Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Vâkıa Süresi الْوَاقِعَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Vâkıa sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 âyettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki اَلْوَاقِعَةُ (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.

Vakıa, vuku bulduğu zaman.
إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ ﴿١﴾
Onun vuku buluşunu yalanlayacak yoktur.
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ ﴿٢﴾
Alçaltıcı, yükselticidir!
خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ ﴿٣﴾
Yer sarsıldıkça sarsılır. (*4-6)
إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا ﴿٤﴾
Dağlar ufalandıkça ufalanır. (*5)
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا ﴿٥﴾
Derken serpilen toz olurlar.
فَكَانَتْ هَبَاءً مُّنبَثًّا ﴿٦﴾
Ve sizler, üç grup olursunuz. (*7) (*7-9)
وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً ﴿٧﴾
İşte uğurlu arkadaşlar, ne uğurlu arkadaşlardır. (*8)
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ ﴿٨﴾
Ve uğursuz arkadaşlar, ne uğursuz arkadaşlardır. (*9)
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ ﴿٩﴾
Ve öncüler, (o) öncülerdir.
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ ﴿١٠﴾
İşte onlar, yaklaştırılanlardır.
أُولَـٰئِكَ الْمُقَرَّبُونَ ﴿١١﴾
Nimet cennetlerindedirler.
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ ﴿١٢﴾
Bir topluluk öncekilerdendir.
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ ﴿١٣﴾
Ve birazı sonrakilerdendir.
وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ ﴿١٤﴾
Özenle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.
عَلَىٰ سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ ﴿١٥﴾
Ona yaslanmışlar, karşılıklı otururlar.
مُّتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ ﴿١٦﴾
Ebediyete erişmiş gençler olarak onlar dolaşırlar. (*17)
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ ﴿١٧﴾
Kaynağından kupalar, ibrikler ve kadehlerle.
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ ﴿١٨﴾
Ondan başları ağrımaz ve bitip tükenmez.
لَّا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ ﴿١٩﴾
Beğenip seçtiklerinden meyveler.
وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ ﴿٢٠﴾
Arzuladıklarından kuş eti.
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢١﴾
İnci gibi korunmuşlardır. (*23-34)
كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ ﴿٢٣﴾
Yapmış olduklarına bir karşılık olarak. (*24)
جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤﴾
Orada, boş söz işitmezler ve günaha girmezler. (*25)
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا ﴿٢٥﴾
Yalnızca selam, selam denilir. (*26)
إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا ﴿٢٦﴾
Ve uğurlu arkadaşlar, ne uğurlu arkadaştırlar. (*27-34)
وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ ﴿٢٧﴾
Dizilmiş sedir ağaçları içinde.
فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ ﴿٢٨﴾
İstif edilmiş muzlar.
وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ ﴿٢٩﴾
Ve yayılmış gölgeler.
وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ ﴿٣٠﴾
Ve pek çok meyveler.
وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ ﴿٣٢﴾
Kesilmeyen ve yasaklanmayan.
لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ ﴿٣٣﴾
Yükseltilmiş döşekler.
وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ ﴿٣٤﴾
Şüphesiz Biz, kadınları (yeni) bir yaratılışla yarattık. (*35-37)
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاءً ﴿٣٥﴾
Böylece kadınları bakireler kıldık.
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا ﴿٣٦﴾
Aynı yaşta, hareketli.
عُرُبًا أَتْرَابًا ﴿٣٧﴾
Ashab-ı Yemin için.
لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٣٨﴾
Bir topluluk öncekilerden.
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ ﴿٣٩﴾
Ve bir topluluk da sonrakilerdendir.
وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ ﴿٤٠﴾
Ve Ashab-ı Şimal, nedir Ashab-ı Şimal! (*41-44)
وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ ﴿٤١﴾
Kavurucu rüzgârlar ve kaynar bir su içinde.
فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ ﴿٤٢﴾
Ve lavların gölgesindedirler. (*43)
وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ ﴿٤٣﴾
Elbisesiz ve değersizdirler.
لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ ﴿٤٤﴾
Doğrusu onlar, bundan önce bolluk içerisinde idiler.
إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ ﴿٤٥﴾
Ve büyük günah işleme konusunda ısrar ediyorlardı.
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ ﴿٤٦﴾
Ve diyorlardı ki: ‘Öldüğümüz, toprak olduğumuz ve kemik olduğumuz zaman mı biz mi gerçekten diriltileceğiz.’ (*47)
وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٤٧﴾
‘Ve evvelki atalarımız da mı?’ (*48)
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ ﴿٤٨﴾
De ki: ‘Şüphesiz evvelkiler ve sonrakiler.’
قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ ﴿٤٩﴾
‘Bilinen günün belirlenmiş vaktinde mutlaka toplanacaklar.’
لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ﴿٥٠﴾
‘Sonra şüphesiz siz ey sapıklar, yalanlayıcılar!’
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ ﴿٥١﴾
Mutlaka bir Zakkum ağacından yiyecekler. (*52) (*52-55)
لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ ﴿٥٢﴾
Böylece onunla karınları dolduracaklar.
فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ ﴿٥٣﴾
Sonra onun üzerine kaynar sudan içecekler.
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ ﴿٥٤﴾
Hasretle içtikçe içecekler!
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ ﴿٥٥﴾
Bu, ceza gününde onların ziyafetidir. (*56)
هَـٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ ﴿٥٦﴾
‘Biz, sizi yarattık; öyleyse tasdik etmeyecek misiniz!’
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ ﴿٥٧﴾
‘Bakın, akıttığınız meniyi görüyor musunuz!’
أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ ﴿٥٨﴾
‘Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratanlar Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ ﴿٥٩﴾
‘Biz, ölümü aranızda takdir ettik ve Biz, önüne geçilebilecek kimseler değiliz.’
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ ﴿٦٠﴾
‘Böylece sizi benzerlerinizle değiştirelim (*61) ve bilmediğiniz biçimde sizi gençleştirelim.’ (**61)
عَلَىٰ أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦١﴾
‘Andolsun ilk yaratmayı bildiniz, bu sebeple keşke düşünseydiniz!’
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٦٢﴾
‘Bakın, görüyor musunuz ektiğiniz şeyleri.’
أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ ﴿٦٣﴾
‘Siz mi onu yetiştirdiniz yoksa yetiştirenler Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ ﴿٦٤﴾
‘Şayet dileseydik onu çer çöp yapardık, o zaman siz, neşeli halinizi değiştirirdiniz!’ (*65)
لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ ﴿٦٥﴾
‘Doğrusu biz, gerçekten ziyana uğrayanlarız.’
إِنَّا لَمُغْرَمُونَ ﴿٦٦﴾
‘Aksine biz, mahrum bırakılanlarız.’
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٦٧﴾
‘Peki görüyor musunuz suyu, ki içiyorsunuz!’ (*68-70)
أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاءَ الَّذِي تَشْرَبُونَ ﴿٦٨﴾
‘Siz mi buluttan onu indirdiniz yoksa indirenler biz miyiz.’
أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ ﴿٦٩﴾
‘Şayet dileseydik onu tuzlu yapardık, o halde şükretseydiniz ya!’
لَوْ نَشَاءُ جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٠﴾
‘Peki, görüyor musunuz ateşi ki yakıyorsunuz!’ (*71)
أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ ﴿٧١﴾
‘Siz mi onun ağacını yarattınız, yoksa yaratanlar Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِئُونَ ﴿٧٢﴾
‘Biz onu bir ibret ve ihtiyaç duyanlara bir fayda kıldık.’
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ ﴿٧٣﴾
Öyleyse büyük Rabb’ini, ismiyle (*74) tesbih et! (**74)
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ ﴿٧٤﴾
Bak iyi bilin ki, yemin ederim düşmekte olan yıldızlara. (*75)
۞ فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ ﴿٧٥﴾
Ve şüphesiz o, şayet bilirseniz elbette büyük bir yemindir. 
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ ﴿٧٦﴾
Şüphesiz o, değerli bir Kur'an'dır. (*77-80)
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ ﴿٧٧﴾
Saklı bir kitap içindedir. (*78)
فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ ﴿٧٨﴾
Temiz olanlardan başkası ona dokunamaz. (*79)
لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ ﴿٧٩﴾
Âlemlerin Rabb’inden indirilmiştir.
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٨٠﴾
‘Şimdi, bu sözü mü siz küçümsüyorsunuz!’
أَفَبِهَـٰذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ ﴿٨١﴾
‘Ve siz rızkınızı, yalanlayarak elde ediyorsunuz!’
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ ﴿٨٢﴾
‘Artık (can) boğaza vardığında.’ (*83)
فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ ﴿٨٣﴾
‘Ve siz, o zaman bakıyorsunuz.’
وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ ﴿٨٤﴾
‘Ve Biz, ona sizden daha yakınız velakin siz göremezsiniz.’ (*85)
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَـٰكِن لَّا تُبْصِرُونَ ﴿٨٥﴾
‘O halde şayet gerçekten boyun eğmeyenler iseniz.’
فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ ﴿٨٦﴾
‘Onu geri döndürün, gerçekten sadıklardan iseniz!’
تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٨٧﴾
Amma gerçekten yakın kılınanlardan olan.
فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٨٨﴾
İşte (ona) rahatlık, mutluluk ve nimet cenneti var.
فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ ﴿٨٩﴾
Ve amma gerçekten uğurlu arkadaşlardan olana.
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٩٠﴾
Böylece ‘Selam sana uğurlu arkadaşlardan olan.’
فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٩١﴾
Ve amma gerçekten dalalette olan yalanlayıcılardan olan.
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ ﴿٩٢﴾
İşte kaynar sudan bir ziyafet.
فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ ﴿٩٣﴾
Ve cehenneme atılma var! (*94)
وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ ﴿٩٤﴾
Şüphesiz bu, kesin gerçek odur.
إِنَّ هَـٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ ﴿٩٥﴾
Öyleyse büyük Rabb’ini, ismiyle tesbih et!
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ ﴿٩٦﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi