Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Yâsîn Süresi يٰسۤ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Yâsîn sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 83 âyettir. İsmini birinci âyette geçen یٰسٓ (Yâsîn) kelimesinden alır. Resmî sıralamada 36, iniş sırasına göre 41. sûredir.

Yasin, Hâkim Kur'an'a andolsun! (*1)
وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ ﴿٢﴾
Şüphesiz sen, elbette gönderilen rasullerdensin.
إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ ﴿٣﴾
Doğru bir yol (*4) üzerindesin. (**4)
عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٤﴾
(Kur’an) Aziz ve Rahim olanın indirmesidir.
تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ ﴿٥﴾
Atalarının uyarıldıkları şeyle (*6) bir toplumu uyarman için, işte onlar gaflet içindedirler. (**6)
لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ ﴿٦﴾
Andolsun onların çoğu üzerine o söz hak oldu; artık onlar iman etmezler.
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٧﴾
Şüphesiz Biz, onların boyunlarına bukağılar koyduk; artık o, çenelere dayanmış, bu yüzden onlar kasılmışlardır. (*8)
إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ ﴿٨﴾
Onların önlerine bir set ve arkalarına bir set koyduk, böylece onları sarıverdik; artık onlar görmezler.
وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿٩﴾
Uyarsan ya da uyarmasan onlara aynıdır; iman etmezler. (*10)
وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠﴾
Şüphesiz sen, Zikre tâbi olan kimseyi ve gıyaben Rahman'a (karşı) huşu duyanı (*11) uyarabilirsin; (**11) işte onu, mağfiretle ve değerli bir mükâfatla müjdele. (***11)
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَـٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ ﴿١١﴾
Şüphesiz Biz, Biz ölüleri diriltiriz ve öne sürdükleri şeyleri ve eserlerini yazarız; her şeyin aslını apaçık hesaplamışız. (*12)
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُّبِينٍ ﴿١٢﴾
Onlara, o şehir halkını misal olarak anlat. (*13-14) (*13-25)
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿١٣﴾
O zaman oraya rasuller varmıştı. Onlara, iki (kişi) gönderdiğimiz zaman işte onları yalanladılar; bunun üzerine üçüncüsü ile güçlendirdik, dediler ki: ‘Şüphesiz biz, size gönderilenleriz.’
إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ ﴿١٤﴾
(Şehirliler) dediler ki: ‘Siz, başka değil, bizim benzerimiz beşersiniz ve Rahman bir şey indirmemiştir, doğrusu siz ancak yalan söylüyorsunuz.’ (*15)
قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمَـٰنُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ ﴿١٥﴾
Dediler ki: ‘Rabb’imiz bilir ki şüphesiz biz, gerçekten size gönderilenleriz.
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ ﴿١٦﴾
Ve üzerimizde apaçık tebliğden başkası yoktur.’ (*17)
وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿١٧﴾
Dediler ki: ‘Doğrusu sizinle uğursuzluğa uğradık, andolsun şayet vazgeçmezseniz mutlaka sizi taşlayacağız ve bizden acıklı bir azap size dokunacaktır.’
قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٨﴾
Dediler ki: ‘Sizin uğursuzluğunuz sizinledir, size öğüt verdik diye mi; aksine siz, haddi aşan (müsrif) bir kavimsiniz.’ (*19)
قَالُوا طَائِرُكُم مَّعَكُمْ ۚ أَئِن ذُكِّرْتُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ ﴿١٩﴾
Şehrin uzak yerinden bir adam, koşarak geldi, dedi ki: ‘Ey kavmim, tâbi olun bu gönderilenlere. (*20)
وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ ﴿٢٠﴾
Sizden bir ücret istemeyen kimselere tâbi olun ve onlar, hidayete ermişlerdir.’ (*21)
اتَّبِعُوا مَن لَّا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ ﴿٢١﴾
Ben niçin kulluk etmeyeyim! (*22) O ki, beni yaratandır (**22) ve O’na döndürüleceksiniz. (*22-24)
وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٢﴾
O’ndan başka ilahlar edinir miyim, (*23) şayet Rahman, bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. (**23)
أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَـٰنُ بِضُرٍّ لَّا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنقِذُونِ ﴿٢٣﴾
Gerçekten ben, o zaman elbette apaçık bir dalalet içerisinde olurum.
إِنِّي إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٢٤﴾
Şüphesiz ben, sizin Rabb’inize iman ettim, artık beni dinleyin.
إِنِّي آمَنتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ ﴿٢٥﴾
Ona: ‘Cennete gir’ denildi, dedi ki: ‘Keşke, kavmim bilseydi.
قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾
Rabb’imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını!’
بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ ﴿٢٧﴾
Ondan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indiriciler de olmadık. (*28)
۞ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِن جُندٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ ﴿٢٨﴾
Doğrusu sadece tek bir ses oldu, işte o zaman onlar, sönüverdiler.
إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ ﴿٢٩﴾
Yazık o kullara; onlara hiçbir Rasul gelmesin ki, ancak onunla alay eden kimseler olmasınlar. (*30)
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ ۚ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٣٠﴾
Görmediler mi ki, onlardan önce nesillerden nicesini helak ettik; şüphesiz onlar, bir daha kendilerine dönmezler.
أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٣١﴾
Ve doğrusu hepsi toplandığı zaman huzurumuza getirilmişlerdir.
وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ ﴿٣٢﴾
Ölü toprak, onlar için bir ayettir, onu dirilttik, ondan daneler çıkardık, işte ondan yiyorlar. (*33)
وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ ﴿٣٣﴾
Orada hurmalardan ve üzümlerden bahçeler yarattık, orada pınarlar akıttık.
وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ ﴿٣٤﴾
Onun ürününden yesinler, onu elleriyle yapmamışlardı; hâlâ şükretmiyorlar mı! (*35)
لِيَأْكُلُوا مِن ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ ﴿٣٥﴾
Yücedir O ki, yerin bitirdiği o bütün şeylerden, kendi nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratmıştır. (*36)
سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٦﴾
Gece onlar için bir ayettir; gündüzü ondan çekip çıkarırız, işte o zaman onlar, karanlıkta kalanlar olurlar. (*37)
وَآيَةٌ لَّهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ ﴿٣٧﴾
Güneş, kendi yerleştiği yerde akıp gider; bu, Aziz, Âlim olanın takdiridir.
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ ﴿٣٨﴾
Ve ay, ona menziller takdir ettik, nihayet eski hurma dalı gibi döndü. (*39-40)
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ ﴿٣٩﴾
Güneş, aya elbette erişmek istemez, gece de gündüzün önüne geçemez, hepsi bir yörünge içinde yüzmektedirler. (*40)
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ﴿٤٠﴾
Onlar için bir ayet de şüphesiz onların zürriyetlerini dolu gemide taşımamızdır.
وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ ﴿٤١﴾
Ve onlar için binecekleri onun benzeri şeyler yarattık.
وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ ﴿٤٢﴾
Şayet dilersek onları batırırız, artık bağıramazlar ve onları kurtaramazlar. (*43)
وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ ﴿٤٣﴾
Ancak Bizden bir rahmet ve bir süreye kadar nimetlendirme vardır.
إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ ﴿٤٤﴾
O zaman onlara: ‘Önünüzdeki şeylerden ve arkanızdaki şeylerden sakının ta ki merhamet edilesiniz’ denildi.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿٤٥﴾
Onlara Rab’lerinin ayetlerinden hiçbir ayet gelmez ki ondan yüzçevirmiş olmasınlar. (*46)
وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ ﴿٤٦﴾
Onlara: ‘Allah'ın size rızık verdiği şeylerden infak edin’ dendiği zaman kâfir kimseler, iman eden kimselere der ki: ‘Allah’ın dilediğinde kendisini doyuracağı kimseye biz mi yedirelim! Doğrusu siz, ancak apaçık bir dalalet içindesiniz.’ (*47)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٤٧﴾
Ve diyorlar ki: ‘Gerçekten doğru söyleyenler iseniz bu vaat ne zaman?’ (*48)
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَـٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٤٨﴾
Onlar, bir tek sesten başkasını gözetlemiyorlar; onlar tartışırlarken, onları yakalar.
مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ ﴿٤٩﴾
Artık onlar, tavsiye yapamazlar ve ailelerine dönemezler.
فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَىٰ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ ﴿٥٠﴾
Sur’a üfürülür; işte o zaman onlar, kabirlerden Rab’lerine doğru uzanıp giderler. (*51)
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ ﴿٥١﴾
Derler ki: ‘Eyvah bize, yattığımız yerden kim bizi kaldırdı! (*52) Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir, gönderilen rasuller doğru söylemiş.’ (**52)
قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا ۜ ۗ هَـٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَـٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ ﴿٥٢﴾
Doğrusu sadece bir tek ses olur, işte o zaman onlar, topluca huzurumuza getirilmişlerdir.
إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ ﴿٥٣﴾
İşte o gün hiçbir nefse azıcık (bile) zulmedilmez ve yapmış olduklarınızdan başka cezalandırılmazsınız. (*54)
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٥٤﴾
Şüphesiz cennet halkı o gün, neşeli bir meşguliyet içerisindedirler.
إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ ﴿٥٥﴾
Onlar ve eşleri, gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır. (*56)
هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ ﴿٥٦﴾
Onlar için orada meyve ve onlara, talep ettikleri şeyler vardır.
لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ ﴿٥٧﴾
Çok merhametli Rab’den sözlü selam vardır. (*58)
سَلَامٌ قَوْلًا مِّن رَّبٍّ رَّحِيمٍ ﴿٥٨﴾
‘Bugün ayrılın ey günahkârlar!’
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ ﴿٥٩﴾
‘Size ahit vermedim mi ey Âdemoğulları, şeytana itaat etmeyin diye; şüphesiz o, size apaçık bir düşmandır.’ (*60) (*60-63)
۞ أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿٦٠﴾
‘Ve gerçekten Bana kulluk edin, bu doğru yoldur.’ (*61)
وَأَنِ اعْبُدُونِي ۚ هَـٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ ﴿٦١﴾
‘Andolsun sizden birçok topluluğu dalalete düşürmüştü, akletmiyor musunuz?’
وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا ۖ أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ ﴿٦٢﴾
‘İşte o, cehennemdir, o ki, size vadedilmişti.
هَـٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ ﴿٦٣﴾
İnkâr etmiş olduğunuzdan dolayı bugün yaslanın ona!’ (*64)
اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٦٤﴾
O gün onların ağızlarını kapatırız, elleri bize söyler, ayakları, (*65) kazanmış olduklarından dolayı şahitlik eder. (**65)
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰ أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٦٥﴾
Dileseydik gözlerini silerdik, o halde yolda koşuştururlardı, ama nereden görecekler! (*66)
وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ ﴿٦٦﴾
Şayet dilesek onları oldukları yerde mahvederdik, artık uzaklaşamazlardı ve geri dönemezlerdi.
وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ ﴿٦٧﴾
Kimi çok yaşatırsak, yaratılışta onu tersine çeviririz, hâlâ akletmiyorlar mı!
وَمَن نُّعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ ۖ أَفَلَا يَعْقِلُونَ ﴿٦٨﴾
Ona şiir öğretmedik, onu istemez de şüphesiz o, ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. (*69)
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ ﴿٦٩﴾
Diri olan kimseleri uyarmak ve kâfirler üzerine söz hak olması için. (*70)
لِّيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ ﴿٧٠﴾
Görmediler mi şüphesiz Biz, kudretimizin yaptığı şeylerden onlara hayvanlar yarattık, işte onlar, ona maliktirler! (*71-73)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُم مِّمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ ﴿٧١﴾
Onu, onlara boyun eğdirdik, işte onun bir kısmı binekleridir ve ondan yerler.
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ ﴿٧٢﴾
Onda onlar için, menfaat ve içecekler var; hâlâ şükretmezler mi! (*73)
وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ ﴿٧٣﴾
Allah'tan başka ilahlar edindiler; belki kendilerine onlar yardım ederler! (*74)
وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَّعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ ﴿٧٤﴾
Onlara yardım edemezler ve onlar, onlar için hazırlanmış askerlerdir.
لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ ﴿٧٥﴾
Artık onların sözü seni üzmesin; elbette Biz, onların gizledikleri şeyleri ve açıkladıkları şeyleri biliyoruz.
فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿٧٦﴾
Düşünmüyor mu insan, şüphesiz Bizim onu bir nutfeden (*77) yarattığımızı da şimdi o, apaçık bir hasımdır! (**77)
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ﴿٧٧﴾
O, yaratılışını unutarak bize bir misal verdi, dedi ki: ‘Kim kemiklere hayat verecek ve (o) çürümüşken!’ (*78)
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ ۖ قَالَ مَن يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ ﴿٧٨﴾
De ki: ‘O hayat verecek ki O, ilk defa yaratandır ve O, her yaratmayı Bilen’dir.’
قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ ﴿٧٩﴾
O ki, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaptı işte siz de ondan yakıyorsunuz. (*80)
الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ ﴿٨٠﴾
O ki, gökleri ve yeri yaratandır, onların benzerini yaratmaya kadir değil midir! Bilakis! O, Yaratan’dır, Alim’dir.
أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُم ۚ بَلَىٰ وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ ﴿٨١﴾
Şüphesiz bir şey istediği zaman O'nun emri ona, ‘Ol’ demektir, hemen oluverir. (*82)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَن يَقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٨٢﴾
İşte yücedir ki O, her şeyin melekûtu O'nun elindedir ve O'na döndürüleceksiniz. (*83)
فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٨٣﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi