Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Tûr Süresi الطُّورِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Tûr sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 49 âyettir. İsminin 1. âyette geçip dağ mânasına gelen ve hususiyle Hz. Mûsâ’nın Allah Teâlâ ile konuştuğu dağın adı olarak bilinen اَلطُّورُ (Tûr) kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 52, iniş sırasına göre 76. sûredir.

Ve yazılıp satırlara dökülmüş olana!
وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ ﴿٢﴾
Şefkatle yayınlanmış olana!
فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ ﴿٣﴾
Ve Beyt’i Ma’mur’a! (*4)
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ ﴿٤﴾
Yükseltilmiş tavana!
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ ﴿٥﴾
Ve taşırılmış denize! (*6)
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ ﴿٦﴾
Şüphesiz Rabb’inin azabı elbette vuku bulacaktır!
إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ ﴿٧﴾
Onu, hiçbir şey defedemez.
مَّا لَهُ مِن دَافِعٍ ﴿٨﴾
O gün gök, sallandıkça sallanır! (*9)
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاءُ مَوْرًا ﴿٩﴾
Dağlar hareket ettikçe hareket eder. (*10)
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا ﴿١٠﴾
İşte vay o günü yalanlayanlara!
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿١١﴾
O kimseler ki onlar, daldıkları oyun ve eğlence içerisindeydiler. (*12)
الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ ﴿١٢﴾
O gün onlar, hor görülürler, cehennem ateşine (girinceye) kadar hordurlar.
يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَىٰ نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا ﴿١٣﴾
İşte o ateş, o ki siz onu yalanlıyordunuz.
هَـٰذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٤﴾
Şimdi bu sihir mi yoksa siz mi görmüyormuşsunuz!
أَفَسِحْرٌ هَـٰذَا أَمْ أَنتُمْ لَا تُبْصِرُونَ ﴿١٥﴾
Ona girin, artık sabredin ya da sabretmeyin; sizin için aynıdır! Şüphesiz ancak yapmış olduğunuz şeylerle cezalandırılacaksınız. (*16)
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ ۖ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٦﴾
Şüphesiz Muttakiler, cennetlerde ve nimetler içindedirler.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ ﴿١٧﴾
Rab’lerinin onlara verdiği şeylerle hoş vakit geçirirler ve cehennem azabından Rab’leri onları korumuştur. (*18)
فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ ﴿١٨﴾
‘Yiyin ve için afiyetle, yapmış olduğunuz şeylerden dolayıdır.’ (*19)
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٩﴾
Sıra sıra tahtlar üzerine yaslanmışlardır ve onları çiftler halinde oluşturduk, ileri gelenler konuşuyorlar. (*20)
مُتَّكِئِينَ عَلَىٰ سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ ۖ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ ﴿٢٠﴾
İman eden kimseler ve onların zürriyetleri de iman ile onlara tâbi olanları, onların zürriyetlerini onlar ile buluşturduk ve onların amellerinden de hiçbir şey onlara eksiltmedik, her kişi, kazandığı şeyler dolayısıyla rehindir. (*21)
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ ۚ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ ﴿٢١﴾
Arzuladıkları şeylerden, meyve ve et ile onlara yardım ettik.
وَأَمْدَدْنَاهُم بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢٢﴾
Orada birbirlerine kâse sunarlar, orada boş bir söz yoktur ve günaha sokma da yoktur. (*23)
يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَّا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ ﴿٢٣﴾
Onlara hizmet edenler, onların çevresinde dolaşır, gerçekten onlar, saklanmış inci gibidir.
۞ وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَّكْنُونٌ ﴿٢٤﴾
Onların, bir kısmı bir kısmı ile karşı karşıya (oturmuşlar), birbirlerine soruyorlar.
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ ﴿٢٥﴾
Dediler ki: ‘Şüphesiz biz, ailemiz içinde endişelenenler idik.’
قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ ﴿٢٦﴾
Allah, şimdi ihsanda bulundu ve hücrelere işleyen azaptan bizi korudu.
فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ ﴿٢٧﴾
Şüphesiz biz, bundan önce O’na dua edenler idik, şüphesiz O, boyun eğilen ve Merhamet edendir.
إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ ﴿٢٨﴾
Şimdi hatırlat; çünkü sen, Rabb’inin nimeti ile (*29) kâhin ve mecnun değilsin. (**29)
فَذَكِّرْ فَمَا أَنتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ ﴿٢٩﴾
Yoksa şairdir, onun eceli belirsiz, bekliyoruz mu diyorlar.  (*30)
أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ ﴿٣٠﴾
De ki: ‘Bekleyin, artık gerçekten ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.’ (*31)
قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ ﴿٣١﴾
Yoksa kurdukları hayaller mi bunu onlara emrediyor ya da onlar, azgınlar toplumu mudurlar! (*32)
أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُم بِهَـٰذَا ۚ أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ ﴿٣٢﴾
Yoksa ‘O, gevezenin biri mi diyorlar,’ aksine onlar, iman etmiyorlar.
أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ ۚ بَل لَّا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٣﴾
O halde onun benzeri bir sözle gelsinler, şayet sözlerinde sadık kimseler iseler. (*34)
فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ ﴿٣٤﴾
Yoksa başka şeyden mi yaratıldılar ya da yaratanlar onlar mı!
أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ ﴿٣٥﴾
Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar, aksine onlar, yakinen iman etmezler.
أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۚ بَل لَّا يُوقِنُونَ ﴿٣٦﴾
Yoksa Rabb’inin hazineleri onların yanında mı ya da düzenleyip tanzim edenler onlar mı! (*37)
أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ ﴿٣٧﴾
Yoksa onların, orada dinleyebilecekleri basamaklar mı var, (*38) öyleyse dinleyenleri apaçık delille gelsinler. (**38)
أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ ۖ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ ﴿٣٨﴾
Yoksa kızlar O’nun ve oğullar sizin mi! (*39)
أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ ﴿٣٩﴾
Yoksa bir ücret mi istiyorsun onlardan; böylece onlar, ağır bir borç altında kalan kimseler midir! (*40)
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ ﴿٤٠﴾
Yoksa gayb onların yanında da böylece onlar mı yazıyorlar! (*41)
أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ ﴿٤١﴾
Yoksa bir düzen mi tasarlıyorlar, işte inkâr eden kimseler, onlar düzen yapanlardır. (*42)
أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا ۖ فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ ﴿٤٢﴾
Yoksa onların, Allah’tan başka bir ilahı mı var, onların ortak koştukları şeylerden Allah yücedir!  (*43)
أَمْ لَهُمْ إِلَـٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٤٣﴾
Gökten düşen bir karaltı görseler, derler ki: ‘Birikmiş buluttur.’ (*44)
وَإِن يَرَوْا كِسْفًا مِّنَ السَّمَاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ ﴿٤٤﴾
Artık onları bırak ta o günlerine kavuşuncaya kadar; o ki, ondan çarpılacaklar.
فَذَرْهُمْ حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ ﴿٤٥﴾
O gün, onların düzenleri onlara hiçbir fayda sağlamaz ve onlara yardım edilmez.
يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ ﴿٤٦﴾
Ve şüphesiz zulmeden kimselere, bundan başka bir azap da vardır velakin onların çoğu bilmiyorlar.
وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَٰلِكَ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٧﴾
Rabb’inin hükmüne sabret, (*48) çünkü şüphesiz sen, ileri gelenlerimizdensin ve kalktığın zaman hamd ile Rabb’ini tesbih et. (**48) (*48-49)
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا ۖ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ ﴿٤٨﴾
Ve gecenin bir kısmında böylece yıldızların ardından O’nu tesbih et. (*49) (**49)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ ﴿٤٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi