Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Mâide Süresi الْمَائِدَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hicret’in 6. yılında Medine’de nazil olmuştur. 3. ayeti, Veda Haccı’nda Arafat’ta nazil olmuştur, 120 ayettir. 112-114. ayetlerde Havarilerin, Hz. İsa (as)’dan, yüce Allah’tan bir sofra istemesini talep ettikleri ve Hz. İsa (as)’ın da yüce Allah’tan bir sofra indirmesini talep ettiği için yemek sofrası anlamında Maide ismini almıştır. Mushaf tertibine göre 5. nüzul sırasına göre 112. suredir.

Ey iman eden kimseler, akitlerinizi yerine getirin; (*1) siz ihramlı iken avlanmayı helal saymadan size okunacak şeyler müstesna, evcil hayvanlar size helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediği şeye hükmeder. (*1-3)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ ۚ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ ۗ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ ﴿١﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’ın şiarlarına, Haram aya, yol gösterene, gerdanlık (kurban)lara (*2) ve Rab’lerinin lütfunu ve rızasını arzulayarak Beyt’i Haram’a gelenlere halel getirmeyin. (İhramdan) çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz ve Mescid-i Haram’dan geri çevirdiler diye bir topluma olan kininiz size suç işletmesin. Doğrusu geri dönüp iyilik ve takva üzerine yardımlaşın ve günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın, Allah’tan sakının, şüphesiz Allah’ın cezası çetindir. (**2)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا ۚ وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا ۚ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُوا ۘ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىٰ ۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٢﴾
Size ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkası için sunulan, boğulmuş, ölümcül bir hastalığa tutulmuş, düşüp helak olmuş, boynuzlanmış ve yırtıcı hayvanın yediği şeyler -sizin boğazladığınız müstesna-makam-mevkiden dolayı kurban edilen ve elbette fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı; bunlar fısk/günahtır. (*3) Bugün inkâr eden kimseler, dininizden umudu kesmişlerdir; onlardan korkmayın, Benden korkun! (**3) Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi (***3) tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum. Artık kim, açlık içerisinde zorlanırsa, günaha meyletmeksizin (yiyebilir); çünkü şüphesiz, Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (****3)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ۚ ذَٰلِكُمْ فِسْقٌ ۗ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ ۚ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ ۙ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣﴾
Kendilerine neyin helal kılındığını sana soruyorlar; de ki: ‘Size, temiz şeyler helal kılındı, Allah’ın size öğrettiği şeylerden, öğrendiğiniz şeyleri kendilerine öğrettiğiniz (*4) yırtıcı avcı köpeklerin, sizin için tuttukları şeylerden artık yiyin ve onun üzerinde Allah’ın ismini anın ve Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.’  (*4-5)
يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ ۖ قُلْ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ ۙ وَمَا عَلَّمْتُم مِّنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللَّهُ ۖ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿٤﴾
Bugün sizin için temiz şeyler helâl kılındı; kendilerine Kitap verilen kimselerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ve sizden önce Kitap verilen kimselerden iffetli kadınlar -zina etmeksizin ve dost edinmeksizin, mehirlerini verdiğiniz zaman-(size helaldir.) Kim iman etmeyi inkâr ederse, artık onun ameli muhakkak boşa çıkmıştır (*5) ve Ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (**5) (***5)
الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ ۖ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَّكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَّهُمْ ۖ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ ۗ وَمَن يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٥﴾
Ey iman eden kimseler, namaza kalktığınızda artık yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve topuklara kadar da ayaklarınızı (yıkayın)! (*6) Şayet cünüp iseniz temizlenin, şayet hasta iseniz yahut yolcu iseniz yahut sizden biri def’i hacetten gelmişse ya da kadınlarla ilişkide bulunmuşsanız ancak su bulamamışsanız, o halde temiz yüzeye teyemmüm edin; ondan yüzlerinizi ve ellerinizi böylece meshedin. (**6) Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor velakin sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor, ta ki şükredesiniz. (***6)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ ۚ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا ۚ وَإِن كُنتُم مَّرْضَىٰ أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ ۚ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـٰكِن يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٦﴾
Allah’ın, üzerinizdeki nimetini ve o sözünü düşünün ki onunla sizi bağlamıştı; o zaman ‘İşittik ve itaat ettik’ demiştiniz. Allah’tan sakının, şüphesiz Allah, göğüslerin özünü Bilen’dir. (*7)
وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧﴾
Ey iman eden kimseler, Allah için adaletle şahitlikleri koruyanlar olun, (*8) bir kavme karşı olan kin(iniz) size suç işletmesin ancak adalet üzerinde olun, adil davranın; (**8) o, takvaya daha yakındır. Allah'tan sakının, şüphesiz Allah yapmış olduğunuz şeylerden Haberdar’dır. (***8)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ ۖ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىٰ أَلَّا تَعْدِلُوا ۚ اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٨﴾
Allah, iman edip salih amel işleyen kimselere vadetmiştir; onlara, mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. (*9) (**9)
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ۙ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿٩﴾
İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayan kimseler, işte onlar, cehennem halkıdır. (*10)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ﴿١٠﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’ın size olan nimetini düşünün ki hani bir topluluk gerçekten size ellerini uzatmıştı, ancak (Allah) sizden onların ellerini çevirdi. Allah’tan sakının ve Mü’minler, Allah’a artık tevekkül etsinler. (*11)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَن يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١١﴾
Andolsun Allah, İsrailoğullarından kesin söz almıştı; onlardan oniki başkan göndermiştik. Allah onlara demişti ki: ‘Şüphesiz Ben, sizinle beraberim; şayet gerçekten namazı kılar, zekâtı verir, (*12) rasullerime iman edip onları kuvvetlendirirseniz ve Allah’a güzel bir borçla borç verirseniz, sizin günahlarınızı örter (**12) ve sizi, altlarından nehirler akan cennetlere sokarım; o halde bundan sonra sizden kim inkâr ederse, gerçekten düz yoldan sapmıştır.’ (***12)
۞ وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا ۖ وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۚ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ ﴿١٢﴾
Ancak ahitlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik (*13) ve kalplerini katılaştırdık; kelimelerin yerlerini değiştirdiler, kendisiyle öğüt verilen şeyden pay almayı unuttular. Onlardan pek azı hariç, onların hainliklerine muttali olursun, aldırış etme; (**13) artık onlardan vazgeç ve aldırma, şüphesiz Allah, güzel davrananları sever. (***13)
فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً ۖ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ ۙ وَنَسُوا حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُوا بِهِ ۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىٰ خَائِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِّنْهُمْ ۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٣﴾
Biz Hrıstiyanız diyen kimselerden, onların sözünü almıştık, fakat kendisiyle öğüt verilen şeyden pay almayı unuttular, böylece kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmış oldukları şeyleri onlara haber verecektir. (*14)
وَمِنَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَىٰ أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُوا بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۚ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللَّهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿١٤﴾
Ey Kitap ehli, doğrusu Rasulümüz size ulaştı, Kitap’tan gizlemekte olduğunuz şeylerden çoğunu size açıklıyor ve çoğundan da vazgeçiyor. Gerçekten size Allah’tan, bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. (*15) (*15-16)
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ ۚ قَدْ جَاءَكُم مِّنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ ﴿١٥﴾
Allah onunla rızasına tâbi olan kimseleri selamet yollarına hidayet eder (*16) ve karanlıklardan aydınlığa Kendi izniyle onları çıkarır ve onları, dosdoğru yola hidayet eder. (**16)
يَهْدِي بِهِ اللَّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٦﴾
Andolsun ‘Şüphesiz Allah, o Meryem oğlu Mesih’tir’ diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: ‘O halde, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini şayet helâk etmek istese, gerçekten Allah’a karşı kim bir şeye sahiptir?’ (*17) Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunanların mülkü Allah’ındır; (**17) dilediği şeyi yaratır, Allah, her şeye Kâdir’dir. (***17)
لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ ۚ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ۗ وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۚ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٧﴾
Yahudi ve Hrıstiyanlar dediler ki: ‘Allah’ın oğulları ve sevdikleri biziz.’ De ki: ‘O halde niçin günahlarınız yüzünden size azap ediyor; bilakis siz, yarattığı kimselerden bir beşersiniz; dileyen kimseye mağfiret eder (*18) ve dileyen kimseye azap eder. (*) (**18) Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların mülkü Allah’ındır ve dönüş O’nadır.’ (***18)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَىٰ نَحْنُ أَبْنَاءُ اللَّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ ۚ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم ۖ بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ ۚ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ ۚ وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ ﴿١٨﴾
Ey Kitap Ehli, şüphesiz rasullere ara verildiği bir dönemde, size açıklayan Rasulü’müz geldi; müjdeleyen biri bize gelmedi ve uyaran da olmadı dersiniz; (*19) işte gerçekten size, müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah, her şeye Kâdir’dir. (**19)
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَىٰ فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ أَن تَقُولُوا مَا جَاءَنَا مِن بَشِيرٍ وَلَا نَذِيرٍ ۖ فَقَدْ جَاءَكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٩﴾
Bir zaman Musa kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, Allah’ın size olan nimetini düşünün, sizin içinizden nebiler var etti, sizi hükümdarlar kıldı ve âlemlerden hiçbirine vermediği şeyleri size verdi. (*20) 
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنبِيَاءَ وَجَعَلَكُم مُّلُوكًا وَآتَاكُم مَّا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿٢٠﴾
Ey kavmim, Mukaddes yere girin ki, Allah, (onu) size yazmıştır ve arkanıza dönmeyin, o durumda hüsrana uğrayanlara döndürülürsünüz.
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْأَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلَىٰ أَدْبَارِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ ﴿٢١﴾
Dediler ki: ‘Ey Musa, şüphesiz orada zorbalar toplumu var ve elbette biz, ondan onlar çıkıncaya kadar ona giremeyiz, ancak ondan çıkarlarsa artık biz elbette gireriz.’ (*22-24)
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِنَّ فِيهَا قَوْمًا جَبَّارِينَ وَإِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا حَتَّىٰ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَإِن يَخْرُجُوا مِنْهَا فَإِنَّا دَاخِلُونَ ﴿٢٢﴾
Allah’ın kendilerine nimet verdiği, korkan kimselerden iki adam dedi ki: ‘Onların üzerine kapıdan girin, işte o zaman ona girerseniz, artık gerçekten siz, galip gelenler olursunuz ve Allah’a böylece tevekkül edin, gerçekten Mü’minlerden iseniz.’
قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَتَوَكَّلُوا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٢٣﴾
Dediler ki: ‘Ey Musa, şüphesiz biz, -onlar orada kalıcı olduğu sürece-ona asla giremeyiz, bu durumda sen ve Rabb’in gidin, artık ikiniz savaşın; doğrusu biz, burada oturanlarız.’
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا أَبَدًا مَّا دَامُوا فِيهَا ۖ فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ ﴿٢٤﴾
(Musa) dedi ki: ‘Rabb’im, gerçekten ben, nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim; artık bizimle fasıklar toplumunun arasını ayır.’ (*25)
قَالَ رَبِّ إِنِّي لَا أَمْلِكُ إِلَّا نَفْسِي وَأَخِي ۖ فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ ﴿٢٥﴾
(Allah) buyurdu ki: ‘Artık gerçekten orası, kırk sene onlara haram kılındı, yeryüzünde şaşkın bir halde olacaklar; fasıklar toplumu için üzülme.’
قَالَ فَإِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ ۛ أَرْبَعِينَ سَنَةً ۛ يَتِيهُونَ فِي الْأَرْضِ ۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ ﴿٢٦﴾
Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini hakkıyla oku, bir zaman (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sundular, fakat onlardan birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) dedi ki: ‘Mutlaka seni öldüreceğim’ (kurbanı kabul edilen) dedi ki; ‘Şüphesiz sadece Allah, muttakilerden kabul eder.’ (*27)
۞ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ ۖ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ ﴿٢٧﴾
Andolsun şayet beni öldürmek için bana elini uzatırsan ben, seni öldürmek için sana elimi uzatmam, şüphesiz ben, âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım. (*28) (*28-31)
لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَا بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لِأَقْتُلَكَ ۖ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ ﴿٢٨﴾
Şüphesiz ben, isterim ki, gerçekten sen, benim günahımla senin günahın sana kalsın, böylece ateş halkından olasın; zalimlerin cezası budur.
إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ الظَّالِمِينَ ﴿٢٩﴾
Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye razı etti, böylece onu öldürdü, böylece hüsrana uğrayanlardan oldu.
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٣٠﴾
Sonra Allah, kardeşine (yaptığı bu) utanılacak davranışı nasıl gizleyeceğini göstermek için yerde delik açan bir kuzgun gönderdi. Dedi ki: ‘Yazık bana, ben aciz miyim ki kardeşime (yaptığım bu) utanılacak davranışımı gizlemede bu kuzgun kadar olamadım.’ Sonra pişman olanlardan oldu.
فَبَعَثَ اللَّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الْأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءَةَ أَخِيهِ ۚ قَالَ يَا وَيْلَتَىٰ أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَـٰذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءَةَ أَخِي ۖ فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ ﴿٣١﴾
Bu sebepten İsrailoğullarına yazdık ki, gerçekten o bir kimse, bir nefsi, başka bir nefse karşılık yahut yeryüzünde fesat olmaksızın öldürürse, artık şüphesiz bütün insanları öldürmüş gibidir ve kim, onu yaşatırsa, artık gerçekten o, bütün insanları yaşatmış gibidir. Andolsun rasullerimiz açık delillerle onlara vardılar, sonra şüphesiz onlardan çoğu, bunun ardından yeryüzünü gerçekten ifsad edenlerdir. (*32)
مِنْ أَجْلِ ذَٰلِكَ كَتَبْنَا عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا ۚ وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَٰلِكَ فِي الْأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ ﴿٣٢﴾
Şüphesiz Allah ve Rasulü’yle savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışan kimselerin cezası, gerçekten öldürülmeleri yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılama ve ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (*33)
إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلَافٍ أَوْ يُنفَوْا مِنَ الْأَرْضِ ۚ ذَٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا ۖ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٣٣﴾
Önceden tevbe eden kimseler müstesna, şüphesiz onlara güç yetireceksiniz. O halde bilin ki şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir. (*34)
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْ ۖ فَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣٤﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’tan sakının ve O’nun yolunda cihad ederek O’na ulaşmayı arzulayın, ta ki kurtuluşa eresiniz. (*35)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٣٥﴾
Şüphesiz inkâr eden kimseler, gerçekten yeryüzünde olanların hepsi ve onunla beraber onun o kadarı daha onların olsaydı, Kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) onu fidye verseler, onlardan kabul edilmez ve onlara acıklı bir azap vardır. (*36)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٣٦﴾
Ateşten çıkmak isterler, onlar ondan çıkamazlar, onlara kalıcı bir azap vardır.
يُرِيدُونَ أَن يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنْهَا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ ﴿٣٧﴾
Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının, işledikleri şeyler nedeniyle Allah’tan caydırıcı ceza olarak ellerini kesin. Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*38)
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٣٨﴾
Ancak kim, o zulmün ardından tevbe eder ve ıslah olursa, işte şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder, şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللَّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣٩﴾
Bilmez misin ki şüphesiz Allah, göklerin ve yerin mülkü Kendisinindir; dileyen kimseye azap eder ve dileyen kimseye mağfiret eder ve Allah, her şeye Kâdir’dir. 
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٤٠﴾
Ey Rasul, onlardan, küfürde yarışan kimseler seni üzmesin; onlar, ağızlarıyla ‘iman ettik’ diyen kimselerdendir ve kalpleri iman etmemiştir. Yahudi kimselerden yalana kulak verenler, sana gelmemiş başka bir kavme de kulak verirler. Onlar kelimeleri, yazıldıktan sonra tahrif ederler; derler ki, ‘Şayet size bu verilirse hemen onu alın ve şayet o verilmezse sakının!’ Allah, kimi saptırmak isterse, artık onun için Allah’tan bir şeye malik olamazsın. İşte onlar, o kimselerdir ki Allah, kalplerini gerçekten temizlemek istememiştir. Onlara, dünyada aşağılanma ve onlar için ahirette de büyük bir azap vardır.
۞ يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُوا آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ ۛ وَمِنَ الَّذِينَ هَادُوا ۛ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ ۖ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ ۖ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَـٰذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا ۚ وَمَن يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا ۚ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ ۚ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ ۖ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٤١﴾
Yalana kulak verirler, yasak olanı yerler; ancak şayet sana gelirlerse artık onlar arasında hükmet yahut onlardan yüzçevir ve şayet onlardan yüzçevirirsen, artık sana hiçbir şeyle zarar veremezler ve şayet hüküm verirsen, öyleyse aralarında adaletle hüküm ver. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever.
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ ۚ فَإِن جَاءُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ ۖ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا ۖ وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ ﴿٤٢﴾
İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat onların yanlarında, bu durumda seni hakem yapıyorlar, sonra ardından dönüyorlar; onlar, Mü’minlerden değildirler.
وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِندَهُمُ التَّوْرَاةُ فِيهَا حُكْمُ اللَّهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ ۚ وَمَا أُولَـٰئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٣﴾
Şüphesiz Biz Tevrat’ı indirdik, onda hidayet ve nur vardır. Nebiler, teslim olmuş kimselere, Yahudi kimselere onunla hüküm verirlerdi; (*44) yöneticiler ve bilginler, Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirilmeleri sebebiyle onun üzerinde şahitler idiler. (**44) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere satmayın ve kim Allah’ın indirdiği şeyler ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler! (***44)
إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ ۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِن كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ ۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا ۚ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ ﴿٤٤﴾
Onların üzerine onda, muhakkak cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara kısas yazdık; ancak kim onu bağışlarsa işte o, ona kefaret olur ve kim Allah’ın indirdiği şeyler ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridirler. (*45)
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْأَنفَ بِالْأَنفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ ۚ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ ۚ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٤٥﴾
Meryem oğlu Mesih’i, kendisinden önceki Tevrat’ta bulunanı tasdik edici olarak onların izinde gönderdik (*46) ve ona İncil’i verdik; onda, hidayet ve nur vardır. Kendisinden önceki Tevrat’ta bulunanı tasdik edici ve Muttakiler için öğüttür. (**46)
وَقَفَّيْنَا عَلَىٰ آثَارِهِم بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ ۖ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ فِيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٤٦﴾
İncil ehli olanlar, Allah’ın onda indirdiği şey ile hükmetsinler ve kim, Allah’ın indirdiği şeyler ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridirler. (*47)
وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الْإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فِيهِ ۚ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٤٧﴾
Sana Kitabı Hak ile indirdik; kendisinden önceki Kitap’ta bulunanı tasdik edici ve onu koruyucudur; (*48) o halde Allah’ın indirdiği şeyle onların aralarında hükmet ve onların hevalarına tâbi olma, Hak’tan sana gelen şeye (uy)! Sizden her biriniz için bir şeriat ve metot kıldık; şayet Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı velakin size verdiği şeylerle sizi imtihan edecektir, (**48) öyleyse hayırda öne geçin! Hepinizin dönüşü Allah’adır; artık kendisinde ihtilaf etmiş olduğunuz şeyleri size bildirecektir. (***48)
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ ۖ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ ۖ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ ۚ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـٰكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٤٨﴾
Muhakkak onlar arasında Allah’ın indirdiği şey ile hükmet, onların hevalarına tâbi olma ve onlardan sakın; sana Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni saptırmasınlar. Buna rağmen şayet dönerlerse, o halde bil ki şüphesiz Allah, günahlarının bir kısmı ile onları vurmak istiyor. Şüphesiz insanların çoğu gerçekten fasıktırlar. (*49)
وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ ۖ فَإِن تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ ﴿٤٩﴾
Şimdi cahiliye (*50) hükmünü mü arzuluyorlar; yakinen bilen bir toplum için hükmü, Allah'tan daha güzel kim verebilir! (**50)
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ ۚ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿٥٠﴾
Ey iman eden kimseler, Yahudileri ve Hrıstiyanları dostlar edinmeyin! Onlar, birbirlerinin velileridir. (*51) Sizden kim onları veli edinirse, artık şüphesiz o, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu hidayete iletmez. (**51)
۞ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَىٰ أَوْلِيَاءَ ۘ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ۚ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿٥١﴾
Şimdi görürsün ki, kalplerinde hastalık bulunan kimseler, onların arasına koşarak derler ki: ‘Bize bir felâketin isabet etmesinden gerçekten korkuyoruz.’ Artık olabilir ki Allah, bir fetih yahut Kendi katından bir emir getirir de böylece açığa çıkarlar, nefislerinde gizledikleri şeylere pişman olurlar. (*52)
فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَىٰ أَن تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ ۚ فَعَسَى اللَّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُوا عَلَىٰ مَا أَسَرُّوا فِي أَنفُسِهِمْ نَادِمِينَ ﴿٥٢﴾
Ey iman eden kimseler, bunlar mı! Şüphesiz onlar, gerçekten sizinle beraber olduklarına yeminlerinin bütün gücüyle Allah’a yemin eden kimselerdir. Onların amelleri boşa gitmiş, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır. (*53) (**53)
وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا أَهَـٰؤُلَاءِ الَّذِينَ أَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ ۙ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ ۚ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُوا خَاسِرِينَ ﴿٥٣﴾
Ey iman eden kimseler, sizden kim dininden dönerse, artık yakında Allah bir toplum getirecektir ki, (*54) onları sever, onlar da O’nu severler; Mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı izzetlidirler; Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın lütfudur, onu dileyen kimseye verir; Allah, bol verendir, Bilen’dir. (**54)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ۚ ذَٰلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٥٤﴾
Şüphesiz sizin veliniz, ancak Allah, O’nun Rasulü ve iman eden kimselerdir! (*55) O kimseler, namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirler ve onlar rükûa varırlar. (**55)
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿٥٥﴾
Kim, Allah’ı, Rasulü’nü ve iman eden kimseleri dost edinirse, işte gerçekten Allah’ın taraftarı onlardır, (onlar) galip geleceklerdir.
وَمَن يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ ﴿٥٦﴾
Ey iman eden kimseler, sizden önce kitap verilen kimselerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri ve kâfirleri dostlar edinmeyin; gerçekten Mü’minlerden iseniz Allah'tan sakının. (*57)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٥٧﴾
Namaza çağırıldığınız zaman onu, alay ve eğlence edindiler; bu, şüphesiz onların, akletmeyenler toplumu olmalarındandır. (*58)
وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَ ﴿٥٨﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, yalnızca Allah'a, bize indirilen şeye ve bizden önce indirilen şeye iman ediyoruz diye bizden intikam mı alıyorsunuz! Şüphesiz sizin çoğunuz fasıklardır.’ (*59)
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنقِمُونَ مِنَّا إِلَّا أَنْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلُ وَأَنَّ أَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ ﴿٥٩﴾
De ki: ‘Size haber vereyim mi Allah yanında durumu bundan daha kötü olanı; Allah’ın, kendisine lanet ve gazap ettiği kimse ve kendilerinden maymunlar, domuzlar ve tağuta (*60) itaat eder kıldığıdır; işte onların yeri daha kötü ve düz yoldan sapmışlardır.’ (**60)
قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَٰلِكَ مَثُوبَةً عِندَ اللَّهِ ۚ مَن لَّعَنَهُ اللَّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ ۚ أُولَـٰئِكَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضَلُّ عَن سَوَاءِ السَّبِيلِ ﴿٦٠﴾
Size geldiklerinde ‘iman ettik’ derler, doğrusu küfürle girmişler ve onlar, doğrusu onunla çıkmışlardır. Allah, onların gizlemekte oldukları şeyleri en iyi Bilen’dir. (*61)
وَإِذَا جَاءُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَقَد دَّخَلُوا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِهِ ۚ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ ﴿٦١﴾
Onlardan çoğunun günah ve düşmanlıkta yarıştıklarını görürsün ve onlar haram yerler; yapmış oldukları şey ne kötüdür!
وَتَرَىٰ كَثِيرًا مِّنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ ۚ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٦٢﴾
Fakihler ve bilginler onları, günah konuşmalarından ve haram yemelerini nehyetselerdi ya, yapmakta oldukları şey gerçekten ne kötüdür.
لَوْلَا يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الْإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ ۚ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿٦٣﴾
Yahudiler dediler ki: ‘Allah cimridir.’ Kendi elleri bağlandı ve dediklerinden dolayı lanetlendiler, bilakis O’nun iki eli açıktır, dilediği gibi düzenleyip verir. Andolsun Rabb’inden sana indirilen şey, onlardan çoğunun tuğyanını ve küfrünü artıracaktır. (*64) Onların aralarına, Kıyamet gününe kadar düşmanlık ve nefret bıraktık, her ne zaman harp için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür; yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışırlar ve Allah müfsitleri sevmez. (**64)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللَّهِ مَغْلُولَةٌ ۚ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُوا ۘ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ ۚ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا ۚ وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۚ كُلَّمَا أَوْقَدُوا نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللَّهُ ۚ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا ۚ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ ﴿٦٤﴾
Şayet gerçekten Kitap ehli, iman etmiş olsalardı ve sakınsalardı, onlardan günahlarını elbette örterdik ve nimet cennetlerine koyardık.
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ ﴿٦٥﴾
Şayet gerçekten onlar, Tevrat’ı, İncil’i ve Rab’lerinden onlara indirilen şeyleri tatbik etselerdi, üstlerinden ve ayaklarının altından (nice nimetleri) elbette yerlerdi. Onlardan bir ümmet doğru ilerlemekte ve onlardan çoğunun yapmış oldukları şeyler ne kötüdür.
وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِم مِّن رَّبِّهِمْ لَأَكَلُوا مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِم ۚ مِّنْهُمْ أُمَّةٌ مُّقْتَصِدَةٌ ۖ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ سَاءَ مَا يَعْمَلُونَ ﴿٦٦﴾
Ey Rasul, Rabb’inden sana indirilen şeyi tebliğ et ve şayet (onu) yapmazsan, O'nun Risalet’ini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni, insanlardan koruyacaktır, şüphesiz Allah, kâfirler toplumunu hidayete erdirmez. (*67)
۞ يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۖ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ ۚ وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ ﴿٦٧﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabb’inizden size indirilen şeyleri tatbik etmedikçe bir şey üzerinde değilsiniz.’ Andolsun Rabb’inden sana indirilen şey, onlardan çoğunun tuğyan ve küfrünü artıracaktır; o halde sen, kâfirler toplumu için üzülme.
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلَىٰ شَيْءٍ حَتَّىٰ تُقِيمُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ ۗ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا ۖ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٦٨﴾
Gerçekten iman eden kimseler, Yahudiler, Sabiiler ve Hrıstiyan kimseler(den) kim, Allah’a ve Ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (*69)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئُونَ وَالنَّصَارَىٰ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦٩﴾
Andolsun Biz, İsrailoğullarından sağlam söz almıştık ve onlara rasuller göndermiştik; her ne zaman bir rasul onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlardı.
لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلًا ۖ كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَىٰ أَنفُسُهُمْ فَرِيقًا كَذَّبُوا وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ ﴿٧٠﴾
Sandılar ki, bir fitne olmayacak; ancak kör ve sağır kesildiler, sonra Allah, onların tevbelerini kabul etti, daha sonra onlardan çoğu kör ve sağır kesildiler. Allah, yapmış oldukları şeyleri görmektedir. (*71)
وَحَسِبُوا أَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثِيرٌ مِّنْهُمْ ۚ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿٧١﴾
Andolsun inkâr eden kimseler dediler ki: ‘Şüphesiz Allah, o Meryem oğlu Mesih’tir.’ Mesih demişti ki: ‘Ey İsrailoğulları, benim de Rabb’im ve sizin de Rabb’iniz Allah’a kulluk edin, şüphesiz O Allah’a kim şirk koşarsa, artık gerçekten Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun barınağı ateştir; zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur!’ (*72)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ ۖ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ ۖ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ ۖ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ ﴿٧٢﴾
Andolsun inkâr eden kimseler dediler ki: ‘Şüphesiz Allah, üçün üçüncüsüdür.’ O’ndan, başka hiçbir ilâh yoktur, (O) Bir’dir. Şayet söyledikleri şeylerden vazgeçmezlerse onlardan kâfir olan kimselere acıklı bir azap dokunacaktır. (*73)
لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ ثَالِثُ ثَلَاثَةٍ ۘ وَمَا مِنْ إِلَـٰهٍ إِلَّا إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ ۚ وَإِن لَّمْ يَنتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٧٣﴾
Allah’a tevbe edip O’ndan mağfiret istemeyecekler mi! Allah, bağışlayandır, merhamet edendir. (*74)
أَفَلَا يَتُوبُونَ إِلَى اللَّهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٧٤﴾
Meryem oğlu Mesih, bir Rasul’den başka bir şey değildir; ondan önce de rasuller gelip geçmiştir ve annesi de dosdoğruydu, ikisi de yemek yerlerdi. Bak, nasıl ayetleri onlara açıklıyoruz, sonra bak nasıl iftira ediyorlar! (*75)
مَّا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ ۖ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَ ۗ انظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْآيَاتِ ثُمَّ انظُرْ أَنَّىٰ يُؤْفَكُونَ ﴿٧٥﴾
De ki: ‘Allah’tan başka size zarar ve fayda vermeye malik olmayan şeylere mi tapıyorsunuz! Allah O’dur ki, İşiten’dir, Bilen’dir.’
قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا ۚ وَاللَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٧٦﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, haksız yere dininizde haddi aşmayın ve daha önceden gerçekten dalalete düşmüş, birçoğunu da dalalete düşürmüş ve düz yoldan sapmış bir kavmin hevasına tâbi olmayın.’ (*77)
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُوا أَهْوَاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِن قَبْلُ وَأَضَلُّوا كَثِيرًا وَضَلُّوا عَن سَوَاءِ السَّبِيلِ ﴿٧٧﴾
İsrailoğullarından inkâr eden kimselere, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanet edilmiştir; bu, isyan etmeleri ve haddi aşmış olmaları sebebiyledir.
لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَىٰ لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ۚ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿٧٨﴾
O yaptıkları kötülükten birbirlerini men etmiyorlardı; yapmış oldukları şeyler ne kötüydü. (*79)
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ ۚ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿٧٩﴾
Onlardan çoğunu görürsün ki, inkâr eden kimseleri dost edinmişler, nefislerinin onlar için takdim ettiği şey gerçekten ne kötüdür, doğrusu Allah, onlara gazap etmiş ve azap içinde onlar, ebedi kalıcıdırlar. (*80)
تَرَىٰ كَثِيرًا مِّنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنفُسُهُمْ أَن سَخِطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿٨٠﴾
Şayet Allah'a, Nebi’ye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi velakin onlardan çoğu fasıklardır. (*81)
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالنَّبِيِّ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاءَ وَلَـٰكِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿٨١﴾
İman eden kimselere düşmanlıkta, insanların en şiddetlisi olarak elbette Yahudi kimseleri ve müşrik kimseleri bulursun. İman eden kimselere sevgice onların en yakınları da ‘Biz Hrıstiyanlarız’ diyen kimseleri bulursun; bu, şüphesiz onların içlerinde keşişler ve rahiplerin olması nedeniyledir ve şüphesiz onlar büyüklük taslamazlar. (*82)
۞ لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا ۖ وَلَتَجِدَنَّ أَقْرَبَهُم مَّوَدَّةً لِّلَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَىٰ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ وَرُهْبَانًا وَأَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٨٢﴾
Rasul’e indirilen şeyi duyduklarında, tanıdıkları Haktan dolayı gözlerinin ağlamaktan dolup taştığını görürsün; (*83) derler ki: ‘Rabb’imiz, iman ettik, artık bizi şahitlerle beraber yaz!’ (**83)
وَإِذَا سَمِعُوا مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَىٰ أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّ ۖ يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ ﴿٨٣﴾
‘Biz, neden Allah’a ve neden Hak’tan bize gelene iman etmeyelim ve gerçekten umuyoruz ki Rabb’imiz, salihler toplumu ile beraber bizi (cennete) koysun!’
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا جَاءَنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ أَن يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحِينَ ﴿٨٤﴾
İşte söyledikleri şeyler sebebiyle Allah, onlara mükâfat olarak altlarından nehirler akan, orada ebedi kalacakları cennetleri verdi, (*85) iyilik edenlerin mükâfatı işte budur! (**85)
فَأَثَابَهُمُ اللَّهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ الْمُحْسِنِينَ ﴿٨٥﴾
İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayan kimseler, işte onlar, cehennem halkıdır. 
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ﴿٨٦﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram etmeyin ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (*87)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ ﴿٨٧﴾
Sizi rızıklandırdığı helal, temiz şeylerden yiyin ve Allah’tan sakının ki, O’na iman eden kimselersiniz.
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ حَلَالًا طَيِّبًا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ ﴿٨٨﴾
Allah, hatayla ettiğiniz yeminlerinizden sizi sorumlu tutmaz velakin azmederek ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. O halde onun kefareti, ailenize yedirdiğiniz şeylerin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek yahut bir köleyi hürriyete kavuşturmaktır; artık kim, (bunları) bulamazsa o halde üç gün oruç tutsun. Bu, yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefaretidir; (*89) yeminlerinizi koruyun. Allah, ayetlerini size böyle açıklıyor, ta ki şükredesiniz. (**89)
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَـٰكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الْأَيْمَانَ ۖ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ ۖ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ۚ ذَٰلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ ۚ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٨٩﴾
Ey iman eden kimseler, şüphesiz içki, şans işleri, putlar ve fal okları, şeytan amelinden pisliktir, (*90) o halde ondan sakının, (**90) ta ki kurtuluşa eresiniz. (*90-91)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٩٠﴾
Şüphesiz şeytan, gerçekten şarap ve şans işleri ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve salattan (*91) alıkoymak istiyor, artık vazgeçtiniz mi? (**91)
إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَعَنِ الصَّلَاةِ ۖ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ ﴿٩١﴾
Allah’a itaat edin ve Rasul’e itaat edin ve sakının, buna rağmen yüzçevirirseniz artık bilin ki, şüphesiz Rasulü’müz üzerinde apaçık bir tebliğ vardır.
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا ۚ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَىٰ رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿٩٢﴾
İman edip salih amel işleyen kimselere, korundukları, iman edip salih amel işledikleri, sonra yine korunup iman ettikleri, daha sonra korunup iyilikte bulundukları zaman hoşlandıkları şeyler konusunda bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.
لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُوا إِذَا مَا اتَّقَوا وَّآمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوا وَّآمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوا وَّأَحْسَنُوا ۗ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿٩٣﴾
Ey iman eden kimseler, ellerinizin ve mızraklarınızın kendisini kazandığı avlardan bir şeyle Allah, sizi mutlaka deneyecektir; Allah, elbette biliyor kimin görmeden Kendisinden korktuğunu. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, o takdirde onun için acıklı bir azap vardır. (*94)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللَّهُ بِشَيْءٍ مِّنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُ أَيْدِيكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ ۚ فَمَنِ اعْتَدَىٰ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٩٤﴾
Ey iman eden kimseler, ihramlı olduğunuzda av (hayvanı) öldürmeyin ve sizden kim, kasten onu öldürürse artık cezası, öldürdüğü şeyin, (evcil) hayvandan bir benzeridir. Onun hükmünü, içinizden adalet sahibi iki kişi verir ki, Kâbe’ye ulaşmış bir kurban yahut kefareti, miskinleri yedirmek yahut buna denk oruçtur ki, yaptığı işin vebalini tatsın. Allah, geçmişte olanı affetmiştir ve kim, tekrarlarsa, artık Allah, ondan intikam alır, Allah, Aziz’dir, intikam sahibidir. (*95)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ ۚ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاءٌ مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَوْ عَدْلُ ذَٰلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ ۗ عَفَا اللَّهُ عَمَّا سَلَفَ ۚ وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللَّهُ مِنْهُ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ ﴿٩٥﴾
Sizin ve yolculuk yapanların, hoş vakit geçireceği ve ondan yiyeceği deniz avı size helal kılındı ve ihramlı olduğunuz sürece kara avı, size haram kılındı, Allah’tan sakının ki, O’na haşrolunacaksınız!
أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ ۖ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٩٦﴾
Allah, Kâbe’yi, Beyt’i Haramı, insanlar için kıyam (yeri) kıldı ve haram ayı ve gerdanlıklı kurbanı da! Bu, şüphesiz Allah’ın, göklerde olanları ve yerde olanları bildiğini bilmeniz içindir. Şüphesiz Allah, her şeyi Bilen’dir. (*97) (**97)
۞ جَعَلَ اللَّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَائِدَ ۚ ذَٰلِكَ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٩٧﴾
İyi bilin ki, şüphesiz Allah’ın cezası şiddetlidir ve şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
اعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٩٨﴾
Rasul’ün üzerinde, tebliğden başkası yoktur; andolsun Allah, açığa vurduğunuz şeyleri ve gizlediğiniz şeyleri bilir.
مَّا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ ﴿٩٩﴾
De ki: ‘Kötü olanla güzel olan, -şayet kötü olanın çokluğu hoşuna gitse de-müsavi değildir! O halde Allah’tan sakının ey akıl sahipleri, ta ki kurtuluşa eresiniz!’
قُل لَّا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ ۚ فَاتَّقُوا اللَّهَ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿١٠٠﴾
Ey iman eden kimseler, (öyle) şeylerden sormayın ki, gerçekten size açıkça gösterildiğinde hoşunuza gitmez ve şayet Kur’an indirildiği vakit onu sorarsanız, size açıkça gösterilir. Allah, onu affetti, Allah, bağışlayandır, halimdir. (*101)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِن تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ وَإِن تَسْأَلُوا عَنْهَا حِينَ يُنَزَّلُ الْقُرْآنُ تُبْدَ لَكُمْ عَفَا اللَّهُ عَنْهَا ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ ﴿١٠١﴾
Sizden önce bir toplum, onu sormuştu, sonra onu inkâr edenler oldular.
قَدْ سَأَلَهَا قَوْمٌ مِّن قَبْلِكُمْ ثُمَّ أَصْبَحُوا بِهَا كَافِرِينَ ﴿١٠٢﴾
Allah, bahire, saibe, vesile ve ham’dan hiçbirini (meşru) kılmamıştır velakin inkâr eden kimseler, Allah’a iftira ediyorlar ve onların çokları akletmiyorlar. (*103)
مَا جَعَلَ اللَّهُ مِن بَحِيرَةٍ وَلَا سَائِبَةٍ وَلَا وَصِيلَةٍ وَلَا حَامٍ ۙ وَلَـٰكِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ ۖ وَأَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٣﴾
Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin!’ dendiğinde, derler ki: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!’ Ataları bir şey bilmiyor ve hidayet bulamamış olsalar da mı! (*104)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَىٰ مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا ۚ أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ ﴿١٠٤﴾
Ey iman eden kimseler, kendi nefisleriniz üzerinde olun; hidayet üzerinde olduğunuz zaman, dalalette olan kimse size zarar veremez; hepinizin dönüşü Allah’adır, artık yapmış olduğunuz şeyleri size bildirecektir. (*105)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ ۖ لَا يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ ۚ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٠٥﴾
Ey iman eden kimseler, sizden birine ölüm geldiği zaman, vasiyet vakti içinizden adalet sahibi iki kişi yahut siz, yeryüzünde yolculuk ederken başınıza ölüm musibeti gelmişse, sizden olmayan diğer iki kişi aranızda şahitlik etsin. Şayet şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları tutarsınız: ‘Şayet akraba da olsa, yemini hiçbir değere satmayacağız ve Allah’ın şahitliğini gizlemeyeceğiz, (o durumda) şüphesiz biz, o zaman günahkârlardan oluruz’ diye böylece Allah’a yemin etsinler.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا شَهَادَةُ بَيْنِكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ حِينَ الْوَصِيَّةِ اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ إِنْ أَنتُمْ ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَأَصَابَتْكُم مُّصِيبَةُ الْمَوْتِ ۚ تَحْبِسُونَهُمَا مِن بَعْدِ الصَّلَاةِ فَيُقْسِمَانِ بِاللَّهِ إِنِ ارْتَبْتُمْ لَا نَشْتَرِي بِهِ ثَمَنًا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَىٰ ۙ وَلَا نَكْتُمُ شَهَادَةَ اللَّهِ إِنَّا إِذًا لَّمِنَ الْآثِمِينَ ﴿١٠٦﴾
Artık şayet ikisinin gerçekten bir günaha müstahak oldukları fark edilirse, o takdirde onların üzerinde daha layık müstahak kişilerden, o ikisinin yerine dururlar. Sonra Allah'a yemin ederler: ‘Elbette şahitliğimiz, onların şahitliğinden daha doğrudur ve haddi aşmadık, şüphesiz biz, o zaman elbette zalimlerden oluruz.’
فَإِنْ عُثِرَ عَلَىٰ أَنَّهُمَا اسْتَحَقَّا إِثْمًا فَآخَرَانِ يَقُومَانِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذِينَ اسْتَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْأَوْلَيَانِ فَيُقْسِمَانِ بِاللَّهِ لَشَهَادَتُنَا أَحَقُّ مِن شَهَادَتِهِمَا وَمَا اعْتَدَيْنَا إِنَّا إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ ﴿١٠٧﴾
Bu, elbette şahitliği yerine getirmelerine ve ona itibar edilmesine yahut onların yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarına daha uygundur. Allah'tan sakının ve dinleyin, Allah, fasıklar kavmine hidayet vermez. (*108)
ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَن يَأْتُوا بِالشَّهَادَةِ عَلَىٰ وَجْهِهَا أَوْ يَخَافُوا أَن تُرَدَّ أَيْمَانٌ بَعْدَ أَيْمَانِهِمْ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاسْمَعُوا ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ ﴿١٠٨﴾
Allah, rasullerini toplayacağı gün buyurur ki: ‘Size verilen cevap nedir?’ Derler ki: ‘Bizim bilgimiz yok, şüphesiz Sen, gizlilikleri bilen Sensin!’
۞ يَوْمَ يَجْمَعُ اللَّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ ۖ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَا ۖ إِنَّكَ أَنتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿١٠٩﴾
Daha sonra Allah der ki: ‘Ey Meryem oğlu İsa, senin ve annenin üzerindeki nimetimi düşün; o zaman Ruhu’l Kudüs ile seni desteklemiştim, (*110) beşikte ve yetişkin çağda insanlarla konuşuyordun ve o zaman Kitab’ı, Hikmet’i, (**110) Tevrat’ı ve İncil’i sana öğretmiştim ve çamurdan, bir kuş gibi hazırlayıp şekil veriyordun, Benim iznimle sonra ona üflüyordun, böylece Benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan âmâyı ve derisi alacalıyı, Benim iznimle iyileştiriyordun ve Benim iznimle ölüleri (canlandırıp kabirlerden) çıkarıyordun. İsrailoğullarını, -onlara getirdiğin apaçık belgelerle-senden çeviriyordum.’ Sonra onlardan inkâr eden kimseler demişti ki: ‘Doğrusu bu, ancak apaçık bir sihirdir.’ (***110) (****110)
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَىٰ وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا ۖ وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ ۖ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي ۖ وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي ۖ وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِي ۖ وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَـٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ ﴿١١٠﴾
Bir vakit Havarilere ilham etmiştim: ‘Bana ve Rasulü’me iman edin’ diye; (*111) demişlerdi ki: ‘İman ettik, şahit ol, şüphesiz biz, Müslümanlardanız.’ (**111)
وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُوا بِي وَبِرَسُولِي قَالُوا آمَنَّا وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ ﴿١١١﴾
Hani Havariler demişlerdi ki: ‘Ey Meryem oğlu İsa, Rabb’in, gerçekten gökten bize bir sofra indirmeyi kabul edebilir mi?’ Dedi ki: ‘Allah’tan sakının, gerçekten Mü’minlerden iseniz.’ (*112-114)
إِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ أَن يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِّنَ السَّمَاءِ ۖ قَالَ اتَّقُوا اللَّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١١٢﴾
Dediler ki: ‘Doğrusu istiyoruz ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun ve gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve ona, şahitlik edenlerden olalım.’
قَالُوا نُرِيدُ أَن نَّأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ أَن قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدِينَ ﴿١١٣﴾
Meryem oğlu İsa dedi ki: ‘Allah’ım, ey Rabb’imiz, gökten bir sofrayı bize indir, öncemiz ve sonramız için bize bayram ve Senden bir ayet/mucize olsun; bizi rızıklandır ve Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.’ (*114)
قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَائِدَةً مِّنَ السَّمَاءِ تَكُونُ لَنَا عِيدًا لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِّنكَ ۖ وَارْزُقْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ ﴿١١٤﴾
Allah buyurdu ki: ‘Şüphesiz Ben, size onu indirecek olanım, ancak sonra sizden kim inkâr ederse, artık şüphesiz Ben, âlemlerden hiç kimseye onunla azap etmediğim bir azapla azap edeceğim.’
قَالَ اللَّهُ إِنِّي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ ۖ فَمَن يَكْفُرْ بَعْدُ مِنكُمْ فَإِنِّي أُعَذِّبُهُ عَذَابًا لَّا أُعَذِّبُهُ أَحَدًا مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿١١٥﴾
Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa, sen mi dedin insanlara, beni ve annemi, Allah’tan başka iki ilah edinin?’ dediğinde, der ki: ‘Sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek gerçekten mümkün değildir, şayet onu demiş olsaydım, artık muhakkak Sen, onu bilirdin. Sen, benim nefsimde olanı bilirsin, ben Senin nefsinde olanı bilemem, şüphesiz Sen, gizlilikleri bilen yalnız Sensin!’ (*116)
وَإِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَـٰهَيْنِ مِن دُونِ اللَّهِ ۖ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ ۚ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ ۚ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلَا أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ ۚ إِنَّكَ أَنتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿١١٦﴾
Ben onlara, ‘Benim de Rabb’im, sizin de Rabb’iniz Allah’a kulluk edin’ diye Senin bana kendisini emrettiğin şeyden başka bir şey söylemedim. Onların içinde olduğum sürece onlar üzerine şahit oldum, (*117) ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin, (**117) onları gözetleyen Sen oldun, Sen her şeye şahitsin! (***117)
مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلَّا مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ ۚ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ ۖ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ ۚ وَأَنتَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ ﴿١١٧﴾
Şayet onlara azap edersen, (**) artık şüphesiz onlar Senin kullarındır ve şayet onları bağışlarsan, çünkü şüphesiz Sen, Aziz’sin, Hâkim’sin! (*118)
إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ ۖ وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١١٨﴾
Allah dedi ki: ‘Bu, sadıklara, doğruluklarının fayda verdiği gündür; onlar için altlarından nehirler akan cennetler vardır, orada ebedi kalacaklardır.’ Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır; bu büyük kurtuluştur!
قَالَ اللَّهُ هَـٰذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ ۚ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴿١١٩﴾
Göklerin ve yerin mülkü ve onların içinde olanlar Allah’ındır. O, her şeye Kâdir’dir.
لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا فِيهِنَّ ۚ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٢٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi