Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Rad Süresi الرَّعْدِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de nazil olan sure. 43 ayettir. İsmini, 13. ayette geçen Rad (gök gürültüsü) kelimesinden almıştır. Sure ağırlıklı olarak Kâinat ayetlerine dikkatleri çekerek bunların yaratıcısının yüce Allah (cc) olduğuna iman edilmesini istemektedir. Mushaf tertibine göre 13. nüzul sırasına göre 96. suredir.

Elif, Lam, Mim, Ra! Bunlar, Kitabın ayetleridir; o ki, sana Rabb’inden indirilen Hak’tır velakin insanların çoğu iman etmiyorlar. (*1)
المر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ ۗ وَالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١﴾
Allah O’dur ki gökleri, direksiz yükseltti, (*2) onu görüyorsunuz! Sonra Arşı düzenledi, (**2) güneşe ve Ay’a boyun eğdirdi; (***2) hepsine, belirli bir süre için gitmesini düzenleyip emreder, ayetleri ayrıntılı olarak açıklar, ta ki Rabb’inize kavuşacağınıza yakinen iman edesiniz. (****2)
اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُم بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ ﴿٢﴾
O ki, arzı yaydı ve orada sabit dağları ve nehirleri var etti ve orada, bütün meyvelerden iki çift yarattı, (*3) gece gündüzü bürümektedir. (**3) Şüphesiz bunda, düşünenler toplumu için ayetler vardır. (*3-4)
وَهُوَ الَّذِي مَدَّ الْأَرْضَ وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْهَارًا ۖ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ ۖ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٣﴾
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzümden bahçeler, ekinler ve çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir su ile sulanır ve meyvelerinden onun bazısını bazısı üzerine üstün kılarız. Şüphesiz bunda akledenler toplumu için ayetler vardır. (*4)
وَفِي الْأَرْضِ قِطَعٌ مُّتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِّنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَىٰ بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَىٰ بَعْضٍ فِي الْأُكُلِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾
Şayet şaşıracaksan, artık şaşılacak olan onların: ‘Toprak olduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız!’ sözleridir. İşte onlar, Rab’lerini inkâr eden kimselerdir. (*5) İşte onlar, boyunlarında bukağı olanlardır ve onlar, ateş halkıdır, onlar orada sürekli kalacaklardır. (**5)
۞ وَإِن تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَإِذَا كُنَّا تُرَابًا أَإِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ ۗ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ وَأُولَـٰئِكَ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ ۖ وَأُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٥﴾
İyilikten önce kötülüğü senden acele istiyorlar; doğrusu onlardan önce benzerleri gelip geçmiştir ve şüphesiz Rabb’in, onların zulümlerine karşı insanlara mağfiret sahibidir, gerçekten Rabb’inin cezası çok şiddetlidir. (*6)
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُ ۗ وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِّلنَّاسِ عَلَىٰ ظُلْمِهِمْ ۖ وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٦﴾
İnkâr eden kimseler dediler ki: ‘Rabb’inden ona bir ayet (mucize) indirilseydi ya’ şüphesiz sen yalnızca bir uyarıcısın ve her topluma da göstericisin. (*7)
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ ۗ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ ۖ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ ﴿٧﴾
Allah, her dişinin ne yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir ve her şey, O’nun indinde bir ölçü iledir. 
اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَىٰ وَمَا تَغِيضُ الْأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ ۖ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ ﴿٨﴾
(Allah), gaybı ve görüleni bilendir, Büyük’tür, Yüce’dir.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ ﴿٩﴾
Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açıklayan kimse ve o, gece gizlenenle gündüzün aşikâr olan aynıdır. (*10)
سَوَاءٌ مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ ﴿١٠﴾
Onu takip edenler, önünden ve arkasından onu Allah’ın emrinden dolayı korurlar. Şüphesiz Allah, nefislerinde olanı değiştirinceye kadar bir kavmi değiştirmez. (*11) Allah bir kavme kötülük dilediği zaman artık onu geri çevirecek yoktur; onların, O'ndan başka bir velisi yoktur. (**11)
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ ۗ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ ۚ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ ﴿١١﴾
O’dur ki, korku ve umut içinde gösteren ve yüklü bulutları ortaya çıkarır.
هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ ﴿١٢﴾
Gök gürültüsü, O’nu hamd ile ve melekler de O’nun korkusundan tesbih ederler ve yıldırımlar gönderir, böylece onunla dilediği kimseye isabet ettirir. Onlar, Allah hakkında tartışıyorlar ve O’nun tutuşu çok şiddetlidir. (*13) (**13)
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللَّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ ﴿١٣﴾
Hakk’a davet O’nadır; O’nun dışında çağırdıkları kimseler, hiçbir şeyle onlara icabet edemezler, ancak ağzına ulaşsın diye suya avucunu uzatan gibidir; ona o (su) ulaşmaz ve kâfirlerin duası, dalaletten başka bir şey değildir.
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ ۖ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ ۚ وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ ﴿١٤﴾
Göklerde ve yerde bulunan kimseler, ister istemez ve onların gölgeleri de yapıları itibariyle (sabah akşam) dönüşerek Allah’a secde ederler. (*15) (**15)
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُم بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ ۩ ﴿١٥﴾
De ki: ‘Göklerin ve yerin Rabb’i kimdir!’ De ki: ‘Allah!’ (*16) De ki, ‘Öyleyse O'ndan başka kendi nefislerine fayda vermeye malik olmayan ve zarar veremeyenleri veliler mi edindiniz!’ (**16) De ki: ‘Âmâ ile gören eşit olur mu? Yahut karanlıklar ile nur eşit olur mu?’ Yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı kıldılar, böylece bu yaratma onlara benzer mi göründü! De ki: ‘Her şeyin yaratıcısı Allah'tır ve tek mutlak galip O’dur.’ (***16)
قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ۗ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ ۚ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ﴿١٦﴾
(Allah), gökten su indirdi, derken sel oldu, dereler onu bir ölçü ile taşıdı, sel büyüyerek köpürdü; süs yahut bir eşya istendiğinde, üzerini ateşe tutuşturdukları şeyler de onun misali köpürür; Allah, Hak ile batılı böyle anlatır. İşte köpük böylece boşa gider, amma insanlara faydalı olan şey, böylece yeryüzünde kalır. İşte Allah, misalleri böyle verir. (*17) (**17)
أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَّابِيًا ۚ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاءَ حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ ۚ كَذَٰلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ ۚ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاءً ۖ وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْأَرْضِ ۚ كَذَٰلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ ﴿١٧﴾
Rab’lerine icabet eden kimseler, ne güzeldirler ve O’na icabet etmeyen kimseler, şayet gerçekten yeryüzünde bulunanların hepsi ve onunla beraber bir misli daha kendilerinin olsa, onu fidye verirlerdi. İşte onların hesabı ne kötüdür ve onların barınağı cehennemdir ve ne kötü bir istirahat yeridir. (*18)
لِلَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَالَّذِينَ لَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ ۚ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۖ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٨﴾
Şimdi, Rabb’inden sana indirilenin gerçekten yalnızca Hak olduğunu bilen kimse, o âmâ gibi midir! Şüphesiz sadece akıl sâhipleri düşünürler. (*19)
۞ أَفَمَن يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَىٰ ۚ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿١٩﴾
Allah’ın ahdine vefa gösteren kimseler, anlaşmalarını bozmazlar.
الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ ﴿٢٠﴾
Ve o kimseler, Allah’ın emrettiği şeyi iletirler, onu gerçekten iletirler, Rab’lerinden çekinirler ve kötü hesaptan korkarlar. (*20)
وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ ﴿٢١﴾
Sabreden kimseler, Rab’lerinin yüzünü arzu ederler, (*22) (**22) namazlarını kılarlar, (***22) rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infak ederler, kötülüğü güzellikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun akıbeti onlarındır. (****22)
وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُولَـٰئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ ﴿٢٢﴾
Adn cennetleri ve babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih kimseler de ona girerler ve melekler, her kapıdan onların yanlarına girerler.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَن صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ ۖ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِم مِّن كُلِّ بَابٍ ﴿٢٣﴾
‘Selamun aleykum, (*24) sabretmenizden dolayı işte yurdun akıbeti ne güzeldir.’ (**24)
سَلَامٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ ۚ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ ﴿٢٤﴾
Allah’ın ahdini, o anlaşmadan sonra bozan kimseler (*25) ve Allah’ın emrettiği şeyleri engelleyenler, onu gerçekten iletmeyip yeryüzünde fesat çıkaranlar, işte lanet onlaradır ve yurdun kötüsü onlaradır. (**25)
وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۙ أُولَـٰئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ ﴿٢٥﴾
Allah, dileyen kimse için rızkı yayar ve takdir eder, (*26) (onlar) dünya hayatı ile mutlu oldular, ama dünya hayatı, ahiretin (yanında) ancak bir metadır. (**26)
اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ وَفَرِحُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مَتَاعٌ ﴿٢٦﴾
İnkâr eden kimseler dediler ki: ‘Rabb’inden bir ayet (mucize) ona indirilseydi ya’ (*27) de ki: ‘Şüphesiz Allah, dileyen kimseyi dalalete düşürür (**27) ve Kendisine yönelen kimseye hidayet verir.’ (***27)
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ ۗ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ ﴿٢٧﴾
İman eden ve kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir, (*28) iyi bilin ki, Allah’ın zikri ile kalpler mutmain olurlar. (**28)
الَّذِينَ آمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللَّهِ ۗ أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ ﴿٢٨﴾
İman edip salih amel işleyen kimseler, ne mutludur ve dönülecek yerin güzeli onlaradır. (*29)
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبَىٰ لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ ﴿٢٩﴾
İşte kendisinden önce geçmiş halkların olduğu bir halkın içine seni gönderdik ki, sana vahyettiğimiz şeyi, onlara okuyasın (*30) ve onlar, Rahman’ı inkâr ediyorlar. De ki: ‘O, benim Rabb’imdir, O’ndan başka ilah yoktur, O’na tevekkül ettim ve O’na tevbe ettim.’ (**30) 
كَذَٰلِكَ أَرْسَلْنَاكَ فِي أُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهَا أُمَمٌ لِّتَتْلُوَ عَلَيْهِمُ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمَـٰنِ ۚ قُلْ هُوَ رَبِّي لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ مَتَابِ ﴿٣٠﴾
Şayet bir Kur’an ki, onunla dağlar yürütülse yahut onunla yerküre yarılsa yahut onunla ölüler konuşturulsa, bununla beraber (yine) emir, tümüyle Allah’a aittir. İman eden kimseler, ümitsizliğe mi düştüler; şayet Allah dileseydi, (*31) bütün insanlara elbette hidayet verirdi. İnkâr eden kimselere, yaptıkları nedeniyle bir felaket onlara isabet eder yahut onların yurtları yakınına iner, nihayet Allah’ın vaadi tamamlanacaktır, şüphesiz Allah, vaadinden dönmez. (**31)
وَلَوْ أَنَّ قُرْآنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَىٰ ۗ بَل لِّلَّهِ الْأَمْرُ جَمِيعًا ۗ أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُوا أَن لَّوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا ۗ وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا تُصِيبُهُم بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيبًا مِّن دَارِهِمْ حَتَّىٰ يَأْتِيَ وَعْدُ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُخْلِفُ الْمِيعَادَ ﴿٣١﴾
Andolsun senden önce de rasullerle alay edildi, (*32) ancak inkâr eden kimselere bir süre verdim, (**32) sonra onları yakaladı, bak, nasıl oldu cezalandırmam! (***32)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿٣٢﴾
Kim, her nefsin kazandığı şeyler üzerinde kaim olan O’nun gibidir! Allah’a ortaklar kıldılar. De ki: ‘Onları mı yüceltiyorsunuz; yeryüzünde bilmediği yahut göstermelik sözlerinizden olan şeyleri mi O’na haber veriyorsunuz?’ (*33) Aksine onların planları inkâr eden kimselere güzel gösterildi ve yoldan uzaklaştırıldılar. (**33) Kimi, Allah dalalete düşürürse, artık ona hidayet eden olmaz. (***33)
أَفَمَنْ هُوَ قَائِمٌ عَلَىٰ كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ ۗ وَجَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ قُلْ سَمُّوهُمْ ۚ أَمْ تُنَبِّئُونَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْأَرْضِ أَم بِظَاهِرٍ مِّنَ الْقَوْلِ ۗ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّبِيلِ ۗ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٣٣﴾
Dünya hayatında onlara azap vardır ve Ahiret azabı daha şiddetlidir ve onları, Allah’tan koruyacak hiçbir güç yoktur. (*34)
لَّهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَقُّ ۖ وَمَا لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِن وَاقٍ ﴿٣٤﴾
Cennetin durumu ki o, muttakilere vadedildi, altlarında nehirler akar, onun meyveleri ve onun gölgesi süreklidir. İşte sakınan kimselerin akıbeti budur ve kâfirlerin akıbeti de ateştir.  (*35)
۞ مَّثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۖ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ أُكُلُهَا دَائِمٌ وَظِلُّهَا ۚ تِلْكَ عُقْبَى الَّذِينَ اتَّقَوا ۖ وَّعُقْبَى الْكَافِرِينَ النَّارُ ﴿٣٥﴾
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler; (*36) gruplardan, onun bir kısmını inkâr eden kimseler vardır. De ki: 'Şüphesiz bana, ancak Allah'a gerçekten kulluk etmem (**36) ve O'na şirk koşmamam emredildi; O'na davet ederim ve dönüşüm de Onadır.’ (***36)
وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ ۖ وَمِنَ الْأَحْزَابِ مَن يُنكِرُ بَعْضَهُ ۚ قُلْ إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ وَلَا أُشْرِكَ بِهِ ۚ إِلَيْهِ أَدْعُو وَإِلَيْهِ مَآبِ ﴿٣٦﴾
İşte böylece onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik, andolsun şayet sana gelen ilimden sonra onların hevalarına tâbi olursan, senin için Allah’tan bir dost ve koruyucu yoktur. (*37)
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا ۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُم بَعْدَ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ ﴿٣٧﴾
Andolsun biz senden önce de rasuller gönderdik, onlara, eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir Rasulün, gerçekten bir ayet getirmesi mümkün değildir; her yazının bir süresi vardır. (*38)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً ۚ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ ﴿٣٨﴾
Allah, dilediği şeyi siler de sabit de bırakır, Ümmü’l Kitap, O’nun yanındadır. (*39)
يَمْحُو اللَّهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ ۖ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ ﴿٣٩﴾
Onlara vadettiğimiz şeyin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek de artık gerçekten senin üzerinde sadece tebliğ vardır, hesap görmek bize aittir.
وَإِن مَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ ﴿٤٠﴾
Görmediler mi gerçekten yeryüzünü sona erdirmek üzere onu eksilttiğimizi, Allah, hükmeder, O’nun hükmünü akamete uğratacak yoktur. Ve O, hesabı çabuk Gören’dir. (*41)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا ۚ وَاللَّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ ۚ وَهُوَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿٤١﴾
Doğrusu onlardan önceki kimseler de plan yaptılar, ancak planların tümü Allah’a aittir; her nefsin ne kazandığını bilir ve kâfirler, yurdun akıbetinin kimin olacağını bileceklerdir. (*42)
وَقَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلِلَّهِ الْمَكْرُ جَمِيعًا ۖ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ ۗ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ ﴿٤٢﴾
İnkâr eden kimseler dediler ki: ‘Sen, gönderilmiş değilsin,’ de ki: ‘Allah’ın, benimle sizin aranızda şahit olması yeter ve o yanlarında Kitap ilmi olan kimseler (şahittir).’ (*43)
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًا ۚ قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِندَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ ﴿٤٣﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi