Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Yûnus Süresi يُونُسَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de nazil olmuştur. 109 ayettir. İsmini, 98. ayette zikri geçen Hz. Yunus (as)’dan almıştır. Sure, Kâinat ayetlerini düşünmeyen kimselerin, iman etmeyecekleri, Fir’avn’ın, zulmünün en şiddetli anında bile iman edenler, dayanışma içerisinde bulunmuşlar, birliktelik oluşturmuşlardır. Mushaf tertibine göre 10. nüzul sırasına göre 51. süredir.

Elif Lam Ra. Bunlar, Hâkim Kitab’ın ayetleridir.
الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ ﴿١﴾
Onlardan bir adama, insanları uyarsın ve iman eden kimseleri müjdelesin diye vahyetmemiz (*2) hakikaten insanlar için şaşırtıcı mı oldu! (**2) Şüphesiz onlar için Rab’leri yanında gerçekten öncelik vardır. O kâfirler, dedi ki: ‘Doğrusu bu, apaçık bir sihirbazdır.’ (***2)
أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ رَجُلٍ مِّنْهُمْ أَنْ أَنذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ ۗ قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَـٰذَا لَسَاحِرٌ مُّبِينٌ ﴿٢﴾
Şüphesiz Rabb’iniz Allah’tır; O ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, (*3) sonra arşı düzenledi, (**3) emri tertip etti. O’nun izin vermesinden sonra başka şefaat edecek yoktur. İşte Rabb’iniz Allah budur; öyleyse O’na kulluk edin, hâlâ düşünmüyor musunuz! (***3) (****3)
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ ۖ مَا مِن شَفِيعٍ إِلَّا مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٣﴾
Topluca dönüşünüz O'nadır; (*4) Allah’ın vaadi gerçektir; şüphesiz O, önce yaratır, sonra iman edip salih ameller işleyen kimseleri adâletle mükâfatlandırmak için yeniden döndürür (**4) ve inkâr eden kimselere, onlar için -inkârcı olduklarından dolayı-kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır. (***4)
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا ۖ وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا ۚ إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ ۚ وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ ﴿٤﴾
O’dur ki, güneşi ışık, Ay’ı nur yaptı ve senelerin sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller takdir etti. (*5) Allah, bunları haktan başka yaratmamıştır; bilen bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıklamaktadır. (**5)
هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ ۚ مَا خَلَقَ اللَّهُ ذَٰلِكَ إِلَّا بِالْحَقِّ ۚ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٥﴾
Şüphesiz gece ve gündüzün farklılığında (*6) ve Allah’ın, göklerde ve yerde yarattığı şeylerde sakınan bir kavim için ayetler vardır. (**6)
إِنَّ فِي اخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَّقُونَ ﴿٦﴾
Şüphesiz Bize kavuşmayı ummayan kimseler, dünya hayatına razı olur ve onunla mutmain olurlar; onlar, bizim ayetlerimizden gafil olan kimselerdir. (*7) İşte onlar, kazanmış oldukları sebebiyle ateş onların barınaklarıdır. (*8)
إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ ﴿٧﴾
Şüphesiz Bize kavuşmayı ummayan kimseler, dünya hayatına razı olur ve onunla mutmain olurlar; onlar, bizim ayetlerimizden gafil olan kimselerdir. (*7) İşte onlar, kazanmış oldukları sebebiyle ateş onların barınaklarıdır. (*8)
أُولَـٰئِكَ مَأْوَاهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨﴾
Gerçekten iman eden ve salih ameller işleyen kimseleri, Rab’leri onları, iman etmeleri nedeniyle hidayete iletir, Naim cennetlerinde altlarından onların nehirler akar. (*9)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُم بِإِيمَانِهِمْ ۖ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ ﴿٩﴾
Onların duaları orada: ‘Allah’ım sen yücesin!’ yaşantıları orada esenliktir (*10) ve dualarının sonu da: ‘Gerçekten âlemlerin (**10) Rabb’i Allah’a hamdolsun!’ (***10)
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ ۚ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٠﴾
Şayet onların hayrı (*11) acele istedikleri gibi insanlara Allah, kötülüğü çabuk verseydi, (**11) onların ecellerini bitirirdi; ancak bize kavuşmayı ummayan kimseleri bırakırız, tuğyanları içerisinde başıboş gezinip dururlar. (***11)
۞ وَلَوْ يُعَجِّلُ اللَّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُم بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ ۖ فَنَذَرُ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١١﴾
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman o, yan yatarken yahut otururken ya da ayakta iken Bize dua eder; ancak ne zaman sıkıntıyı ondan kaldırsak ona dokunan sıkıntı için Bize dua etmemiş gibi yürüyüp gider. (*12) İşte böyle haddi aşanlara yapmış oldukları şeyler süslü gösterilmiştir. (**12)
وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَائِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَىٰ ضُرٍّ مَّسَّهُ ۚ كَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢﴾
Andolsun zulmetmelerinden dolayı sizden önceki nesilleri helak ettik; (*13) apaçık belgelerle rasulleri onlara gelmişti ve iman etmediler; işte böyle günahkârlar toplumunu cezalandırırız. (*13-14)
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِن قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُوا ۙ وَجَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ ﴿١٣﴾
Sonra onların ardından yeryüzünde sizi halifeler kıldık (*14) ki, nasıl ameller işleyeceğinizi gözetleyelim. (**14)
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ مِن بَعْدِهِمْ لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾
Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayan kimseler dedi ki: ‘Bundan başka bir okuma (*15) ile gel yahut onu değiştir.’ De ki: ‘Kendi nefsimden onu değiştirip size iletmem benim için kesinlikle mümkün değildir. Doğrusu ben, ancak bana vahyedilen şeye tâbi oluyorum, şüphesiz ben, gerçekten Rabb’ime asi olursam, büyük bir günün azabından korkarım.’ (**15)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ ۙ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَـٰذَا أَوْ بَدِّلْهُ ۚ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاءِ نَفْسِي ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۖ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٥﴾
De ki: ‘Şayet Allah dileseydi (*16) onu size okumazdım ve onu size ulaştırmazdı; Gerçekten sizin içinizde daha önceden bir ömür bulundum, akletmiyor musunuz!’ (**16)
قُل لَّوْ شَاءَ اللَّهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَا أَدْرَاكُم بِهِ ۖ فَقَدْ لَبِثْتُ فِيكُمْ عُمُرًا مِّن قَبْلِهِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿١٦﴾
Artık yalan söyleyip Allah’ın üzerine iftira atan (*17) yahut O’nun ayetlerini yalanlayan kimseden daha zalim kimdir; şüphesiz o günahkârlar iflah olmazlar. (**17)
فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ ﴿١٧﴾
Allah’tan başka ibadet ettikleri şeyler, onlara zarar vermez ve onlara fayda da vermez (*18) ve diyorlar ki: ‘Bunlar, Allah katında şefaatçilerimizdir!’ (**18) De ki: ‘Göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?’ O, ortak koştuğunuz şeylerden münezzeh ve yücedir. (***18)
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَـٰؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللَّهِ ۚ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللَّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿١٨﴾
İnsanlar, bir ümmetten başka değildi, (*19) ancak ihtilafa düştüler; (**19) şayet Rabb’inden önceden bir söz olmasaydı, kendisinde ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında mutlaka hüküm verirdi. (***19)
وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلَّا أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٩﴾
Ve dediler ki: ‘Rabb’inden bir ayet (mucize) ona indirilse olmaz mıydı?’ Şimdi de ki: ‘Şüphesiz gayb Allah’ındır, öyleyse gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim.’ (*20)
وَيَقُولُونَ لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ ۖ فَقُلْ إِنَّمَا الْغَيْبُ لِلَّهِ فَانتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ ﴿٢٠﴾
Onlara bir sıkıntı dokunduktan sonra insanlara rahmet tattırdığımız zaman daha sonra onlar, ayetlerimiz konusunda düzen kurarlar. De ki: ‘Allah daha hızlı düzen kurar, şüphesiz elçilerimiz onların düzenlerini yazmaktadır.’ (*21)
وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِّن بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُمْ إِذَا لَهُم مَّكْرٌ فِي آيَاتِنَا ۚ قُلِ اللَّهُ أَسْرَعُ مَكْرًا ۚ إِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ ﴿٢١﴾
O'dur ki sizi, karada ve denizde seyahat ettirir; hatta gemide bulunduğunuz zaman ve güzel bir rüzgârla akarken onlar akıp gittiklerinde ve onunla neşelendiklerinde şiddetli bir rüzgâr ona ulaşıp her yerden dalgalar gelir ve onlar gerçekten kendilerinin kuşatıldıklarını zannederek Allah'a dua ederler, dini O’na hâlis kılarak: (*22) ‘Andolsun şayet bizi bundan kurtarırsan, elbette şükredenlerden olacağız.’ (**22)
هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا كُنتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِم بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ ۙ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنجَيْتَنَا مِنْ هَـٰذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ ﴿٢٢﴾
Ancak ne zaman onları kurtarınca hemen onlar, yeryüzünde haksızca azgınlık ederler. (*23) ‘Ey insanlar, şüphesiz azgınlığınız kendi aleyhinizedir, dünya hayatının zevkidir, sonra dönüşünüz Bizedir; böylece yapmış olduğunuz şeyleri size haber vereceğiz.’ (**23)
فَلَمَّا أَنجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۗ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَىٰ أَنفُسِكُم ۖ مَّتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٣﴾
Şüphesiz dünya hayatının misali gökten o indirdiğimiz su gibidir, (*24) yeryüzü bitkileri onunla birbirine karışır, ondan insanlar ve hayvanlar yerler, hatta yeryüzü onunla bezenip cazip hale geldiğinde (**24) onlar, gerçekten onun üzerinde muktedir olup onun sahibi olduklarını zannederler. Gece yahut gündüz emrimiz ona gelir böylece daha dün o zenginlik olmamış gibi, onu biçilmiş ekin yaparız. İşte böyle düşünen bir toplum için ayetlerimizi ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (***24)
إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْأَنْعَامُ حَتَّىٰ إِذَا أَخَذَتِ الْأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلًا أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالْأَمْسِ ۚ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢٤﴾
Allah, Selam yurduna çağırıyor (*25) ve dileyen kimseye hidayet eder, doğru yola iletir. (**25)
وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَىٰ دَارِ السَّلَامِ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٢٥﴾
İyilik eden kimselere daha iyisi ve fazlası vardır; (*26) onların yüzlerini karalık ve zillet kaplamaz, (**26) işte onlar, cennet halkıdır, onlar orada süreklidirler. (***26)
۞ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَىٰ وَزِيَادَةٌ ۖ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ ۚ أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢٦﴾
Kötülükler kazanmış kimselere, o kötülüğünün misliyle ceza verilir (*27) ve onları zillet kaplar; (**27) onları, Allah'tan koruyacak yoktur, onların yüzleri, karanlık gecenin parçalarıyla kaplanmış gibidir. İşte onlar, cehennem ehlidirler, onlar orada süreklidirler. (***27)
وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ مَّا لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ ۖ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا ۚ أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢٧﴾
O gün onların hepsini bir araya toplayacağız, sonra şirk koşan kimselere deriz ki: ‘Siz ve ortak koştuklarınız yerinize;’ artık onların aralarını açmışız, ortak koştukları der ki: ‘Siz kesinlikle bize tapmıyordunuz.’ (*28)
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ أَنتُمْ وَشُرَكَاؤُكُمْ ۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ ۖ وَقَالَ شُرَكَاؤُهُم مَّا كُنتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ ﴿٢٨﴾
Artık bizimle sizin aranızda Allah şahit olarak yeter; gerçekten sizin tapmanızdan habersiz olanlardık. (*29)
فَكَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ إِن كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلِينَ ﴿٢٩﴾
İşte orada her nefis, önceden yaptıkları şeylerin hesabını verir ve Hak Mevlaları Allah’a döndürülürler ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan kaybolmuştur.
هُنَالِكَ تَبْلُو كُلُّ نَفْسٍ مَّا أَسْلَفَتْ ۚ وَرُدُّوا إِلَى اللَّهِ مَوْلَاهُمُ الْحَقِّ ۖ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٣٠﴾
De ki: ‘Kim gökten ve yerden sizi rızıklandırıyor (*31) ya da kimdir işitme ve görmeye malik kılan ve kimdir ölüden diriyi çıkaran, diriden ölüyü çıkaran (**31) ve kim emri düzenliyor?’ Hemen diyecekler ki, ‘Allah,’ artık de ki: ‘Korunmuyor musunuz?’ (***31)
قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَمَن يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ الْأَمْرَ ۚ فَسَيَقُولُونَ اللَّهُ ۚ فَقُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٣١﴾
İşte sizin Hak Rabb’iniz Allah budur! O halde Hak’tan sonra sapıklıktan başka ne vardır! Öyleyse nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
فَذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ ۖ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ ۖ فَأَنَّىٰ تُصْرَفُونَ ﴿٣٢﴾
Böylece Rabb’inin, fasık kimseler hakkında söylediği: ‘Şüphesiz onlar iman etmezler’ sözü gerçekleşti. (*33)
كَذَٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ فَسَقُوا أَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٣﴾
De ki: ‘Ortak koştuklarınızdan ilkin Halkedecek, sonra onu tekrarlayacak kimse var mıdır?’ De ki: ‘Allah, ilkin Halk eder, sonra onu tekrarlar. Öyleyse nasıl oluyor da iftira ediyorsunuz!’ (*34)
قُلْ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ۚ قُلِ اللَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ ﴿٣٤﴾
De ki: ‘Ortak koştuklarınızdan Hakk’a hidayet eden var mı?’ (*35) De ki: ‘Allah, Hakk’a hidayet eder. Şimdi Hakk’a hidayet eden kimse mi tâbi olunmaya müstahaktır yoksa hidayete erdirilmedikçe hidayete ermeyen mi? O halde size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz!’ (**35)
قُلْ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ ۚ قُلِ اللَّهُ يَهْدِي لِلْحَقِّ ۗ أَفَمَن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ أَحَقُّ أَن يُتَّبَعَ أَمَّن لَّا يَهِدِّي إِلَّا أَن يُهْدَىٰ ۖ فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ﴿٣٥﴾
Onların çoğu, zandan başkasına tâbi olmuyorlar, (*36) şüphesiz zan, Haktan hiçbir şey kazandırmaz; şüphesiz Allah, yaptıkları şeyleri Bilen’dir. (**36)
وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلَّا ظَنًّا ۚ إِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٣٦﴾
Bu Kur'an, elbette başkası tarafından uydurulmuş değildir, velakin Allah'tandır, O ki, kendinden öncekini tasdik edici ve Kitabın ayrıntılı açıklamasıdır, (*37) onda şüphe yoktur, âlemlerin Rabb’indendir. (**37)
وَمَا كَانَ هَـٰذَا الْقُرْآنُ أَن يُفْتَرَىٰ مِن دُونِ اللَّهِ وَلَـٰكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٣٧﴾
Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar! De ki: ‘O halde onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri de çağırın, gerçekten doğru sözlüler iseniz.’ (*38)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ ۖ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِّثْلِهِ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٣٨﴾
Bilakis kendisinin ilmini kavramadıkları ve tevili kendilerine gelmeyen bir şeyi yalanladılar; aynı şekilde onlardan önceki kimseler de yalanlamıştı. Şimdi bak nasıl oldu zalimlerin akıbeti.
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُحِيطُوا بِعِلْمِهِ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْوِيلُهُ ۚ كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ ﴿٣٩﴾
Onlardan ona iman eden kimseler vardır ve onlardan ona iman etmeyen kimseler de vardır; Rabb’in, ifsat edicileri en iyi bilendir.
وَمِنْهُم مَّن يُؤْمِنُ بِهِ وَمِنْهُم مَّن لَّا يُؤْمِنُ بِهِ ۚ وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِالْمُفْسِدِينَ ﴿٤٠﴾
Ve şayet seni yalanlarlarsa o halde de ki: ‘Benim yaptığım banadır ve sizin yaptığınız sizedir; siz, benim yaptığım şeyden uzaksınız ve ben de sizin yaptığınız şeyden uzağım.’ (*41)
وَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل لِّي عَمَلِي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ ۖ أَنتُم بَرِيئُونَ مِمَّا أَعْمَلُ وَأَنَا بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٤١﴾
Onlardan seni dinleyen kimseler vardır; şimdi sen mi, sağırlara işittireceksin ve şayet akılları da yoksa! (*42)
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ ۚ أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٢﴾
Onlardan sana bakan kimseler vardır, şimdi körleri sen mi yola ileteceksin (*43) ve şayet basiretleri de yoksa! (**43)
وَمِنْهُم مَّن يَنظُرُ إِلَيْكَ ۚ أَفَأَنتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ ﴿٤٣﴾
Şüphesiz Allah, hiçbir şekilde insanlara zulmetmez velakin insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَـٰكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٤﴾
O gün onlar haşrolunduklarında, gündüzün bir saatinden başka kalmamış gibi olurlar; onlar aralarında tanışıyorlar. (*45) Muhakkak hüsrana uğrayacak kimseler, Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar ve hidayet bulmayanlardır. (**45)
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَأَن لَّمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ ۚ قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ ﴿٤٥﴾
Şayet onlara o vadettiğimizin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, artık onların dönüşü Bizedir, sonra Allah, yaptıkları şeylere şahittir.
وَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللَّهُ شَهِيدٌ عَلَىٰ مَا يَفْعَلُونَ ﴿٤٦﴾
Her ümmetin bir Rasulü vardır, (*47) artık onlara rasulleri gelince aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. (**47)
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ ۖ فَإِذَا جَاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٤٧﴾
Dediler ki: ‘Gerçekten doğru kimseler iseniz ne zamandır bu vadedilen?’ (*48)
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَـٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٤٨﴾
De ki: ‘Allah’ın dilemesi hariç, ben nefsime zarar ve fayda vermeye malik değilim; her ümmetin bir eceli vardır, ecelleri geldiğinde artık ne bir saat tehir edebilirler ve ne öne alabilirler.’ (*49)
قُل لَّا أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ ۗ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ ۚ إِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿٤٩﴾
De ki: ‘Düşünüyor musunuz şayet O’nun azabı geceleyin yahut gündüzün gelecek olursa; günahkârlar ondan hangisini acele istiyorlar.
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا أَوْ نَهَارًا مَّاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٥٠﴾
Vuku bulduktan sonra mı ona iman edeceksiniz, şimdi mi? Gerçekten siz onu acele istiyordunuz.’
أَثُمَّ إِذَا مَا وَقَعَ آمَنتُم بِهِ ۚ آلْآنَ وَقَدْ كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿٥١﴾
Sonra zulmeden kimselere denilecek ki: ‘Ebedi azabı tadın, siz kazanmış olduğunuz şeylerden başka ile mi cezalandırılıyorsunuz!’
ثُمَّ قِيلَ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا بِمَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿٥٢﴾
Senden haber soruyorlar: ‘O gerçek mi?’ De ki: ‘Evet, Rabb’ime andolsun ki şüphesiz o, elbette gerçektir ve siz (onu engellemeye) güç yetiremezsiniz.’
۞ وَيَسْتَنبِئُونَكَ أَحَقٌّ هُوَ ۖ قُلْ إِي وَرَبِّي إِنَّهُ لَحَقٌّ ۖ وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ ﴿٥٣﴾
Ve şayet gerçekten zulmetmiş her nefis, yeryüzünde ne varsa onu fidye verirdi ve azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizlerler; aralarında adaletle hüküm verilir ve onlara zulmedilmez.  (*54)
وَلَوْ أَنَّ لِكُلِّ نَفْسٍ ظَلَمَتْ مَا فِي الْأَرْضِ لَافْتَدَتْ بِهِ ۗ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ ۖ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٥٤﴾
İyi bilin ki, şüphesiz göklerde ve yerdeki her şey Allah’ındır; iyi bilin ki, Allah’ın vaadi Haktır velakin onların ekserisi bilmiyorlar. (*55)
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ أَلَا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٥٥﴾
O, hayat verir ve öldürür ve O’na döndürüleceksiniz. (*56)
هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٥٦﴾
Ey insanlar, gerçekten size Rabb’inizden bir öğüt gelmiştir; göğüslerde olana şifa (*57) ve Mü’minler için hidayet ve rahmettir. (**57) (***57)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٥٧﴾
De ki: ‘Allah’ın fazlıyla ve rahmetiyle işte bununla ferahlasınlar; o, topladıkları şeylerden daha hayırlıdır.’
قُلْ بِفَضْلِ اللَّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ ﴿٥٨﴾
De ki: ‘Allah’ın, rızıktan sizin için indirdiği şeyleri görüyor musunuz, ancak siz onun bir kısmını haram ve helal kıldınız.’ De ki: ‘Allah mı size izin verdi yahut Allah’a iftira mı ediyorsunuz?’ (*59)
قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ لَكُم مِّن رِّزْقٍ فَجَعَلْتُم مِّنْهُ حَرَامًا وَحَلَالًا قُلْ آللَّهُ أَذِنَ لَكُمْ ۖ أَمْ عَلَى اللَّهِ تَفْتَرُونَ ﴿٥٩﴾
Yalan söyleyip Allah’a iftira eden kimselerin, Kıyamet günü zanları nedir! Şüphesiz Allah, insanlara lütuf sahibidir (*60) velakin onların ekserisi şükretmezler. (**60)
وَمَا ظَنُّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٦٠﴾
Ne durumda olursanız ve Kur’an’dan, onun bir kısmından ne okusanız ve ancak yapacaklarınızı yapmazsanız, Biz, ona kendinizi verdiğiniz zaman sizi gözetleyenleriz! Ne yerde ve ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbi’nden uzak değildir; (*61) bundan daha küçük ve daha büyük (bir şey) yoktur ki ancak apaçık Kitapta olmasın. (**61)
وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِن قُرْآنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ ۚ وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِن مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَلَا أَصْغَرَ مِن ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرَ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ ﴿٦١﴾
İyi bilin ki, şüphesiz Allah’ın velileri (*62) ki onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklar. (**62) (*62-64)
أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦٢﴾
Onlar ki, iman edenler ve sakınan kimselerdir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ ﴿٦٣﴾
Onlar için dünya hayatında ve ahirette müjde vardır; Allah’ın kelimelerinde bir değişiklik olmaz, işte bu, büyük bir başarıdır. (*64)
لَهُمُ الْبُشْرَىٰ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۚ لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴿٦٤﴾
Onların sözleri seni mahzun etmesin, şüphesiz izzet tamamen Allah’ındır; O, İşiten’dir, Bilen’dir. (*65)
وَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا ۚ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦٥﴾
İyi bilin ki, şüphesiz göklerde kim varsa ve yerde kim varsa Allah’ındır; Allah'tan başkasına çağıran kimseler, ortak koştuklarına tâbi olmuyorlar, gerçekten onlar, sadece zanna tâbi oluyorlar ve doğrusu onlar ancak saçmalıyorlar.
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ ۗ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ شُرَكَاءَ ۚ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿٦٦﴾
O ki, sükûnet bulmanız için geceyi yarattı, ondan gündüzü aydınlık yaptı; (*67) şüphesiz bunda, işiten bir toplum için gerçekten ayetler vardır. (**67)
هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ ﴿٦٧﴾
Dediler ki: ‘Allah çocuk edindi;’ O, münezzehtir! (*68) O, (çocuğa) muhtaç değildir; göklerde ne varsa, yerde ne varsa O’nundur; gerçekten yanınızda buna bir deliliniz mi var! Allah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz! (**68)
قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۖ هُوَ الْغَنِيُّ ۖ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ إِنْ عِندَكُم مِّن سُلْطَانٍ بِهَـٰذَا ۚ أَتَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦٨﴾
De ki: ‘Şüphesiz yalan söyleyip Allah’a iftira edenler, iflah olmazlar.’
قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَ ﴿٦٩﴾
Dünya bir eğlencedir; sonra dönüşleri Bizedir, daha sonra inkâr etmiş olmaları nedeniyle şiddetli azabı tattırırız.
مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ ﴿٧٠﴾
Nuh’un haberini onlara oku; o zaman kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, şayet benim durumum ve Allah’ın ayetlerini anlatmam size ağır geldiyse, artık ben, Allah'a tevekkül ettim; artık siz ve ortaklarınız işiniz (için) toplanıp karar alın, sonra kararınız size dert olmasın, sonra bana uygulayın ve bana mühlet vermeyin!’ (*71)
۞ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُم مَّقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللَّهِ فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلَا تُنظِرُونِ ﴿٧١﴾
Artık şayet yüzçevirirseniz, sizden bir ücret istemedim, şüphesiz benim ücretim ancak Allah’a aittir ve muhakkak Müslümanlardan olmakla emrolundum. (*72)
فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿٧٢﴾
Böylece onu yalanladılar, bunun üzerine onu ve onunla beraber gemide bulunan kimseleri kurtardık, onları halifeler kıldık ve ayetlerimizi yalanlayan kimseleri boğduk; işte bak uyarılanların akıbeti nasıl oldu! (*73)
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَائِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ ﴿٧٣﴾
Sonra onun ardından rasulleri kavimlerine gönderdik; böylece apaçık belgelerle onlara vardılar, fakat önceden kendisini yalanladıkları şeylere iman eden olmadılar, (*74) işte böyle haddi aşanların kalplerini mühürleriz. (**74)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلًا إِلَىٰ قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِهِ مِن قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ نَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْمُعْتَدِينَ ﴿٧٤﴾
Daha sonra onların ardından Musa ve Harun’u, Fir’avn’e ve onun ileri gelenlerine ayetlerimizle gönderdik, (*75)ancak büyüklük tasladılar ve günahkârlar kavmi oldular. (**75)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَىٰ وَهَارُونَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُّجْرِمِينَ ﴿٧٥﴾
Artık ne zamanki katımızdan Hak onlara geldi, dediler ki: ‘Şüphesiz bu, hakikaten apaçık bir sihirdir.’
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا إِنَّ هَـٰذَا لَسِحْرٌ مُّبِينٌ ﴿٧٦﴾
Musa dedi ki: ‘Size geldiği zaman Hak için böyle mi diyorsunuz? Bu, sihir midir? Sihirbazlar, iflah olmazlar.’ (*77)
قَالَ مُوسَىٰ أَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَكُمْ ۖ أَسِحْرٌ هَـٰذَا وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ ﴿٧٧﴾
Dediler ki: ‘Babalarımızı o üzerinde bulduğumuz şeyden bizi döndürmek için mi geldiniz ve yeryüzünde büyüklüğün ikinize olması için; biz, ikinize iman edenler değiliz.’ (*78)
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَاءُ فِي الْأَرْضِ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنِينَ ﴿٧٨﴾
Ve Fir’avn dedi ki: ‘Bütün bilgili sihirbazları bana getirin.’ (*79-81)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونِي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ ﴿٧٩﴾
Artık ne zamanki sihirbazlar geldi, Musa onlara dedi ki: ‘Sizler, atacağınız şeyleri atın.’
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ ﴿٨٠﴾
İşte ne zamanki attılar, Musa dedi ki: ‘O getirdiğiniz şeyler sihirdir; şüphesiz Allah, onu boşa çıkaracaktır; muhakkak ki Allah, ifsat edicilerin işini isabetli kılmaz.’ (*81)
فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَىٰ مَا جِئْتُم بِهِ السِّحْرُ ۖ إِنَّ اللَّهَ سَيُبْطِلُهُ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ ﴿٨١﴾
Şayet günahkârlar hoş görmese de Allah, sözleriyle Hakkı gerçekleştirecektir.
وَيُحِقُّ اللَّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ ﴿٨٢﴾
Nihayet Fir'avn ve onların ileri gelenlerinden korkmaları üzerine kavminden genç bir kuşaktan başka Musa'ya iman eden olmadı; (*83) şüphesiz onlar etkilenmişlerdi ve doğrusu Fir'avn, yeryüzünde ululanmıştı ve şüphesiz o, müsriflerdendi. (**83)
فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِّن قَوْمِهِ عَلَىٰ خَوْفٍ مِّن فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَن يَفْتِنَهُمْ ۚ وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ ﴿٨٣﴾
Musa dedi ki: 'Ey kavmim, şayet siz Allah'a iman ediyorsanız, O'na tevekkül edin gerçekten siz Müslümanlar iseniz.’
وَقَالَ مُوسَىٰ يَا قَوْمِ إِن كُنتُمْ آمَنتُم بِاللَّهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُوا إِن كُنتُم مُّسْلِمِينَ ﴿٨٤﴾
Bunun üzerine dediler ki: 'Allah'a tevekkül ettik, Rabb’imiz bizi, zalimler kavmine deneme yapma ve rahmetinle bizi kâfirler kavminden kurtar.’
فَقَالُوا عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ ﴿٨٥﴾
Bunun üzerine dediler ki: 'Allah'a tevekkül ettik, Rabb’imiz bizi, zalimler kavmine deneme yapma ve rahmetinle bizi kâfirler kavminden kurtar.’
وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٨٦﴾
Musa ve kardeşine vahyettik: ‘Mısır'da, kavminiz için evler yapın; evlerinizi kıble edinin ve namaz kılın, Mü’minleri müjdele!’ (*87)
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ ۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٨٧﴾
Musa dedi ki: ‘Rabb’imiz, şüphesiz sen Fir’avn’e ve onun ileri gelenlerine dünya hayatında süs ve mallar verdin. Rabb’imiz, senin yolundan saptırıyorlar! Rabb’imiz, onların mallarını yok et, kalplerini bağla, artık acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler!’ (*88) (**88)
وَقَالَ مُوسَىٰ رَبَّنَا إِنَّكَ آتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَأَهُ زِينَةً وَأَمْوَالًا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا رَبَّنَا لِيُضِلُّوا عَن سَبِيلِكَ ۖ رَبَّنَا اطْمِسْ عَلَىٰ أَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ ﴿٨٨﴾
(Allah) dedi ki: 'İkinizin duası kabul edildi, böylece dosdoğru olun ve cahil kimselerin yoluna tâbi olmayın.’ (*89) (*89-90)
قَالَ قَدْ أُجِيبَت دَّعْوَتُكُمَا فَاسْتَقِيمَا وَلَا تَتَّبِعَانِّ سَبِيلَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٨٩﴾
İsrail oğullarını denizden geçirdik, ancak Fir'avn ve askerleri saldırmak isteyerek onların peşi sıra gittiler; nihâyet boğulacağını anladığı zaman dedi ki: ‘Gerçekten O’na iman ettim, (*90) İsrailoğullarının kendisine iman ettiği kimseden başka ilah yoktur (**90) ve ben de Müslümanlardanım!’ (*90-91)
۞ وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿٩٠﴾
‘Şimdi mi, doğrusu daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun! İşte bugün senin bedenini, senden sonraki kimseler için bir ibret olarak kurtaracağız’ (*92) ve şüphesiz insanlardan çoğu ayetlerimizden hakikaten gafildirler. (**92)
آلْآنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنتَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ ﴿٩١﴾
‘Şimdi mi, doğrusu daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun! İşte bugün senin bedenini, senden sonraki kimseler için bir ibret olarak kurtaracağız’ (*92) ve şüphesiz insanlardan çoğu ayetlerimizden hakikaten gafildirler. (**92)
فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً ۚ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافِلُونَ ﴿٩٢﴾
Andolsun İsrailoğullarını, doğru bir yere yerleştirdik ve temiz şeylerden rızıklandırdık, artık onlara ilim gelinceye kadar ihtilaf etmediler. Şüphesiz Rabb’in, kendisinde ihtilaf etmiş oldukları şeyde Kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.
وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مُبَوَّأَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتَّىٰ جَاءَهُمُ الْعِلْمُ ۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٩٣﴾
Şayet sen, sana indirdiğimiz şeyden kuşkuda isen, o halde senden önce Kitabı okuyan kimselere sor; andolsun sana Rabb’inden Hak geldi, o halde şüpheye düşenlerden olma! (*94) (**94)
فَإِن كُنتَ فِي شَكٍّ مِّمَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ فَاسْأَلِ الَّذِينَ يَقْرَءُونَ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكَ ۚ لَقَدْ جَاءَكَ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ ﴿٩٤﴾
Ve Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerden olma, sonra hüsrana uğrayanlardan olursun.
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٩٥﴾
Elbette Rabb’inin sözü üzerlerine hak olan kimseler iman etmezler.
إِنَّ الَّذِينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٩٦﴾
Velev ki bütün ayetler gelse, hatta acıklı azabı görseler de.
وَلَوْ جَاءَتْهُمْ كُلُّ آيَةٍ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ ﴿٩٧﴾
Ancak iman eden bir kent halkı olsaydı, böylece imanı ona fayda verseydi; Yunus’un kavmi müstesna, ne zamanki iman ettiler, onlardan, dünya hayatında küçük düşürücü azabı onlardan kaldırdık ve belli bir zamana kadar onları faydalandırdık.
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا إِلَّا قَوْمَ يُونُسَ لَمَّا آمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ ﴿٩٨﴾
Şayet Rabb’in dileseydi, yeryüzünde kim varsa, onların hepsi elbette iman ederdi; o halde sen mi insanları, Mü’min kimseler oluncaya kadar zorlayacaksın! (*99)
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَن فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا ۚ أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّىٰ يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ ﴿٩٩﴾
Allah’ın izni müstesna, hiçbir nefsin iman etmesi mümkün değildir; O, akletmeyen kimselerin üzerine pislik bırakır. (*100)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٠﴾
De ki: ‘Göklerde ve yerde ne var bakın!’ İman etmeyen bir kavme, ayetler ve uyarılar bir şey kazandırmaz. (*101)
قُلِ انظُرُوا مَاذَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَمَا تُغْنِي الْآيَاتُ وَالنُّذُرُ عَن قَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠١﴾
O halde onlardan önce geçen kimselerin günlerinin benzerinden başkasını mı gözetliyorlar; de ki: ‘Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim.’
فَهَلْ يَنتَظِرُونَ إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلِهِمْ ۚ قُلْ فَانتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ ﴿١٠٢﴾
Sonra rasullerimizi ve iman eden kimseleri işte böyle kurtarırız; Mü’minleri kurtarmak, üzerimize haktır.
ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا ۚ كَذَٰلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنجِ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٠٣﴾
De ki: ‘Ey insanlar, şayet benim dinimden şüphede iseniz, o halde Allah’ı bırakıp da taptığınız kimselere tapmam velakin Allah’a kulluk ederim, O ki, sizi vefat ettirecek ve ben, gerçekten Mü’minlerden olmakla emrolundum.’ (*104)
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي شَكٍّ مِّن دِينِي فَلَا أَعْبُدُ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَلَـٰكِنْ أَعْبُدُ اللَّهَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٠٤﴾
Ve muhakkak yüzünü Hanif dine doğrult (*105) ve müşriklerden olma. (**105)
وَأَنْ أَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٠٥﴾
Allah’ı bırakıp da sana fayda vermeyen ve zarar vermeyen şeylere çağırma; artık, şayet (öyle) yaparsan, işte gerçekten sen o zaman zalimlerdensin.
وَلَا تَدْعُ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَ ۖ فَإِن فَعَلْتَ فَإِنَّكَ إِذًا مِّنَ الظَّالِمِينَ ﴿١٠٦﴾
Ve şayet Allah sana bir zarar dokundursa, artık O’ndan başka onu kaldıracak yoktur ve şayet sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu geri çevirecek yoktur; (*107) kullarından dileyen kimseye onu ulaştırır; O, Ğafur’dur, Rahim’dir. (**107)
وَإِن يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ ۖ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِهِ ۚ يُصِيبُ بِهِ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۚ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿١٠٧﴾
De ki: ‘Ey insanlar, gerçekten Rabb’inizden size Hak gelmiştir; artık kim hidayete ererse, işte şüphesiz o, kendi nefsi için hidayete ermiştir (*108) ve kim dalalete düşerse, o, aleyhinedir ve ben, sizin vekiliniz değilim.’ (**108)
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَكُمُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَنِ اهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا ۖ وَمَا أَنَا عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ ﴿١٠٨﴾
Sana vahyedilen şeye tâbi ol ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret, (*109) O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (**109)
وَاتَّبِعْ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّىٰ يَحْكُمَ اللَّهُ ۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ ﴿١٠٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi