Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Ahzâb Süresi الْاَحْزَابِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hucurât sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 18 âyettir. İsmini, 4. âyette geçen ve “odalar” mânasına gelen اَلْحُجُرَاتُ (hucurât) kelimesinden alır. Bu kelime, Resûlullah (s.a.s.)’in Mescid-i Nebevî’nin etrafında ev olarak kullandığı odalara işaret eder. Resmî tertîbe göre 49, nüzûl sırasına göre 105. Sûredir.

Ey Nebi, Allah’tan sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme; şüphesiz Allah Bilen’dir, Hâkim’dir. (*1)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ اتَّقِ اللَّهَ وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ ۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿١﴾
Sana Rabb’inden vahyedilene tâbi ol; (*2) şüphesiz Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri haber alandır.
وَاتَّبِعْ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا ﴿٢﴾
Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter. (*3)
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا ﴿٣﴾
Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı ve kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı; evlatlıklarınızı da sizin (öz) oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerinizdir. Allah Hakk’ı söyler ve O, doğru yola hidayet eder. (*4)
مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ ۚ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ ۚ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءَكُمْ أَبْنَاءَكُمْ ۚ ذَٰلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ ۖ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ ﴿٤﴾
Babaları (adı) ile onları çağırın; o, Allah indinde daha adildir, fakat şayet onların babalarını bilmiyorsanız, o takdirde dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır ve o konuda hata ettiğiniz şeyde size bir günah yoktur velakin kalplerinizin taammüden yaptığında (günah) vardır ve Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ ۚ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءَهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ ۚ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَـٰكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٥﴾
Nebi, Mü’minlere kendi nefislerinden daha yakındır, (*6) onun eşleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri, Allah’ın kitabında birbirlerine, Mü’minlerden ve Muhacirlerden daha yakındır; dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna, bunlar Kitap’ta yazılmış olandır.
النَّبِيُّ أَوْلَىٰ بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ ۖ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ ۗ وَأُولُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَىٰ بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَىٰ أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا ۚ كَانَ ذَٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا ﴿٦﴾
Bir zaman nebilerden ahitlerini almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa’dan; onlardan pek ağır bir söz almıştık.
وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ۖ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا ﴿٧﴾
Onların doğru sözlü olduklarından sadık kimselere sorması için; (*8) kâfirler için acıklı bir azap hazırladı. (**8)
لِّيَسْأَلَ الصَّادِقِينَ عَن صِدْقِهِمْ ۚ وَأَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا أَلِيمًا ﴿٨﴾
Ey iman eden kimseler, üzerinizdeki Allah’ın nimetini düşünün; o zaman size askerler gelmişti, sonra onların üzerine bir rüzgâr ve kendisini görmediğiniz askerler göndermiştik ve Allah, yapmış olduğunuz şeyleri görüyordu. (*9)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا وَجُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا ﴿٩﴾
O zaman (onlar), üstünüzden ve altınızdan size gelmişlerdi, o zaman gözler kaymış ve kalpler gırtlaklara varmıştı ve Allah hakkında zanda bulundukça zanda bulunuyordunuz. (*10)
إِذْ جَاءُوكُم مِّن فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَإِذْ زَاغَتِ الْأَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا ﴿١٠﴾
Orada Mü’minler denenmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı. (*11)
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا ﴿١١﴾
O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler dediler ki: ‘Allah ve Rasulü, aldatmaktan başka bize bir vaatte bulunmadı.’ (*12)
وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ مَّا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا ﴿١٢﴾
Ve o zaman onlardan bir grup demişti ki: ‘Ey Yesrib (Medine) halkı, sizin için duracak yer yok, artık dönün!’ Onlardan bir fırka da Nebi’den izin istiyordu, diyorlardı ki: ‘Gerçekten evlerimiz hasarlı’ o (evlerinde) hasar yoktu, doğrusu sadece kaçmak istiyorlardı. (*13)
وَإِذْ قَالَت طَّائِفَةٌ مِّنْهُمْ يَا أَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا ۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِّنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ ۖ إِن يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا ﴿١٣﴾
Ona (şehre) her bölgeden onların üzerine girilseydi, sonra ondan çıkıp ayrılmaları istenseydi, kolay olmasa da onda (şehirde) kalamazlardı.
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِم مِّنْ أَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَآتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَا إِلَّا يَسِيرًا ﴿١٤﴾
Andolsun daha önceden Allah’a söz vermişlerdi ki, sırt dönüp kaçmayacaklardı ve Allah’a verilen ahitten mesul idiler. (*15)
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللَّهَ مِن قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْأَدْبَارَ ۚ وَكَانَ عَهْدُ اللَّهِ مَسْئُولًا ﴿١٥﴾
De ki: ‘Kaçmak size fayda sağlamaz; şayet ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız, daha sonra az bir miktar dışında faydalandırılmazsınız.’
قُل لَّن يَنفَعَكُمُ الْفِرَارُ إِن فَرَرْتُم مِّنَ الْمَوْتِ أَوِ الْقَتْلِ وَإِذًا لَّا تُمَتَّعُونَ إِلَّا قَلِيلًا ﴿١٦﴾
De ki: ‘Kimdir, şayet size bir kötülük dilese yahut size bir rahmet dilese, Allah’tan sizi koruyacak kimse!’ (*17) Kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar. (**17)
قُلْ مَن ذَا الَّذِي يَعْصِمُكُم مِّنَ اللَّهِ إِنْ أَرَادَ بِكُمْ سُوءًا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً ۚ وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا ﴿١٧﴾
Sizden, engelleyenleri ve kardeşlerine ‘İşte bizde toplanın’ diyen kimseleri Allah, gerçekten biliyor; pek azı dışında cesaret edip gelemezler.
۞ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا ۖ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلَّا قَلِيلًا ﴿١٨﴾
Size karşı pintilik yaparlar, ancak bir korku geldiğinde, onları görürsün ki, ölümün kendisini sardığı kişi gibi onlar, gözlerini döndürüp sana bakıyorlar. Artık ne zaman ki korku gidince öfkeli dilleri ile sizi yaralarlar, hayır konusunda cimridirler. İşte onlar, iman etmemişlerdir, bu yüzden Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır ve bu, Allah’a kolaydır. (*19)
أَشِحَّةً عَلَيْكُمْ ۖ فَإِذَا جَاءَ الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَىٰ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ ۖ فَإِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُم بِأَلْسِنَةٍ حِدَادٍ أَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ ۚ أُولَـٰئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَأَحْبَطَ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا ﴿١٩﴾
Onlar, birliklerin gitmediklerini sanıyorlardı, şayet birlikler gelseydi, temennileri, kendileri gerçekten onlar, çölde Araplar içinde olsalardı da sizin haberlerinizi sorsalardı ya. Şayet sizin içinizde olsalardı, pek azı dışında savaşmazlardı.
يَحْسَبُونَ الْأَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُوا ۖ وَإِن يَأْتِ الْأَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ أَنَّهُم بَادُونَ فِي الْأَعْرَابِ يَسْأَلُونَ عَنْ أَنبَائِكُمْ ۖ وَلَوْ كَانُوا فِيكُم مَّا قَاتَلُوا إِلَّا قَلِيلًا ﴿٢٠﴾
Andolsun sizin için Allah’ın Rasulü’nde, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok hatırlayan kimseler için güzel bir örnek vardır. (*21)
لَّقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا ﴿٢١﴾
Ne zaman ki Mü’minler, birlikleri gördüler, dediler ki: ‘Bu, Allah ve Rasulü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Rasulü doğru söylemiştir,’ (bu) onların iman ve teslimiyetlerinden başkasını artırmadı. (*22)
وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَـٰذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ۚ وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا ﴿٢٢﴾
Mü’minlerden, Allah’a, O’nun üzerine ettikleri yeminde sadık kalan adamlar, (*23) işte onlardan kimi o vaadini yerine getirdi ve onlardan kimi de gözetlemektedir (**23) ve (ahitlerini) bir değişiklikle değiştirmediler. (***23)
مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ ۖ فَمِنْهُم مَّن قَضَىٰ نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ ۖ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا ﴿٢٣﴾
Allah, sadıkları sadakatlarıyla mükâfatlandırsın ve münafıklara da şayet dilerse azap etsin yahut onların tevbelerini kabul etsin; şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
لِّيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاءَ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٢٤﴾
Allah, inkâr eden kimseleri, bir hayra erişemeden geri çevirdi ve Allah, savaşta Mü’minlere yetti; Allah, kuvvetlidir, üstündür. (*25)
وَرَدَّ اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًا ۚ وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ ۚ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا ﴿٢٥﴾
Ve Kitap ehlinden onlara arka çıkan kimseleri de kalelerinden indirdi ve kalpleri içine korku attı, bir grubunu öldürüyordunuz ve bir grubunu esir alıyordunuz. (*26-27)
وَأَنزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُم مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن صَيَاصِيهِمْ وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا ﴿٢٦﴾
Onların topraklarına, mallarına ve basmadığınız bir toprağı sizi varis kıldı; Allah, her şeye Kâdir’dir.
وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ وَأَرْضًا لَّمْ تَطَئُوهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا ﴿٢٧﴾
Ey Nebi, eşlerine de ki: ‘Şayet siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, o halde gelin size eşyalarınızı vereyim ve sizi güzel bir bırakış ile bırakayım.’ (*28-34)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ إِن كُنتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ أُمَتِّعْكُنَّ وَأُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَمِيلًا ﴿٢٨﴾
‘Ve gerçekten siz, Allah ve Rasulü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, o halde şüphesiz Allah, sizden güzel hareket edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.’ (*29)
وَإِن كُنتُنَّ تُرِدْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْآخِرَةَ فَإِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنكُنَّ أَجْرًا عَظِيمًا ﴿٢٩﴾
Ey Nebi hanımları! Sizden kim, açıkça haddi aşarsa onun için azap iki kat katlanır ve bu, Allah’a kolaydır.
يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ مَن يَأْتِ مِنكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِ ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا ﴿٣٠﴾
Ve sizden kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat eder, salih amel işlerse, onun mükâfatını iki kere veririz ve ona çok değerli bir rızık hazırlamışızdır. (*31)
۞ وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا ﴿٣١﴾
Ey Nebi kadınları siz, kadınlardan biri gibi değilsiniz; şayet sakınıyorsanız, o halde sözlerinizi yumuşatmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; doğru söz söyleyin. (*32)
يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِّنَ النِّسَاءِ ۚ إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلًا مَّعْرُوفًا ﴿٣٢﴾
Evlerinizde kalın ve ilk cahiliye (*33) gibi süslendikçe süslenmeyin; namazı kılın, (**33) zekâtı verin, (***33) Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehli Beyt şüphesiz, Allah sadece sizden, pisliği gidermek ve sizi temizlemek istiyor. (****33)
وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَىٰ ۖ وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۚ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا ﴿٣٣﴾
Allah’ın ayetlerinden evlerinizde okunan şeyleri ve Hikmeti düşünün, şüphesiz Allah, Latif’tir, Haberdardır. (*34)
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَىٰ فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا ﴿٣٤﴾
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden (*35) kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, edep yerlerini muhafaza eden erkekler ve koruyan kadınlar, Allah’ı çok düşünen erkekler ve çok düşünen kadınlar; Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (**35)
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا ﴿٣٥﴾
Mü’min erkek ve Mü’min kadın için mümkün değildir ki Allah ve Rasulü, bir işe hüküm verdiğinde onlar, o işi kendilerine göre seçmiş olsunlar, kim Allah'a ve Rasulü’ne isyan ederse artık gerçekten apaçık bir sapıklıkla dalalete düşmüştür. (*36)
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ۗ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا ﴿٣٦﴾
Hani Allah’ın kendisine nimet verdiği ve ona nimet verdiğin kimseye diyordun ki: ‘Zevceni (nikâhın) üzerinde tut ve Allah’tan sakın. Allah’ın, kendisini ortaya çıkaracağı şeyi nefsinden gizliyordun ve insanlardan çekiniyordun ve kendisinden çekinmene elbette hakkı olan Allah’tır.’ Artık ne zaman ki Zeyd, ondan (boşanma) arzusunu yerine getirince onu seninle evlendirdik ki, onların evlatlıkları, kadınlarından (boşanma) arzularını yerine getirdikleri zaman, (onlarla) evlenme konusunda Mü’minler üzerine bir güçlük olmasın ve Allah’ın emri yerine getirilmiş olsun.
وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ ۖ فَلَمَّا قَضَىٰ زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا ۚ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا ﴿٣٧﴾
Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şeyde Nebi’ye bir zorluk yoktur; önceden geçen kimseler arasında Allah'ın yasasıdır, Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (*38)
مَّا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ فِيمَا فَرَضَ اللَّهُ لَهُ ۖ سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ ۚ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا ﴿٣٨﴾
Allah’ın Risalet’ini tebliğ eden kimseler, Allah’tan korkarlar ve başka kimseden korkmazlar; (*39) hesap görücü olarak Allah yeter. (**39)
الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ ۗ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ حَسِيبًا ﴿٣٩﴾
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir velakin Allah’ın Rasul’ü ve Nebi’lerin sonuncusudur. Allah, her şeyi Bilen’dir.
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَـٰكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ ۗ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا ﴿٤٠﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’ı çok düşünüp hatırlayın. (*41)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا ﴿٤١﴾
Ve O’nu, sabah ve akşam tesbih edin. (*42)
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا ﴿٤٢﴾
O ki, karanlıklardan nura sizi çıkarmak için meleklerle size salat/yardım etmektedir (*43) ve Mü’minlere çok merhametlidir. (**43) (***43)
هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ ۚ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا ﴿٤٣﴾
O’na kavuştukları gün, onların yaşamları esenliktir ve onlar için değerli bir mükâfat hazırlamıştır. (*44)
تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ ۚ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْرًا كَرِيمًا ﴿٤٤﴾
Ey Nebi, şüphesiz Biz seni şahit, (*45) müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. (**45)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا ﴿٤٥﴾
Ve Allah’a davetçi, O’nun izniyle aydınlatıcı bir lamba olarak.
وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا ﴿٤٦﴾
Mü’minleri gerçekten müjdele ki, onlara, Allah’tan büyük bir lütuf vardır. (*47)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِأَنَّ لَهُم مِّنَ اللَّهِ فَضْلًا كَبِيرًا ﴿٤٧﴾
Kâfirlere ve münafıklara itaat etme; onların rahatsızlık vermelerini bırak, Allah'a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.
وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا ﴿٤٨﴾
Ey iman eden kimseler, Mü’min kadınları nikâhlar da sonra şayet onlara dokunmanızdan önce boşarsanız, bu durumda sizin, onlar üzerinde sayacağınız bir iddet yoktur, sonra onları faydalandırın ve güzel bir bırakma ile bırakın. (*49)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَا ۖ فَمَتِّعُوهُنَّ وَسَرِّحُوهُنَّ سَرَاحًا جَمِيلًا ﴿٤٩﴾
Ey Nebi, şüphesiz Biz, mehirlerini verdiğin o eşlerini ve Allah’ın sana lütfundan verip elinin sahip olduğu, amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, o seninle beraber hicret edenleri ve Mü’min bir kadın, kendisini Nebi’ye karşılıksız (mehirsiz) verir ve Nebi de şayet kendisini nikâhlamak isterse, -Mü’minler dışında hususi olarak-sana helal kıldık. Doğrusu eşleri ve ellerinin sahip olduğu hakkında onlara, ne farz kıldığımızı biliyoruz ki sana bir güçlük olmasın. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٥٠﴾
Onlardan dilediğin kimseden vazgeçersin ve dilediğin kimseyi kendine alırsın; ayrıldığın kimselerden bir kimseyi (yeniden) isteyebilirsin, bu nedenle sana günah yoktur. Bu, onların gönüllerinin ferahlanmasına, üzülmemelerine ve onların hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha en yakın olandır. Allah, kalplerinizde olan şeyi bilendir ve Allah, Âlimdir, Halimdir.
۞ تُرْجِي مَن تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاءُ ۖ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا ﴿٥١﴾
Bundan sonra (başka) kadınlar sana helal değildir ve şayet onların güzellikleri de hoşuna gitse, başka zevcelerle onları değiştirmen gerçekten olmaz, ellerinin sahip olduğu müstesna; Allah, her şeyi gözetleyendir.
لَّا يَحِلُّ لَكَ النِّسَاءُ مِن بَعْدُ وَلَا أَن تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أَزْوَاجٍ وَلَوْ أَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إِلَّا مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ رَّقِيبًا ﴿٥٢﴾
Ey iman eden kimseler, -size izin verilmesi dışında-Nebi’nin evlerine girmeyin! Size gerçekten izin verilmesi müstesna! Lakin yemek vaktini gözetleyenler olmayın! Velakin çağrıldığınız zaman artık girin. Sonra yemeği yediğinizde hemen dağılın ve konuşmak için muhabbet edenler olmayın; doğrusu bu sizin mevcudiyetiniz Nebi’yi incitiyor, ancak o sizden hayâ ediyor ve Allah Haktan(söylemekten) haya etmez. Onlardan (Nebi’nin hanımlarından) bir eşya isteyeceğiniz zaman o halde örtü arkasından onlardan isteyin; bu, sizin kalpleriniz ve kadınların kalpleri için daha temizdir ve sizin Allah’ın Rasulü’ne sıkıntı vermeniz kesinlikle olamaz ve ondan sonra onun eşlerini nikâhlamanız ebediyen olamaz, şüphesiz bu sizin için Allah indinde büyük(günah)tır. (*53)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَن يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَىٰ طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَـٰكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ ۚ إِنَّ ذَٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِي مِنكُمْ ۖ وَاللَّهُ لَا يَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ ۚ وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ ۚ ذَٰلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ ۚ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا ۚ إِنَّ ذَٰلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا ﴿٥٣﴾
Şayet bir şeyi açıklasanız yahut gizleseniz, artık şüphesiz Allah, her şeyi bilendir. (*54)
إِن تُبْدُوا شَيْئًا أَوْ تُخْفُوهُ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا ﴿٥٤﴾
Onların babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları ve onların ellerinin sahip oldukları konusunda onlar üzerine günah yoktur ve Allah’tan sakının, şüphesiz Allah, her şeye şahit olandır. (*55)
لَّا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ فِي آبَائِهِنَّ وَلَا أَبْنَائِهِنَّ وَلَا إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاءِ إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاءِ أَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ ۗ وَاتَّقِينَ اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا ﴿٥٥﴾
Şüphesiz Allah ve melekleri, Nebi’ye destek vermektedirler; ey iman eden kimseler, (siz de) ona destek verin ve tam bir teslimiyetle teslim olun. (*56)
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ ۚ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا ﴿٥٦﴾
Şüphesiz Allah ve Rasulü’ne rahatsızlık veren kimselere, Allah, dünya ve ahirette onlara lanet eder ve onlara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (*57) (**57)
إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُّهِينًا ﴿٥٧﴾
Mü’min erkek ve Mü’min kadınlara, işledikleri şeyler müstesna-eziyet eden kimseler, artık gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا ﴿٥٨﴾
Ey Nebi, eşlerine, kızlarına ve Mü’minlerin hanımlarına söyle, cilbablarından (dış örtülerinden) üzerlerine örtsünler; bu, onların tanınmalarına, böylece eziyet edilmemelerine daha uygundur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (*59)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٥٩﴾
Andolsun şayet münafıklar, kalplerinde hastalık bulunan kimseler ve şehirde asılsız haberler yayanlar vazgeçmezlerse, andolsun seni onlara sevk ederiz, sonra orada sana pek az dışında komşu olamazlar.
۞ لَّئِن لَّمْ يَنتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدِينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فِيهَا إِلَّا قَلِيلًا ﴿٦٠﴾
Lanetlenmiş kimselerdir ve nerede rastlansalar tutuklanıp öldürüldükçe öldürülürler.
مَّلْعُونِينَ ۖ أَيْنَمَا ثُقِفُوا أُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْتِيلًا ﴿٦١﴾
Önceden geçen kimseler hakkındaki Allah'ın sünnetidir; Allah'ın sünnetinde değişiklik bulamazsın.
سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ ۖ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا ﴿٦٢﴾
İnsanlar, Saati/Kıyameti sana soruyorlar; de ki: ‘Şüphesiz onun ilmi sadece Allah katındadır ve sen anlıyor musun nedir, belki Saat/Kıyamet yakındır.’ (*63) (**63)
يَسْأَلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِ ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ ۚ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَرِيبًا ﴿٦٣﴾
Şüphesiz Allah, kâfirlere lanet etmiş ve onlara kızgın bir ateş hazırlamıştır. (*64)
إِنَّ اللَّهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا ﴿٦٤﴾
Orada ebedi kalıcıdırlar, bir dost ve yardımcı bulamazlar. (*65)
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ لَّا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا ﴿٦٥﴾
O gün, onların yüzleri ateşin içinde çevrildikçe derler ki: ‘Ah keşke geri döndürülsek de Allah’a ve Rasulü’ne itaat etsek.’
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا ﴿٦٦﴾
Derler ki: ‘Rabb’imiz, şüphesiz biz, liderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece yoldan bizi saptırdılar. (*67-68)
وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا ﴿٦٧﴾
Rabb’imiz, azaptan onlara iki kat ver ve onlara büyük bir lanet et.’
رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا ﴿٦٨﴾
Ey iman eden kimseler! Musa’ya eziyet eden kimseler gibi olmayın; sonra Allah, dedikleri şeylerden onu temize çıkardı ve (o), Allah indinde şerefliydi.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسَىٰ فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا ۚ وَكَانَ عِندَ اللَّهِ وَجِيهًا ﴿٦٩﴾
Ey iman eden kimseler! Allah’tan sakının ve uygun söz söyleyin.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا ﴿٧٠﴾
(Ki Allah) sizin amellerinizi düzeltsin, günahlarınızı mağfiret etsin ve kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, o takdirde gerçekten büyük bir başarı kazanmıştır.
يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ ۗ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا ﴿٧١﴾
Şüphesiz Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; fakat onu yüklenmeyi kabul etmediler, ondan endişelendiler ve insan onu yüklendi; doğrusu o, çok zalimdir, çok cahildir. (*72)
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ ۖ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا ﴿٧٢﴾
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin ve Mü’min erkeklerin ve Mü’min kadınların tevbelerini kabul etsin. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (*73)
لِّيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ﴿٧٣﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi