Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Kıyâmet Süresi الْقِيٰمَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Kıyâmet sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 40 âyettir. İsmini, birinci ayetinde geçen اَلْقِیٰمَةُ (kıyâmet) kelimesinden alır. Sûre, لَٓا اُقْسِمُ (lâ uksimü) ismiyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 75, iniş sırasına göre ise 31. sûredir.

Hayır, yemin ederim Kıyamet gününe!
لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ ﴿١﴾
Ve hayır, yemin ederim kendini çok kınayan nefse. (*2)
وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ ﴿٢﴾
İnsan, gerçekten kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı tahmin ediyor! (*3)
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَّجْمَعَ عِظَامَهُ ﴿٣﴾
Evet, onun parmak uçlarını da düzenlemeye elbette Kâdiriz.
بَلَىٰ قَادِرِينَ عَلَىٰ أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ ﴿٤﴾
Buna rağmen insan, günahta önde olmayı arzular.
بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ ﴿٥﴾
Soruyor: ‘Kıyamet günü ne zaman?’
يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ ﴿٦﴾
İşte o zaman, görülen parıldar. (*7-11)
فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ ﴿٧﴾
Güneş ve ay bir araya gelir. (*9)
وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ﴿٩﴾
O gün insan der ki: ‘Nereye kaçmalı!’ (*10-11)
يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ ﴿١٠﴾
İyi bilin ki, bir yardımcı yoktur.
كَلَّا لَا وَزَرَ ﴿١١﴾
O gün, karar verecek olan Rabb’indir. (*12)
إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ ﴿١٢﴾
Takdim ettiği ve ertelediği şeyler o gün insana haber verilir. (*13-14)
يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ ﴿١٣﴾
Daha doğrusu insan, kendi nefsini görür.
بَلِ الْإِنسَانُ عَلَىٰ نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ ﴿١٤﴾
Ve şayet o, mazeretler arz ederse. (*15-16) (*15-17)
وَلَوْ أَلْقَىٰ مَعَاذِيرَهُ ﴿١٥﴾
(Ona denir ki): ‘Onu acele ederek dilini onunla (mazeretlerle) hareket ettirme.’
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ ﴿١٦﴾
Şüphesiz onun toplanması ve onun okuması Bize aittir.
إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ ﴿١٧﴾
İşte onu okuduğumuz zaman artık onun okunuşunu izle.
فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ ﴿١٨﴾
Sonra elbette onun açıklanması Bize aittir.
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ ﴿١٩﴾
İyi bilin ki, doğrusu siz dünya hayatını seviyorsunuz. (*20-21)
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ ﴿٢٠﴾
Ahireti bırakıyorsunuz.
وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ ﴿٢١﴾
Yüzler o gün parlak, nurlu. (*22)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ ﴿٢٢﴾
Rabb’ine bakar.
إِلَىٰ رَبِّهَا نَاظِرَةٌ ﴿٢٣﴾
Ve yüzler var ki o gün kaşlar çatıktır. (*24)
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ ﴿٢٤﴾
Bir belanın ona muhakkak yapılacağını anlar. (*25-28)
تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ ﴿٢٥﴾
İyi bilin ki (can), köprücük kemiklerine ulaştığı zaman.
كَلَّا إِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ ﴿٢٦﴾
Ve denir ki: ‘Kim tedavi edecek?’
وَقِيلَ مَنْ ۜ رَاقٍ ﴿٢٧﴾
Ve gerçekten onun bir ayrılık olduğunu anlar.
وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ ﴿٢٨﴾
Ve bacak bacağa dolaşır.
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ ﴿٢٩﴾
O gün, sevk Rabb’inedir.
إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ ﴿٣٠﴾
Buna rağmen tasdik etmedi ve teslim olmadı. (*31)
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّىٰ ﴿٣١﴾
Velakin yalanladı, döndü. (*32)
وَلَـٰكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ ﴿٣٢﴾
Sonra böbürlenerek halkına gitti. (*33)
ثُمَّ ذَهَبَ إِلَىٰ أَهْلِهِ يَتَمَطَّىٰ ﴿٣٣﴾
Yakındır sana (azap) artık yakındır.
أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ ﴿٣٤﴾
Sonra yakındır sana artık yakındır!
ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ ﴿٣٥﴾
İnsan, muhakkak başıboş bırakılacağı düşüncesinde mi! (*36) (**36)
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى ﴿٣٦﴾
Kendisi dökülen meniden, bir nutfeden olmadı mı! (*37-38)
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَىٰ ﴿٣٧﴾
Sonra alaka oldu, böylece (Rabb’i onu) yarattı, düzenledi. (*38)
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّىٰ ﴿٣٨﴾
Nihayet ondan iki çifti, erkeği ve dişiyi var etti. (*39)
فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَىٰ ﴿٣٩﴾
Buna Kâdir olan, gerçekten ölüleri diriltmez mi!
أَلَيْسَ ذَٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَىٰ ﴿٤٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi