Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Meryem Süresi مَرْيَمَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de, Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden önce nazil olmuştur, 98 ayettir. Hz. Meryem (as) kıssasını anlattığı için Meryem ismini almıştır. Sure, yüce Allah’ın Hz. Zekeriya (as)’a Hz. Yahya (as)’ın, Hz. Meryem (as)’a Hz. İsa (as)’ın lütfedişini işler. Mushaf tertibine göre 19. nüzul sırasına göre 44. suredir.

Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad! Rabb’inin, Zekeriya kuluna rahmetini anmadır.
كهيعص ﴿١﴾
Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad! Rabb’inin, Zekeriya kuluna rahmetini anmadır.
ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا ﴿٢﴾
O zaman Rabb’ine gizlice seslenmişti. (*3-7) (*3-11)
إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا ﴿٣﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, gerçekten ben, benim kemik zayıfladı, beyazlık başı sardı ve Sana dua etmekle sıkıntıya düşmedim.’
قَالَ رَبِّ إِنِّي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنِّي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ أَكُن بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيًّا ﴿٤﴾
‘Gerçekten ben, ardımdaki yakınlarımdan kaygılanıyorum; eşim de kısırdır, artık bana kendi tarafından bir veli bahşet.’
وَإِنِّي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِن وَرَائِي وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا ﴿٥﴾
‘Bana varis olsun ve Yakup ailesine de varis olsun; Rabb’im onu, hoşnut kıl.’
يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ ۖ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا ﴿٦﴾
(Rabb’i): ‘Ya Zekeriya, şüphesiz Biz, sana bir oğul müjdeliyoruz, onun ismi, Yahya’dır; daha önceden ona bir adaş yapmadık.’ (*7-15)
يَا زَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ اسْمُهُ يَحْيَىٰ لَمْ نَجْعَل لَّهُ مِن قَبْلُ سَمِيًّا ﴿٧﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, benim erkek çocuğum nasıl olabilir; eşim kısırdır ve gerçekten ben, ihtiyarlıktan yaşlılığın sonuna ulaştım.’
قَالَ رَبِّ أَنَّىٰ يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا ﴿٨﴾
(Melek) dedi ki: ‘Böyledir! Rabb’in dedi ki o, bana kolaydır ve muhakkak önceden de sen, hiçbir şey değilken seni yarattım.’
قَالَ كَذَٰلِكَ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِن قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا ﴿٩﴾
(Zekeriya) dedi ki: ‘Rabb’im, bana bir alamet ver!’ (Rabb’i) dedi ki: ‘Senin alametin, sağlamken üç gece insanlarla konuşmamandır!’ (*10)
قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّي آيَةً ۚ قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا ﴿١٠﴾
Bunun üzerine mihraptan kavminin karşısına çıktı, sonra onlara: ’Sabah ve akşam tesbih edin’ diye işaret etti. (*11)
فَخَرَجَ عَلَىٰ قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ أَن سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا ﴿١١﴾
‘Ey Yahya, kuvvetle Kitabı tut’ ve ona, çocukken hüküm verdik.
يَا يَحْيَىٰ خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ ۖ وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّا ﴿١٢﴾
Ve yanımızdan bir yumuşaklık ve iyi kalplilik (verdik); o, çok korunandı!
وَحَنَانًا مِّن لَّدُنَّا وَزَكَاةً ۖ وَكَانَ تَقِيًّا ﴿١٣﴾
Anne babasına hürmetkârdı ve asi bir zorba değildi.
وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُن جَبَّارًا عَصِيًّا ﴿١٤﴾
Selam ona, doğduğu gün, öleceği gün ve diriltilip kaldırılacağı gün de. (*15)
وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا ﴿١٥﴾
Kitap’ta Meryem’i de oku/zikret; bir zaman ailesinden uzaklaşmış, doğuda bir yerdeydi. (*16-29)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا ﴿١٦﴾
Sonra onların tarafa bir örtü çekmişti, derken ona, ruhumuzu gönderdik, böylece aynı bir insan şeklinde ona göründü. (*17)
فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا ﴿١٧﴾
Dedi ki: ‘Doğrusu ben senden Rahman’a sığınırım, şayet sakınan biri isen,’ (*18)
قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَـٰنِ مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا ﴿١٨﴾
(Ruh) dedi ki: ‘Gerçekten ben, sana tertemiz bir erkek çocuk hediye etmek için Rabb’inin Rasulü’yüm.’
قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا ﴿١٩﴾
Dedi ki: ‘Nasıl olur benim bir erkek çocuğum; bana bir beşer dokunmadı ve ben, fahişe de değilim!’
قَالَتْ أَنَّىٰ يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا ﴿٢٠﴾
(Ruh) dedi ki: ‘Böyledir! Rabb’in dedi ki o, bana kolaydır; onu, insanlara bir ayet/mucize kılmak için ve Bizden bir rahmettir ve karar verilmiş bir emirdir.’
قَالَ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ ۖ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِّلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا ۚ وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا ﴿٢١﴾
Böylece ona hamile kaldı, o halde onunla uzak bir yere çekildi.
۞ فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا ﴿٢٢﴾
Nihayet doğum sancısı onu, hurma gövdesine getirdi; dedi ki: ‘Ay, keşke bundan önce ölseydim ve unutulmuş olanlar gibi unutulsaydım.’
فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَىٰ جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَـٰذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا ﴿٢٣﴾
Derken onun aşağısından ona seslendi: ‘Üzülme, zaten Rabb’in senin altında bir çay var etti.’
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ﴿٢٤﴾
‘Hurma gövdesini kendine doğru silkele, üzerine olgun yaş hurma dökülsün.’
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ﴿٢٥﴾
‘Artık ye, iç, gönlünü ferah tut, bak eğer beşerden birini görürsen de ki: ‘Doğrusu ben, Rahman’a oruç adadım, bu yüzden bugün insanlarla konuşmayacağım.’ (*26)
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا ۖ فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَـٰنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ﴿٢٦﴾
Derken onu taşıyarak kavmine vardı; dediler ki: ‘Ey Meryem, gerçekten sen, görülmemiş bir şey yaptın!’
فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ ۖ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا ﴿٢٧﴾
‘Ey Harun’un Kızkardeşi, baban kötü bir kişi değildi, annen de fahişe değildi.’
يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا ﴿٢٨﴾
(Meryem) hemen onu (çocuğu) işaret etti; dediler ki: ‘Nasıl konuşuruz kucakta çocuk olan kimseyle?’
فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ ۖ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ﴿٢٩﴾
(Çocuk) dedi ki: ‘Şüphesiz ben, Allah’ın kuluyum, bana Kitab’ı verdi ve beni Nebi yaptı.’ (*30)
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا ﴿٣٠﴾
‘Ve nerede olursam beni mübarek kıldı, hayatta olduğum sürece beni namazla (*31) ve zekâtla görevlendirdi.’ (**31)
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا ﴿٣١﴾
‘Anneme saygılı olmayı ve beni başkaldıran bir zorba kılmadı.’
وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا ﴿٣٢﴾
‘Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden diriltileceğim gün esenlik üzerimedir.’
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا ﴿٣٣﴾
İşte Meryem oğlu İsa budur; Hak sözdür, ki onun hakkında tartışıyorlar! (*34)
ذَٰلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ ۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ ﴿٣٤﴾
Allah'ın bir çocuk edinmesi kesinlikle olmaz! (*35) O, yücedir, bir işi takdir ettiği zaman artık sadece ona ‘Ol’ der, hemen oluverir. (**35)
مَا كَانَ لِلَّهِ أَن يَتَّخِذَ مِن وَلَدٍ ۖ سُبْحَانَهُ ۚ إِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٣٥﴾
Şüphesiz Allah, benim Rabb’imdir ve sizin de Rabb’inizdir, öyleyse O’na kulluk edin; (*36) bu, doğru yoldur. (**36)
وَإِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۚ هَـٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ ﴿٣٦﴾
Sonra onlardan hizipler aralarında ihtilaf ettiler; artık vay haline büyük bir günü müşahede eden kâfir kimselerin. (*37)
فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِن بَيْنِهِمْ ۖ فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن مَّشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿٣٧﴾
Bize geldikleri gün onlar, iyi işitirler ve iyi görürler; lakin zalimler, bugün apaçık bir dalalet içerisindedirler.
أَسْمِعْ بِهِمْ وَأَبْصِرْ يَوْمَ يَأْتُونَنَا ۖ لَـٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٣٨﴾
Onları, hasret gününe karşı uyar, o zaman iş bitirilir ve onlar, (hâlâ) gaflet içerisindedirler, onlar, iman etmiyorlar. (*39)
وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٩﴾
Şüphesiz Biz, Biziz arzın ve onun üzerinde bulunanların varisleri ve Bize döndürülecekler. (*40)
إِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْأَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ ﴿٤٠﴾
Kitap’ta İbrahim’i de oku/zikret; gerçekten o, çok doğru sözlü bir nebiydi.
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ ۚ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا ﴿٤١﴾
Bir zaman babasına demişti ki: ‘Ey babacığım, niçin işitmeyen, görmeyen ve sana bir parça fayda vermeyen şeylere tapıyorsun?’
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنكَ شَيْئًا ﴿٤٢﴾
‘Ey babacığım, şüphesiz bana, sana gelmeyen bir ilim gerçekten bana geldi, şimdi bana tâbi ol, seni düzgün bir yola ileteyim.’
يَا أَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءَنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا ﴿٤٣﴾
‘Ey babacığım, şeytana itaat etme, gerçekten şeytan, Rahman’a asi olmuştur.’
يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَـٰنِ عَصِيًّا ﴿٤٤﴾
‘Ey babacığım, gerçekten ben, Rahman’dan bir azabın sana dokunmasından korkuyorum, o durumda şeytanın dostu olursun.’ (*45)
يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَـٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا ﴿٤٥﴾
(Babası) dedi ki: ‘Sen, benim ilahlarıma rağbet etmiyor musun ey İbrahim? Andolsun şayet vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım, uzun bir süre benden ayrıl.’
قَالَ أَرَاغِبٌ أَنتَ عَنْ آلِهَتِي يَا إِبْرَاهِيمُ ۖ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ ۖ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا ﴿٤٦﴾
Dedi ki: ‘Selam sana, Rabb’imden senin için mağfiret dileyeceğim, (*47) şüphesiz O, beni(m duamı) güzel karşılar.’ (**47)
قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ ۖ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي ۖ إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا ﴿٤٧﴾
‘Sizden ve Allah’tan başka çağırdıklarınız şeylerden uzaklaşıyorum (*48) ve Rabb’ime dua ediyorum, umarım Rabb’ime dua etmekle bedbaht olmam!’ (**48)
وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُو رَبِّي عَسَىٰ أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاءِ رَبِّي شَقِيًّا ﴿٤٨﴾
Ne zamanki onlardan ve Allah’tan başka tapındıkları şeylerden uzaklaştı, ona, İshak’ı ve Yakub’u bağışladık ve hepsini nebi yaptık.
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ ۖ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا ﴿٤٩﴾
Rahmetimizden onlara ihsan ettik ve onlara üstün bir doğruluk dili verdik. (*49)
وَوَهَبْنَا لَهُم مِّن رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا ﴿٥٠﴾
Kitap’ta Musa’yı da an, gerçekten o, muhlis ve Rasul bir nebi idi.
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَىٰ ۚ إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا ﴿٥١﴾
Tur’un sağ tarafından ona seslendik ve onu kurtarıp yaklaştırdık. (*52)
وَنَادَيْنَاهُ مِن جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا ﴿٥٢﴾
Rahmetimizden ona, kardeşi Harun'u nebi olarak armağan ettik.
وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا ﴿٥٣﴾
Kitap’ta İsmail’i de an, gerçekten o, sözünde sadık idi ve nebi bir Rasul idi.
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ ۚ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا ﴿٥٤﴾
Ehline, namazı ve zekâtı emrederdi ve Rabb’i yanında razı olunmuş idi.
وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِندَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا ﴿٥٥﴾
Kitap’ta İdris’i de an, gerçekten o, Sıddık bir nebi idi.
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ ۚ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا ﴿٥٦﴾
Onu, yüce bir yere yükselttik.
وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا ﴿٥٧﴾
İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği (*58) Âdem zürriyeti nebilerinden olan kimseler ve Nuh ile beraber taşıdığımız kimseler, İbrahim ve İsrail (Yakup) soyundan, hidayet verdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara, Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak (**58) secdeye kapanırlardı. (***58)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا ۚ إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَـٰنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا ۩ ﴿٥٨﴾
Sonra onların ardından yerlerine gelen nesil, salatı zayi ettiler, (*59) şehvetlerine tâbi oldular; işte onlar, içine girdikleri sapıklığın cezasıyla karşılaşacaklardır. (**59)
۞ فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ ۖ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا ﴿٥٩﴾
Ancak kim tevbe eder, (*60) iman edip ve salih amel işlerse, işte onlar, cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğramayacaklar. (**60)
إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَـٰئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا ﴿٦٠﴾
Adn cennetleri ki Rahman, o kullarına gıyaben vadettiğidir; (*61) şüphesiz O, vadi yerine gelecek olandır. (**61)
جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَـٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ ۚ إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا ﴿٦١﴾
Orada boş söz işitmezler, (*62) yalnızca selamlaşırlar ve onların sabah ve akşam orada rızıkları vardır. (**62)
لَّا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا إِلَّا سَلَامًا ۖ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فِيهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا ﴿٦٢﴾
O cennet, öyle ki, kullarımızdan muttaki olan kimseleri varis kılacağız. (*63)
تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَن كَانَ تَقِيًّا ﴿٦٣﴾
Biz, Rabb’inin emri dışında inmeyiz; önümüzde ne varsa, arkamızda ne varsa ve bunlar arasında ne varsa O'na aittir; Rabb’in, asla unutkan değildir. (*64)
وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلَّا بِأَمْرِ رَبِّكَ ۖ لَهُ مَا بَيْنَ أَيْدِينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذَٰلِكَ ۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا ﴿٦٤﴾
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabb’idir; (*65) o halde O’na kulluk et ve O’na kullukta sebat et; O’na adaş birini biliyor musun! (**65)
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ ۚ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا ﴿٦٥﴾
İnsan diyor ki: ‘Öldüğüm zaman mı gerçekten ileride diri olarak çıkarılacağım?’.
وَيَقُولُ الْإِنسَانُ أَإِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ أُخْرَجُ حَيًّا ﴿٦٦﴾
İnsan düşünmüyor mu, şüphesiz Biz, önceden hiçbir şey değilken kendisini yaratmıştık!
أَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا ﴿٦٧﴾
Şimdi Rabb’ine andolsun, muhakkak onları ve şeytanları toplayacağız; sonra diz çökmüş halde cehennemin etrafında elbette onları hazır bulunduracağız, (*68) (**68) (*68-70)
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا ﴿٦٨﴾
Sonra her gruptan, onlardan hangisi, Rahman’a karşı en çok isyan ettiyse çıkaracağız.
ثُمَّ لَنَنزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمْ أَشَدُّ عَلَى الرَّحْمَـٰنِ عِتِيًّا ﴿٦٩﴾
Sonra elbette Biz, onlardan ona atılmaya uygun olan kimseleri daha iyi biliriz.
ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَىٰ بِهَا صِلِيًّا ﴿٧٠﴾
Doğrusu sizler de istisnasız ona varacaksınız, Rabb’inden nihai bir karardır.
وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا ۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا ﴿٧١﴾
Sonra takva sahibi kimseleri kurtarırız, zalimleri diz çökmüş halde orada bırakırız.
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوا وَّنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا ﴿٧٢﴾
Apaçık ayetlerimiz onlara okunduğu zaman inkâr eden kimseler, iman eden kimselere der ki: ‘İki gruptan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha güzeldir.’ (*73)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَيُّ الْفَرِيقَيْنِ خَيْرٌ مَّقَامًا وَأَحْسَنُ نَدِيًّا ﴿٧٣﴾
Onlardan önceki nesillerden kaç tane helak ettik; onlar, daha güzel varlıklı ve gösterişliydiler.
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَحْسَنُ أَثَاثًا وَرِئْيًا ﴿٧٤﴾
De ki: ‘Dalalet içerisinde olan kimse, şimdi Rahman, ona süre verdikçe versin; nihayet onlara vadedilen şeyleri ya azabı ya da Saat’i gördükleri zaman artık o, kimin yeri daha kötü ve askerce daha zayıf bileceklerdir.’ (*75)
قُلْ مَن كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَـٰنُ مَدًّا ۚ حَتَّىٰ إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَ وَإِمَّا السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضْعَفُ جُندًا ﴿٧٥﴾
Allah hidayete eren kimselerin, hidayetini artırır ve kalıcı olan salih ameller, Rabb’inin yanında daha hayırlı; sevap getirici olarak daha hayırlıdır. (*76)
وَيَزِيدُ اللَّهُ الَّذِينَ اهْتَدَوْا هُدًى ۗ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَّرَدًّا ﴿٧٦﴾
Gördün mü ayetlerimizi inkâr eden kimseyi ve diyor ki: ‘Bana, elbette mal ve evlat verilecek.’
أَفَرَأَيْتَ الَّذِي كَفَرَ بِآيَاتِنَا وَقَالَ لَأُوتَيَنَّ مَالًا وَوَلَدًا ﴿٧٧﴾
Gaybe mi çıktı, (*78) yoksa Rahman’ın huzurunda bir ahit mi aldı! (**78)
أَطَّلَعَ الْغَيْبَ أَمِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَـٰنِ عَهْدًا ﴿٧٨﴾
İyi bilin ki, onun dediği şeyi yazacağız ve onun için azabı uzattıkça uzatacağız.
كَلَّا ۚ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَدًّا ﴿٧٩﴾
Söylediği şeylere Biz varis olacağız ve tek başına bize gelecektir. (*80)
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْتِينَا فَرْدًا ﴿٨٠﴾
Allah'tan başka ilahlar edindiler ki kendilerini izzetli kılsın. (*81) 
وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِّيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا ﴿٨١﴾
İyi bilin ki, onların itaat etmelerini inkâr edecekler ve onlara karşı hasım olacaklardır. (*82)
كَلَّا ۚ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِدًّا ﴿٨٢﴾
Görmedin mi doğrusu Biz, kâfirlerin üzerine şeytanları gönderdik; onları, kışkırttıkça kışkırtıyorlar. (*83)
أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزًّا ﴿٨٣﴾
Onlar hakkında acele etme; şüphesiz Biz, onlar için saydıkça sayıyoruz. (*84)
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْ ۖ إِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّا ﴿٨٤﴾
O gün, Muttakileri toplayacağız, Rahman’ın huzuruna çıkacaklar.
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إِلَى الرَّحْمَـٰنِ وَفْدًا ﴿٨٥﴾
Günahkârları da süreceğiz, cehenneme varacaklar;
وَنَسُوقُ الْمُجْرِمِينَ إِلَىٰ جَهَنَّمَ وِرْدًا ﴿٨٦﴾
Şefaate onlar malik değillerdir; Rahman’ın katında ahit almış kimse müstesna! (*87)
لَّا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَـٰنِ عَهْدًا ﴿٨٧﴾
Ve dediler ki: ‘Rahman, çocuk edindi!’
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَـٰنُ وَلَدًا ﴿٨٨﴾
Andolsun siz, çok çirkin bir şeyi (dile) getirdiniz.
لَّقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا ﴿٨٩﴾
Neredeyse ondan gökler yarılacak, yer çatlayacak ve dağlar, devrilip çökecekti.
تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنشَقُّ الْأَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّا ﴿٩٠﴾
Rahman’a çocuk nispet ettiler!
أَن دَعَوْا لِلرَّحْمَـٰنِ وَلَدًا ﴿٩١﴾
Çocuk edinmek elbette Rahman’a yaraşmaz.
وَمَا يَنبَغِي لِلرَّحْمَـٰنِ أَن يَتَّخِذَ وَلَدًا ﴿٩٢﴾
Doğrusu göklerde ve yerdeki kimselerin hepsi ancak Rahman’a kul olarak gelecektir. (*93)
إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَـٰنِ عَبْدًا ﴿٩٣﴾
Andolsun, onları tek tek hesaplamış ve onları saydıkça saymıştır.
لَّقَدْ أَحْصَاهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّا ﴿٩٤﴾
Ve onların hepsi O'na, kıyamet günü tek başına gelecektir.
وَكُلُّهُمْ آتِيهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَرْدًا ﴿٩٥﴾
Gerçekten iman eden ve salih ameller işleyen kimselere Rahman, onlar için bir sevgi yaratacaktır.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَـٰنُ وُدًّا ﴿٩٦﴾
Bak gerçekten senin dilinle onu kolaylaştırdık ki, (*97) onunla muttakileri müjdeleyesin (**97) ve çok tartışan bir kavmi onunla uyarasın. (***97)
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّقِينَ وَتُنذِرَ بِهِ قَوْمًا لُّدًّا ﴿٩٧﴾
Onlardan önceki nesillerden kaç tane helak ettik, onlardan birinin varlığını hissediyor musun yahut onların fısıltısını işitiyor musun!
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُم مِّنْ أَحَدٍ أَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا ﴿٩٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi