Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Zâriyât Süresi الذَّارِيَاتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Zâriyât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. İsmini, 1. âyette geçen ve “tozu toprağı savuran rüzgârlar” mânasına gelen اَلذَّارِیَاتُ (zâriyât) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 51, iniş sırasına göre 67. suredir.

Andolsun savurdukça savuranlara. (*1-6)
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا ﴿١﴾
Ağırlık yüklenenlere. (*2)
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا ﴿٢﴾
Kolayca hareket edenlere.
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا ﴿٣﴾
Nihayet emri taksim edenlere.
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا ﴿٤﴾
Şüphesiz size vadedilen şeyler elbette doğrudur.
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ ﴿٥﴾
Ve muhakkak din/hesap gerçekleşecektir. (*6)
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ ﴿٦﴾
Andolsun yörüngelere sahip göğe.
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ ﴿٧﴾
Şüphesiz siz, muhtelif sözler içerisindesiniz.
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ ﴿٨﴾
İftira eden kimse, O’na iftira ediyor. (*9)
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ ﴿٩﴾
Canı çıksın gerçeği söylemeyenlerin.
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ ﴿١٠﴾
Ki onlar, taşkınlık içerisinde gaflettedirler.
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ ﴿١١﴾
Sorarlar, ‘Ne zaman din/hesap günü?’ (*12) (*12-14)
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ ﴿١٢﴾
O gün onlar, ateşe tutulacaklardır.
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ ﴿١٣﴾
‘Tadın fitnenizi; bu odur ki onu acele istiyordunuz.’
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَـٰذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿١٤﴾
Şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve pınarlardadırlar.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿١٥﴾
Rab’lerinin, kendilerine verdiği şeyleri alırlar; gerçekten onlar, bundan önce güzel davrananlar idiler.
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ ﴿١٦﴾
Gecenin birazında uyurlardı. (*17)
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ ﴿١٧﴾
Ve seherlerde onlar, istiğfar ederlerdi. (*18)
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿١٨﴾
Onların mallarında bir hak vardır, düşkün ve yoksul için. (*19)
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ ﴿١٩﴾
Yeryüzünde kesin iman edecekler için ayetler vardır. (*20)
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ ﴿٢٠﴾
Ve nefislerinizde de, görmüyor musunuz!
وَفِي أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١﴾
Gökte rızkınız ve size vadedilen şeyler var. (*22) (**22)
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢﴾
İşte göğün ve yerin Rabb’ine andolsun ki, şüphesiz O, gerçekten sizin konuşmanız gibi elbette gerçektir.
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ ﴿٢٣﴾
İbrahim’in seçilmiş misafirlerinin haberi sana geldi mi?
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ ﴿٢٤﴾
Onun yanına girdikleri zaman hemen ‘Selam’ dediler, (İbrahim) dedi ki: ‘Selam, tanınmayan bir topluluk.’
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ ﴿٢٥﴾
Hemen ailesine gitti, nihayet besili bir buzağı getirdi.
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ ﴿٢٦﴾
Öylece onlara yaklaştırdı; dedi ki: ‘Yemez misiniz?’
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ ﴿٢٧﴾
Sonra onlardan tedirgin oldu, dediler ki: ‘Kaygılanma’ ve ona çok bilgin bir erkek çocuğu müjdelediler.
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ ﴿٢٨﴾
Hemen onun hanımı, ısrarla yüzüne vurarak karşılık verdi ve dedi ki: ‘Kısır yaşlı bir kadın(ım)!’
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ ﴿٢٩﴾
Dediler ki: ‘Bu böyledir, Rabb’in buyurdu, şüphesiz O, Hâkim, Âlim O’dur.’
قَالُوا كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ ﴿٣٠﴾
(İbrahim) dedi ki: ‘Öyleyse nedir sizin işiniz ey gönderilen rasuller?’
۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿٣١﴾
Dediler ki: ‘Doğrusu biz, suçlu bir kavme gönderildik.’
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ ﴿٣٢﴾
‘Onların üzerine çamurdan taşlar göndermemiz için.’ (*33-34)
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ ﴿٣٣﴾
‘Haddi aşanlar için Rabb’inin indinde işaretlenmiştir.’
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ ﴿٣٤﴾
Böylece Mü’minlerden orada kim varsa çıkardık.
فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٣٥﴾
Fakat Müslümanlardan bir evden başkasını orada bulamadık.
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿٣٦﴾
Orada, acıklı azaptan korkan kimseler için bir ibret bıraktık. (*37)
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ ﴿٣٧﴾
Ve Musa’da (bir delildir); bir zaman açık bir hüküm (*38) ile Fir’avn’e onu gönderdik. (**38)
وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ ﴿٣٨﴾
Fakat kendisinin güvendiği kişilerle yüzçevirdi ve dedi ki: ‘Sihirbazdır yahut mecnundur.’ (*39)
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ ﴿٣٩﴾
Bunun üzerine onu ve askerlerini yakaladık, onları, engin denize attık ve o, kınanmış biriydi. (*40) (*40-46)
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ ﴿٤٠﴾
Ve Ad’de (bir ibrettir); bir zaman onların üzerine şiddetli bir rüzgâr gönderdik.
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ ﴿٤١﴾
Hiçbir şey bırakmıyor, o üzerinden geçtiğini bitiriyor, onu çürütmüş gibi yapıyordu. (*41)
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ ﴿٤٢﴾
Ve Semud da (bir ibrettir); bir zaman denildi ki: ‘Bir süreye kadar hoş vakit geçirin.’ 
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ ﴿٤٣﴾
Rab’lerinin emrine karşı büyüklük tasladılar, bunun üzerine onları yıldırım yakaladı.
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ ﴿٤٤﴾
Ve onlar, bakakaldılar. Artık ayağa kalkmaya güç yetiremediler ve yardım edilenler de olmadılar.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ ﴿٤٥﴾
Önceden Nuh kavmini de (helak etmiştik); (*46) şüphesiz onlar, fasıklar kavmi idiler. (**46)
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ ﴿٤٦﴾
Ve semayı, kuvvetle bina ettik ve şüphesiz Biz elbette yapabilenleriz.
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤٧﴾
Ve yeri, onu da yaydık, işte ne güzel düzenleyiciyiz. (*48)
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿٤٨﴾
Ve her şeyden iki çift yarattık; ta ki düşünsünler. (*49)
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩﴾
Artık Allah’a kaçın (*50) (yönelin), şüphesiz ben, size O’ndan apaçık bir uyarıcıyım. (*50-51)
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ ۖ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥٠﴾
Başka bir ilahı Allah ile beraber kılmayın, şüphesiz ben, size O’ndan apaçık bir uyarıcıyım. (*51)
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ ۖ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥١﴾
İşte böyle, onlardan önceki kimselere bir rasul gelince mutlaka dediler ki: ‘Sihirbazdır yahut mecnundur.’
كَذَٰلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ ﴿٥٢﴾
Onu (birbirlerine) tavsiye mi ettiler; bilakis onlar, azgınlar toplumudur. (*53)
أَتَوَاصَوْا بِهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ ﴿٥٣﴾
Artık onlardan yüzçevir, şimdi sen kınanacak değilsin.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنتَ بِمَلُومٍ ﴿٥٤﴾
Ve öğüt ver, çünkü şüphesiz öğüt, Mü’minlere faydalıdır. (*55)
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَىٰ تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٥٥﴾
Cinleri ve insanları, bana kulluk yapmaları dışında (bir nedenle) yaratmadım. (*56)
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
Onlardan bir rızık istemiyorum ve elbette bana yedirmelerini de istemiyorum.
مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ ﴿٥٧﴾
Şüphesiz Allah, rızık veren O’dur, sağlam güç sahibidir. (*58)
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ﴿٥٨﴾
Artık gerçekten zulmeden kimselere, arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır, öyleyse acele etmesinler.
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ ﴿٥٩﴾
O günlerinden dolayı inkâr eden kimselerin vay haline, o ki onlara vadedilmişti. 
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ ﴿٦٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi