Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
İbrâhîm Süresi اِبْرٰه۪يمَ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de nazil olan sure, 52 ayettir. İsmini, 35-41. ayetlerde Rabb’ine dua eden Hz. İbrahim’den almıştır. Mushaf tertibine göre 14. nüzul sırasına göre 72. suredir.

Elif Lâm Ra. Sana o indirdiğimiz Kitap, insanları Rab’lerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, (*1) Aziz ve Hamd edilenin yoluna çıkarman içindir. (**1)
الر ۚ كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ ﴿١﴾
Allah O’dur ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa O’nundur ve şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin haline! (*2)
اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ ﴿٢﴾
Onlar ki, ahirete karşılık dünya hayatını tercih eden kimselerdir, (*3) Allah yolundan alıkoyarlar (**3) ve onu eğriltmek isterler; işte onlar, uzak bir dalalet içerisindedirler.
الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ۚ أُولَـٰئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ ﴿٣﴾
Kendi kavminin dilinden başkasıyla bir Rasulü göndermedik ki, onlara açıklasın. (*4) artık Allah, dileyen kimseyi dalalete düşürür (**4) ve dileyen kimseye hidayet eder; O, Aziz’dir, Hakim’dir. (***4)
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ ۖ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٤﴾
Andolsun Musa’yı ayetlerimizle gönderdik: ‘Kavmini, karanlıklardan aydınlığa (nura) çıkar ve Allah'ın günlerini onlara hatırlat’ diye! Şüphesiz bunda sabreden, (*5) şükreden herkes için ayetler vardır. (**5)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُم بِأَيَّامِ اللَّهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٥﴾
Bir zaman Musa kavmine dedi ki: ‘Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki o zaman Fir'avn ailesinden sizi kurtarmıştı; işkencenin en kötüsünü size uyguluyor, oğullarınızı kesiyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. (*6) Bunda, sizin için Rabb’inizden büyük bir imtihan vardı.’ (**6)
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنجَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ ﴿٦﴾
Ve o zaman Rabb’iniz size bildirmişti ki: ‘Andolsun şayet şükrederseniz elbette size artırırım ve andolsun şayet nankörlük ederseniz şüphesiz azabım muhakkak çok şiddetlidir.’ (*7) (*7-9)
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ ۖ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ ﴿٧﴾
Ve Musa dedi ki: ‘Şayet siz ve yeryüzünde bulunan kimselerin hepsi, nankörlük etseniz, artık şüphesiz Allah, elbette muhtaç olmayan, hamd edilendir.’
وَقَالَ مُوسَىٰ إِن تَكْفُرُوا أَنتُمْ وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ ﴿٨﴾
Sizden önceki kimselerden Nuh, Ad ve Semud kavmi ve onlardan sonra gelen kimselerin haberi size gelmedi mi -ki Allah'tan başka kimse onları bilmez-Rasulleri onlara apaçık beyyinelerle geldi. Ancak onlar, ellerindekini ağızlarıyla reddettiler ve dediler ki: ‘Şüphesiz biz, kendisiyle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz ve hakikaten biz, gerçekten kendisine çağırdığınız şeyden şüphe veren bir kuşku içerisindeyiz!’ (*9-13)
أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ ۛ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ ۛ لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا اللَّهُ ۚ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ ﴿٩﴾
Rasulleri dedi ki: ‘Gökleri ve yeri yaratan hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)! (O), sizin günahlarınızı bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir süreye kadar ertelemek için çağırıyor.’ (*10) Dediler ki: ‘Doğrusu siz de ancak bizim benzerimiz beşersiniz, atalarımızın tapmış olduğu şeylerden gerçekten bizi çevirmek istiyorsunuz, (**10) o halde açık bir hükümle bize gelin.’ (***10)
۞ قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ قَالُوا إِنْ أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ ﴿١٠﴾
Rasulleri onlara dedi ki: ‘Elbette biz, ancak sizin benzeriniz beşeriz velakin Allah, kullarından dileyen kimseye ihsan eder (*11) ve Allah’ın izni müstesna bir delili size getirmemiz elbette bizim için mümkün değildir;’ artık Mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler. (*11-12)
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١١﴾
Allah’a niye tevekkül etmeyelim ki ve (O) bizi, gerçekten hidayete iletmiştir! Elbette bize eziyet ettiğiniz şeylere sabredeceğiz, artık tevekkül edenler, Allah’a tevekkül etsinler. (*12)
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا ۚ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَىٰ مَا آذَيْتُمُونَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ ﴿١٢﴾
İnkâr eden kimseler, rasullerine dedi ki: ‘Yurdumuzdan mutlaka sizi çıkaracağız yahut milletimize/dinimize dönersiniz!’ (*13) Bunun üzerine Rab’leri, onlara vahyetti: (**13) ‘Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!’
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُم مِّنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۖ فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ ﴿١٣﴾
Onların ardından o yere muhakkak sizi yerleştireceğiz; bu, makamımdan korkan ve tehdidimden korkan kimseler içindir.
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ ﴿١٤﴾
Yardım istediler ve her inatçı zorba bozguna uğradı. (*15)
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ ﴿١٥﴾
Onun ardından cehennem var ve irinli sudan içirilir. (*16-17)
مِّن وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَىٰ مِن مَّاءٍ صَدِيدٍ ﴿١٦﴾
Onu yutmağa çalışır ve neredeyse kolay yutamaz ve her yandan ölüm gelir ve o, ölmeyecek de ve onun ardından da katı bir azap! (*17)
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ ۖ وَمِن وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ ﴿١٧﴾
Rab’lerini inkâr eden kimselerin örneği, onların amelleri, fırtınalı bir günde, rüzgârın kendisini şiddetle (savurduğu) kül gibidir; kazandıkları şeylerden hiçbir şeye güç yetiremezler, işte o, uzak bir dalalettir. (*18)
مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ ۖ لَّا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَىٰ شَيْءٍ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ ﴿١٨﴾
Görmedin mi, şüphesiz Allah, gökleri ve yeri Hak ile yarattı, şayet dilerse sizi (*19) götürür ve yeni bir halk getirir. Bu, Allah’a zor değildir. (**19)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ ﴿١٩﴾
Görmedin mi, şüphesiz Allah, gökleri ve yeri Hak ile yarattı, şayet dilerse sizi (*19) götürür ve yeni bir halk getirir. Bu, Allah’a zor değildir. (**19)
وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ ﴿٢٠﴾
Hepsi Allah'a göründüler; nihayet zayıflar, büyüklük taslayan kimselere (*21) dediler ki: ‘Şüphesiz biz, size tâbi olmuştuk; şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden kaldırabilir misiniz?’ dediler ki: ‘Allah bizi hidayete erdirseydi, elbette sizi hidayete iletirdik; kaygılansak yahut sabretsek de bize aynıdır, bize kaçacak bir yer yoktur!’ (**21)
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِن شَيْءٍ ۚ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ ۖ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِن مَّحِيصٍ ﴿٢١﴾
Ne zaman ki işi bitirdi, şeytan dedi ki: ‘Şüphesiz Allah Hak bir vaat ile size vadetti ve ben de size vadettim, (*22) fakat ben size (vadimden) döndüm! Benim sizin üzerinizde bir gücüm olmadı; ancak elbette sizi davet ettim, böylece siz bana icabet ettiniz; artık beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın! (**22) Ne ben sizi yardıma çağırabilirim ne de siz beni yardıma çağırabilirsiniz! Gerçekten ben, önceden beni ortak koşmanızı tanımamıştım;’ şüphesiz zalimlere, onlar için acıklı bir azap vardır! (***22)
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ ۖ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي ۖ فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم ۖ مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُم بِمُصْرِخِيَّ ۖ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ ۗ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٢﴾
İman edip salih amel işleyen kimseler, cennetlere sokulurlar, onun altından nehirler akar, Rab’lerinin izni ile orada sürekli kalacaklardır; (*23) orada onların yaşamları esenliktir. (**23)
وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ ۖ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ ﴿٢٣﴾
Görmedin mi Allah nasıl bir misal verdi; güzel söz, güzel bir ağaç gibidir, onun kökü sabit ve onun dal(lar)ı göktedir.
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ ﴿٢٤﴾
Rabb’inin izniyle her zaman o yenilen (meyvesini) verir ve Allah, insanlar için misaller verir, ta ki onlar düşünsünler.
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا ۗ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٥﴾
Kötü sözün misali, kötü bir ağaç gibidir, kökü koparılmış, yerin üzerinde onun hiçbir sabitliği yoktur.
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِن فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِن قَرَارٍ ﴿٢٦﴾
Allah, iman eden kimseleri, dünya hayatında da Ahirette de sağlam sözle sabit kılar, Allah, zalimleri de dalalete düşürür ve Allah, dilediği şeyi yapar. (*27)
يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ ۚ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ ﴿٢٧﴾
Görmedin mi, Allah’ın nimetini küfre değiştiren kimseleri ve kavimlerini helak yurduna konduranları.
۞ أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ ﴿٢٨﴾
Cehennem; ona yaslanırlar, ne kötü durulacak yerdir. (*29)
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا ۖ وَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٢٩﴾
O’nun yolundan saptırmak için Allah’a denkler tuttular; de ki: ‘Eğlenin, varacağınız yer ateştir!’
وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلُّوا عَن سَبِيلِهِ ۗ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ ﴿٣٠﴾
Kullarıma de ki: ‘İman eden kimseler, namazı kılsınlar, (*31) kendisinde alışverişin olmadığı ve dostluğun olmadığı gün gelmeden önce, gizli ve açık olarak onları rızıklandırdığımız şeylerden infak etsinler.’ (**31)
قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ ﴿٣١﴾
Allah, O’dur ki, gökleri ve yeri yarattı ve gökten su indirdi, böylece onunla size rızık olarak meyvelerden çıkardı. O’nun emriyle denizde akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi ve nehirleri de sizin hizmetinize verdi. (*32) (*32-34)
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ ﴿٣٢﴾
Güneşi ve Ay’ı sürekli olarak sizin hizmetinize verdi, (*33) geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. (**33)
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ ﴿٣٣﴾
O, istediğiniz her şeyden size verdi ve şayet Allah´ın nimetini saysanız, onu hesaplayamazsınız; (*34) gerçekten insan çok zalimdir, çok nankördür. (**34)
وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ ۚ وَإِن تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا ۗ إِنَّ الْإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ ﴿٣٤﴾
Bir zaman İbrahim dedi ki: ‘Rabb’im, bu beldeyi emniyetli kıl ve elbette putlara tapmaktan evlatlarımı uzak tut.’ (*35)
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـٰذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الْأَصْنَامَ ﴿٣٥﴾
Rabb'im, şüphesiz onlar, insanlardan çoğunu dalalete düşürdüler, artık kim bana tâbi olursa işte o bendendir ve kim bana isyan ederse artık şüphesiz Sen bağışlayan merhamet edensin.
رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ ۖ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي ۖ وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣٦﴾
Rabb’imiz, doğrusu ben çocuklarımdan bir kısmını, Senin Beyti Haram’ın yanında, ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabb’imiz, namazı kılsınlar diye, böylece Sen insanlardan bir kısım gönülleri onlara muhabbetli kıl ve meyvelerden onları rızıklandır, ta ki onlar şükretsinler. (*37)
رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ ﴿٣٧﴾
Rabb’imiz, şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin; yerde ve gökte hiç bir şey Allah'a gizli değildir. (*38)
رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ ۗ وَمَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِن شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ ﴿٣٨﴾
Hamdolsun Allah’a; O ki bana, ihtiyarlık çağımda İsmail’i ve İshak’ı bahşetti; şüphesiz Rabb’im duayı İşiten’dir. (*39)
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ ۚ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ ﴿٣٩﴾
Rabb'im, beni namazı ikame eden kıl ve zürriyetimden de! Rabb'imiz, duamı kabul buyur.
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي ۚ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ ﴿٤٠﴾
Rabb’imiz, hesaba durulacağı gün beni, anamı-babamı (*41) ve Mü’minleri bağışla! (**41)
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ ﴿٤١﴾
Zalimlerin yaptığı şeylerden Allah'ı gafil sanma, şüphesiz ancak onları, gözlerin donup kalacağı bir güne ertelemektedir. (*42)
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ ۚ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ ﴿٤٢﴾
(O gün,) başlarını uzatmış halde koşmakla yetinmişlerdir; bakışları kendilerine dönmez ve gönülleri bomboştur.
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۖ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ ﴿٤٣﴾
İnsanları uyar ki o gün, onlara azap gelecektir; artık zulmeden kimseler diyecekler ki: ‘Rabb’imiz, bizi ertele yakın bir süreye kadar, Senin davetine icabet edelim ve rasullere tâbi olalım.’ Daha önceden sizin için hiçbir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz! (*44)
وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ ۗ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ ﴿٤٤﴾
Kendi nefislerine zulmeden kimselerin yurtlarına yerleşmiştiniz ve onlara nasıl yaptığımız size açıklanmıştı ve örneklerle size anlatmıştık.
وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ ﴿٤٥﴾
Ve gerçekten onlar, düzenler kurdular ve onların düzenleri Allah’ın yanındadır ve doğrusu kendisiyle dağları yok eden düzenleri olsa (bile). (*46)
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ ﴿٤٦﴾
O halde Allah’ı, rasullerine o verdiği söze muhalefet eder sanma! (*47) Şüphesiz Allah Aziz’dir, intikam sahibidir. (**47)
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ ﴿٤٧﴾
O gün yer, başka bir yerle değiştirilir ve gökler de ve Bir olan Kahhar Allah’a görünürler. (*48)
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ ۖ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿٤٨﴾
Ve görürsün ki günahkârlar o gün, birbirine yaklaştırılmış halde zincire vurulmuşlar. (*49)
وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ ﴿٤٩﴾
Onların giysileri katrandan ve yüzlerini ateş kaplamaktadır.
سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ وَتَغْشَىٰ وُجُوهَهُمُ النَّارُ ﴿٥٠﴾
Allah, her nefse, kazandığı şeylerin karşılığını elbette verecektir, şüphesiz Allah, hesabı çabuk Gören’dir.
لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿٥١﴾
Bu, kendisiyle uyarılmaları, (*52) O’nun, gerçekten yalnızca Bir tek İlah olduğunu bilmeleri ve akıl sahiplerinin öğüt almaları için insanlara bir tebliğdir. (**52) (***52)
هَـٰذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿٥٢﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi