Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Lokmân Süresi لُقْمٰانَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Lokmân sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 34 âyettir. İsmini, 12-19. âyetler arasında oğluna yaptığı nasihatleri sebebiyle Lokmân (a.s.)’dan alır. Mushaf tertîbine göre 31, nüzûl sırasına göre 57. sûredir.

Bunlar, Hâkim Kitab’ın ayetleridir.
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ ﴿٢﴾
Güzel davrananlar için hidayet ve rahmettir.
هُدًى وَرَحْمَةً لِّلْمُحْسِنِينَ ﴿٣﴾
O kimseler, namazı kılarlar, (*4) zekâtı verirler (**4) ve onlar, ahirete kesin olarak iman ederler. (***4) (*4-5)
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾
İşte onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzerindedirler ve işte kurtuluşa erenler onlardır.
أُولَـٰئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾
İnsanlardan kimi, bilgisizce Allah yolundan saptırmak için sözün eğlencesini satın alır ve onu alay konusu edinir. İşte onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (*6)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا ۚ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿٦﴾
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman gerçekten onu işitmemiş gibi gerçekten kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak sırtını döner. (*7) İşte onu, acıklı bir azap ile müjdele! (**7) (***7)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ آيَاتُنَا وَلَّىٰ مُسْتَكْبِرًا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِي أُذُنَيْهِ وَقْرًا ۖ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٧﴾
Gerçekten iman edip salih amel işleyen kimselere onlar için nimet cennetleri vardır. (*8)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ ﴿٨﴾
Orada ebedi kalacaklardır, (*9) Allah’ın vaadi haktır ve O, Aziz’dir, Hakim’dir. (**9)
خَالِدِينَ فِيهَا ۖ وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٩﴾
Gökleri direksiz yarattı, onu görüyorsunuz; (*10) sizi sarsar diye sabit dağları yeryüzüne bıraktı, orada bütün canlıları yaydı (**10) ve gökten su indirdik, böylece orada her güzel çifti bitirdik. (***10)
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ ﴿١٠﴾
Bu Allah’ın yaratmasıdır, şimdi bana gösterin O’ndan başka olan kimseler ne yarattı; aksine zalimler, apaçık bir dalalet içerisindedirler. (*11)
هَـٰذَا خَلْقُ اللَّهِ فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِن دُونِهِ ۚ بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿١١﴾
Andolsun Lokman’a: ‘Allah’a şükret’ diye Hikmet verdik (*12) ve kim şükrederse işte gerçekten o, kendisi için şükretmiştir ve kim nankörlük ederse artık şüphesiz Allah, muhtaç değildir, hamd edilendir. (**12)
وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ ۚ وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ ﴿١٢﴾
Bir zaman Lokman oğluna, nasihat edip ona demişti ki: ‘Ey Evladım, Allah'a şirk koşma, şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.’
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ ۖ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ ﴿١٣﴾
İnsana, anne babasını tavsiye ettik; annesi, bitkin düştükçe bitkin düşerek onu taşımıştır ve onun sütten kesilmesi de iki yıl içindedir. Muhakkak Bana ve annene babana şükret, (*14) dönüş Banadır. (**14)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَىٰ وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ ﴿١٤﴾
Ve şayet senin, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, gerçekten Bana şirk koşman için seninle uğraşırlarsa, o halde o ikisine itaat etme (*15) ve ikisine, dünyada iyilikle sahiplen ve Bana yönelen kimsenin yoluna tâbi ol, sonra dönüşünüz Banadır; bu sebeple yapmış olduğunuz şeyleri size haber vereceğim. (**15)
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلَىٰ أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا ۖ وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا ۖ وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ۚ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٥﴾
‘Ey Evladım, şüphesiz o, şayet hardal tanesi ağırlığında olsa, böylece bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerde bulunsa, Allah onu getirir, şüphesiz Allah latiftir, haberdardır.’ (*16)
يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ ﴿١٦﴾
‘Ey Evladım, namazı kıl ve iyiliği emret, kötülükten nehyet (*17) ve sana isabet eden şeye sabret; muhakkak bu kesin yapılacak işlerdendir.’ (**17)
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا أَصَابَكَ ۖ إِنَّ ذَٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ﴿١٧﴾
‘İnsanları hor görüp yukarıdan bakma ve yeryüzünde şımararak yürüme, şüphesiz Allah, her kendini beğenip övünen kimseyi sevmez.’ (*18) (**18)
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ ﴿١٨﴾
‘Yürüyüşünde doğru ol, (*19) sesinde yumuşak ol; şüphesiz seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.’ (**19)
وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ ۚ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ ﴿١٩﴾
Görmediniz mi şüphesiz Allah göklerde bulunanları ve yerde bulunanları (*20) hizmetinize verdi, açık ve gizli nimetlerini size çokça verdi, insanlardan kimi, Allah hakkında bilgisizce, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın mücadele eder. (**20) (***20)
أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً ۗ وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ ﴿٢٠﴾
Onlara: ‘Allah’ın indirdiği şeye tâbi olun’ denildiği zaman, dediler ki: ‘Bilakis atalarımızı o üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz;’ (*21) şayet şeytan alevli ateşin azabına onları çağırmış olsa da mı! (**21)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا ۚ أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَىٰ عَذَابِ السَّعِيرِ ﴿٢١﴾
Kim, Allah’a yönelip teslim olursa ve o, iyilik eden biriyse artık gerçekten sağlam bir kulpa tutunmuştur; (*22) işlerin akıbeti Allah’a varır. (*22-23)
۞ وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىٰ ۗ وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ ﴿٢٢﴾
Ve kim inkâr ederse artık onun inkârı seni üzmesin; onların dönüşü Bizedir, böylece yaptıkları şeyleri onlara haber vereceğiz, şüphesiz Allah, göğüslerin özünü Bilen’dir. (*23)
وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحْزُنكَ كُفْرُهُ ۚ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٣﴾
Onları biraz faydalandırırız, sonra ağır bir azaba onları mecbur kılarız.
نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ إِلَىٰ عَذَابٍ غَلِيظٍ ﴿٢٤﴾
Andolsun onlara sorsan, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ Elbette derler ki: ‘Allah’. De ki: ‘Hamd Allah içindir’ bilakis çokları bilmezler. (*25)
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۚ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٥﴾
Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır; şüphesiz Allah O’dur ki, zengindir, Hamd edilendir. (*26)
لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ ﴿٢٦﴾
Şayet gerçekten yeryüzünde bulunan ağaçlardan kalem ve deniz de onun arkasından yedi deniz ona takviye edilse, Allah’ın kelimeleri tükenmez; şüphesiz Allah Aziz’dir, Hâkim’dir. (*27)
وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِن شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِن بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَّا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٧﴾
Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz ancak tek bir nefsin (durumu) gibidir, şüphesiz Allah İşiten’dir, Gören’dir.
مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ ۗ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ﴿٢٨﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah, geceyi gündüzün içine sokuyor; gündüzü gecenin içine sokuyor, (*29) güneşe ve aya, boyun eğdirmiş, (**29) hepsi belli bir süreye kadar akıp gider ve elbette Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (***29)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى وَأَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿٢٩﴾
Bu, şüphesiz Allah’tandır; O, Hak’tır ve muhakkak ki O’ndan başka çağırdıkları batıldır ve gerçekten Allah O’dur ki, Yüce’dir, Büyük’tür. (*30)
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ ﴿٣٠﴾
Ayetlerinden size göstermesi için Allah’ın nimetiyle gemilerin denizde akıp gittiğini görmedin mi! Şüphesiz bunda sabreden, şükreden herkes için ayetler vardır. (*31)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللَّهِ لِيُرِيَكُم مِّنْ آيَاتِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣١﴾
Gölgeler gibi dalgalar onları sardığı zaman dini O’na halis kılanlar olarak (*32) Allah’a dua ederler, fakat ne zamanki onları karaya (çıkarıp) kurtarınca ancak onlardan (**32) bir kısmı orta yolda olanlardır ve Bizim ayetlerimizi, her gaddar nankörden başkası bilerek inkâr etmez. (***32)
وَإِذَا غَشِيَهُم مَّوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ ۚ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿٣٢﴾
Ey insanlar, Rabb’inizden korkun ve çekinin ki o gün, baba çocuğu için cezalandırılamaz ve o çocuk da babası için bir şey ödeyemez; (*33) şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın (**33) ve o aldatıcı sizi Allah ile kandırmasın. (***33)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَّا يَجْزِي وَالِدٌ عَن وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَن وَالِدِهِ شَيْئًا ۚ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۖ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ ﴿٣٣﴾
Şüphesiz Saat’in (kıyametin) ilmi Allah’ın yanındadır ve yağmuru indirir, rahimlerde olan şeyi bilir ve bir nefis, yarın ne kazanacağını bilemez ve bir nefis, hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah Bilen’dir, Haberdardır.  (*34)
إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ ۖ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا ۖ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ ﴿٣٤﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi