Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Necm Süresi النَّجْمِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Necm sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 62 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve “yıldız” mânasına gelen اَلنَّجْمُ (necm) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 53, iniş sırasına göre ise 23. sırada yer alır. İçinde secde ayeti bulunan sûrelerden biridir.

İndiği zaman yıldıza andolsun. (*1)
وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ ﴿١﴾
Arkadaşınız yanıltmadı ve sapıtmadı. (*2)
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ ﴿٢﴾
O, hevadan konuşmaz.
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَىٰ ﴿٣﴾
Doğrusu o, ancak vahyedilen bir vahiydir! (*4)
إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ ﴿٤﴾
Güçlü, kuvvetli olan ona öğretti. (*5) (*5-18)
عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىٰ ﴿٥﴾
Kuvvet sahibi, hemen doğruldu. (*6-18)
ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَىٰ ﴿٦﴾
Ve o, en yüksek ufuktaydı. (*7-13)
وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَىٰ ﴿٧﴾
Sonra yaklaştı, sonra sarktı.
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ ﴿٨﴾
Böylece iki yay mesafesi yahut daha yakın oldu.
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ ﴿٩﴾
Artık O’nun kuluna vahyettiği şeyi vahyetti.
فَأَوْحَىٰ إِلَىٰ عَبْدِهِ مَا أَوْحَىٰ ﴿١٠﴾
Gönül gördüğü şeyi yalanlamadı.
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَىٰ ﴿١١﴾
Şimdi kuşku mu duyuyorsunuz onun gördüğü şey hakkında! (*12)
أَفَتُمَارُونَهُ عَلَىٰ مَا يَرَىٰ ﴿١٢﴾
Andolsun onu, bir inişinde de gördü.
وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ ﴿١٣﴾
Sidretü’l-Müntehânın yanında.
عِندَ سِدْرَةِ الْمُنتَهَىٰ ﴿١٤﴾
Cennet’ül Me’va onun yanındadır.
عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَىٰ ﴿١٥﴾
O zaman Sidre'yi kaplayan şey kaplıyordu.
إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ ﴿١٦﴾
Gördüğünde sapmadı ve sınırı aşmadı.
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ ﴿١٧﴾
Andolsun, Rabb’inin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَىٰ ﴿١٨﴾
Şimdi düşündünüz mü Lat’ı ve Uzza'yı. (*19-20)
أَفَرَأَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزَّىٰ ﴿١٩﴾
Ve diğer üçüncüsü Menat'ı!
وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَىٰ ﴿٢٠﴾
Erkek size ve dişi O'na mı! (*21-22)
أَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْأُنثَىٰ ﴿٢١﴾
Öyleyse bu, adil olmayan bir paylaşım!
تِلْكَ إِذًا قِسْمَةٌ ضِيزَىٰ ﴿٢٢﴾
Doğrusu o, siz ve atalarınızın kendisini isimlendirdiği isimlerden başka değildir, Allah, ona bir delil indirmemiştir; (*23) elbette onlar ancak zanna ve nefislerin hevasına tâbi oluyorlar, andolsun Rab’lerinden onlara Hidayet gelmiştir. (**23)
إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاءٌ سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ ۚ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ ۖ وَلَقَدْ جَاءَهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَىٰ ﴿٢٣﴾
Yoksa temenni ettiği şey insan için midir!
أَمْ لِلْإِنسَانِ مَا تَمَنَّىٰ ﴿٢٤﴾
Fakat Ahiret ve öncesi Allah’ındır. (*25)
فَلِلَّهِ الْآخِرَةُ وَالْأُولَىٰ ﴿٢٥﴾
Göklerde nice melek de (*26) var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez; Allah’ın gerçekten izin vermesinden sonra dilediği ve razı olduğu kimse müstesna. (**26)
۞ وَكَم مِّن مَّلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِن بَعْدِ أَن يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَن يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ ﴿٢٦﴾
Şüphesiz ahirete iman etmeyen kimseler, melekleri dişi isimleri ile isimlendiriyorlar. (*27)
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلَائِكَةَ تَسْمِيَةَ الْأُنثَىٰ ﴿٢٧﴾
Onların onun hakkında bir bilgileri yoktur, doğrusu onlar, sadece zanna tâbi oluyorlar ve şüphesiz zan, Hak’tan bir şey kazandırmaz. (*28)
وَمَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ ۖ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ ۖ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا ﴿٢٨﴾
Öyleyse zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen (*29) kimseden yüzçevir. (**29)
فَأَعْرِضْ عَن مَّن تَوَلَّىٰ عَن ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٢٩﴾
İlimden onların ulaşabildikleri budur; şüphesiz Rabb’in O’dur ki, kimin yolundan saptığını en iyi Bilen ve O, hidayette olan kimseyi de en iyi Bilen’dir. (*30)
ذَٰلِكَ مَبْلَغُهُم مِّنَ الْعِلْمِ ۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدَىٰ ﴿٣٠﴾
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır; (*31) kötülük yapan kimseleri, yaptıkları ile cezalandırır ve güzel davranan kimseleri güzellikle mükâfatlandırır. (**31)
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاءُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى ﴿٣١﴾
O kimseler ki, küçük olanlar hariç, günahın büyüğünden ve fuhşiyattan kaçınırlar. (*32) Şüphesiz Rabb’inin mağfireti geniştir. (**32) O, sizi topraktan inşa ettiği zaman ve annelerinizin karınlarında cenin olduğunuz zaman sizi en iyi Bilen’dir, o halde nefislerinizi temize çıkarmayın, O, korunan kimseyi en iyi Bilen’dir. (***32)
الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ ۚ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ ۖ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ ۖ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ ﴿٣٢﴾
Bak, gördün mü o sırt dönen kimseyi! (*33)
أَفَرَأَيْتَ الَّذِي تَوَلَّىٰ ﴿٣٣﴾
Azıcık verdi ve cimrilik etti! (*34)
وَأَعْطَىٰ قَلِيلًا وَأَكْدَىٰ ﴿٣٤﴾
Gaybın ilmi onun yanında mı, böylece onu görüyor! (*35)
أَعِندَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرَىٰ ﴿٣٥﴾
Yoksa haber mi verilmedi Musa’nın sahifelerinden ve İbrahim’den. (*36-37)
أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَىٰ ﴿٣٦﴾
Ki o, çok vefalı idi.
وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّىٰ ﴿٣٧﴾
Bir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. (*38)
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ﴿٣٨﴾
Ve elbette insan için çalışmasından başka bir şey yoktur. (*39-41)
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ ﴿٣٩﴾
Şüphesiz onun çalışması yakında görülecektir.
وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَىٰ ﴿٤٠﴾
Sonra karşılığı tam olarak ona verilecektir.
ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاءَ الْأَوْفَىٰ ﴿٤١﴾
Ve muhakkak ki son varış senin Rabb’inedir. (*42)
وَأَنَّ إِلَىٰ رَبِّكَ الْمُنتَهَىٰ ﴿٤٢﴾
Gerçekten O, güldüren ve ağlatan O’dur. (*43)
وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَىٰ ﴿٤٣﴾
Ve şüphesiz O, öldüren ve dirilten O’dur. (*44)
وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا ﴿٤٤﴾
Ve gerçekten O, yarattı iki çifti; erkeği ve dişiyi. (*45)
وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَىٰ ﴿٤٥﴾
Atıldığı zaman nutfeden. (*46)
مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَىٰ ﴿٤٦﴾
Ve şüphesiz sonuncu yaratma da O'na aittir.
وَأَنَّ عَلَيْهِ النَّشْأَةَ الْأُخْرَىٰ ﴿٤٧﴾
Gerçekten O, zengin eden ve sermaye veren O’dur. (*48)
وَأَنَّهُ هُوَ أَغْنَىٰ وَأَقْنَىٰ ﴿٤٨﴾
Ve doğrusu O, Şira’nın Rabb’i O'dur.
وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَىٰ ﴿٤٩﴾
Gerçekten O, helâk etti önceki Ad’ı. (*50-54)
وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَىٰ ﴿٥٠﴾
Ve Semud'u peşinden bırakmadı.
وَثَمُودَ فَمَا أَبْقَىٰ ﴿٥١﴾
Önceden de Nuh kavmini; (*52) şüphesiz onlar, daha çok zulmetmiş ve azgındılar. (**52)
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَىٰ ﴿٥٢﴾
İftira attılar, yıkıldılar.
وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَىٰ ﴿٥٣﴾
Böylece onu kaplayan şey kapladı.
فَغَشَّاهَا مَا غَشَّىٰ ﴿٥٤﴾
O halde hangi nedenle Rabb’inden kuşku duymaya devam ediyorsun!
فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكَ تَتَمَارَىٰ ﴿٥٥﴾
Bu, ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır. (*56) (*56-57)
هَـٰذَا نَذِيرٌ مِّنَ النُّذُرِ الْأُولَىٰ ﴿٥٦﴾
Kıyamet yaklaştı!
أَزِفَتِ الْآزِفَةُ ﴿٥٧﴾
Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. (*58-59)
لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ ﴿٥٨﴾
Şimdi siz, bu söze mi hayret ediyorsunuz!
أَفَمِنْ هَـٰذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ ﴿٥٩﴾
Ve gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ ﴿٦٠﴾
Ve siz kafa tutuyorsunuz!
وَأَنتُمْ سَامِدُونَ ﴿٦١﴾
Artık secde edin (*62) ve Allah’a kulluk edin! (**62)
فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا ۩ ﴿٦٢﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi