Sure Hakkında
Sâffât Süresi
الصَّاۤفَّاتِ
Sâffât Süresi
الصَّاۤفَّاتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Saffât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 182 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve saf tutmuş varlıklardan bahseden الصَّٓافَّاتُ (sâffât) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 37, iniş sırasına göre 56. sûredir.
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ
﴿٥﴾
Şüphesiz Biz, dünya semasını ziynetle, yıldızlarla süsledik. (*6)
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ
﴿٦﴾
Onlar, yüce topluluğu dinleyemezler; her yandan atılırlar.
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
﴿٨﴾
Ancak (bir söz) kapıp kaçan kimseyi, işte delici bir ateş onu takip eder. (*10)
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
﴿١٠﴾
Şimdi sor onlara, onlar mı yaratılışça daha sağlam yoksa bizim yarattığımız kimseler mi? Şüphesiz Biz, yapışkan çamurdan onları yarattık. (*11)
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ
﴿١١﴾
Ve dediler ki: ‘Şüphesiz bu, ancak apaçık bir büyüdür.’ (*15)
وَقَالُوا إِنْ هَـٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ
﴿١٥﴾
‘Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten biz diriltilecek miyiz?’ (*16)
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
﴿١٦﴾
Artık gerçekten o, bir tek haykırıştır, işte o zaman onlar bakıyorlar.
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ
﴿١٩﴾
Bu, hüküm günüdür ki siz onu yalanlıyordunuz! (*20-21)
هَـٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
﴿٢١﴾
‘Toplayın zulmeden kimseleri ve onlara eşlik edenleri ve tapmış olduklarını.’
۞ احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ
﴿٢٢﴾
‘Allah’tan başka (taptıklarını). Böylece cehennemin yoluna onları iletin.’ (*23)
مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ
﴿٢٣﴾
‘Durdurun onları, şüphesiz onlar, sorguya çekileceklerdir.’
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ
﴿٢٤﴾
Dediler ki, ‘Şüphesiz siz, sağdan bize gelirdiniz.’ (*28)
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ
﴿٢٨﴾
‘Bizim sizin üzerinizde bir hâkimiyetimiz olmadı, bilakis siz, azgınlar topluluğu idiniz.’ (*30)
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ
﴿٣٠﴾
‘Artık Rabb’imizin sözü üzerimize hak oldu, muhakkak ki biz tadacağız!’
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ
﴿٣١﴾
Şüphesiz onlar, kendilerine: ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ denildiği zaman büyüklük taslıyorlardı. (*35)
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
﴿٣٥﴾
Ve diyorlardı ki: ‘Biz mi, delirmiş bir şair için ilahlarımızı terk edeceğiz!’ (*36)
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ
﴿٣٦﴾
Bilakis (o), Hak ile gelmişti ve gönderilen rasulleri tasdik etmişti.
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ
﴿٣٧﴾
Yapmış olduğunuz şeyler dışında cezalandırılmayacaksınız! (*39)
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
﴿٣٩﴾
O nedenle gaflete düşmezler ve onlar, onunla kendilerini kaybetmezler.
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ
﴿٤٧﴾
Onlardan konuşan biri der ki: ‘Doğrusu benim bir yakınım vardı.’
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ
﴿٥١﴾
Derdi ki: ‘Gerçekten sen, tasdik eden kimselerden misin?’
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ
﴿٥٢﴾
‘Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi muhakkak boyun eğen kimseler olacağız?’
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ
﴿٥٣﴾
Böylece fark etti, nihayet onu cehennemin ortasında gördü.
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ
﴿٥٥﴾
Dedi ki: ‘Allah’a yemin olsun, gerçekten neredeyse beni muhakkak helak edecektin.’
قَالَ تَاللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ
﴿٥٦﴾
‘Şayet Rabb’imin nimeti olmasaydı, muhakkak hazır bulundurulanlardan olacaktım.’ (*57)
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
﴿٥٧﴾
‘Yalnız ilk ölümümüz ve biz, azaba uğratılmayan kimseleriz.’ (*59)
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
﴿٥٩﴾
‘O halde çalışanlar bunun aynısı için çalışsınlar.’
لِمِثْلِ هَـٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
﴿٦١﴾
Bu konaklama mı hayırlı yoksa zakkum ağacı mı! (*62-65)
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
﴿٦٢﴾
Şüphesiz onu, zalimler için bir imtihan yaptık.
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ
﴿٦٣﴾
Doğrusu o, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır.
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ
﴿٦٤﴾
Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. (*65-67)
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ
﴿٦٥﴾
Artık şüphesiz onlar, elbette ondan yiyecekler, böylece karınlarını ondan dolduracaklardır.
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
﴿٦٦﴾
Sonra elbette onlar için onun üzerine, karıştırılmış sıcak suları vardır. (*67)
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ
﴿٦٧﴾
Sonra şüphesiz onların dönüşleri, elbette cehennemdir.
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ
﴿٦٨﴾
İşte kendileri de onların izleri üzerinde koşturuyorlar.
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
﴿٧٠﴾
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da dalalette idi. (*71-72)
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ
﴿٧١﴾
İşte bak, nasıl oldu uyarılanların akıbeti. (*73)
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
﴿٧٣﴾
Andolsun Nuh bize seslenmişti, bunun üzerine ne güzel icabet etmiştik.
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
﴿٧٥﴾
Onu ve ailesini büyük üzüntüden kurtarmıştık.
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
﴿٧٦﴾
Muhakkak ki Biz, Muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. (*80)
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
﴿٨٠﴾
O zaman babasına ve kavmine dedi ki: ’Neye tapıyorsunuz?’
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ
﴿٨٥﴾
‘Yalan uydurarak Allah'tan başka ilahlar mı istiyorsunuz?’
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ
﴿٨٦﴾
Hemen onların ilahlarına oyun oynadı, sonra da dedi ki: ‘Yemiyor musunuz.’
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
﴿٩١﴾
Nihayet onunla karşılaştılar, (birbirlerine) haber verdiler,
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ
﴿٩٤﴾
Dediler ki: ‘Onun için bir bina yapın böylece onu ateşe atın.’
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ
﴿٩٧﴾
Böylece ona, bir plan yapmak istediler, fakat onları, en aşağılık kıldık! (*98)
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ
﴿٩٨﴾
Ve (İbrahim) dedi ki: ‘Şüphesiz ben, Rabb’ime gideceğim, beni hidayete iletecektir.’ (*99)
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ
﴿٩٩﴾
Artık ne zaman ki yetişkin olup onunla beraber gezmeye çıkınca (İbrahim) dedi ki: ‘Ey yavrucuğum, doğrusu ben uykuda (rüya) gördüm ki, gerçekten ben senin boğazını kesiyorum, şimdi düşün, düşüncen nedir?’ (Çocuk) dedi ki: ‘Ey babacığım, sana emredilen şeyi yap, inşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın!’ (*102) (*102-106)
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ
﴿١٠٢﴾
İşte ne zamanki ikisi teslim oldu, alnı üzerine onu yatırdı.
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ
﴿١٠٣﴾
‘Gerçekten rüyayı doğruladın, şüphesiz Biz, işte böyle Muhsinleri mükâfatlandırırız.
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
﴿١٠٥﴾
İshak’ı ona müjdeledik, salihlerden bir Nebi’ydi.
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
﴿١١٢﴾
Ona ve İshak’a bereket verdik ve ikisinin zürriyetinden Muhsinler de nefsine açıkça zulmeden de vardır.
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ
﴿١١٣﴾
İkisini ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık.
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
﴿١١٥﴾
Onlara yardım ettik, böylece onlar, galip gelenler oldular. (*116)
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ
﴿١١٦﴾
Sonradan gelenler arasında ikisini (örnek) bıraktık.
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ
﴿١١٩﴾
Şüphesiz İlyas da elbette gönderilen rasullerdendi.
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
﴿١٢٣﴾
Bal (putun)’a çağırıyorsunuz ve yaratanların en iyisini bırakıyorsunuz.
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
﴿١٢٥﴾
Allah, sizin Rabb’iniz ve evvelki atalarınızın da Rabb’idir.’
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
﴿١٢٦﴾
Ancak onu yalanladılar, bu nedenle şüphesiz onlar, hazır bulundurulacaklardır.
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
﴿١٢٧﴾
Ve doğrusu siz, onların üzerinden sabahları geçiyorsunuz.
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ
﴿١٣٧﴾
Şüphesiz Yunus da elbette gönderilen rasullerden idi.
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
﴿١٣٩﴾
Ancak şayet gerçekten o, tespih edenlerden olmasaydı. (*143)
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ
﴿١٤٣﴾
Onun (balığın) karnında kalırdı, yeniden diriltilecekleri güne kadar.
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ
﴿١٤٤﴾
Onun üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ
﴿١٤٦﴾
Ve onu yüz bin ya da daha fazlasına gönderdik.
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ
﴿١٤٧﴾
Böylece iman ettiler, bu nedenle onları, bir süreye kadar geçindirdik.
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ
﴿١٤٨﴾
Öyleyse fetva iste onlardan; Rabb’ine kızlar ve oğlanlar onlara mı! (*149) (*149-153)
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ
﴿١٤٩﴾
Yoksa biz melekleri dişi yarattık ve onlar şahit mi oldular! (*150)
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ
﴿١٥٠﴾
İyi bilin ki gerçekten onlar, iftira ettiklerinden diyorlar ki: (*151)
أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ
﴿١٥١﴾
‘Allah’ın evladı var,’ şüphesiz onlar, gerçekten yalancıdırlar! (*152)
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
﴿١٥٢﴾
O halde getirin kitabınızı gerçekten doğrulardan iseniz.
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
﴿١٥٧﴾
O’nunla cinler arasında bir ilişki kurdular ve andolsun cinler, biliyorlar ki şüphesiz onlar, elbette hazır bulundurulacaklardır.
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ
﴿١٥٨﴾
(Melekler) ‘Bizden kimse yoktur ki onun, bilinen bir makamı olmasın.’
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ
﴿١٦٤﴾
‘Şayet gerçekten yanımızda öncekilerden bir zikir (kitap) olsaydı.
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنَ الْأَوَّلِينَ
﴿١٦٨﴾
Fakat onu inkâr ettiler; o halde yakında bileceklerdir.
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
﴿١٧٠﴾
Andolsun, elçi gönderilen kullarımıza sözümüz geçmiştir.
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ
﴿١٧١﴾
Ve şüphesiz askerlerimiz onlara galip gelecektir! (*173)
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
﴿١٧٣﴾
İşte meydanlarına indiği zaman artık uyarılanların sabahı ne kötü olur! (*177)
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ
﴿١٧٧﴾
Rabb’in yücedir; İzzet sahibidir, onların vasfettikleri şeylerden uzaktır. (*180)
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
﴿١٨٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi