Sure Hakkında
Vâkıa Süresi
الْوَاقِعَةِ
Vâkıa Süresi
الْوَاقِعَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Vâkıa sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 âyettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki اَلْوَاقِعَةُ (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.
İşte uğurlu arkadaşlar, ne uğurlu arkadaşlardır. (*8)
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
﴿٨﴾
Ve uğursuz arkadaşlar, ne uğursuz arkadaşlardır. (*9)
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
﴿٩﴾
Ebediyete erişmiş gençler olarak onlar dolaşırlar. (*17)
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ
﴿١٧﴾
Kaynağından kupalar, ibrikler ve kadehlerle.
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ
﴿١٨﴾
Orada, boş söz işitmezler ve günaha girmezler. (*25)
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا
﴿٢٥﴾
Ve uğurlu arkadaşlar, ne uğurlu arkadaştırlar. (*27-34)
وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ
﴿٢٧﴾
Şüphesiz Biz, kadınları (yeni) bir yaratılışla yarattık. (*35-37)
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاءً
﴿٣٥﴾
Ve Ashab-ı Şimal, nedir Ashab-ı Şimal! (*41-44)
وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ
﴿٤١﴾
Doğrusu onlar, bundan önce bolluk içerisinde idiler.
إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُتْرَفِينَ
﴿٤٥﴾
Ve büyük günah işleme konusunda ısrar ediyorlardı.
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ
﴿٤٦﴾
Ve diyorlardı ki: ‘Öldüğümüz, toprak olduğumuz ve kemik olduğumuz zaman mı biz mi gerçekten diriltileceğiz.’ (*47)
وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
﴿٤٧﴾
‘Bilinen günün belirlenmiş vaktinde mutlaka toplanacaklar.’
لَمَجْمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
﴿٥٠﴾
‘Sonra şüphesiz siz ey sapıklar, yalanlayıcılar!’
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ
﴿٥١﴾
‘Biz, sizi yarattık; öyleyse tasdik etmeyecek misiniz!’
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
﴿٥٧﴾
‘Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratanlar Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
﴿٥٩﴾
‘Biz, ölümü aranızda takdir ettik ve Biz, önüne geçilebilecek kimseler değiliz.’
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
﴿٦٠﴾
عَلَىٰ أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ
﴿٦١﴾
‘Andolsun ilk yaratmayı bildiniz, bu sebeple keşke düşünseydiniz!’
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَىٰ فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ
﴿٦٢﴾
‘Siz mi onu yetiştirdiniz yoksa yetiştirenler Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ
﴿٦٤﴾
‘Şayet dileseydik onu çer çöp yapardık, o zaman siz, neşeli halinizi değiştirirdiniz!’ (*65)
لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
﴿٦٥﴾
‘Peki görüyor musunuz suyu, ki içiyorsunuz!’ (*68-70)
أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاءَ الَّذِي تَشْرَبُونَ
﴿٦٨﴾
‘Siz mi buluttan onu indirdiniz yoksa indirenler biz miyiz.’
أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ
﴿٦٩﴾
‘Şayet dileseydik onu tuzlu yapardık, o halde şükretseydiniz ya!’
لَوْ نَشَاءُ جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
﴿٧٠﴾
‘Siz mi onun ağacını yarattınız, yoksa yaratanlar Biz miyiz!’
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِئُونَ
﴿٧٢﴾
‘Biz onu bir ibret ve ihtiyaç duyanlara bir fayda kıldık.’
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ
﴿٧٣﴾
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
﴿٧٤﴾
Bak iyi bilin ki, yemin ederim düşmekte olan yıldızlara. (*75)
۞ فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ
﴿٧٥﴾
Ve şüphesiz o, şayet bilirseniz elbette büyük bir yemindir.
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ
﴿٧٦﴾
‘Ve siz rızkınızı, yalanlayarak elde ediyorsunuz!’
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
﴿٨٢﴾
‘Ve Biz, ona sizden daha yakınız velakin siz göremezsiniz.’ (*85)
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَـٰكِن لَّا تُبْصِرُونَ
﴿٨٥﴾
Ve amma gerçekten dalalette olan yalanlayıcılardan olan.
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ
﴿٩٢﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi