Sure Hakkında
Rûm Süresi
الرُّومِ
Rûm Süresi
الرُّومِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rûm sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. İsmini, 2. âyetinde yer alan اَلرُّومُ (Rûm) kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 30, nüzûl sırasına göre 84. sûredir.
Yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir.
فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُم مِّن بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ
﴿٣﴾
Birkaç sene içerisinde, önce de sonra da emir Allah’ındır ve o gün Mü’minler sevineceklerdir.
فِي بِضْعِ سِنِينَ ۗ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ ۚ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
﴿٤﴾
بِنَصْرِ اللَّهِ ۚ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
﴿٥﴾
Allah’ın vaadidir; Allah, vaadinden dönmez velakin insanların çoğu bilmezler. (*6)
وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
﴿٦﴾
Onlar, dünya hayatının görünüşünü bilirler ve onlar, ahiretten gafil olanlar onlardır. (*7)
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
﴿٧﴾
Onlar, nefisleri içinde düşünmediler mi ki Allah, gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları, Hak ile ve belirlenmiş bir süre dışında yaratmadığını ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rab’lerine kavuşmayı gerçekten inkâr edenlerdir. (*8)
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِم ۗ مَّا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
﴿٨﴾
Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki böylece onlardan önceki kimselerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlardan kuvvetli ve daha güçlü idiler; toprağı kazıp altüst etmişler ve onu, onların imar ettiklerinden daha çok fazla onu imar etmişlerdi. Rasulleri, açık delillerle onlara gelmişti; fakat Allah onlara zulmetmiyordu velakin onlar, nefislerine zulmediyorlardı. (*9)
أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَأَثَارُوا الْأَرْضَ وَعَمَرُوهَا أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ ۖ فَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَـٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
﴿٩﴾
Sonra kötülük eden kimselerin akıbeti çok kötü oldu; şüphesiz Allah’ın ayetlerini yalanlıyorlardı ve onlarla alay ediyorlardı. (*10)
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاءُوا السُّوأَىٰ أَن كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِئُونَ
﴿١٠﴾
Allah, ilkin yaratır, sonra onu yeniler, daha sonra O’na döndürülürsünüz. (*11)
اللَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
﴿١١﴾
Saat/Kıyamet başladığı gün, suç işleyen kimseler suskundur.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ
﴿١٢﴾
Onların ortak koştuklarından onlara şefaat edenler olmaz ve kendileri ile şirk koşanları inkâr ederler. (*13)
وَلَمْ يَكُن لَّهُم مِّن شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ
﴿١٣﴾
Saat/Kıyamet başladığı gün, o gün onlar, ayrılırlar.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
﴿١٤﴾
Amma, iman edip salih amel işleyen kimseler, işte onlar, bir bahçe içinde mutludurlar. (*15)
فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
﴿١٥﴾
Ve amma, inkâr edip ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayan kimseler, işte onlar, azabın içinde hazır bulundurulacaklardır.
وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَـٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
﴿١٦﴾
Öyleyse Allah’ı tesbih edin; akşama girdiğinizde ve sabaha girdiğinizde. (*17)
فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ
﴿١٧﴾
Göklerde ve yerde, akşam ve öğle zamanında Hamd O’nadır. (*18)
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
﴿١٨﴾
Ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır; ölümünden sonra yeri diriltir ve işte böyle siz de çıkarılacaksınız. (*19)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ وَكَذَٰلِكَ تُخْرَجُونَ
﴿١٩﴾
Topraktan sizi yaratması gerçekten O’nun ayetlerindendir, daha sonra siz, insan olarak (yeryüzüne) yayıldınız.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ
﴿٢٠﴾
Kendisiyle sükûn bulmanız için eşleri sizin nefislerinizden, sizin için yaratması ve aranıza sevgi ve rahmet koyması şüphesiz O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünenler toplumu için ayetler vardır.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
﴿٢١﴾
Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin muhtelif olması O’nun ayetlerindendir; şüphesiz bunda bilenler için gerçekten ayetler vardır.
وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْعَالِمِينَ
﴿٢٢﴾
Gece uyumanız ve gündüz O’nun lütfundan istemeniz, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, işitenler toplumu için ayetler vardır. (*23)
وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُم مِّن فَضْلِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
﴿٢٣﴾
Korku ve umut içinde şimşeği size göstermesi, O’nun ayetlerindendir. Gökten su indirir, böylece onunla yeri ölümünden sonra diriltir. Şüphesiz bunda, akledenler toplumu için ayetler vardır. (*24)
وَمِنْ آيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
﴿٢٤﴾
O’nun emri ile göğün ve yerin durması, şüphesiz O’nun ayetlerindendir, sonra yerden bir davetle sizi çağırdığı zaman, işte o zaman siz çıkarılanlar olacaksınız.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَن تَقُومَ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ ۚ ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِّنَ الْأَرْضِ إِذَا أَنتُمْ تَخْرُجُونَ
﴿٢٥﴾
وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ
﴿٢٦﴾
O ki, ilkin yaratır, sonra onu yeniler ve o, O’na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüksek durum O’nundur ve O, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*27)
وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ ۚ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَىٰ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
﴿٢٧﴾
Kendi nefislerinizden size bir misal verdi; sizin sahip olduğunuz şeylerde, sizi rızıklandırdığımız şeylere ortaklar mı var! Böylece sizinle onda, eşit olarak kendi nefislerinizden kaygı duyduğunuz gibi onlardan kaygı duyarsınız! Akledenler toplumu için ayetleri, ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (*28)
ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِّنْ أَنفُسِكُمْ ۖ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
﴿٢٨﴾
Bilakis, zulmeden kimseler, bilgisizce kendi hevalarına tâbi oldular, Allah'ın dalalete düşürdüğü kimseye artık kim hidayet verebilir ve onların bir yardımcıları yoktur. (*29)
بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ ۖ فَمَن يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ ۖ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
﴿٢٩﴾
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا ۚ فِطْرَتَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا ۚ لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
﴿٣٠﴾
۞ مُنِيبِينَ إِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
﴿٣١﴾
مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
﴿٣٢﴾
İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rab’lerine dua eder, O'na yönelirler; sonra onlara, kendinden bir rahmet tattırdığında hemen onlardan bir grup, Rab’lerine şirk koşarlar. (*33)
وَإِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُم مُّنِيبِينَ إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا أَذَاقَهُم مِّنْهُ رَحْمَةً إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ
﴿٣٣﴾
Onlara verdiğimiz şeylere nankörlük ettiklerinden dolayı şimdi eğlenin, artık yakında bileceksiniz. (*34)
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ ۚ فَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
﴿٣٤﴾
Yoksa onlara bir hüküm indirdik de böylece o mu, kendisiyle şirk koşmakta oldukları şeyleri onlara söylüyor. (*35)
أَمْ أَنزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ
﴿٣٥﴾
İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinirler ve doğrusu ellerinin takdim ettiği şeyler dolayısıyla bir kötülük onlara isabet ederse hemen onlar, ümitsizliğe kapılırlar.
وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ
﴿٣٦﴾
Görmüyorlar mı ki gerçekten Allah, dileyen kimselere rızkı açar ve takdir eder; şüphesiz bunda iman edenler toplumu için ayetler vardır. (*37)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
﴿٣٧﴾
فَآتِ ذَا الْقُرْبَىٰ حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
﴿٣٨﴾
وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ ۖ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
﴿٣٩﴾
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ۖ هَلْ مِن شُرَكَائِكُم مَّن يَفْعَلُ مِن ذَٰلِكُم مِّن شَيْءٍ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ
﴿٤٠﴾
İnsanların, elleriyle kazandıkları şeyler nedeniyle karada ve denizde fesat ortaya çıktı; yaptıklarının bir kısmını onlara tattırıyor, ta ki onlar dönsünler. (*41)
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
﴿٤١﴾
De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın, böylece bakın, önceki kimselerin akıbeti nasıl olmuş! Onların çoğu, şirk koşanlardan idi.’ (*42)
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلُ ۚ كَانَ أَكْثَرُهُم مُّشْرِكِينَ
﴿٤٢﴾
O halde yüzünü dosdoğru dine doğrult, Allah'tan, kendisinin geri döndürülmesi olmayan gün gelmeden önce; O gün (insanlar) ayrılırlar. (*43)
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ الْقَيِّمِ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ ۖ يَوْمَئِذٍ يَصَّدَّعُونَ
﴿٤٣﴾
Kim inkâr ederse, onun küfrü onun artık aleyhinedir ve kim salih bir amel işlerse, artık onlar, nefisleri için hazırlık yapmışlardır.
مَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ ۖ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ
﴿٤٤﴾
O, lütfundan, iman edip salih amel işleyen kimselere mükâfat verecektir; şüphesiz O, kâfirleri sevmez! (*45)
لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِن فَضْلِهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
﴿٤٥﴾
Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, rahmetinden size tattırması, O, emriyle gemileri yürütmesi ve O’nun lütfundan aramanız, şüphesiz O’nun ayetlerindendir; ta ki şükredesiniz. (*46)
وَمِنْ آيَاتِهِ أَن يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
﴿٤٦﴾
Andolsun senden önce de rasulleri kavimlerine gönderdik, böylece apaçık delillerle onlara vardılar, bunun üzerine suç işleyen kimselerden intikam aldık ve Mü’minlere yardım etmek üzerimize hak oldu. (*47)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَىٰ قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا ۖ وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
﴿٤٧﴾
اللَّهُ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُثِيرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَاءِ كَيْفَ يَشَاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ ۖ فَإِذَا أَصَابَ بِهِ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
﴿٤٨﴾
Doğrusu onlar, önceden (yağmurun) üzerlerine indirilmeyeceğini kabul etmişlerdi, onun öncesinde elbette ümitsizdiler.
وَإِن كَانُوا مِن قَبْلِ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْهِم مِّن قَبْلِهِ لَمُبْلِسِينَ
﴿٤٩﴾
İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine, onun ölümünden sonra yeri nasıl diriltiyor! Şüphesiz böylece ölüleri de elbette diriltecektir ve O, her şeye Kâdir’dir.
فَانظُرْ إِلَىٰ آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَىٰ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
﴿٥٠﴾
Ve şayet bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler, elbette değişirler ondan sonra nankörlük ederler.
وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَّظَلُّوا مِن بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ
﴿٥١﴾
Şimdi şüphesiz sen, ölülere işittiremezsin ve arkalarını dönüp gittikleri zaman daveti, sağırlara da işittiremezsin. (*52)
فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَىٰ وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
﴿٥٢﴾
وَمَا أَنتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ ۖ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ
﴿٥٣﴾
Allah, O’dur ki, zayıf olarak yarattı, sonra zayıflığın ardından kuvvetli kıldı, daha sonra kuvvetin ardından zayıf ve yaşlı kıldı. (O), dilediğini yaratır ve O, Alim’dir, Kadir’dir.
۞ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً ۚ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۖ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
﴿٥٤﴾
Saat/Kıyamet başladığı gün suçlular, yemin ederler ki, (kabirde) bir saatten başka kalmadıklarına. İşte böyle yalan söylüyorlar. (*55-56)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ ۚ كَذَٰلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ
﴿٥٥﴾
Bilgi verilen ve iman eden kimseler der ki: ‘Andolsun siz, Allah'ın yazdığı süresince ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız, işte bu, dirilme günüdür velakin siz bilmiyordunuz.’
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَالْإِيمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ فِي كِتَابِ اللَّهِ إِلَىٰ يَوْمِ الْبَعْثِ ۖ فَهَـٰذَا يَوْمُ الْبَعْثِ وَلَـٰكِنَّكُمْ كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
﴿٥٦﴾
فَيَوْمَئِذٍ لَّا يَنفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
﴿٥٧﴾
Andolsun her misali bu Kur’an içinde insanlara anlattık ve şayet bir ayeti onlara getirsen, inkâr eden kimseler elbette derler ki: ‘Doğrusu siz ancak batılda olan kimselersiniz.’
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـٰذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَلَئِن جِئْتَهُم بِآيَةٍ لَّيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ أَنتُمْ إِلَّا مُبْطِلُونَ
﴿٥٨﴾
İşte bilmeyen kimselerin kalplerini Allah, böyle mühürler.
كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
﴿٥٩﴾
Şimdi sabret, şüphesiz Allah’ın vaadi haktır ve yakinen iman etmemiş kimseler seni gevşetip yumuşatmasın. (*60)
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۖ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ
﴿٦٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi