Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Nahl Süresi النَّحْلِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de nazil olan surenin, 124-126. ayetleri Medine’de nazil olmuştur. 128 ayettir. İsmini, 68. ayette geçen ve Nahl (bal arısı) kelimesinden alır. Sure, ağırlıklı olarak yüce Allah’ın Rububiyetine dikkatleri çeker. Mushaf tertibine göre 16. nüzul sırasına göre 70. suredir.

Allah’ın emri geldi, artık onda acele etmeyin; O (Allah), onların şirk koştuğu şeylerden münezzeh ve yücedir.
أَتَىٰ أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿١﴾
(Allah) emrinden ruh (*2) ile melekleri onlara indirir ki, kullarından dileyen kimseleri, şüphesiz O’ndan başka ilah yoktur diye uyarsınlar, (**2) artık benden korunun. (***2)
يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ ﴿٢﴾
Gökleri ve yeri Hak ile yarattı; onların şirk koştukları şeylerden yücedir.
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ تَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٣﴾
İnsanı nutfeden yarattı, fakat o zaman o, apaçık bir hasım kesildi. (*4)
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ﴿٤﴾
Ve hayvanı da O yarattı; sizin için onda ısınma ve faydalar vardır ve ondan yersiniz. (*5-7)
وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا ۗ لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ ﴿٥﴾
(Akşam) getirdiğiniz zaman ve (sabah) salıverdiğiniz zaman sizin için onda bir güzellik vardır.
وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ ﴿٦﴾
Ve beldelere ağırlıklarınızı taşırlar ki, nefsiniz ancak meşakkat çekmeden ona varmış olmuyorsunuz. Şüphesiz Rabb’iniz, elbette şefkatli ve merhamet edendir.
وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَىٰ بَلَدٍ لَّمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنفُسِ ۚ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿٧﴾
Ve atları, katırları ve merkepleri binmeniz ve süs için ve bilmediğiniz şeyleri yaratmaktadır. 
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً ۚ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٨﴾
Doğru yol Allah’a aittir ve ondan sapan da var; şayet dileseydi hepinizi hidayete iletirdi. (*9) (**9)
وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ ۚ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٩﴾
O’dur ki, sizin için gökten su indirdi; içecek ondan ve ağaçlar ondan böylece ondan hayvanları otlatırsınız. (*10) (*10-15)
هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ۖ لَّكُم مِّنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ ﴿١٠﴾
Onunla sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar ve üzümler ve meyvelerin hepsinden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ayetler vardır.
يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالْأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١١﴾
Geceyi, gündüzü, (*12) güneşi ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi, (**12) yıldızlara da (***12) O'nun emriyle boyun eğdirilmiştir. Şüphesiz bunda akleden bir toplum için ayetler vardır.
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿١٢﴾
Yeryüzünde sizin için muhtelif renklerdeki şeyleri de yarattı. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için ayetler vardır. (*13-15)
وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٣﴾
O’dur ki denizi, ondan taze et yemeniz için hizmetinize verdi ve takınacağınız süsleri ondan çıkarırsınız ve O’nun fazlından aramanız (*14) için onda ilerleyen gemileri görürsün, ta ki şükredesiniz. (**14)
وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٤﴾
Sizi sarsar diye sabit dağları yeryüzüne bıraktı, nehirleri ve yolları (var etti), ta ki hidayete eresiniz.
وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٥﴾
Alametler ve yıldızlarla da onlar, hidayete erebilirler. (*16) (*)
وَعَلَامَاتٍ ۚ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ ﴿١٦﴾
O halde yaratan kimse, yaratmayan kimse gibi midir; düşünmüyor musunuz!
أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن لَّا يَخْلُقُ ۗ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿١٧﴾
Ve şayet Allah'ın nimetini saysanız, onu hesap edemezsiniz; şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (*18)
وَإِن تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا ۗ إِنَّ اللَّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٨﴾
Ve Allah, gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri bilir.
وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ ﴿١٩﴾
Allah’tan başka çağırdıkları şeyler, hiçbir şey yaratamazlar ve onlar, yaratılmışlardır.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ ﴿٢٠﴾
Ölüdürler, diri değiller, ne zaman dirileceklerinin de şuurunda olmazlar.
أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ ۖ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ ﴿٢١﴾
İlahınız, bir tek İlahtır, ancak ahirete iman etmeyen kimselerin kalpleri inkârcıdır ve onlar, büyüklük taslarlar. (*22)
إِلَـٰهُكُمْ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ ۚ فَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ ﴿٢٢﴾
Şüphesiz Allah, kesinlikle bilir onların gizledikleri şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri; şüphesiz O, büyüklük taslayanları sevmez. (*23)
لَا جَرَمَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ ﴿٢٣﴾
Onlara: ‘Rabb’iniz ne indirdi’ denildiği zaman, derler ki: ‘Öncekilerin yazdıklarıdır.’ (*24)
وَإِذَا قِيلَ لَهُم مَّاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ ۙ قَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ ﴿٢٤﴾
Kıyamet günü kendi günahlarını tamamen yüklenirler ve bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını da. İyi bilin ki yüklendikleri şey ne kötüdür! (*25)
لِيَحْمِلُوا أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۙ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ ۗ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ ﴿٢٥﴾
Gerçekten onlardan önceki kimseler de plan yapmışlardı, ancak Allah’tan, onların binalarının iskeletine (azap) geldi, böylece üzerlerindeki çatı, onların üstlerine kapaklandı ve şuurunda olmadıkları yerden azap onlara geliverdi. (*26)
قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللَّهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٦﴾
Sonra Kıyamet günü, onları aşağılayacak ve der ki: ‘Nerede bana ortaklar kıldığınız, onlar sayesinde ayrılık çıkardığınız kimseler?’ İlim verilen kimseler der ki: ‘Bugün aşağılanma ve ayıplanma kâfirlerin üzerinedir.’
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ ﴿٢٧﴾
Melekler, kendi nefislerine zulmederlerken kendilerinin canlarını aldığı kimseler, böylece teslim olup derler ki: ‘Biz, hiçbir kötülük yapmıyorduk.’ Bilakis Allah, sizin yapmış olduğunuz şeyleri Bilen’dir. (*28)
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ ۖ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ ۚ بَلَىٰ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٨﴾
‘Şimdi girin cehenneme kapılarından, orada ebedi kalmak üzere, işte büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür.’ (*29) (**29)
فَادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ ﴿٢٩﴾
Korunan kimselere: ‘Rabb’iniz ne indirdi’ denildiğinde dediler ki: ‘Hayır’ (*30) bu dünyada güzel davranan kimselere, güzellik vardır ve ahiret yurdu daha hayırlıdır. (**30) Muttakilerin yurdu ne güzeldir. (*30-31)
۞ وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ ۚ قَالُوا خَيْرًا ۗ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَـٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ ۚ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ ۚ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ ﴿٣٠﴾
Adn cennetleri, ona girerler, onun altından nehirler akar, onlar için orada ne dilerlerse vardır; işte Muttakileri Allah böyle mükâfatlandırır.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ ۚ كَذَٰلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ ﴿٣١﴾
Melekler onların, tertemiz kimseler olarak canlarını alır, derler ki: ‘Selamun aleykum, (*32) yapmış olduklarınızdan dolayı cennete girin.’ (**32)
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ طَيِّبِينَ ۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٣٢﴾
Meleklerin kendilerine gelmesinden yahut Rabb’inin emrinin gelmesinden başkasını mı gözetliyorlar onlar! Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı ve Allah, onlara zulmetmedi, velakin onlar, kendi nefislerine zulmediyorlardı. (*33)
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلَائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَـٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٣٣﴾
Nihayet yaptıkları şeylerin kötülükleri onlara ulaştı ve kendisi ile alay etmiş oldukları şey onları çepeçevre sarıverdi. (*34)
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٣٤﴾
Şirk koşan kimseler dediler ki: ‘Şayet Allah dileseydi biz ve atalarımız O'ndan başka bir şeye tapmazdık ve O'nun (emri) dışında bir şeyi haram kılmazdık!’ Onlardan önceki kimseler de böyle yapmıştı; (*35) artık Rasullere düşen, ancak apaçık tebliğ değil midir? (**35)
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ ۚ كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿٣٥﴾
Andolsun Biz, her millet içinden: (*36) ‘Allah'a kulluk edin, tağuttan (**36) kaçının’ diye bir Rasul gönderdik; sonra Allah, onlardan kimine hidayet etti, onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezin de bakın görün, yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş! (***36)
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ ۖ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللَّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ ۚ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ ﴿٣٦﴾
Doğrusu onların hidayet üzere olmalarını arzulasan da şüphesiz Allah’ın dalalete düşürdüğü kimseye hidayet vermez ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur. (*37)
إِن تَحْرِصْ عَلَىٰ هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَن يُضِلُّ ۖ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٣٧﴾
Yeminlerinin bütün gücüyle Allah’a yemin ettiler ki ölen kimseyi Allah diriltmez; (*38) aksine O’nun gerçek olarak verdiği sözdür velakin insanların çoğu bilmiyorlar. (**38)
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ ۙ لَا يَبْعَثُ اللَّهُ مَن يَمُوتُ ۚ بَلَىٰ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٨﴾
Kendisi hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara gerçekten açıklayacak (*39) ve inkâr eden kimseler bilirler, gerçekten kendilerinin, yalancı kimselerden olduklarını. (**39)
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِبِينَ ﴿٣٩﴾
Şüphesiz Bizim sözümüz, bir şey dilediğimizde ona deriz ki: ‘Ol’ hemen oluverir.  (*40)
إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٤٠﴾
Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kimseleri, dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükâfatı daha büyüktür şayet bilmiş olsalardı. (*41)
وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً ۖ وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾
Onlar, sabrederler (*42) ve Rab’lerine tevekkül ederler. (**42)
الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٤٢﴾
Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik; o halde şayet bilmiyorsanız, Kitap/Zikir ehline sorun. (*43)
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُّوحِي إِلَيْهِمْ ۚ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٤٣﴾
Beyyineleri ve kitapları (indirdik) ve sana Kur’an’ı/Zikri indirdik ki, kendilerine indirilen şeyi insanlara açıklayasın, ta ki onlar düşünsünler. (*44)
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ ۗ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٤﴾
Kötü planlar yapan kimseler, onları Allah yere batırsa güvende midirler!
أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُوا السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللَّهُ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٤٥﴾
Yahut kendilerini tersine çevirip onları yakalar; işte onlar, (onu engellemeye) güç yetiremezler.
أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ ﴿٤٦﴾
Yahut onlar, korku halinde iken yakalar, işte gerçekten Rabb’iniz çok şefkatli, çok merhametlidir.
أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَىٰ تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿٤٧﴾
Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı ki, o şeylerin gölgeleri, Allah’a secde ederek sağdan ve soldan döner ve onlar, saklanırlar (kaybolur). (*48)
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا خَلَقَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالشَّمَائِلِ سُجَّدًا لِّلَّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ ﴿٤٨﴾
Göklerde ne varsa, yerde canlılardan ne varsa ve melekler, Allah’a secde ederler ve onlar, büyüklenmezler. (*49)
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِن دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٩﴾
Üstlerindeki Rab’lerinden korkarlar ve emredildikleri şeyi yaparlar. (*50)
يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ۩ ﴿٥٠﴾
Allah dedi ki: ‘İki ilah edinmeyin, şüphesiz O, tek ilahtır, öyleyse yalnızca benden korkun.’
۞ وَقَالَ اللَّهُ لَا تَتَّخِذُوا إِلَـٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ۖ إِنَّمَا هُوَ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ ﴿٥١﴾
Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur (*52) ve din de daima O’nundur; (**52) o halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz! (***52)
وَلَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا ۚ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَتَّقُونَ ﴿٥٢﴾
Nimetten sizde ne varsa, işte o Allah’tandır, sonra size bir sıkıntı dokunduğu zaman hemen O’na yalvarıp yakarırsınız.
وَمَا بِكُم مِّن نِّعْمَةٍ فَمِنَ اللَّهِ ۖ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ ﴿٥٣﴾
Daha sonra sizden sıkıntıyı kaldırdığında, sizden bir grup Rab’lerine şirk koşarlar.
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنكُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ ﴿٥٤﴾
Onlara verdiğimiz şeyler ile nankörlük ettiler, şimdi yararlanın, artık yakında bileceksiniz.
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ ۚ فَتَمَتَّعُوا ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٥٥﴾
Onları rızıklandırdığımız şeylerden bir payı bilmedikleri şeylere ayırıyorlar; Allah’a andolsun ki siz, uydurduğunuz şeylerden mutlaka sorulacaksınız. (*56)
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَصِيبًا مِّمَّا رَزَقْنَاهُمْ ۗ تَاللَّهِ لَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَفْتَرُونَ ﴿٥٦﴾
Kızları Allah'a ait kılıyorlar ki O, münezzehtir (*57) ve kendilerine hoşlandıkları şeyleri. (**57)
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ ۙ وَلَهُم مَّا يَشْتَهُونَ ﴿٥٧﴾
Ve onlardan birine kız müjdelendiğinde yüzü kapkara kesilir ve çok öfkelenir. (*58) (*58-59)
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِالْأُنثَىٰ ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ ﴿٥٨﴾
Ona verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir, onu küçük düşerek tutsun mu, yoksa onu toprağa mı gömsün! Dikkat edin ne kötü hüküm veriyorlar.
يَتَوَارَىٰ مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ ۚ أَيُمْسِكُهُ عَلَىٰ هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ ۗ أَلَا سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿٥٩﴾
Ahirete iman etmeyen kimseler için kötü bir örnek vardır ve en yüksek örnek Allah’ındır ve O, Aziz’dir, Hakim’dir.
لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ ۖ وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الْأَعْلَىٰ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٦٠﴾
Şayet Allah, insanları, zulümleri ile helak etseydi, onun (yerin) üzerinde tek canlı bırakmazdı velakin onları, takdir edilen bir süreye kadar tehir eder, artık ecelleri geldiği zaman bir saat geri kalmazlar ve ileri geçmezler. (*61)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَابَّةٍ وَلَـٰكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿٦١﴾
Hoşlanmadıkları şeyi Allah için ayırıyorlar ve en güzeli gerçekten onlaradır diye dillerine yalan vasfediyorlar. Şüphe yok ki gerçekten ateş onlar içindir ve şüphesiz onlar, aşırı gidenlerdi! (*62)
وَيَجْعَلُونَ لِلَّهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ أَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ أَنَّ لَهُمُ الْحُسْنَىٰ ۖ لَا جَرَمَ أَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَأَنَّهُم مُّفْرَطُونَ ﴿٦٢﴾
Allah'a andolsun, gerçekten senden önceki ümmetlere de (Rasul) gönderdik; şeytan onların amellerini böylece süsledi, (*63) işte o, bugün onların dostudur, onlar için acıklı bir azap vardır. (**63)
تَاللَّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٦٣﴾
Kendisinde ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklaman dışında Kitabı sana indirmedik ve o, iman edenler topluluğu için hidayet ve rahmettir. (*64)
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ ۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٦٤﴾
Allah, gökten su indirdi, sonra ölümünden sonra yeryüzüne onunla hayat verdi; şüphesiz bunda, dinleyecek bir toplum için elbette bir ayet vardır.
وَاللَّهُ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ﴿٦٥﴾
Şüphesiz sizin için hayvanlarda bir ibret vardır; o karınlarındaki fışkı ile kan arasından olandan, içenler için kolayca yutulan halis süt içiriyoruz.
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِّلشَّارِبِينَ ﴿٦٦﴾
Ve hurma ağaçlarının ürünlerinden ve üzümlerden, ondan şekerleme ve güzel rızık edinirsiniz, şüphesiz bunda, akleden bir toplum için elbette bir ayet vardır.
وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٦٧﴾
Rabb’in arıya, dağlardan, ağaçlardan ve onların çardaklarından evler edin diye vahyetti. (*68)
وَأَوْحَىٰ رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ ﴿٦٨﴾
Sonra her meyveden ye, böylece Rabb’ine itaat ederek yolunu izle. Onun karnından, muhtelif renklerden içecek çıkar, onda insanlar için şifa vardır; şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için elbette bir ayet vardır.
ثُمَّ كُلِي مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا ۚ يَخْرُجُ مِن بُطُونِهَا شَرَابٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِّلنَّاسِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٦٩﴾
Ve Allah sizi yarattı, sonra sizi vefat ettirir ve sizden kimini vefat ettirir ve sizden kimi ömrünün en reziline döndürülür ki, bir şey bildikten sonra bilmez hale gelir. Şüphesiz Allah, Bilen’dir, Kâdir’dir.
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ ۚ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَىٰ أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ ﴿٧٠﴾
Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı, ancak üstün kılınan kimseler, (*71) kendi rızıklarını, ellerinin hakimiyeti altında olanlara vermiyorlar ki böylece onlar, onda (rızıkta) eşit olsunlar, Allah’ın nimetini mi bilerek inkâr ediyorlar! (**71)
وَاللَّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الرِّزْقِ ۚ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُوا بِرَادِّي رِزْقِهِمْ عَلَىٰ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاءٌ ۚ أَفَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ ﴿٧١﴾
Allah size kendi nefislerinizden eşler (*72) yarattı ve eşlerinizden size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz şeylerle rızıklandırdı; (**72) böyle iken onlar, batıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar! (***72)
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ۚ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللَّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ ﴿٧٢﴾
Allah’tan başka onlara, göklerden ve yerden rızık vermeye malik olmayan ve hiçbir şeye güç yetirmeyen şeylere tapıyorlar. (*73)
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ شَيْئًا وَلَا يَسْتَطِيعُونَ ﴿٧٣﴾
Artık Allah’a benzerler göstermeyin; şüphesiz Allah bilir, siz bilemezsiniz.
فَلَا تَضْرِبُوا لِلَّهِ الْأَمْثَالَ ۚ إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٧٤﴾
Allah, hiçbir şeye Kâdir olmayanın hakimiyeti altında olan bir kul ve güzel bir rızıkla bizim rızıklandırdığımız kimseyi misal verir ki o, ondan gizli ve açık infak eder; onlar aynı olur mu! Allah’a hamdolsun; aksine onların çoğu bilmiyorlar.
۞ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا عَبْدًا مَّمْلُوكًا لَّا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا ۖ هَلْ يَسْتَوُونَ ۚ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٧٥﴾
Allah, iki adamı örnek verir; ikisinden biri, dilsizdir, hiçbir şeye kâdir değildir ve o, tamamen velisinin üzerindedir; nereye onu gönderse, bir hayır ile gelmez, o, adaleti emreden ve kendisi dosdoğru yol üzerinde olan kimse ile aynı olur mu! (*76)
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَىٰ مَوْلَاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ ۖ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ ۙ وَهُوَ عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٧٦﴾
Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir ve Saatin/Kıyametin emri, göz açıp kapamadan başka değildir yahut o, daha yakındır. Şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir. (*77)
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٧٧﴾
Allah sizi, annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmezken çıkardı, size işitme, gözler ve gönüller verdi, ta ki şükredesiniz. (*78) (**78)
وَاللَّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٧٨﴾
Görmediler mi kuşlara, gökyüzünde havada boyun eğdirilmiş olduğunu! Allah’tan başkası onları tutmuyor, şüphesiz bunda, iman eden bir toplum için ayetler vardır.
أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٧٩﴾
Allah sizin için evlerinizi güvenli kıldı ve hayvanlarınızın derilerinden, göç gününüzde ve ikamet gününüzde o kullanacağınız hafif evleri, o postlarından ve o tüylerinden dayayıp döşenecek eşya ve bir süreye kadar geçimlik yaptı.
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الْأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ ۙ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ ﴿٨٠﴾
Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler kıldı ve sizin için dağlarda barınaklar var etti, sizi sıcaktan koruyan giysiler ve size zarar verecek şeylerden koruyan giysiler var etti; işte böyle üzerinizdeki nimetini tamamlıyor, ta ki teslim olasınız. (*81)
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ ﴿٨١﴾
Buna rağmen şayet yüzçevirirlerse, artık sana düşen apaçık ulaştırmaktır.
فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿٨٢﴾
Allah’ın nimetini bilirler, sonra onu inkâr ederler ve onların çoğu kâfirdirler. (*83)
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللَّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ ﴿٨٣﴾
O gün, her ümmetten bir şahit getiririz, sonra inkâr eden kimselere izin verilmez (*84) ve onlar, razı olunacaklardan olmazlar. (**84)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿٨٤﴾
Zulmeden kimseler, azabı gördükleri zaman artık onlardan hafifletilmez ve onlar bekletilmezler.
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ ﴿٨٥﴾
Şirk koşanlar, ortak koştuklarını gördükleri zaman derler ki: ‘Rabb’imiz, işte bunlar, ortak koştuklarımız, senden başka çağırmış olduğumuz kimselerdir,’ derken onlara laf atarlar: ‘Şüphesiz siz, gerçekten yalancılarsınız.’
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَـٰؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِن دُونِكَ ۖ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٨٦﴾
O gün Allah'a teslim olurlar ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan kaybolur gider. (*87)
وَأَلْقَوْا إِلَى اللَّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ ۖ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٨٧﴾
İnkâr eden kimseler, Allah yolundan alıkoyarlar, ifsad etmiş oldukları şeyler nedeniyle onların azabının üstüne azap katarız.
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ ﴿٨٨﴾
O gün, her ümmet içinden, onların üzerlerine, onlardan bir şahit getireceğiz, seni de bunların üzerine şahit getireceğiz. (*89) Sana Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik. (**89)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ ۖ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَىٰ هَـٰؤُلَاءِ ۚ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ ﴿٨٩﴾
Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder ve fahşadan, münkerden ve azgınlıktan meneder; (O) size öğüt veriyor, ta ki düşünesiniz. (*90)
۞ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَىٰ وَيَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ ۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٩٠﴾
Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin ve onu onayladıktan (*91) sonra yeminlerinizi bozmayın, doğrusu Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarını bilir. (**91)
وَأَوْفُوا بِعَهْدِ اللَّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلَا تَنقُضُوا الْأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللَّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلًا ۚ إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ ﴿٩١﴾
O eğirdiğini çözen gibi olmayın ki, sağlamlaştırdıktan sonra bozar; bir ümmet, bir ümmetten daha çok gelişmiştir diye aranızda girdiğiniz yeminlerinizi (geri) alıyorsunuz, gerçekten onunla Allah, sadece sizi denemektedir ve kendisinde ihtilaf etmiş olduğunuz şeyleri, Kıyamet günü size muhakkak açıklayacaktır. (*92)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَىٰ مِنْ أُمَّةٍ ۚ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ ۚ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٩٢﴾
Allah dileseydi elbette sizi elbette tek bir ümmet yapardı (*93) velakin dileyen kimseyi dalalete düşürür (**93) ve dileyen kimseye hidayet verir, yapmış olduğunuz şeylerden mutlaka sorulacaksınız. (***93)
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـٰكِن يُضِلُّ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٩٣﴾
Aranızda girdiğiniz yeminlerinizi (hile vasıtası) edinmeyin, sonra ayak sağlamlaştıktan sonra kayar ve Allah yolundan alıkoyduğunuzdan dolayı kötülüğü tadarsınız ve sizin için büyük bir azap vardır.
وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدتُّمْ عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٩٤﴾
Allah’ın ahdini az bir değere satmayın, şüphesiz Allah yanında o, sizin için daha hayırlıdır, şayet bilirseniz. (*95)
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۚ إِنَّمَا عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٩٥﴾
Sizin yanınızda olan şey, tükenir ve Allah yanında olan şey kalıcıdır. Sabreden kimselere, onların mükâfatlarını, yapmış oldukları şeylerin en güzeli ile elbette vereceğiz. (*96)
مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ ۖ وَمَا عِندَ اللَّهِ بَاقٍ ۗ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٦﴾
Erkek ya da kadından kim salih amel işlerse ve o, Mü’min ise, işte onu hoşnut edici bir hayatla elbette yaşatırız (*97) ve onların mükâfatlarını, yapmış oldukları şeylerin en güzeli ile elbette vereceğiz. (**97)
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً ۖ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٧﴾
O halde Kur’an okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. (*98)
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ﴿٩٨﴾
Şüphesiz iman edenlere ve Rab’lerine tevekkül edenlere karşı onun bir gücü yoktur. (*99)
إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٩٩﴾
Doğrusu onun gücü, onu dost tutan kimselere ve onlar o kimselerdir ki, onunla şirk koşanlardır.
إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ ﴿١٠٠﴾
Bir ayetin yerini bir ayetle değiştirdiğimiz zaman -ve Allah, neyi indirdiğini en iyi bilendir -derler ki: ‘Şüphesiz ancak sen, bir müfterisin’ bilakis onların çoğu bilmiyorlar.
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ ۙ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٠١﴾
De ki: ‘Rabb’inden Ruhu’l Kudüs onu indirdi ki, iman eden kimseleri sağlamlaştırmak için ve Müslümanlara müjde olsun.’ (*102)
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُسْلِمِينَ ﴿١٠٢﴾
Andolsun biliyoruz ki gerçekten onların: ‘Gerçekten ancak bir insan ona öğretiyor’ dediklerini. Saparak ona yöneldikleri (kişi) acem (yabancıdır) ve bunun (Kur’an) dili, apaçık Arapça’dır. (*103)
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ ۗ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَـٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ ﴿١٠٣﴾
Gerçekten Allah’ın ayetlerine iman etmeyen kimselere, Allah onları hidayete iletmez ve onlar için acıklı bir azap vardır.  (*104)
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ لَا يَهْدِيهِمُ اللَّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٠٤﴾
Şüphesiz ancak yalanı, Allah'ın ayetlerine iman etmeyen kimseler uydurur; işte onlar yalancılardır. (*105)
إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٠٥﴾
Kim, O’na iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse, kalbi iman ile mutmain olduğu halde -zorlanan kimse müstesna -velakin göğsünü küfre açan kimselere, işte onların üzerine Allah’tan bir gazap vardır ve onlar için büyük bir azap vardır. (*106)
مَن كَفَرَ بِاللَّهِ مِن بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلَّا مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ وَلَـٰكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللَّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٠٦﴾
Bu, şüphesiz onların, dünya hayatını ahirete göre çekici bulmalarındandır ve şüphesiz Allah, kâfirler toplumunu hidayete iletmeyecektir. (*107)
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَأَنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ ﴿١٠٧﴾
İşte onlar, Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir, (*108) işte gafil olanlar onlardır. (**108)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿١٠٨﴾
Şüphe yok ki gerçekten onlar, ahirette hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (*109)
لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿١٠٩﴾
Sonra şüphesiz Rabb’in, eziyet edilmelerinin ardından hicret eden ve sabreden kimselere, muhakkak Rabb’in, onun ardından elbette bağışlayan, merhamet edendir. (110)
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِن بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٠﴾
O gün her nefis gelir, kendi nefsi için mücadele eder (*111) ve her nefse yaptığı şeylerin karşılığı tam eksiksiz verilir ve onlara zulmedilmez. (**111)
۞ يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّىٰ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١١١﴾
Allah bir kenti misal verdi; güven, sükûnet içerisinde idi; ona rızkı, her yerden bolca geliyordu, fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, bu yüzden Allah, yapmış olduklarından dolayı açlık ve korku elbisesini ona geçirdi. (*112)
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللَّهِ فَأَذَاقَهَا اللَّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿١١٢﴾
Andolsun kendi içlerinden onlara bir Rasul geldi, ancak onu yalanladılar, onlar, zulmederken azap onları birden yakalayıverdi. (*113)
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١١٣﴾
O halde Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerin helal ve temizlerinden yiyin ve Allah’ın nimetine şükredin; gerçekten O’na kulluk ediyorsanız. (*114)
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ حَلَالًا طَيِّبًا وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿١١٤﴾
Şüphesiz (O), yalnız ölmüş olanı, kanı, domuz etini ve kendisi, Allah’tan başkası için sunulan şeyleri size haram kıldı, (*115) ancak zor durumda kalan kimse, istemeyerek ve haddi aşmayarak (olursa müstesna)! Artık gerçekten Allah, bağışlayan, merhamet edendir. (**115)
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ ۖ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٥﴾
Dillerinize yalan vasfederek bir şey için: ‘Bu helaldir ve bu haramdır’ demeyin; yalan uydurup Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz, yalan uydurup Allah’a iftira eden kimseler, iflah olamazlar. (*116)
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَـٰذَا حَلَالٌ وَهَـٰذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ ﴿١١٦﴾
(Onlar), az bir hoş vakit geçirirler ve onlar için acıklı bir azap vardır. (*117)
مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١١٧﴾
Yahudi kimselere de sana önceden anlattığımız şeyleri haram kılmıştık ve onlara Biz zulmetmedik velakin onlar, nefislerine zulmediyorlardı.
وَعَلَى الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِن قَبْلُ ۖ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَـٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٨﴾
Sonra Rabb’in, cehaletle kötülük işleyen kimseleri, daha sonra tevbe eder, bunun ardından ıslah olanları (bağışlayacaktır.) (*119) Şüphesiz Rabb’in, ondan sonra elbette bağışlayan, merhamet edendir. (**119)
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُوا السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ وَأَصْلَحُوا إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٩﴾
Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, Hanif bir ümmet idi ve müşriklerden olmadı. (*120)
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِّلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٢٠﴾
O’nun nimetlerine şükredendi; onu seçti ve ona hidayet edip doğru yola iletti. (*121)
شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ ۚ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٢١﴾
Ona, dünyada güzellik verdik ve şüphesiz o, ahirette elbette salihlerdendir.
وَآتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً ۖ وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿١٢٢﴾
Sonra sana vahyettik: (*123) ‘Hanif olan İbrahim’in milletine (dinine) tâbi ol ve (o), müşriklerden olmadı.’
ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۖ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٢٣﴾
Şüphesiz ancak onda ihtilaf eden kimseler üzerine cumartesi (farz) kılındı ve muhakkak Rabb’in, kendisinde ihtilaf etmiş oldukları şey hakkında Kıyamet günü onlar arasında elbette hüküm verecektir.
إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٢٤﴾
Rabb’inin yoluna hikmetle (*125) ve güzel öğütle ve en güzel biçimde davet et ve onlarla tartış ki o, en güzel şekilde (olsun), (**125) şüphesiz Rabb’in O’dur ki, yolundan sapan kimseleri en iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir. (***125)
ادْعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ ۖ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ ۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ ۖ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ ﴿١٢٥﴾
Şayet ceza verecekseniz, o halde kendisiyle size verilenin cezanın aynısıyla ceza verin, elbette sabrederseniz, andolsun ki o, sabredenler için daha hayırlıdır. (*126)
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ ۖ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرِينَ ﴿١٢٦﴾
Sabret, senin sabrın ancak Allah iledir ve onlara üzülme, planladıkları şeylerden sıkıntıya düşme.
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلَّا بِاللَّهِ ۚ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ ﴿١٢٧﴾
Şüphesiz Allah, sakınan kimselerle beraberdir ve onlar, iyilik eden kimselerdir.
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوا وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ ﴿١٢٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi