Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Hâkka Süresi الْحَاقَّةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hâkka sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 52 âyettir. İsmini, “kesin gerçek, meygana gelmesi kaçınılmaz olan kıyâmet” mânasındaki اَلْحَٓاقَّةُ (hâkka) kelimesinden alır. Sûre ayrıca 12. âyette geçen “belleyici, uyanık” anlamındaki اَلْوَاعِیَةُ (Vâ‘iye) ve 32. âyette geçen “zincir” anlamındaki اَلسِّلْسِلَةُ (Silsile) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 69, iniş sırasına göre ise 78. sûredir.

Sen anlıyor musun nedir, gerçekleşenin ne olduğunu!
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ ﴿٣﴾
Semud ve Ad, gerçekleşecek olanı yalanladılar. (*4-10)
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ ﴿٤﴾
Bu yüzden Semud, azgınlığı ile böylece helâk edildiler. (*5)
فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ ﴿٥﴾
Amma Ad, uğultulu, azgın bir kasırga ile nihayet helâk edildiler. (*6)
وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُوا بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ ﴿٦﴾
Onu, yedi gece sekiz gün onların üzerine verdi; o kavmi orada yere atılmış, koparılmış görürsün, şimdi gerçekten onlar, içi boş hurma kütükleri gibidir. (*7)
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَىٰ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ ﴿٧﴾
Şimdi görüyor musun onlardan geri kalanı!
فَهَلْ تَرَىٰ لَهُم مِّن بَاقِيَةٍ ﴿٨﴾
Fir'avn ve ondan önceki kimseler, iftiraları ve hataları ile geldiler. (*9-10) (**9-10)
وَجَاءَ فِرْعَوْنُ وَمَن قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِ ﴿٩﴾
Rab’lerinin elçisine isyan ettiler; bunun üzerine onları, gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.
فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَّابِيَةً ﴿١٠﴾
Şüphesiz Biz, su taştığı zaman akıp giden (gemi) içinde sizi taşıdık.
إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ ﴿١١﴾
Onu size bir ibret yapalım ve kulaklar onu iyice kavrasın ve içinde tutsun.
لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ ﴿١٢﴾
Artık Sura da bir üfleyişle üflendiğinde. (*13)
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿١٣﴾
Arz ve dağlar kaldırılır sonra bir vuruşla, kırık dökük taş haline gelir. (*14-16)
وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً ﴿١٤﴾
İşte o gün vuku bulan vuku bulmuştur.
فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ ﴿١٥﴾
Gök yarılmış, böylece o, o gün zayıftır. (*16)
وَانشَقَّتِ السَّمَاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ ﴿١٦﴾
Melekler, beklemektedir ve o gün (meleklerden) sekizi, üzerlerinde Rabb’inin arşını taşır.
وَالْمَلَكُ عَلَىٰ أَرْجَائِهَا ۚ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ ﴿١٧﴾
O gün arz olunursunuz, (*18) hiçbir gizliniz sizden gizli kalmaz. (**18)
يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَىٰ مِنكُمْ خَافِيَةٌ ﴿١٨﴾
Bununla beraber o kitabı kendisinin sağ eline verilen kimse hemen der ki: ‘İşte bakın, okuyun kitabımı!’ (*19) (*19-24)
فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ ﴿١٩﴾
‘Doğrusu ben, düşünmüştüm, gerçekten hesabımla karşılaşacağımı.’
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ ﴿٢٠﴾
Artık o, memnun bir yaşam içindedir. (*21)
فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ ﴿٢١﴾
Yüksek bir cennettedir. (*22)
فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ ﴿٢٢﴾
Onun meyveleri, yaklaştırılmıştır.
قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ ﴿٢٣﴾
Yiyin, için afiyet olsun, geride kalan günlerde önceden yaptığınızdan ötürü! (*24)
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ ﴿٢٤﴾
Amma o kitabı ona solundan verilen kimse, hemen der ki: ‘Ah, kitabım keşke bana verilmeseydi.’ (*25) (25-29)
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيَهْ ﴿٢٥﴾
‘Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.’
وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيَهْ ﴿٢٦﴾
‘Ah, keşke o, (ölüm) işimi bitirmiş olsaydı.’
يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ ﴿٢٧﴾
‘Malım bana bir fayda sağlamadı.’ (*28)
مَا أَغْنَىٰ عَنِّي مَالِيَهْ ۜ ﴿٢٨﴾
‘Delillerim benden uzakta, yok olup gitti.’ (*29) 
هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيَهْ ﴿٢٩﴾
‘Tutun onu, şimdi boynuna bukağı geçirin onun.’ (*30-32) (*30-37)
خُذُوهُ فَغُلُّوهُ ﴿٣٠﴾
‘Sonra cehenneme atın onu.’ (*31)
ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ ﴿٣١﴾
‘Sonra o yetmiş arşın olan zincire öylece geçirin onu!’
ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ ﴿٣٢﴾
‘Şüphesiz o, büyük Allah'a iman etmiyordu.’
إِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ ﴿٣٣﴾
‘Ve yoksulu doyurmayı teşvik etmiyordu!’ (*34)
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ الْمِسْكِينِ ﴿٣٤﴾
‘Artık onun, bugün burada yakın bir dostu yoktur.’
فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ ﴿٣٥﴾
‘İrinden başka bir yiyecek yoktur.’ (*36)
وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ ﴿٣٦﴾
‘Suç işleyenlerden başkası onu yemez.’
لَّا يَأْكُلُهُ إِلَّا الْخَاطِئُونَ ﴿٣٧﴾
Şimdi, iyi bilin, yemin ederim gördüğünüz şeylere.
فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ ﴿٣٨﴾
Ve görmediğiniz şeylere.
وَمَا لَا تُبْصِرُونَ ﴿٣٩﴾
Şüphesiz o, elbette değerli bir Rasul’ün sözüdür. (*40-43)
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ﴿٤٠﴾
Ve o, bir şair sözü değildir, ne az iman ediyorsunuz! (*41-42)
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ ۚ قَلِيلًا مَّا تُؤْمِنُونَ ﴿٤١﴾
Kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz!
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ ۚ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ ﴿٤٢﴾
Âlemlerin Rabb’inden indirilmiştir.
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٤٣﴾
Şayet o, bazı sözleri bize karşı söyleseydi. (*44-47)
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ ﴿٤٤﴾
Tarafımızdan onu alırdık.
لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ ﴿٤٥﴾
Sonra onun can damarını elbette keserdik.
ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ ﴿٤٦﴾
İşte o zaman sizden hiç kimse ona engel olamazdı.
فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ ﴿٤٧﴾
Şüphesiz o; muttakiler için elbette bir öğüttür! (*48)
وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٤٨﴾
Ve şüphesiz Biz, gerçekten sizden, yalanlayanları da elbette biliyoruz.
وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ ﴿٤٩﴾
Ve şüphesiz o, kâfirler için elbette bir kederdir.
وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ ﴿٥٠﴾
Ve şüphesiz o, elbette kesin bir gerçektir.
وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ ﴿٥١﴾
Öyleyse Büyük Rabb’ini, ismiyle tesbih et! (*52)
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ ﴿٥٢﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi