Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Âli İmrân Süresi اٰلِ عِمْرٰنَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Medine’de, nazil olmuştur, 200 ayettir. İsmini, 33. ayette geçen Al-i İmran’dan (İmran Ailesi’nden) almıştır, Mushaf tertibine göre 3. nüzul sırasına göre 89. suredir.

Allah, O’ndan başka ilah yoktur, Hayy’dır, Kayyum’dur. (*2)
اللَّهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ﴿٢﴾
Kitab’ı Hak ile sana indirdi, kendisinden önce olanları tasdik edicidir ve Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti. (*3) (**3) (***3)
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ ﴿٣﴾
Önceden insanlar için hidayet olan Furkan’ı indirmişti; şüphesiz Allah’ın ayetlerini inkâr eden kimselere, onlar için şiddetli bir azap vardır ve Allah, Aziz’dir, intikam sahibidir. (*4)
مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ ۗ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ ﴿٤﴾
Şüphesiz Allah (O’dur ki), yerde bulunan ve gökte bulunan hiçbir şey O’na gizli kalmaz. (*5)
إِنَّ اللَّهَ لَا يَخْفَىٰ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ ﴿٥﴾
O ki, rahimlerde dilediği gibi sizi şekillendirdi, O’ndan başka ilah yoktur, O, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*6)
هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ ۚ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٦﴾
O ki, Kitab’ı sana indirdi; onun bazı ayetleri muhkemdir, onlar, Kitabın anasıdır ve diğerleri müteşabihdir. Ancak kalplerinde sapma bulunan kimseler, (*7) fitne amacıyla ve onu tevil etmek isteyerek (**7) onun Müteşabih olanlarına tâbi olurlar; onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde ileri gidenler derler ki: ‘Ona iman ettik, hepsi Rabb’imiz katındandır,’ akıl sahiplerinden başkası düşünmez. (***7)
هُوَ الَّذِي أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ ۖ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ ۗ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ ۗ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا ۗ وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿٧﴾
Rabb’imiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma ve bize tarafından rahmet ihsan et, şüphesiz ihsan eden Sensin Sen!
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً ۚ إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ ﴿٨﴾
Rabb’imiz, şüphesiz Sen, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın; (*9) şüphesiz Allah vaadinden dönmez. (**9)
رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَّا رَيْبَ فِيهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ ﴿٩﴾
Şüphesiz inkâr eden kimselerin malları ve evlatları, Allah'tan hiçbir şeyde onlara fayda sağlamaz ve işte onlar ateşin yakıtıdırlar. (*10)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ ﴿١٠﴾
Tıpkı Fir’avn ailesi ve onlardan önceki kimselerin yaptığı gibi; ayetlerimizi yalanladılar, (*11) böylece Allah, onları günahları ile yakaladı ve Allah’ın cezalandırması şiddetlidir. (**11)
كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ ۗ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿١١﴾
İnkâr eden kimselere de ki: ‘Yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü bir istirahat yeridir!’
قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَىٰ جَهَنَّمَ ۚ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٢﴾
Elbette karşılaşan iki toplulukta sizin için bir ayet/ibret vardır; bir topluluk, Allah yolunda savaşıyordu ve diğeri kâfirdi, gözlerin görmesiyle onlar iki misli görüyorlardı ve Allah, (yardım) dileyen kimseyi, onu yardımı ile destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için bir ibret vardır.  (*13) (**13)
قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا ۖ فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأُخْرَىٰ كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُم مِّثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ ۚ وَاللَّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَن يَشَاءُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِّأُولِي الْأَبْصَارِ ﴿١٣﴾
İnsanların arzulara tutkunluğu, kadınlara, evlatlara, altından ve gümüşten biriktirilmiş servetlerle çok zenginlik, değerli kılınmış atlar, hayvanlar ve ekinler cazip kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır, Allah ise, dönülecek yerin güzeli O’nun yanındadır. (*14) (**14)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ۗ ذَٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَاللَّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ ﴿١٤﴾
De ki: ‘Size bundan daha hayırlısını size söyleyeyim mi, sakınanlar için Rab’leri indinde altlarından ırmaklar akan, orada iki kat temiz kılınmış ebedi kalacakları cennetler (*15) ve Allah’tan bir rıza vardır.’ Allah, kulları görendir. (**15)
۞ قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَٰلِكُمْ ۚ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ ﴿١٥﴾
‘Rabb’imiz, şüphesiz biz iman ettik, artık günahlarımızı bize bağışla ve ateş azabından bizi koru’ (*16) diyen kimselerdir.
الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٦﴾
(Onlar), sabredenler, (*17) doğru olanlar, itaat edenler, infak edenler ve seherlerde istiğfar edenlerdir. (**17)
الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْأَسْحَارِ ﴿١٧﴾
Allah, şüphesiz O, Kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti, melekler ve adaleti ikame eden ilim sahipleri de. O’ndan başka ilah yoktur, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*18)
شَهِدَ اللَّهُ أَنَّهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ وَالْمَلَائِكَةُ وَأُولُو الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ ۚ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١٨﴾
Gerçek din, Allah indinde İslâm’dır; (*19) Kitap verilmiş kimselerin ihtilafları, ancak ilim onlara geldikten sonra onların arasındaki azgınlıklarındandır. Kim, Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, artık muhakkak Allah, hesabı çabuk görendir. (**19)
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ ۗ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۗ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿١٩﴾
Buna rağmen şayet seninle tartışırlarsa de ki: ‘Allah’a yöneldim, teslim oldum, bana tâbi olanlar da!’ Kitap verilen kimselere ve ümmilere de ki: ‘Siz de teslim oldunuz mu?’ Şimdi şayet teslim olurlarsa, artık gerçekten hidayete ermişlerdir ve şayet dönerlerse, artık şüphesiz sana düşen sadece tebliğdir ve Allah, kullarını görmektedir. (*20) (**20)
فَإِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلَّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ ۗ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ ۚ فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوا ۖ وَّإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠﴾
Şüphesiz Allah’ın ayetlerini inkâr eden kimseler, haksız yere nebileri öldürenler ve insanlardan adaleti emreden kimseleri öldürenler, işte onları, acıklı bir azap ile müjdele. (*21) (**21)
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٢١﴾
İşte onlar, Dünyada ve Ahirette kendilerinin amelleri boşa giden kimselerdir ve onların, hiçbir yardımcıları yoktur. (*22)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٢﴾
Görmedin mi Kitaptan nasip verilen kimseleri, onlar arasında hükmedilmesi için Allah’ın Kitabı’na çağırılıyorlar, sonra onlardan bir grup sırt dönüyorlar. Onlar, yüzçevirenlerdir. (*23) (*23-24)
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَىٰ كِتَابِ اللَّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّىٰ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ ﴿٢٣﴾
Bu, şüphesiz onların: ‘Sayılı birkaç gün dışında ateş bize dokunmayacaktır’ demeleridir; uydurmuş oldukları şeyler onları dinlerinde aldatmıştır.
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلَّا أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ ۖ وَغَرَّهُمْ فِي دِينِهِم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤﴾
O halde kendisinde şüphe olmayan günde onları topladığımız zaman durumları nasıl olacak! Her nefsin kazandığı şey, eksiksiz verilecek ve onlara zulmedilmeyecek. (*25)
فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَّا رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٥﴾
De ki: ‘Mülkün sahibi Allah’ım, Sen, dilediğin kimseye mülk verirsin, dilediğin kimseden de mülkü alırsın; dilediğin kimseye izzet verirsin, (*26) dilediğin kimseyi zillete düşürürsün; hayır senin elindedir, şüphesiz Sen her şeye Kâdirsin.’ (**26)
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاءُ وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَن تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَن تَشَاءُ ۖ بِيَدِكَ الْخَيْرُ ۖ إِنَّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٦﴾
Geceyi gündüzün içine koyarsın, gündüzü gecenin içine koyarsın; (*27) ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın, (**27) dilediğin kimseyi hesapsız rızıklandırırsın! (***27)
تُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ ۖ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ ۖ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢٧﴾
Mü'minler, Mü’minlerin dışında kâfirleri dostlar edinmesin ve kim bunu yaparsa, artık Allah’tan hiçbir konuda (ona yardım) yoktur; gerçekten onlardan sakınıp korunmanız müstesna, Allah, kendisinden sizi uyarıyor, dönüş Allah'adır. (*28)
لَّا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۖ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَن تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً ۗ وَيُحَذِّرُكُمُ اللَّهُ نَفْسَهُ ۗ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ ﴿٢٨﴾
De ki: ‘Şüphesiz göğüslerinizde olan şeyi gizleseniz yahut onu açıklasanız da Allah onu bilir ve göklerde olanı ve yerde olanı bilir; Allah, her şeye Kâdir’dir. (*29)
قُلْ إِن تُخْفُوا مَا فِي صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللَّهُ ۗ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٩﴾
O gün her nefis, hayırdan yaptığı şeyleri ve kötülükten yaptığı şeyleri hazır bulacaktır; arzu eder ki keşke gerçekten kendisiyle o (kötülük) arasında uzak bir mesafe olsun. Allah, sizi kendisinden sizi sakındırıyor, Allah, kullarına şefkatlidir. (*30)
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا ۗ وَيُحَذِّرُكُمُ اللَّهُ نَفْسَهُ ۗ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ ﴿٣٠﴾
De ki: ‘Gerçekten siz Allah’ı seviyorsanız, o halde bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın; Allah, bağışlayan, merhamet edendir.’
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣١﴾
De ki: ‘Allah'a ve Rasul’e itaat edin!’ (*32) Şimdi gerçekten dönerlerse, artık şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. (**32)
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ ۖ فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ ﴿٣٢﴾
Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti. (*33)
۞ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَىٰ آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٣٣﴾
(Onların) bir kısmı, bir kısmının zürriyetidir ve Allah, İşiten’dir, Bilen’dir.
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٣٤﴾
Bir zaman İmran’ın hanımı demişti ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben, karnımda olanı hür olarak adadım, böylece benden kabul buyur; şüphesiz sen İşiten, Bilen Sensin.’ (*35)
إِذْ قَالَتِ امْرَأَتُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي ۖ إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٣٥﴾
Nihayet ne zamanki onu doğurdu dedi ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben onu kız doğurdum, -Allah onun ne doğurduğunu biliyordu-erkek kız gibi değildir ve doğrusu ben, ona Meryem adını verdim ve gerçekten ben onu ve zürriyetini, kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.’ (*36)
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَىٰ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنثَىٰ ۖ وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ﴿٣٦﴾
Bunun üzerine Rabb’i onu güzel bir kabulle kabul etti; (*37) güzel bir bitki gibi onu yetiştirdi ve Zekeriya’yı ona kefil kıldı. Her ne zaman Zekeriya, mihraba onun yanına varsa, yanında bir rızık bulurdu. ‘Ey Meryem, bu sana nereden?’ deyince ‘O, Allah katından; şüphesiz Allah, dileyen kimseye hesapsız rızık verir’ derdi. (**37)
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا ۖ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقًا ۖ قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّىٰ لَكِ هَـٰذَا ۖ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللَّهِ ۖ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٧﴾
Orada Zekeriya Rabb’ine dua etti, dedi ki: ‘Rabb’im, bana katından temiz bir zürriyet bahşet, şüphesiz Sen, duayı İşitensin.’ (*38-41)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ ۖ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً ۖ إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ ﴿٣٨﴾
Bunun üzerine melekler ona seslendi ve o, mabette namaza kalkmıştı: (*39) ‘Gerçekten Allah Yahya'yı sana müjdeliyor; Allah'tan bir kelimeyi tasdik eden, efendi, iffetli ve salihlerden bir nebidir.’
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَىٰ مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللَّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ ﴿٣٩﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, benim oğlum nasıl olur ve gerçekten bana ihtiyarlık ulaşmış, karım da kısırdır!’ (Rabb’i) dedi ki: ‘Öyledir! Allah, dilediği şeyi yapar.’
قَالَ رَبِّ أَنَّىٰ يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ ۖ قَالَ كَذَٰلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ ﴿٤٠﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, bana bir alamet ver!’ (Rabb’i) dedi ki: ‘Senin alâmetin üç gün insanlarla işaretten başka konuşamamandır; Rabb’ini çok zikret, gece sabah erken tesbih et.’ (*41)
قَالَ رَبِّ اجْعَل لِّي آيَةً ۖ قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ إِلَّا رَمْزًا ۗ وَاذْكُر رَّبَّكَ كَثِيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ ﴿٤١﴾
Bir zaman melekler, demişti ki: ‘Ey Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, temizledi ve âlemlerin kadınları üzerine seni seçkin kıldı!
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَىٰ نِسَاءِ الْعَالَمِينَ ﴿٤٢﴾
Ey Meryem, Rabb’ine boyun eğ ve secde edip (*43) rükû edenlerle beraber rükû et.’ (**43)
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ﴿٤٣﴾
Bu, gayb haberlerindendir, onu sana vahyediyoruz; Meryem’e onların hangisi kefil olacak diye kalemlerini attıkları zaman sen, onların yanında değildin, tartıştıkları zaman da sen yanlarında değildin. (*44)
ذَٰلِكَ مِنْ أَنبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ ۚ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُونَ أَقْلَامَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ ﴿٤٤﴾
Bir zaman melekler demişti ki: ‘Ey Meryem, doğrusu Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor; onun ismi, Meryem oğlu İsa Mesih’tir; dünya ve ahirette şerefli ve yakın kılınanlardandır.
إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٤٥﴾
Beşikte ve yetişkin iken insanlara konuşacak ve salihlerdendir.’
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٤٦﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, benim çocuğum nasıl olur ve bana bir beşer dokunmamışken!’ Dedi ki: ‘Öyledir; Allah, dilediği şeyi yaratır, bir işi takdir ettiği zaman artık şüphesiz sadece ona ‘Ol’ der, hemen oluverir.’ (*47)
قَالَتْ رَبِّ أَنَّىٰ يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ ۖ قَالَ كَذَٰلِكِ اللَّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ إِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٤٧﴾
Kitab’ı, Hikmeti, Tevrat’ı ve İncil'i ona öğretecek. (*48)
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ ﴿٤٨﴾
İsrailoğullarına bir Rasul olarak! (Diyecek ki) ‘Gerçekten ben, Rabb’inizden size bir ayetle geldim; şüphesiz ben, çamurdan size kuş şekli gibi şekillendirir, sonra ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştirir ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim; yediğiniz şeyleri ve evlerinizde sakladığınızı size haber veririm. Şüphesiz bunda sizin için bir ayet vardır, şayet Mü’minler iseniz.’ (*49)
وَرَسُولًا إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ ۖ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ ۖ وَأُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَىٰ بِإِذْنِ اللَّهِ ۖ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٤٩﴾
Benden önce geleni açıklayıcı, tasdik edici olarak Tevrat’tan, size haram kılınan bazı şeyleri, size helal kılmak için ve Rabb’inizden ayetle geldim, artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.
وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُم بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ ۚ وَجِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٥٠﴾
Şüphesiz Allah, benim Rabb’im ve sizin de Rabb’inizdir, o halde O’na kulluk edin; bu, dosdoğru yoldur. (*51) (**51) (***51)
إِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ ۗ هَـٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ ﴿٥١﴾
Artık ne zamanki İsa, onlardan küfrü hissedince dedi ki: ‘Allah’a (yönelen) benim yardımcılarım kimdir?’ Havariler dedi ki: ‘Biz, Allah’ın yardımcılarıyız, Allah’a iman ettik ve şahit ol ki şüphesiz biz, Müslümanlarız. (*52-53)
۞ فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَىٰ مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ ۖ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ آمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٥٢﴾
Rabb’imiz, indirdiğin şeye iman ettik ve Rasul’e tâbi olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz.’
رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ ﴿٥٣﴾
Plan yaptılar, Allah da plan yaptı; Allah, plan yapanların en güçlüsüdür. (*54)
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللَّهُ ۖ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ ﴿٥٤﴾
O zaman Allah dedi ki: ‘Ey İsa, gerçekten Ben seni vefat ettireceğim ve kendime yükselteceğim ve inkâr edenlerden seni temizleyeceğim, (*55) sana tâbi olan kimseleri, -Kıyamet gününe kadar -inkâr eden kimselerin üstünde bulunduracak, sonra dönüşünüz Bana olacaktır. Artık kendisinde ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyde aranızda hükmedeceğim. (**55)
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَىٰ إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۖ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٥٥﴾
Bununla beraber inkâr eden kimselere, artık Dünya ve Ahirette şiddetli bir azapla onlara azap edeceğim ve onların hiçbir yardımcıları yoktur. (*56)
فَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٥٦﴾
Amma iman edip salih amel işleyen kimselere, artık onların mükâfatları kendilerine eksiksiz verilecektir; Allah zalimleri sevmez. (*57)
وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿٥٧﴾
Bu, ayetlerden sana o okuduğumuz, Hâkim Zikir’dendir.
ذَٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ ﴿٥٨﴾
Şüphesiz İsa’nın misali, Allah’ın indinde Âdem’in misali gibidir; topraktan onu yarattı, sonra ona dedi ki: ‘Ol’ hemen oluverdi.
إِنَّ مَثَلَ عِيسَىٰ عِندَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ ۖ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٥٩﴾
Hak, Rabb’indendir, (*60) öyleyse şüphe edenlerden olma. (**60)
الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلَا تَكُن مِّنَ الْمُمْتَرِينَ ﴿٦٠﴾
Artık kim, ilimden sana gelen şeylerden sonra onun hakkında seninle tartışırsa, o halde de ki: ‘Gelin, çağıralım evlatlarımızı ve evlatlarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimiz ve kendinizi, sonra lanetleşelim, böylece Allah’ın lanetini, yalancıların üzerine kılalım.’ (*61)
فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنفُسَنَا وَأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَتَ اللَّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ ﴿٦١﴾
Şüphesiz bu, o gerçek anlatılan Haktır, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur ve şüphesiz Allah, O’dur ki, Aziz’dir, Hâkim’dir.
إِنَّ هَـٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ ۚ وَمَا مِنْ إِلَـٰهٍ إِلَّا اللَّهُ ۚ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٦٢﴾
Şimdi şayet dönerlerse, artık şüphesiz Allah, ifsad edenleri Bilen’dir.
فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِالْمُفْسِدِينَ ﴿٦٣﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit bir kelimeye gelin; yalnız Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, (*64) O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; bir kısmımız bir kısmımızı Allah’tan başka rabler edinmesin.’ (**64) Buna rağmen şayet yüzçevirirlerse, artık deyin ki: ‘Şahit olun, gerçekten biz Müslümanlarız!’ (***64)
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَىٰ كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللَّهِ ۚ فَإِن تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٦٤﴾
Ey Kitap ehli, niçin İbrahim hakkında tartışıyorsunuz! Tevrat ve İncil ancak ondan sonra indirildi, akletmiyor musunuz!
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَاجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّوْرَاةُ وَالْإِنجِيلُ إِلَّا مِن بَعْدِهِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٦٥﴾
İşte siz öylesiniz; sizin kendisinde bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; fakat kendisinde sizin bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz! Allah bilir, siz bilmezsiniz. (*66)
هَا أَنتُمْ هَـٰؤُلَاءِ حَاجَجْتُمْ فِيمَا لَكُم بِهِ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَاجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾
İbrahim Yahudi değildi ve Hrıstiyan da değildi velakin o, Hanif bir Müslüman idi ve müşriklerden de değildi. (*67)
مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلَـٰكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿٦٧﴾
Şüphesiz İbrahim'e insanların en yakını, elbette ona tâbi olan kimseler, bu Nebi ve iman eden kimselerdir; Allah da Mü’minlerin velisidir.
إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَـٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُوا ۗ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٦٨﴾
Kitap ehlinden bir grubun arzusu, keşke sapmış olsaydınız; onlar, nefislerinden başkasını saptırmıyorlar, idrak etmiyorlar. (*69)
وَدَّت طَّائِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٦٩﴾
Ey Kitap ehli, Allah’ın ayetlerini niçin inkâr ediyorsunuz; siz, şahit olanlarsınız!
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿٧٠﴾
Ey Kitap ehli, niçin Hakk’ı bâtılla karıştırıyorsunuz ve siz bildiğiniz Hakk’ı gizliyorsunuz! (*71)
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٧١﴾
Kitap ehlinden bir grup dedi ki: ‘İman eden kimselere indirilmiş olana, günün önünde iman edin ve sonunda inkâr edin; umulur ki (onlar da) dönerler.’
وَقَالَت طَّائِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُوا بِالَّذِي أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُوا آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٧٢﴾
Dininize tâbi olan kimseden başkasına inanmayın; de ki: ‘Şüphesiz Hidayet, Allah’ın hidayetidir, size verilen şeyin benzeri birine verildi yahut Rabb’iniz indinde size hüccet/delil getirecekler diye (mi bu inkârınız)!’ De ki: ‘Şüphesiz lütuf, Allah’ın elindedir, onu, dileyen kimseye verir ve Allah, bol verendir, Bilen’dir.’ (*73) (**73) (*73-74)
وَلَا تُؤْمِنُوا إِلَّا لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَىٰ هُدَى اللَّهِ أَن يُؤْتَىٰ أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَاجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ ۗ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٧٣﴾
O, rahmetini, dileyen kimseye tahsis eder ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (*74)
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿٧٤﴾
Kitap ehlinden kimisi, doğrusu biriktirilmiş serveti ona emanet etsen, sana onu öder ve onlardan kimi de doğrusu bir dinar emanet etsen, onun üzerinde sürekli dikilmedikçe kesinlikle sana onu ödemez. (*75) Bu, şüphesiz onların: ‘Ümmiler hakkında bize bir yol yoktur’ demeleridir (**75) ve Allah’a karşı onlar bilerek yalan söylüyorlar. (***75)
۞ وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لَّا يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَائِمًا ۗ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٧٥﴾
Bilakis kim, ahdini yerine getirir (*76) ve sakınırsa, işte şüphesiz Allah, muttakileri sever. (**76)
بَلَىٰ مَنْ أَوْفَىٰ بِعَهْدِهِ وَاتَّقَىٰ فَإِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ ﴿٧٦﴾
Şüphesiz Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir değere satan kimselere, (*77) işte onlar için ahirette bir pay yoktur. Allah onlarla konuşmayacak ve Kıyamet günü onlara bakmayacak, onları arındırmayacak, onlar için acıklı bir azap vardır. (**77)
إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلًا أُولَـٰئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ وَلَا يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٧٧﴾
Şüphesiz onlardan bir fırka vardır ki, dillerini Kitapla eğip bükerler ki, (*78) siz onu Kitap’tan sanasınız, o Kitap’tan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler. (**78)
وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٧٨﴾
Bir insan için mümkün değildir ki, gerçekten Allah Kitap, Hüküm ve Nebi’liği ona versin de sonra insanlara desin ki: ‘Allah’tan başka bana kul olun’ velakin ‘Kitap’ta öğrenmekte olduğunuz şeyler nedeniyle rabbaniler (Allah’a halis kullar) olun’ (der).
مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللَّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللَّهِ وَلَـٰكِن كُونُوا رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ ﴿٧٩﴾
Ve ‘Melekleri ve Nebileri rabler edinin’ diye emretmez, siz Müslümanlar olduğunuz halde küfrü size emreder mi!
وَلَا يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُوا الْمَلَائِكَةَ وَالنَّبِيِّينَ أَرْبَابًا ۗ أَيَأْمُرُكُم بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿٨٠﴾
O zaman Allah, nebilerden söz almıştı: ‘Kitap ve hikmetten size verdiğim şeylerden sonra beraberinizde bulunanı tasdik eden bir Rasul size gelince, ona mutlaka iman edecek ve ona mutlaka yardım edeceksiniz!’ Dedi ki: ‘İkrar ediyor musunuz ve siz bu ahdimi üzerinize alıyor musunuz?’ Dediler ki: ‘İkrar ettik,’ dedi ki: ‘O halde şahit olun, Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.’ (*81)
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ ۚ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَىٰ ذَٰلِكُمْ إِصْرِي ۖ قَالُوا أَقْرَرْنَا ۚ قَالَ فَاشْهَدُوا وَأَنَا مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ ﴿٨١﴾
Artık kim bundan sonra dönerse, işte onlar fasıklardır. (*82)
فَمَن تَوَلَّىٰ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٨٢﴾
Allah'ın dininden başkasını mı istiyorlar; (*83) göklerde ve yerde kim varsa -ister istemez-O'na teslim olmuş ve O'na döndürüleceklerdir. (**83)
أَفَغَيْرَ دِينِ اللَّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿٨٣﴾
De ki: ‘Allah’a, bize indirilmiş olana, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilmiş olana, Musa’ya, İsa’ya ve nebilere, Rab’lerinden verilmiş olana iman ettik; (*84) onlardan hiçbiri arasında ayrım yapmayız ve biz, O’na teslim olanlarız.’ (**84)
قُلْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَىٰ وَعِيسَىٰ وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٨٤﴾
Ve kim, İslâm’dan başka bir din isterse artık ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (*85)
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٨٥﴾
Allah, kendileri iman ettikten, gerçekten Rasul'ün hak olduğunu gördükten ve açık deliller onlara geldikten sonra inkâr eden bir toplumu nasıl hidayete erdirir; Allah, zalimler toplumunu hidayete erdirmez. (*86)
كَيْفَ يَهْدِي اللَّهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُوا أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ ۚ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿٨٦﴾
İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti şüphesiz onların üzerinedir. (*87)
أُولَـٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ﴿٨٧﴾
Onda sürekli kalacaklardır; onlardan hafifletilmez ve onlara yardım edilmez.
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ ﴿٨٨﴾
Tevbe eden, bundan sonra ıslah eden kimseler müstesna, artık şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir. (*89)
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ وَأَصْلَحُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٨٩﴾
Şüphesiz kendileri iman ettikten sonra inkâr eden, sonra küfürleri artan kimselerin, tevbeleri kabul edilmeyecektir, işte onlar, dalalette olanlardır. (*90)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بَعْدَ إِيمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَّن تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الضَّالُّونَ ﴿٩٠﴾
Şüphesiz inkâr edip ölen kimseler, onlar, kâfirdirler; artık yeryüzü dolusu altın olsa ve onu feda etse, onların hiçbirinden kabul edilmeyecek; işte onlar için acıklı bir azap vardır ve onların bir yardımcıları yoktur. (*91)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الْأَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَىٰ بِهِ ۗ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٩١﴾
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birre/imana ulaşamazsınız, az şeyden de ne infak etseniz artık mutlaka Allah onu Bilen’dir. (*92)
لَن تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّىٰ تُنفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ ۚ وَمَا تُنفِقُوا مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ ﴿٩٢﴾
Doğrusu Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub’un,) kendi nefsine haram kıldığı şey müstesna, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helal idi. De ki: ‘Getirin Tevrat’ı okuyun, gerçekten doğrulardan iseniz.
۞ كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِن قَبْلِ أَن تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٩٣﴾
Artık kim, bundan sonra Allah'a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar zalimlerdir.’ (*94)
فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٩٤﴾
De ki: ‘Allah doğru söyledi, o halde Hanif İbrahim milletine/dinine tâbi olun ve o, müşriklerden değildi.’ (*95)
قُلْ صَدَقَ اللَّهُ ۗ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿٩٥﴾
Şüphesiz, insanlar için ilk yapılan ev, Mekke'dedir; âlemler için mübarek ve hidayettir. (*96)
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ ﴿٩٦﴾
Onda apaçık ayetler, İbrahim'in Makamı vardır ve kim ona girerse güvende olur; (*97) insanlardan, onun yoluna gücü yetiren kimsenin Beyt’i Haccetmesi Allah içindir ve kim nankörlük ederse artık şüphesiz Allah’ın, âlemlere ihtiyacı yoktur. (**97)
فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ ۖ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا ۗ وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا ۚ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٩٧﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz! Allah yaptığınız şeylere şahittir.’ (*98)
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ شَهِيدٌ عَلَىٰ مَا تَعْمَلُونَ ﴿٩٨﴾
De ki: ‘Ey Kitap ehli, niçin iman eden kimseleri Allah yolundan çevirmek (*99) ve şahit olduğunuz halde onu eğriltmek istiyorsunuz! Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.’ (**99)
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنتُمْ شُهَدَاءُ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٩٩﴾
Ey iman eden kimseler, şayet Kitap verilen kimselerden bir gruba itaat ederseniz, imanınızdan sonra kâfirler olarak sizi geri döndürürler. (*100)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تُطِيعُوا فَرِيقًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ ﴿١٠٠﴾
Nasıl inkâr ediyorsunuz ve siz Allah’ın ayetlerini kendiniz okumanıza rağmen ve O’nun Rasulü içinizdedir; kim, Allah’a sığınırsa, artık muhakkak doğru yola iletilmiştir.
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنتُمْ تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ آيَاتُ اللَّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ ۗ وَمَن يَعْتَصِم بِاللَّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٠١﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’tan hakkıyla sakının, O’ndan korkun ve siz, Müslümanlar dışında ölmeyin.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿١٠٢﴾
Ve topluca Allah’ın ipine sarılın, (*103) tefrikaya düşmeyin, Allah’ın üzerinizde olan nimetini düşünün; o zaman siz, birbirinize düşman idiniz, nihayet kalplerinizin arasını birleştirdi. Böylece O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz (**103) ve siz, ateşten bir çukurun kenarında idiniz, sonra sizi ondan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini açıklıyor, ta ki hidayete eresiniz. (***103)
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا ۚ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠٣﴾
Sizden, bir ümmet/topluluk olsun, hayra çağırsın, iyiliği emretsin ve kötülükten men etsin; işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (*104) (**104)
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ ۚ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٤﴾
Kendilerine açık belgeler geldikten sonra tefrikaya düşüp ihtilaf eden kimseler gibi olmayın; işte onlar için büyük bir azap vardır. (*105)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِن بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ ۚ وَأُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٠٥﴾
O gün (bazı) yüzler parlak (*106) ve (bazı) yüzler simsiyahtır; artık yüzleri kara olan kimselere, ‘İmanınızdan sonra inkâr ettiniz; inkâr etmenizden dolayı şimdi azabı tadın.’ (**106)
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ ۚ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكَفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿١٠٦﴾
Amma kendilerinin yüzleri parlak olan kimseler, artık Allah’ın rahmeti içindedirler; onlar, orada ebedidirler.
وَأَمَّا الَّذِينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَفِي رَحْمَةِ اللَّهِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿١٠٧﴾
Bunlar, Allah’ın ayetleridir, onu sana Hak ile okuyoruz ve Allah, âlemlere zulmetmek istemez.
تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ ۗ وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٠٨﴾
Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır ve işler Allah’a döndürülür.
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿١٠٩﴾
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emrediyorsunuz, kötülükten men ediyorsunuz ve Allah’a iman ediyorsunuz. (*110) Şayet Kitap ehli, iman etmiş olsaydı, elbette onlar için hayırlı olurdu, onlardan Mü’minler de var ve onların çoğu fasıklardır. (**110)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ ۗ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم ۚ مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١١٠﴾
Size zarar veremezler, ancak sıkıntı verirler ve şayet sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım edilmez.
لَن يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى ۖ وَإِن يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنصَرُونَ ﴿١١١﴾
Nerede rastlansalar, onlara zillet vurulmuştur; Allah’ın acıması ile insanların himayesinde olanlar müstesna, Allah’ın gazabıyla kalakaldılar ve üzerlerine meskenet vuruldu. Bu, şüphesiz onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmiş olmaları ve haksız yere nebileri öldürmelerindendir. Bu, isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmaları nedeniyledir.
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلَّا بِحَبْلٍ مِّنَ اللَّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ الْأَنبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ ۚ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿١١٢﴾
Hepsi aynı değildir; Kitap ehlinden, bir topluluk vardır ki, ayakta durup gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini okurlar ve onlar, secde ederler. (*113-115)
۞ لَيْسُوا سَوَاءً ۗ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَائِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللَّهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ ﴿١١٣﴾
Allah’a ve ahiret gününe iman ederler ve iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlarda yarışırlar, işte onlar salihlerdendir.
يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُولَـٰئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ ﴿١١٤﴾
Ve hayırdan yaptıkları şeyleri O, inkâr etmeyecektir ve Allah, muttakileri Bilen’dir.
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَن يُكْفَرُوهُ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ ﴿١١٥﴾
Şüphesiz inkâr eden kimselerin malları ve evlatları onlara, Allah'tan hiçbir şey sağlamayacak ve işte onlar ateş halkıdır, onlar, orada ebedi kalacaklardır.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا ۖ وَأُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۚ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿١١٦﴾
Onların, bu dünya hayatında harcadıkları şeylerin misali, kendisi şiddetli esen rüzgârın misali gibidir; nefislerine zulmeden kavmin ekinine vurmuş, böylece onu yok etmiştir. Allah onlara zulmetmedi velakin onlar, nefislerine zulmediyorlardı.
مَثَلُ مَا يُنفِقُونَ فِي هَـٰذِهِ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ رِيحٍ فِيهَا صِرٌّ أَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَأَهْلَكَتْهُ ۚ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللَّهُ وَلَـٰكِنْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٧﴾
Ey iman eden kimseler, kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin, sizi karıştırmaktan geri durmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri severler. Doğrusu, nefretlerini açıkça telaffuz etmektedirler ve göğüslerinde gizledikleri şeyler daha büyüktür; şayet akleden kimseler iseniz, ayetleri elbette size açıkladık. (*118-119)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ ۚ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨﴾
İşte siz böylesiniz, onları seversiniz, onlar sizi sevmezler; Kitabın tamamına iman edersiniz, sizinle karşılaştıkları zaman derler ki: ‘İman ettik’ yalnız oldukları zaman, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar; de ki: ‘Öfkenizle ölün!’ Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü Bilen’dir. (*119)
هَا أَنتُمْ أُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ ۚ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١١٩﴾
Şayet bir iyilik size dokunsa, onları tasalandırır ve şayet bir kötülük size isabet etse ona sevinirler; gerçekten sabreder, sakınırsanız, onların düzenleri size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri kuşatmıştır. (*120)
إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَا ۖ وَإِن تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا ۗ إِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ ﴿١٢٠﴾
Hani sabah erken aileni yerleştirmiş, Mü’minleri savaş için pusuya yatırmıştın; Allah İşiten’dir, Bilen’dir.
وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿١٢١﴾
O zaman sizden iki grup kaygılanmış, gerçekten cesaretini kaybetmişti ve Allah, onların dostuydu; o halde Mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler. (*122) (**122)
إِذْ هَمَّت طَّائِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلَا وَاللَّهُ وَلِيُّهُمَا ۗ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٢٢﴾
Andolsun siz kendinizi küçümsüyorken Bedir’de, Allah size yardım etmişti, (*123) o halde Allah’tan korkun, ta ki şükredesiniz. (**123)
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢٣﴾
O zaman sen Mü’minlere diyordun ki: ‘Rabb’inizin, indirilmiş meleklerden üç bini ile size yardım etmesi, gerçekten size yetmez mi?’ (*124-126)
إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيَكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِّنَ الْمَلَائِكَةِ مُنزَلِينَ ﴿١٢٤﴾
Evet, şayet sabreder ve sakınırsanız, şu anda onlar aniden size gelseler, Rabb’iniz, işaretlenmiş meleklerden beşbini ile size yardım eder. (*125)
بَلَىٰ ۚ إِن تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَـٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِّنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ ﴿١٢٥﴾
Allah, başka değil, size müjde olması ve onunla kalplerinizin mutmain olması için onu yapar ve zafer ancak Aziz, Hâkim Allah katındandır.
وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَىٰ لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ ۗ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِندِ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ﴿١٢٦﴾
İnkâr eden kimselerden bir kesimi ayırsın yahut onları sindirsin, böylece hüsrana uğrayanlar olarak tersyüz olsunlar.
لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنقَلِبُوا خَائِبِينَ ﴿١٢٧﴾
Senin (bu konuda) azıcık bir salahiyetin yoktur (Allah) ya onların tevbelerini kabul eder yahut onlara azap eder, (*) artık gerçekten onlar zalimlerdir. (*128) (*128-129)
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْأَمْرِ شَيْءٌ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ أَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَإِنَّهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٢٨﴾
Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır, dileyen kimseye mağfiret eder ve dileyen kimseye azap eder, Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٢٩﴾
Ey iman eden kimseler, faizi, katlayarak artırılmış yemeyin ve Allah’tan sakının; ta ki kurtuluşa eresiniz. (*130)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿١٣٠﴾
Ateşten sakının, o ki, kâfirler için hazırlanmıştır.
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ ﴿١٣١﴾
Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, ta ki merhamet edilirsiniz.
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿١٣٢﴾
Rabb’inizden bir mağfirete ve gökler ve yer (kadar) o geniş olan, (*133) muttakiler için hazırlanan cennete koşun! (**133)
۞ وَسَارِعُوا إِلَىٰ مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ ﴿١٣٣﴾
Bollukta ve darlıkta infak eden kimseler, öfkeye hâkim olurlar, insanları affederler; Allah, güzel davrananları sever.
الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ ۗ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٣٤﴾
O kimseler, bir fuhşiyat yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlarlar, günahları için hemen istiğfar ederler ve Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir ve onlar, yaptıkları şeylerde bilerek ısrar etmezler. (*135)
وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا اللَّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَىٰ مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٣٥﴾
İşte onların mükâfatları, Rab’lerinden bir mağfiret ve altlarından nehirler akan cennetlerdir, orada ebedi kalacaklardır, çalışanların ücreti ne güzeldir.
أُولَـٰئِكَ جَزَاؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿١٣٦﴾
Sizden önce de yasalar geçmiştir; (*137) şimdi dolaşın yeryüzünde bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu görün! (**137)
قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ ﴿١٣٧﴾
Bu, insanlar için bir açıklama ve muttakiler için hidayet ve öğüttür.
هَـٰذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ ﴿١٣٨﴾
Yılmayın ve üzülmeyin, gerçekten Mü’minler iseniz en üstün sizsiniz. (*139)
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٣٩﴾
Şayet size bir yara dokunduysa, peşi sıra benzeri bir yara o kavme de dokunmuştur ve işte o günleri, insanlar arasında onu dönüştürürüz. Allah’ın, iman edenleri açığa çıkarması ve sizden şehitler edinmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.
إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ ۚ وَتِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاءَ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ ﴿١٤٠﴾
Allah, iman eden kimseleri arındırsın ve kâfirleri de yok etsin.
وَلِيُمَحِّصَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ ﴿١٤١﴾
Yoksa siz sanıyor musunuz ki Allah, sizden cihat eden kimseleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirtmeden (*142) gerçekten cennete gireceksiniz! (**142)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللَّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ ﴿١٤٢﴾
Andolsun siz, doğrusu ona kavuşmadan önce ölümü arzuluyordunuz, sonra gerçekten onu gördünüz ve siz, bakıp duruyordunuz.
وَلَقَدْ كُنتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِن قَبْلِ أَن تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ ﴿١٤٣﴾
Muhammed, bir Rasul’den başkası değildir; ondan önce de rasuller gelip geçmiştir, şimdi şayet o ölür yahut öldürülürse topuklarınız üzerinde arkanıza mı döneceksiniz! Kim, topukları üzerinde arkasına dönerse, o takdirde Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri yakında mükâfatlandıracaktır. (*144)
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ ۚ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ ۚ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا ۗ وَسَيَجْزِي اللَّهُ الشَّاكِرِينَ ﴿١٤٤﴾
Bir nefsin, Allah’ın izni olmadan ölmesi gerçekten mümkün değildir; (*145) (ölüm) süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim, dünya mükâfatını istiyorsa ondan ona veririz (**145) ve kim, ahiret mükâfatını istiyorsa ondan ona veririz; şükredenleri yakında mükâfatlandıracağız. (***145)
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تَمُوتَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ كِتَابًا مُّؤَجَّلًا ۗ وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الْآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا ۚ وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ ﴿١٤٥﴾
Nebilerden nicesi savaştı, onunla beraber birçok rabbaniler de, ancak Allah yolunda onlara isabet eden şeylerden cesaretleri kırılmadı, zayıflık göstermediler ve küçük düşmediler. Allah sabredenleri sever. (*146)
وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا ۗ وَاللَّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ ﴿١٤٦﴾
Onların sözleri, ‘Rabb’imiz, bizim günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirler toplumuna karşı bize yardım et’ demelerinden başka olmadı. (*147-148)
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿١٤٧﴾
Bunun üzerine Allah, dünya mükâfatının ve ahiret mükâfatının en güzelini onlara verdi, Allah, güzel davrananları sever.
فَآتَاهُمُ اللَّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْآخِرَةِ ۗ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٤٨﴾
Ey iman eden kimseler, şayet inkâr eden kimselere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde arkanıza döndürürler, böylece hüsrana uğrayanlara dönersiniz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تُطِيعُوا الَّذِينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ ﴿١٤٩﴾
Bilakis sizin Mevla’nız Allah’tır ve O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.
بَلِ اللَّهُ مَوْلَاكُمْ ۖ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ ﴿١٥٠﴾
Kendisine bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaları sebebiyle inkâr eden kimselerin kalplerine korku düşüreceğiz ve onların barınakları ateştir, zalimlerin ağırlanacakları yer ne kötüdür.
سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا ۖ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۚ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ ﴿١٥١﴾
Andolsun Allah’ın vaadini doğruladınız; o zaman O’nun izniyle onların farkına varmıştınız, hatta bir anda cesaretinizi kaybettiniz ve emir hakkında tartıştınız ve isyan ettiniz, sonradan sevdiğiniz şeyi size gösterdi, sizden dünyayı isteyen vardı ve sizden ahireti isteyen de vardı; sonra sizi denemek için onlardan sizi uzaklaştırdı. Andolsun sizi affetti, Allah Mü’minlere karşı lütuf sahibidir.
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ ۚ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الْآخِرَةَ ۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ ۖ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ ۗ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٥٢﴾
O zaman yukarı çıkıyordunuz ve kimseye yüzünüzü çevirmiyordunuz ve Rasul, arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine geri geldiniz, elinizden geçip giden şey ve size isabet eden şey üzerine üzüldünüz diye (üzüntünüzü) örttükçe örttü. Allah, yapmış olduğunuz şeylerden haberdardır.
۞ إِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُونَ عَلَىٰ أَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ لِّكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلَىٰ مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَا أَصَابَكُمْ ۗ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٥٣﴾
Sonra o üzüntünün ardından üzerinize bir emniyet, bir uyuklama indirdi, sizden bir grubu bürüyordu ve bir grup da gerçekten nefislerinin kaygısına düşmüştü, cahiliye (*154) zannı ile haksız yere Allah’a karşı zanda bulunuyorlardı, diyorlardı ki: ‘Bu işten bize bir şey var mı?’ De ki: ‘Şüphesiz o emrin tümü Allah’a aittir.’ Onlar, sana açıklayamadıkları şeyleri içlerinde gizliyorlar; diyorlar ki: ‘Şayet bu işte bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.’ De ki: ‘Şayet evlerinizde olsaydınız, öldürülmesi üzerlerine yazılmış kimselerin, yatmış oldukları yer mutlaka ortaya çıkardı. (Bu,) Allah’ın, göğüslerinizde bulunanı denemesi için ve kalplerinizde olanı arındırması içindir. Allah, sinelerin özünü Bilen’dir.’ (**154)
ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَىٰ طَائِفَةً مِّنكُمْ ۖ وَطَائِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ ۖ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الْأَمْرِ مِن شَيْءٍ ۗ قُلْ إِنَّ الْأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ ۗ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لَا يُبْدُونَ لَكَ ۖ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا ۗ قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَىٰ مَضَاجِعِهِمْ ۖ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٥٤﴾
Şüphesiz iki toplumun karşılaştığı gün, sizden dönen kimseleri, şüphesiz şeytan, yalnızca bazı kazandıkları sebebiyle onları kaydırmak istemişti ve andolsun Allah, onları affetti; şüphesiz Allah, Ğafur’dur, Halim’dir.
إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا ۖ وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ ﴿١٥٥﴾
Ey iman eden kimseler, inkâr eden kimseler gibi olmayın; yeryüzünde yolculuğa çıkan ya da sefere giden kardeşleri için dediler ki: ‘Şayet yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi.’ Allah bunu, onların kalplerinde bir keder yapar; yaşatan ve öldüren Allah’tır, Allah, yaptığınız şeyleri Gören’dir. (*156)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُوا فِي الْأَرْضِ أَوْ كَانُوا غُزًّى لَّوْ كَانُوا عِندَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَ اللَّهُ ذَٰلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ ۗ وَاللَّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿١٥٦﴾
Ve andolsun şayet Allah yolunda öldürülürseniz yahut ölürseniz, elbette Allah’tan bir bağışlanma ve rahmet, onların topladıkları şeylerden daha hayırlıdır.
وَلَئِن قُتِلْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ ﴿١٥٧﴾
Andolsun ölseniz yahut öldürülürseniz, elbette Allah’a haşrolunacaksınız. 
وَلَئِن مُّتُّمْ أَوْ قُتِلْتُمْ لَإِلَى اللَّهِ تُحْشَرُونَ ﴿١٥٨﴾
İşte Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın; şayet sert, katı kalpli olsaydın çevrenden dağılırlardı. (*159) Öyleyse onları affet, onlar için mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat azmettiğin zaman artık Allah'a tevekkül et; şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever. (**159)
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللَّهِ لِنتَ لَهُمْ ۖ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ ۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ ۖ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ ﴿١٥٩﴾
Şayet Allah size yardım ederse artık size galip gelecek yoktur ve şayet sizi yüzüstü bırakırsa, artık kimdir O’ndan sonra size yardım edecek kimse! Mü’minler, artık Allah’a tevekkül etsinler.
إِن يَنصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ ۖ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ ۗ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٦٠﴾
Bir Nebi’nin suiistimal etmesi kesinlikle olmaz ve kim suiistimal ederse, suiistimal ettiği şey kıyamet günü getirilir, sonra her nefse, kazanmış olduğu şey eksiksiz verilir ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. (*161)
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ ۚ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ ثُمَّ تُوَفَّىٰ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٦١﴾
Allah’ın rızası peşinde olan kimse, Allah’tan bir kızgınlıkla kalakalan kimse gibi midir! Onun barınağı cehennemdir, ne kötü varılacak yerdir. (*162)
أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللَّهِ كَمَن بَاءَ بِسَخَطٍ مِّنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ ۚ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٦٢﴾
Onlar, Allah indinde derece derecedirler ve Allah, yapmış oldukları şeyleri Gören’dir.
هُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿١٦٣﴾
Andolsun ki Allah, Mü’minlere, ihsanda bulundu; zira onlara, kendi içlerinden bir Rasul gönderdi, O’nun ayetlerini onlara okuyor, onları temizliyor, (*164) Kitabı ve Hikmeti onlara öğretiyor. Şüphesiz önceden dalalet içerisinde idiler. (**164)
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿١٦٤﴾
Doğrusu onun iki mislini (onlara) isabet ettirdiğiniz bir musibet size isabet ettiğinde mi ‘Bu nereden’ dediniz! De ki: ‘O (musibet) kendi yanınızdandır;’ şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir.
أَوَلَمَّا أَصَابَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّىٰ هَـٰذَا ۖ قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنفُسِكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٦٥﴾
İki topluluğun karşılaştığı gün, size isabet eden şey, ancak Allah’ın izniyle idi ve Mü’minleri ortaya çıkarması içindi.
وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٦٦﴾
Ve münafıklık yapan kimseleri ortaya çıkarması içindi; onlara: ‘Gelin, Allah yolunda savaşın ya da müdafaa edin’ denildiğinde dediler ki: ‘Şayet savaşmayı bilseydik elbette size tâbi olurduk.’ Onların imanı, o gün küfre daha yakındı; kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, gizledikleri şeyleri en iyi Bilen’dir.
وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُوا ۚ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوِ ادْفَعُوا ۖ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا لَّاتَّبَعْنَاكُمْ ۗ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْإِيمَانِ ۚ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ ۗ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ ﴿١٦٧﴾
O kimseler, oturdukları halde, kardeşleri için diyorlardı ki: ‘Şayet bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi;’ de ki: ‘O halde geri çevirin kendinizden ölümü, gerçekten doğru sözlüler iseniz.’
الَّذِينَ قَالُوا لِإِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ أَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا ۗ قُلْ فَادْرَءُوا عَنْ أَنفُسِكُمُ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٦٨﴾
Allah yolunda öldürülen kimseleri, ölüler sanma, bilakis diridirler, Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ ﴿١٦٩﴾
Böylece Allah’ın, fazlından onlara verdiği şeylerden sevinmektedirler ve arkalarından kendileriyle (henüz) buluşmayan kimseleri müjdelemek isterler; onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklardır.
فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿١٧٠﴾
Allah’ın, fazlından nimetiyle müjdelemek isterler ki şüphesiz Allah, Mü’minlerin mükâfatını zayi etmeyecektir.
۞ يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٧١﴾
Kendilerine bir yara isabet ettikten sonra Allah’ın ve Rasulü’ne icabet eden kimselere, onlardan güzel davranan ve sakınan kimseler için büyük bir mükâfat vardır.  (*172)
الَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِلَّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَا أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ ۚ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا أَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٢﴾
Onlara, ‘İnsanlar şüphesiz sizin için gerçekten toplanmışlar, artık onlardan korkun’ diyen kimseler, böylece onların imanları arttı (*173) ve dediler ki: ‘Allah bize yeter ve (O) ne güzel Vekil’dir.’ (**173)
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ ﴿١٧٣﴾
Böylece Allah’tan bir lütuf ve nimetle döndüler, bir kötülük de onlara dokunmadı ve Allah’ın rızası peşinde gittiler; Allah, büyük lütuf sahibidir.
فَانقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ ﴿١٧٤﴾
Şüphesiz o sizi değil, şeytan, kendi dostlarını korkutur, artık onlardan korkmayın, Benden korkun, gerçekten Mü’minler iseniz! (*175)
إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٧٥﴾
Küfür içerisinde koşan kimseler, seni üzmesin, şüphesiz onlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler; Allah’ın dileği, onları ahirette şanslı kılmamaktır, onlar için büyük bir azap vardır.
وَلَا يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ ۚ إِنَّهُمْ لَن يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا ۗ يُرِيدُ اللَّهُ أَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْآخِرَةِ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٦﴾
Şüphesiz imana karşılık küfrü satın alan kimseler, Allah’a hiçbir zarar veremezler ve onlar için acıklı bir azap vardır.
إِنَّ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ لَن يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٧٧﴾
İnkâr eden kimseler, gerçekten onlara uzun süre vermemizi, kendi nefisleri için hayırlı sanmasınlar; şüphesiz onlara uzun süre vermemiz, günahlarını artırmaları içindir, onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (*178)
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ ۚ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُوا إِثْمًا ۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿١٧٨﴾
Allah, temizden pis olanı ayırıncaya kadar, o üzerinde olduğunuz şey üzerinde Mü’minleri bırakacak değildir ve Allah gaybe sizi vakıf kılacak değildir (*179) velakin Allah, rasullerinden seçer. Dileyen kimse artık Allah'a ve rasullerine iman eder; şayet iman eder ve sakınırsanız artık sizin için büyük mükâfat vardır. (**179)
مَّا كَانَ اللَّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَىٰ مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىٰ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ ۗ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاءُ ۖ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ۚ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿١٧٩﴾
Allah’ın, Kendi lütfundan onlara verdiği şeylerde cimrilik eden kimseler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar, bilakis o, onlar için şerdir; kendisiyle cimrilik ettikleri şey, Kıyamet günü onları kuşatacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır ve Allah, yapmış oldukları şeylerden Haberdar’dır. (*180) 
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُم ۖ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ ۖ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿١٨٠﴾
Andolsun Allah, ‘Şüphesiz Allah, fakirdir ve biz, zenginiz’ diyen kimselerin sözünü işitti; söyledikleri şeyleri ve onların, nebileri haksız yere öldürmelerini yazacağız ve diyeceğiz ki: ‘Tadın yakıcı azabı!’ (*181)
لَّقَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاءُ ۘ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمُ الْأَنبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ ﴿١٨١﴾
Bu, ellerinizin takdim ettiği şeylerdir ve Allah, kullara zulmedici değildir.
ذَٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿١٨٢﴾
‘Şüphesiz Allah, ateşin kendisini yiyeceği bir kurbanı bize getirinceye kadar, hiçbir Rasul’e iman etmememizi bize ahid verdi’ diyen kimselere de ki: ‘Doğrusu benden önce de rasuller, apaçık beyyinelerle ve dediğiniz şeylerle size gelmişti; o halde niçin onları öldürdünüz, gerçekten doğru sözlüler iseniz!’
الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىٰ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ ۗ قُلْ قَدْ جَاءَكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٨٣﴾
Şimdi şayet seni yalanladılarsa, bu sebeple gerçekten senden önce de apaçık beyyinelerle yazılı sahifeler ve aydınlatıcı Kitap getiren rasuller de yalanlanmıştı.
فَإِن كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ جَاءُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ ﴿١٨٤﴾
Her nefis, ölümü tadacaktır ve şüphesiz mükâfatlarınız, Kıyamet günü size eksiksiz verilecektir; artık kim, ateşten yırtıp cennete sokulursa, işte gerçekten kurtulmuştur; dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka değildir. (*185)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ۗ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۖ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ ۗ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ﴿١٨٥﴾
Mallarınız ve nefisleriniz konusunda elbette deneneceksiniz; sizden önce Kitap verilen kimselerden ve şirk koşan kimselerden çok eziyet görecek, (sözler) işiteceksiniz; şayet sabreder ve sakınırsanız işte gerçekten bu, azimli işlerdendir.
۞ لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا أَذًى كَثِيرًا ۚ وَإِن تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ ذَٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ﴿١٨٦﴾
O zaman Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden ahit almıştı: ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz!’ Fakat onu, sırtlarının ardına attılar ve onunla az bir değer satın aldılar; bak, ne kötüdür satın aldıkları şey. (*187)
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۖ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ ﴿١٨٧﴾
Sanma ki verdikleri şeylerle sevinen, gerçekten yapmadıkları şeylerle övünen kimselerin, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklar; onlar için acıklı bir azap vardır. (*188)
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَوا وَّيُحِبُّونَ أَن يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُم بِمَفَازَةٍ مِّنَ الْعَذَابِ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٨٨﴾
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır ve Allah, her şeye Kâdir’dir.
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٨٩﴾
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ardı ardına gelişinde akıl sahipleri için elbette ayetler vardır. (*190)
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ ﴿١٩٠﴾
Ayakta, oturarak ve yanları üzerinde Allah’ı hatırlayan kimseler, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: (*191) ‘Rabb’imiz, bunu boşuna yaratmadın, Sen yücesin, bu yüzden bizi ateş azabından koru!’ (*191-194)
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىٰ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَـٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١﴾
‘Rabb’imiz, şüphesiz Sen kimi ateşe koyarsan artık gerçekten onu alçaltmışsın, zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.’
رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ ۖ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ ﴿١٩٢﴾
‘Rabb'imiz, şüphesiz biz, ‘Rabb'inize iman edin' diye imana çağıran bir çağrıcı işittik, hemen iman ettik. Rabb'imiz, bizim günahlarımızı artık bağışla, bizim kötülüklerimizi gizle ve canımızı iyilerle birlikte al.’
رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا ۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ ﴿١٩٣﴾
‘Rabb'imiz rasullerine vadettiğin şeyleri bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme; şüphesiz Sen, vaadine muhalefet etmezsin.’
رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَىٰ رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ ﴿١٩٤﴾
Rab’leri onlara karşılık verdi: ‘Şüphesiz Ben, sizden erkek ya da kadından çalışanın amelini boşa çıkarmam, siz birbirinizdensiniz; artık hicret eden kimseler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler! Onların kötülüklerini elbette örteceğim ve onları elbette cennetlere sokacağım ki, onun altından nehirler akmaktadır; Allah katından bir karşılık olarak, karşılıkların en güzeli Allah katındadır.’ (*195)
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لَا أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ ۖ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ ۖ فَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَأُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُوا فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ثَوَابًا مِّنْ عِندِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ ﴿١٩٥﴾
İnkâr eden kimselerin, ülkelerde dönüp durmaları seni aldatmasın!
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ ﴿١٩٦﴾
Azıcık bir faydalanmadır, sonra varacakları cehennemdir, ne kötü bir istirahat yeridir!
مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۚ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٩٧﴾
Lakin Rab’lerinden sakınan kimselere, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır, orada ebedi kalacaklardır, Rab’leri katından bir ağırlanma ve Allah katında bulunanlar, itaatkâr olanlar için daha hayırlıdır. 
لَـٰكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلًا مِّنْ عِندِ اللَّهِ ۗ وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ لِّلْأَبْرَارِ ﴿١٩٨﴾
Şüphesiz Kitap ehlinden kimileri, Allah’a, size indirilen şeye ve kendilerine indirilen şeye iman ederler; Allah için derin bir saygı duyarlar, Allah’ın ayetlerini az bir değere satmazlar; işte Rab’leri katında onlara mükâfatlar vardır, şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلَّهِ لَا يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۗ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿١٩٩﴾
Ey iman eden kimseler, sabredin ve sabırda direnin, bağlanıp kenetleşin ve Allah’tan sakının, ta ki kurtulasınız. (*200)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٢٠٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi