Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Kâf Süresi قۤ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Kâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ق (Kāf) harfinden alır. Resmî tertîbe göre 50, iniş sırasına göre 34. sûredir.

Kaf. Şerefli Kur’an’a andolsun! (*1)
ق ۚ وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ ﴿١﴾
Ne var ki, kendilerinden bir uyarıcının (*2) onlara gelmesine gerçekten şaştılar, bunun üzerine kâfirler dediler ki: ‘Bu, acayip bir şeydir! (**2)
بَلْ عَجِبُوا أَن جَاءَهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَـٰذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ ﴿٢﴾
Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)! Bu, uzak bir dönüştür.’ (*3)
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ۖ ذَٰلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ ﴿٣﴾
Gerçekten onlardan yerin ne eksilttiğini biliyoruz ve yanımızda muhafaza eden bir Kitap vardır.
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ ۖ وَعِندَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ ﴿٤﴾
Bilakis, Hak ile onlara varıldığı zaman yalanladılar; şimdi onlar, düzensiz katı bir tutum içindedirler.
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَّرِيجٍ ﴿٥﴾
Bakmadılar mı üstlerindeki göğe, onu nasıl bina ettik ve onu süsledik; onun, hiçbir çatlağı yoktur. (*6)
أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ ﴿٦﴾
Ve arzı yaydık, (*7) oraya sabit dağları bıraktık ve onda her güzel çiftten bitirdik! (**7)
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ ﴿٧﴾
(Allah'a) yönelen her kul için basiret ve öğüttür. (*8)
تَبْصِرَةً وَذِكْرَىٰ لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ ﴿٨﴾
Gökten bereketli bir su indirdik, böylece bahçeleri ve biçilecek tahılları onunla bitirdik. (*9-11)
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ ﴿٩﴾
Yüksek hurma ağaçları ki, onun dizili tomurcukları var.
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ ﴿١٠﴾
Kullar için rızık olarak ve onunla (suyla) ölü bir beldeye hayat verdik; işte çıkış da böyledir.
رِّزْقًا لِّلْعِبَادِ ۖ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا ۚ كَذَٰلِكَ الْخُرُوجُ ﴿١١﴾
Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud da yalanlamıştı. (*12-14)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ ﴿١٢﴾
Ad, Fir'avn (*13) ve Lut’un kardeşleri.
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ ﴿١٣﴾
Eyke halkı (*14) ve Tubba kavmi; hepsi rasulleri yalanladılar, nihayet tehdidimi hak ettiler.
وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ ۚ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ ﴿١٤﴾
İlk yaratma ile âciz mi kaldık! Bilakis onlar, yeni bir yaratmadan şüphe içindedirler.
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ ۚ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ ﴿١٥﴾
Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini biliriz (*16) ve Biz ona şah damarından daha yakınız. (**16)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ ۖ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ﴿١٦﴾
Onun sağında ve solunda oturan iki kaydedici, kaydettikleri zaman. (*17)
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ ﴿١٧﴾
Hiçbir söz söylemesin ki onun yanında hazır gözetleyici olmasın.
مَّا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ ﴿١٨﴾
Ölüm sarhoşluğu gerçek olarak geldi; işte bu, senin ondan kaçtığın şeydir. (*19)
وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ۖ ذَٰلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ ﴿١٩﴾
Sur’a üfürülmüştür; (*20) işte bu, vadedilen gündür. (**20)
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ ﴿٢٠﴾
Her nefis, kendisinin yanında bir sürücü (*21) ve şahitle gelmiştir. (**21)
وَجَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ ﴿٢١﴾
Andolsun sen bundan gaflet içinde idin, senden örtünü artık açtık, şimdi gözün bugün keskindir.
لَّقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَـٰذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ ﴿٢٢﴾
Onun yakını der ki: ‘Bu yanımdaki hazır.’ (*)
وَقَالَ قَرِينُهُ هَـٰذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ ﴿٢٣﴾
(Allah): ‘İkiniz, atın cehenneme her inatçı kâfiri!’ (*24)
أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ ﴿٢٤﴾
‘Hayra engelleyen, (*25) saldırgan (**25) şüpheciyi.’
مَّنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُّرِيبٍ ﴿٢٥﴾
‘Ki o, Allah ile beraber başka ilahlar edindi, şimdi ikiniz atın onu şiddetli bir azaba.’ (*26)
الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ ﴿٢٦﴾
Onun yakını dedi ki: ‘Rabb’imiz, ben onu azdırmadım (*27) velakin uzak bir sapıklık içinde idi.’ (**27)
۞ قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَـٰكِن كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ ﴿٢٧﴾
(Allah) dedi ki: ‘Huzurumda tartışmayın, elbette ben daha önce size vadetmiştim.’
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُم بِالْوَعِيدِ ﴿٢٨﴾
‘Benim yanımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.’ (*29)
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿٢٩﴾
O gün cehenneme deriz ki: ‘Doldun mu?’ ve der ki: ‘Daha fazla var mı?’
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍ ﴿٣٠﴾
Cennet de muttakilere yaklaştırılır, uzak değildir. (*31)
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ ﴿٣١﴾
‘Bu, size vadedilen şeyler; her yönelen, koruyan.’ (*32)
هَـٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ ﴿٣٢﴾
‘Görmediği halde Rahman’a saygılı olan, yönelmiş bir kalp getiren kimseleredir!’ (*33)
مَّنْ خَشِيَ الرَّحْمَـٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَاءَ بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ ﴿٣٣﴾
‘Ona, selametle girin; bu, ebedilik günüdür.’ (*34)
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ۖ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ ﴿٣٤﴾
Onlar için orada diledikleri her şey vardır, yanımızda daha fazlası vardır. (*35)
لَهُم مَّا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ ﴿٣٥﴾
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik; onlar, bunlardan daha güçlüydüler, şiddetle saldırıyor, böylece beldeleri delik deşik etmişlerdi, kaçabildiler mi! (*36) (*36-37)
وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُم بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِن مَّحِيصٍ ﴿٣٦﴾
Şüphesiz bunda, kendisinin kalbi olan yahut dinleyip teslim olan ve ona tanıklık eden kimse için elbette bir öğüt vardır.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَن كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ ﴿٣٧﴾
Andolsun gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık ve Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. (*38)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ ﴿٣٨﴾
Artık onların dedikleri şeylere sabret ve Rabb’ini, güneş doğmadan önce ve batmadan önce hamd ile tesbih et! (*39-40)
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ ﴿٣٩﴾
Gecenin bir kısmında (*40) ve secdelerin ardından böylece O'nu tesbih et. (**40)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ ﴿٤٠﴾
Bir münadinin, yakın bir yerden çağıracağı gün dinle.
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ ﴿٤١﴾
O gün çığlığı gerçek olarak duyarlar, işte bu, çıkış günüdür.
يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ ﴿٤٢﴾
Şüphesiz Biz, hayat veren ve öldüren Biziz ve dönüş de bizedir. (*43)
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ ﴿٤٣﴾
O gün yer onlara yarılır, hızla koşarlar; işte bu diriliştir, bize kolaydır.
يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ۚ ذَٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ ﴿٤٤﴾
Biz onların dedikleri şeyleri biliyoruz, sen onların üzerine bir zorlayıcı değilsin, (*45) öyleyse tehdidimden korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver. (**45)
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ ۖ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ ۖ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ ﴿٤٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi