Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Hadîd Süresi الْحَد۪يدِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hadîd sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 29 âyettir. İsmini, 25. âyette geçen ve “demir” mânasına gelen اَلْحَد۪یدُ (hadîd) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 57, iniş sırasına göre 112. sûredir.

Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih eder (*1) ve O, Aziz’dir, Hâkim’dir. (**1)
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١﴾
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; (*2) hayat verir ve öldürür ve O, her şeye Kadir’dir. (**2)
لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢﴾
O, İlk’tir, Son(u olmayandır), Zahir’dir (eserleri görülendir) ve Batın’dır (Zat-ı görünmeyendir); O, her şeyi Bilen’dir.
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٣﴾
O ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, (*4) sonra Arş'ı düzenledi; (**4) yerin içine ne girerse ve ondan ne çıkarsa, gökten ne inerse ve ona ne yükselirse bilir. (***4) O, nerede olsanız sizinle beraberdir ve Allah yapmakta olduklarınızı görendir. (****4)
هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۚ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۖ وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ ۚ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٤﴾
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur, işler Allah’a döndürülür. (*5)
لَّهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿٥﴾
Geceyi gündüzün içine koyar, gündüzü gecenin içine koyar ve O, göğüslerin özünü Bilen’dir. (*6) (**6)
يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ ۚ وَهُوَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٦﴾
Allah’a ve Rasulü’ne iman edin ve sizi kendisi üzerinde vekiller kıldığı şeylerden infak edin; sizden iman eden ve infak eden kimselere, onlara büyük bir mükâfat vardır. (*7)
آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ ۖ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَأَنفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ ﴿٧﴾
Neden Allah’a iman etmiyorsunuz! Rasul, Rabb’inize iman etmeniz için sizi davet ediyor ve zaten sizden sağlam bir söz almıştı, gerçekten Mü’minler iseniz.
وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ ۙ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ وَقَدْ أَخَذَ مِيثَاقَكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٨﴾
O’dur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için apaçık ayetleri kulunun üzerine indirdi, muhakkak ki Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir. (*9)
هُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ عَلَىٰ عَبْدِهِ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِّيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ ۚ وَإِنَّ اللَّهَ بِكُمْ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿٩﴾
Neden siz, Allah yolunda infak etmiyorsunuz; göklerin ve yerin mirası Allah’ındır! Sizden, Fetih’ten önce infak eden ve savaşan kimseler aynı değildir, işte onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür ve hepsine Allah, en güzel olanı vadetmiştir, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (*10)
وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ لَا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ ۚ أُولَـٰئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا ۚ وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿١٠﴾
Kimdir Allah’ı, güzel bir borçla borçlandıracak kimse; böylece O da ona kat kat artırır ve ona, değerli bir mükâfat vardır. (*11)
مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُ أَجْرٌ كَرِيمٌ ﴿١١﴾
O gün, Mü’min erkek ve Mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. (*12) ‘Bugün müjdeniz, altlarından nehirler akan, orada ebedi kalıcılar olarak cennetlerdir.' İşte o, büyük kurtuluştur! (**12)
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعَىٰ نُورُهُم بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِم بُشْرَاكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴿١٢﴾
O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, iman eden kimselere derler ki: ‘Bize bakın, sizin nurunuzdan alalım.’ (Onlara) denilir ki: ‘Arkanıza dönün bakın, nur arayın,’ nihayet kapısı olan bir surla onların araları ayrılır, onun içi rahmetle kaplanmış ve onun dış yönünde de azap vardır.
يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذِينَ آمَنُوا انظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِن نُّورِكُمْ قِيلَ ارْجِعُوا وَرَاءَكُمْ فَالْتَمِسُوا نُورًا فَضُرِبَ بَيْنَهُم بِسُورٍ لَّهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فِيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِن قِبَلِهِ الْعَذَابُ ﴿١٣﴾
Onlara seslenirler: ‘Sizinle beraber değil miydik?’ (Mü'minler) derler ki: ‘Evet velakin siz nefislerinizi fitneye düşürdünüz, beklediniz, şüphe ettiniz ve temenniler sizi aldattı; Allah'ın emri (ölüm) gelinceye kadar o aldatıcı, Allah ile sizi aldattı.’ (*14) (**14)
يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ وَلَـٰكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّىٰ جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ ﴿١٤﴾
Artık bugün sizden ve inkâr eden kimselerden fidye alınmaz; barınağınız ateştir, sizin koruyucunuz odur, ne kötü akıbettir!
فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ مَأْوَاكُمُ النَّارُ ۖ هِيَ مَوْلَاكُمْ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٥﴾
İman eden kimseler için hâlâ vakit gelmedi mi ki, Allah’ın Zikrine ve Haktan inen şeye kalpleri saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitap verilen, sonra üzerlerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar ve onlardan çokları fasıklardır! (*16)
۞ أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ ۖ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿١٦﴾
Biliniz ki şüphesiz Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir; gerçekten size ayetleri açıkladık, ta ki akledesiniz. (*17)
اعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١٧﴾
Şüphesiz sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’ı, güzel bir borçla borçlandıranlar, O da onlara kat kat artırır ve onlara, değerli bir mükâfat vardır. (*18)
إِنَّ الْمُصَّدِّقِينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَأَقْرَضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ أَجْرٌ كَرِيمٌ ﴿١٨﴾
Allah'a ve rasullerine iman eden kimseler, işte Rab’leri yanında, sıddıklar ve şahitler onlardır, onların mükâfatları ve nurları vardır; inkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, cehennem halkıdırlar. (*19) (**19)
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُولَـٰئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ ۖ وَالشُّهَدَاءُ عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ﴿١٩﴾
Bilin ki, şüphesiz dünya hayatı sadece bir oyun, eğlence, süs, övünme, (*20) aranızda mal ve evlat çoğaltmadır; (**20) bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra onları heyecanlandırır, daha sonra onu, sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise şiddetli bir azap ve Allah'tan mağfiret ve rıza vardır; dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir. (***20)
اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ ۖ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا ۖ وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ ۚ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ﴿٢٠﴾
Rabb’inizden bir mağfirete ve genişliği, göğün ve yerin genişliği gibi olan cennete doğru yarışın ki, (*21) Allah’a ve rasullerine iman eden kimseler için hazırlanmıştır. Bu, Allah’ın lütfudur, dileyen kimseye verir. Allah, büyük lütuf sahibidir. (**21)
سَابِقُوا إِلَىٰ مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ۚ ذَٰلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿٢١﴾
Yeryüzünde ve sizin nefislerinizde hiçbir musibet, isabet etmeden, ancak kitapta önceden muhakkak onu yaratmışızdır. Şüphesiz bu, Allah’a çok kolaydır.
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿٢٢﴾
Kaçırdığınız şeylere üzüntü duymayın ve size verdiği şeylerle sevinmeyin, Allah, bütün böbürlenip övünenleri sevmez. (*23) (**23)
لِّكَيْلَا تَأْسَوْا عَلَىٰ مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ ﴿٢٣﴾
Cimrilik eden ve insanlara cimriliği emreden kimselerdir ve kim yüzçevirirse şüphesiz Allah O’dur ki, hiçbir şeye ihtiyaç duymayandır, Hamd edilendir. (*24)
الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ ۗ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ ﴿٢٤﴾
Andolsun rasullerimizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (*25) ölçüyü indirdik ki insanlar, adaleti ikame etsinler ve kendisinde kuvvetli bir güç bulunan ve insanlar için faydalı olan demiri indirdik ki Allah, kimin gaypta Kendisine ve rasullerine yardım edeceğini ortaya çıkarsın; şüphesiz Allah kuvvetlidir, üstündür. (**25)
لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ ۖ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ ۚ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ ﴿٢٥﴾
Andolsun, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, ikisinin zürriyetleri arasına Nebi’lik ve Kitap koyduk, bu nedenle onlardan hidayette olanlar vardır, fakat onlardan çoğu fasıklardır.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ ۖ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ ۖ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿٢٦﴾
Sonra rasullerimize onların izlerini, takip ettirdik; (*27) Meryem oğlu İsa’ya da takip ettirdik ve ona İncil’i verdik; ona tâbi olan kimselerin kalplerine şefkat ve merhamet koyduk. Allah’ın rızasını istemeleri müstesna, o bid’at edindikleri ruhbanlığı onlara onu yazmadık; fakat ona riayet edip hakkıyla onu gözetmediler. Nihayet onlardan iman eden kimselere mükâfatlarını verdik; onlardan çoğu fasıklardır. (**27)
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَىٰ آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا ۖ فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ ۖ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿٢٧﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’tan sakının, O'nun Rasulü’ne iman edin ki size rahmetinden iki teminat versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, merhamet edendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٢٨﴾
Böylece Kitap ehli bilsinler ki, Allah’ın lütfundan hiçbir şeye güç yetiremezler ve şüphesiz lütuf, Allah’ın elindedir, onu, dileyen kimseye verir. Allah, büyük lütuf sahibidir. (*29)
لِّئَلَّا يَعْلَمَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَلَّا يَقْدِرُونَ عَلَىٰ شَيْءٍ مِّن فَضْلِ اللَّهِ ۙ وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿٢٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi