri şeylere göğsün daralıyor. (*97)
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ
﴿٩٧﴾
O halde Rabb’ini hamd ile tespih et (*98) ve secde edenlerden ol.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
﴿٩٨﴾
Ve sana yakin gelinceye kadar Rabb’ine kulluk et! (*99)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
﴿٩٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi