Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Fâtır Süresi فَاطِرٍ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Fâtır sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 45 âyettir. İsmini 1. âyette geçen Cenâb-ı Hakk’ın اَلْفَاطِرُ (Fâtır) sıfatından alır. Buna “Melâike” sûresi de denilir. Resmî tertîbe göre 35, iniş sırasına göre 43. sûredir.

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı rasuller yapan Allah’adır; yaratmada dilediği şeyi artırır, şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir. (*1)
الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۚ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاءُ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١﴾
Allah, insanlara rahmetini açsa artık onu tutan olamaz, tuttuğu bir şeyi de O'ndan sonra onu salıverecek yoktur; O, Aziz’dir, Hâkim’dir.
مَّا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا ۖ وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢﴾
Ey insanlar, üzerinizdeki Allah'ın nimetini hatırlayın; gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'tan başka bir yaratıcı mı var! (*3) O'ndan başka ilah yoktur, (**3) öyleyse nasıl iftira ediyorsunuz! (***3)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ ۚ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ ﴿٣﴾
Şayet seni yalanlıyorlarsa, muhakkak ki senden önceki rasuller de yalanlanmıştı; bütün işler Allah’a döndürülür. (*4)
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ ۚ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿٤﴾
Ey insanlar, şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir; o halde dünya hayatı sizi (*5) aldatmasın ve o aldatıcı, Allah ile sizi aldatmasın. (**5) (***5)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۖ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۖ وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ ﴿٥﴾
Şüphesiz şeytan, sizin düşmanınızdır, (*6) öyleyse siz de onu düşman edinin; gerçekten o, hizbini alevli ateşin halkından olmaya çağırır. (**6)
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا ۚ إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ ﴿٦﴾
İnkâr eden kimseler, onlara şiddetli bir azap vardır ve iman eden ve salih ameller işleyenler, onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. (*7)
الَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ۖ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ ﴿٧﴾
Kötü ameli kendisine süslü gösterilen kimse mi, (*8) işte o, kendi amelini güzel görür; artık gerçekten Allah, dileyen kimseyi dalalette bırakır (**8) ve dileyen kimseye hidayet eder; o halde nefsin, onlara kederlenip gitmesin! Şüphesiz Allah, onların yaptıkları şeyleri Bilen’dir. (***8)
أَفَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَنًا ۖ فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۖ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ ﴿٨﴾
Allah O’dur ki, rüzgârları gönderir, böylece bulutu harekete geçirir, nihayet onu, ölü bir beldeye süreriz; sonra o öldükten sonra yeri onunla diriltiriz; (*9) dirilme de işte böyledir. (**9)
وَاللَّهُ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ إِلَىٰ بَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَحْيَيْنَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ كَذَٰلِكَ النُّشُورُ ﴿٩﴾
Kim izzetli olmak istiyorsa, (*10) artık izzet tamamen Allah’ındır; (**10) güzel söz O'na çıkar, salih amel onu yükseltir; kötülükler planlayan kimselere, onlara şiddetli bir azap vardır ve işte o planladıkları yok olacaktır. (***10)
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا ۚ إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ ۚ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ ۖ وَمَكْرُ أُولَـٰئِكَ هُوَ يَبُورُ ﴿١٠﴾
Allah, topraktan sizi yarattı, sonra nutfeden, (*11) sonra sizi eşler kıldı, O’nun bilgisi dışında hiçbir dişi hamile kalamaz ve doğuramaz; ömür verilenden, yazılanın dışında onun ömründen kısılmaz ve ömür verilmez, şüphesiz bu, Allah’a kolaydır. (**11)
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا ۚ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَىٰ وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ ۚ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿١١﴾
İki deniz aynı değildir; bu tatlı, ferahlatıcı, içimi kolay ve bu, tuzlu ve acıdır; hepsinden taze et yersiniz ve o takındığınız süsü çıkarırsınız, (*12) O’nun fazlından aramanız için onun içinde hareket eden gemileri görürsün, ta ki şükredesiniz. (**12)
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَـٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَـٰذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ ۖ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا ۖ وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢﴾
Geceyi, gündüzün içine sokar ve gündüzü gecenin içine sokar, (*13) güneşe ve aya boyun eğdirdi, (**13) hepsi belirtilmiş bir süre için hareket eder; (***13) işte Rabb’iniz Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka çağırdığınız kimseler, bir çekirdek zarına (bile) malik değillerdir. (****13)
يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ ۚ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِن قِطْمِيرٍ ﴿١٣﴾
Doğrusu onları çağırsanız çağrınızı işitmezler, şayet işitseler de size icabet etmezler, Kıyamet günü, sizin ortak koşmanızı inkâr ederler ve haberdar olan (Allah) gibi sana bildiren olmaz.
إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءَكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ ۚ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ ﴿١٤﴾
Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, Allah O’dur ki, muhtaç olmayan, hamd edilendir.
۞ يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاءُ إِلَى اللَّهِ ۖ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ ﴿١٥﴾
Şayet dilerse sizi yok eder ve yeni bir halk getirir. (*16) (*16-17)
إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ ﴿١٦﴾
Bu, Allah’a güç değildir.
وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ ﴿١٧﴾
Bir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez ve şayet ağır yük yüklenen, onu taşımaya (birini) çağırsa, -şayet yakını da olsa-ondan bir şey yüklenmez. (*18) Şüphesiz sen, ancak görmeden Rab’lerinden korkan kimseleri, namazı kılanları (**18) uyarırsın ve kim temizlenirse, işte gerçekten kendi nefsi için temizlenir; dönüş Allah’adır. (***18)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۚ وَإِن تَدْعُ مُثْقَلَةٌ إِلَىٰ حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَىٰ ۗ إِنَّمَا تُنذِرُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ ۚ وَمَن تَزَكَّىٰ فَإِنَّمَا يَتَزَكَّىٰ لِنَفْسِهِ ۚ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ ﴿١٨﴾
Âmâ ile gören aynı değildir. (*19)
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ ﴿١٩﴾
Karanlıklar ve aydınlık da aynı değildir.
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ ﴿٢٠﴾
Gölge ve sıcaklık aynı değildir.
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ ﴿٢١﴾
Yaşayanlar ve ölüler aynı değildir; şüphesiz Allah, dileyen kimseye işittirir ve sen, kabirlerdeki kimselere işittiremezsin. (*22)
وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلَا الْأَمْوَاتُ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَن يَشَاءُ ۖ وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ ﴿٢٢﴾
Şüphesiz sen, ancak bir uyarıcısın.
إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ ﴿٢٣﴾
Gerçekten Biz seni, Hak ile müjdeci ve uyarıcı gönderdik; şüphesiz ümmetlerden, içerisinde uyarıcısı bulunmayan olmamıştır. (*24)
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا ۚ وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خَلَا فِيهَا نَذِيرٌ ﴿٢٤﴾
Şayet seni yalanlıyorlarsa, işte gerçekten onlardan önceki kimseler de yalanlamıştı; rasulleri beyyinelerle sahifelerle ve aydınlatıcı Kitapla onlara varmıştı. (*25)
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ ﴿٢٥﴾
Sonra inkâr eden kimseleri yakaladım; bak nasıl oldu beni inkâr etmek!
ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ ﴿٢٦﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah, gökten su indirdi; (*27) böylece onunla muhtelif renklerde meyveler çıkardık ve dağlardan beyaz, kırmızı muhtelif renklerde siyah acayip yollar (var ettik). (**27)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهَا ۚ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُّخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ ﴿٢٧﴾
İnsanlardan, sürüngenler ve hayvanlar da böyle muhtelif renktedirler. Şüphesiz, kulları içerisinde ulema Allah’tan (hakkıyla) korkar. Muhakkak ki Allah, üstündür, çok bağışlayandır. (*28)
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَٰلِكَ ۗ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ ﴿٢٨﴾
Gerçekten Allah’ın Kitabı’nı okuy an kimseler, namazı kılanlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infak edenler, (*29) yok olmayacak bir ticaret umarlar. (**29)
إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَّن تَبُورَ ﴿٢٩﴾
Onların mükâfatlarını onlara tam verir ve O, fazlından onlara artırır; şüphesiz O, bağışlayandır, şükredilendir. (*30)
لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ ۚ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٣٠﴾
Ki o sana Kitab’ı vahyettik; o Haktır, kendinden önce açıklanan şeyi tasdik edendir; şüphesiz Allah, kullarından elbette Haberdardır, Gören’dir. (*31)
وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِعِبَادِهِ لَخَبِيرٌ بَصِيرٌ ﴿٣١﴾
Sonra kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Kitab’ı miras verdik, böylece onlardan nefsine zulmeden ve onlardan doğru giden ve onlardan, Allah’ın izni ile hayırlarda (*32) öne geçen var. (**32) İşte o, büyük lütuftur. (***32)
ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا ۖ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ ﴿٣٢﴾
Adn cennetleri; oraya girerler, orada altından bilezikler, inciler takınırlar, orada onların elbiseleri ipektir. (*33)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا ۖ وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ ﴿٣٣﴾
Dediler ki: ‘Hamdolsun Allah’a! (*34) O ki, bizden kederi giderdi; şüphesiz Rabb’imiz Ğafur’dur, çok şükredilendir.’ (**34)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ ۖ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٣٤﴾
‘O ki, fazlından kalınacak yurdu bize münasip gördü; orada bir yorgunluk bize dokunmaz ve orada bir bıkkınlık bize dokunmaz.’
الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ ﴿٣٥﴾
Kâfir kimseler, onlara cehennem ateşi vardır; onlara hüküm verilmez ki böylece ölsünler ve onun azabı onlardan hafifletilmez, işte biz her kâfiri böyle cezalandırırız. (*36)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَىٰ عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُم مِّنْ عَذَابِهَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ ﴿٣٦﴾
Ve onlar orada feryat ederler ki: ‘Rabb’imiz, bizi çıkar, o yapmış olduğumuzdan başka salih amel yapalım.’ (*37) (Onlara), ‘Orada öğüt alacak kimsenin öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi ve size uyarıcı da gelmişti; şimdi tadın, artık zalimler için bir yardımcı yoktur.’ denilir. (**37)
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ ۚ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ ۖ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ ﴿٣٧﴾
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir; (*38) gerçekten O, göğüslerin özünü Bilen’dir. (**38)
إِنَّ اللَّهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٣٨﴾
O ki sizi, yeryüzünün halifeleri kıldı; (*39) artık kim inkâr ederse, onun küfrü kendi aleyhindedir. Kâfirlerin küfrü, Allah yanında nefretten başka artırmaz ve kâfirlerin küfrü, hüsrandan başkasını artırmaz. (**39)
هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ ۚ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا ۖ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا ﴿٣٩﴾
De ki: ‘Gördünüz mü, ortaklar koşup Allah'tan başka çağırdığınız kimseleri! Bana gösterin, yerden hangi şeyi yarattılar!’ Yoksa onların, göklerde bir ortağı mı var, yoksa biz onlara bir Kitap verdik de böylece onlar, ondan apaçık bir delil üzerindeler mi! Aksine gerçekten o zalimler, birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vadetmiyorlar. (*40)
قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءَكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَىٰ بَيِّنَتٍ مِّنْهُ ۚ بَلْ إِن يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُم بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا ﴿٤٠﴾
Şüphesiz Allah, yok olmasın diye gökleri ve yeri tutmaktadır; (*41) andolsun şayet ikisi yok olsa, O’ndan sonra hiç kimse o ikisini tutamaz; gerçekten O, halimdir, Ğafur’dur. (**41)
۞ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَن تَزُولَا ۚ وَلَئِن زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِّن بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا ﴿٤١﴾
Yeminlerinin bütün gücüyle, ‘Andolsun şayet kendilerine bir uyarıcı gelse, (*42) herhangi bir ümmetten daha çok hidayet üzerinde olacaklarına' Allah'a yemin ettiler; fakat ne zaman ki onlara bir uyarıcı geldi, onlara, kaçışlarından başka bir şey artırmadı. (**42)
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءَهُمْ نَذِيرٌ لَّيَكُونُنَّ أَهْدَىٰ مِنْ إِحْدَى الْأُمَمِ ۖ فَلَمَّا جَاءَهُمْ نَذِيرٌ مَّا زَادَهُمْ إِلَّا نُفُورًا ﴿٤٢﴾
Yeryüzünde büyüklük taslayıp (*43) kötülük planlamak; kötü plan, sâhibinden başkasını kuşatmaz; şimdi öncekilerin sünnetinden başkasını mı bekliyorlar! Artık Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın; Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın. (**43)
اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ ۚ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ ۚ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ ۚ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا ۖ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا ﴿٤٣﴾
Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki böylece onlardan önceki kimselerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler; kuvvetçe kendilerinden daha güçlü idiler, göklerde ve yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Şüphesiz O, Âlim’dir, Kadir’dir. (*44)
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَكَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِن شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا ﴿٤٤﴾
Şayet kazandıkları nedeniyle insanları Allah cezalandırsaydı, onun üzerinde hiçbir canlı bırakmazdı velakin belirtilmiş bir süreye kadar onları erteliyor, (*45) artık onların ecelleri geldiği zaman muhakkak ki Allah, kullarını görmektedir. (**45)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِن دَابَّةٍ وَلَـٰكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا ﴿٤٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi