Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Naziât Süresi النَّازِعَاتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Nâziât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 46 âyettir. İsmini, birinci âyette geçip “kökünden söküp çıkaran” mânasına gelen اَلنَّازِعَاتُ (nâziât) kelimesinden alır. Sûre اَلسَّاھِرَةُ (Sâhire) ve اَلطَّامَّةُ (Tâmme) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 79, iniş sırasına göre ise 81. sûredir.

Andolsun son nefeslerine kadar devam edenlere! (*1-5)
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا ﴿١﴾
Canla başla hareket ettikçe edenlere.
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ﴿٢﴾
Yücelttikçe yüceltenlere.
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا ﴿٣﴾
Böylece öne geçtikçe geçenlere.
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا ﴿٤﴾
Nihayet emri tanzim edenlere!
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا ﴿٥﴾
O gün, şiddetle sarsıldıkça sarsılır. (*6-7)
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ ﴿٦﴾
Arkasından gelen (sarsıntı) onu takip eder.
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ ﴿٧﴾
Yürekler o gün titrer.
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ ﴿٨﴾
Gözleri (düşkün) yere bakar.
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ ﴿٩﴾
Diyorlar ki: ‘Gerçekten biz mi döndürüleceğiz çukurun içinden?’ (*10-11)
يَقُولُونَ أَإِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ ﴿١٠﴾
‘Çürümüş kemikler olduğumuz zaman mı?’
أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً ﴿١١﴾
Dediler ki: ‘Öyleyse o zararlı bir geri dönüştür.’ (*12)
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ ﴿١٢﴾
Artık gerçekten o, yalnızca tek bir haykırıştır. (*13-14)
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿١٣﴾
İşte o zaman onlar, uyanmışlardır. 
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ ﴿١٤﴾
‘Musa’nın hadisesi sana geldi mi?’
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَىٰ ﴿١٥﴾
O zaman Rabb’i, kutsal vadi Tuva’da ona seslenmişti.
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿١٦﴾
Fir’avn’e git, şüphesiz o azdı. (*17) (**17)
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ ﴿١٧﴾
Artık de ki: ‘Senin gerçekten arınmaya niyetin var mı?’
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَىٰ أَن تَزَكَّىٰ ﴿١٨﴾
‘Seni Rabb’ine hidayet edeyim, böylece (O’ndan) korkasın!’
وَأَهْدِيَكَ إِلَىٰ رَبِّكَ فَتَخْشَىٰ ﴿١٩﴾
Sonra ona, büyük ayeti/mucizeyi gösterdi.
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَىٰ ﴿٢٠﴾
Fakat yalanladı ve isyan etti. (*21)
فَكَذَّبَ وَعَصَىٰ ﴿٢١﴾
Sonra döndü, o hızlıca hareket etti.
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَىٰ ﴿٢٢﴾
Peşinden (insanları) toplayıp bağırdı.
فَحَشَرَ فَنَادَىٰ ﴿٢٣﴾
Ardından dedi ki: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!’ (*24)
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَىٰ ﴿٢٤﴾
Böylece onu Allah, Ahiret ve dünya cezasıyla yakaladı. (*25)
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَىٰ ﴿٢٥﴾
Şüphesiz bunda, korkan kimseler için elbette ibretler vardır.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَىٰ ﴿٢٦﴾
Siz mi yaratılışta güçlüsünüz yoksa gök mü! O, (Allah) bina etti.
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءُ ۚ بَنَاهَا ﴿٢٧﴾
Onun tavanını yükseltti, sonra onu düzenledi.
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٢٨﴾
O geceyi kararttı ve O, kuşluğu açığa çıkarttı. (*29) (**29)
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٢٩﴾
Bundan sonra yeri açıp yaydı. (*30)
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَٰلِكَ دَحَاهَا ﴿٣٠﴾
Ondan suyunu ve onun otlağını çıkardı.
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءَهَا وَمَرْعَاهَا ﴿٣١﴾
Ve dağları ki onu sarsılmaz yaptı. (*32)
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٣٢﴾
Sizin için ve hayvanlarınız için donattı.
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
İşte büyük felaket geldiği zaman.
فَإِذَا جَاءَتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَىٰ ﴿٣٤﴾
O gün, insan hatırlar neye çaba sarf ettiğini.
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَىٰ ﴿٣٥﴾
Gören kimseler için cehennem ortaya çıkartılır.
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَىٰ ﴿٣٦﴾
Amma kim tuğyan etmişse. (*37) (*37-39)
فَأَمَّا مَن طَغَىٰ ﴿٣٧﴾
Ve dünya hayatını yeğlemişse.
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٣٨﴾
İşte gerçekten onun varacağı yer cehennemdir.
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿٣٩﴾
Ve amma kim Rabb’inin makamından korkar ve nefsini arzularından nehyederse. (*40-41)
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَىٰ ﴿٤٠﴾
İşte gerçekten onun varacağı yer cennettir.
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿٤١﴾
Sana Saat’ten soruyorlar; ‘Ne zaman sabit olacak?’ (*42-44)
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٤٢﴾
Sen ne diye ondan söz edeceksin!
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا ﴿٤٣﴾
Onun nihayeti Rabb’ine aittir.
إِلَىٰ رَبِّكَ مُنتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
Şüphesiz sen, ancak ondan korkan kimseleri uyarıcısın. (*45)
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا ﴿٤٥﴾
Gerçekten onlar, o gün onu gördüklerinde, bir akşam yahut onun kuşluk vaktinden başka kalmamış gibi olurlar.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٤٦﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi