Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Ankebût Süresi الْعَنْكَبُوتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Ankebût sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 69 âyettir. İsmini, 41. âyetinde misâli verilen örümcek mânasındaki اَلْعَنْكَبُوتُ (ankebût) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 29, iniş sırasına göre 85. sûredir.

Gerçekten insanlar: ‘iman ettik’ demekle ve onlar, imtihan edilmeden muhakkak bırakılacaklarını zannediyorlar mı! (*2-3)
أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾
Andolsun onlardan önceki kimseleri imtihan ettik, Allah doğruları böylece ayırdedecek ve yalancıları da böylece ayırdedecektir.
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۖ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ ﴿٣﴾
Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, gerçekten bizden kaçacaklarını sanıyorlar mı! Ne kötü hüküm veriyorlar.
أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَن يَسْبِقُونَا ۚ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿٤﴾
Kim, Allah’a kavuşmayı umuyorsa, artık gerçekten Allah’ın o vakti gelecektir ve O, İşiten’dir, Âlim’dir.
مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٥﴾
Ve Kim cihad ederse artık gerçekten ancak o nefsi için cihad eder; şüphesiz Allah, âlemlere elbette muhtaç değildir.
وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٦﴾
İman edip salih amel işleyen kimselerin, onların kötülüklerini onlar için elbette örteceğiz ve yapmış oldukları şeyin en güzeliyle onları elbette mükâfatlandıracağız. (*7) (**7)
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٧﴾
İnsana, anne babasına güzel davranmayı emrettik ve şayet kendisi hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana şirk koşman için seni zorlarlarsa bu sebeple ikisine itaat etme. Dönüşünüz Banadır, artık yapmış olduğunuz şeyleri size haber vereceğim.  (*8)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا ۖ وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا ۚ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٨﴾
İman edip salih amel işleyen kimseleri, salih kimseler içine mutlaka katacağız.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ ﴿٩﴾
İnsanlardan kimileri derler ki: ‘Allah’a iman ettik’ fakat Allah uğrunda eziyet edildiği zaman, insanların fitnesini Allah’ın azabı gibi tutar ve gerçekten Rabb’inden bir yardım gelse, mutlaka derler ki: ‘Biz doğrusu sizlerle beraberdik’. Allah, âlemlerin göğüslerinde bulunanı daha iyi bilen değil midir! (*10)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ فَإِذَا أُوذِيَ فِي اللَّهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللَّهِ وَلَئِن جَاءَ نَصْرٌ مِّن رَّبِّكَ لَيَقُولُنَّ إِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ ۚ أَوَلَيْسَ اللَّهُ بِأَعْلَمَ بِمَا فِي صُدُورِ الْعَالَمِينَ ﴿١٠﴾
Allah, iman eden kimseleri elbette bilir ve münafıkları da elbette bilir.
وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ ﴿١١﴾
İman eden kimselere inkâr eden kimseler dedi ki: ‘Bizim yolumuza tabi olun, sizin hatalarınızı yüklenelim.’ Onların hatalarından bir şeyi onlar yüklenmeyecekler; şüphesiz onlar, elbette yalancılardır.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا اتَّبِعُوا سَبِيلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ وَمَا هُم بِحَامِلِينَ مِنْ خَطَايَاهُم مِّن شَيْءٍ ۖ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٢﴾
Kendi ağırlıklarını ve (başka) ağırlıkları da kendi (*13) ağırlıkları ile beraber elbette yüklenecekler; uydurmuş oldukları şeylerden Kıyamet günü, elbette sorguya çekileceklerdir. (**13)
وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ ۖ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣﴾
Andolsun Nuh’u kavmine gönderdik, böylece onların içinde elli yıl müstesna, bin sene kaldı, (*14) nihayet onları, zulmederlerken tufan yakaladı. (**14)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٤﴾
Ancak onu ve gemi halkını kurtardık ve onu insanlar için bir ayet (ibret) kıldık.
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ﴿١٥﴾
Ve İbrahim kavmine o zaman dedi ki: 'Allah'a kulluk edin ve O'ndan korkun, şayet bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.’ (*16-17) (**16-17)
وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ۖ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٦﴾
Şüphesiz ancak Allah'tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz; şüphesiz Allah'tan başka taptığınız kimseler, size rızık vermeye malik değiller, bu yüzden rızkı Allah'ın yanında arayın, (*17) O'na kulluk edin ve O'na şükredin, (**17) O'na döndürüleceksiniz. (***17)
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا ۚ إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِندَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ ۖ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١٧﴾
Şayet yalanlarsanız zira elbette sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı; Rasul’ün üzerinde açıkça tebliğ etmekten başka bir şey yoktur. (*18)
وَإِن تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ أُمَمٌ مِّن قَبْلِكُمْ ۖ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿١٨﴾
Görmediler mi ki Allah, ilkin nasıl yaratıyor, sonra onu yeniliyor! Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.
أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿١٩﴾
De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın, böylece bakın, yaratmaya nasıl başlamış, sonra Allah, son yaratmayı da ahirette gerçekleştirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir.’ (*20)
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ۚ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾
Dileyen kimseye azap eder ve dileyen kimseye merhamet eder ve O’na (*21) döndürüleceksiniz. 
يُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ وَيَرْحَمُ مَن يَشَاءُ ۖ وَإِلَيْهِ تُقْلَبُونَ ﴿٢١﴾
Siz, yerde ve gökte (O’nu engellemeye) güç yetiremezsiniz ve sizin için Allah’tan başka bir veli ve yardımcı yoktur. (*22) (**22)
وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ ۖ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿٢٢﴾
Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden kimseler, işte onlar, rahmetimden ümitsizdirler ve işte onlar, acıklı azap onlar içindir. (*23)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَـٰئِكَ يَئِسُوا مِن رَّحْمَتِي وَأُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٣﴾
Nihayet kavminin cevabı: ‘Onu öldürün yahut onu yakın’ demelerinden başka olmadı, fakat Allah, onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edenler toplumu için ayetler vardır.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا اقْتُلُوهُ أَوْ حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ اللَّهُ مِنَ النَّارِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٢٤﴾
(İbrahim) dedi ki: ‘Şüphesiz ancak siz, Allah’ı bırakıp putlar edindiniz; dünya hayatında aranızda muhabbet kurdunuz, sonra Kıyamet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi lanetlersiniz; varacağınız yer de ateştir ve sizin hiçbir yardımcınız yoktur.’ (*25)
وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٢٥﴾
Bunun üzerine Lut ona iman etti ve (İbrahim) dedi ki: ‘Şüphesiz ben Rabb'ime hicret edeceğim, (*26) şüphesiz O, Aziz’dir, Hâkim’dir.’ (**26)
۞ فَآمَنَ لَهُ لُوطٌ ۘ وَقَالَ إِنِّي مُهَاجِرٌ إِلَىٰ رَبِّي ۖ إِنَّهُ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٦﴾
Biz ona İshak'ı ve Yakub'u bahşettik, onun neslinin arasına, nübüvvet ve kitap koyduk; dünyada karşılığını ona verdik, şüphesiz o, Ahirette de elbette salihlerdendir. (*27)
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا ۖ وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿٢٧﴾
Ve Lut, o zaman kavmine dedi ki: ‘Gerçekten siz, bir iğrençliği işliyorsunuz ki, alemlerden hiç kimse onda, sizin önünüze geçmemiştir.’ (*28)
وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّنَ الْعَالَمِينَ ﴿٢٨﴾
‘Erkeklere mi varıyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda iğrenç şeyler işliyorsunuz?’ Ancak kavminin cevabı: ‘Gerçekten doğru söyleyenlerden isen, Allah’ın azabını bize getir’ demelerinden başka olmadı.
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّبِيلَ وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنكَرَ ۖ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللَّهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٩﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, şu fesat çıkaranlar toplumuna karşı bana yardım et.’ (*30) (*30-31)
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ ﴿٣٠﴾
Ne zaman ki rasullerimiz (melekler) bir müjde ile İbrahim’e vardılar, dediler ki: ‘Şüphesiz biz, bu kentin halkını helak edicileriz; şüphesiz oranın halkı, zalimlerden oldular.’ (*31)
وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَىٰ قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَـٰذِهِ الْقَرْيَةِ ۖ إِنَّ أَهْلَهَا كَانُوا ظَالِمِينَ ﴿٣١﴾
(İbrahim) dedi ki: ‘Doğrusu orada Lut var!’ (Melekler) dediler ki: ‘Biz, orada kimlerin olduğunu daha iyi biliriz, onu ve ailesini kurtaracağız, ancak karısı, geride kalanlardan olacak.’
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا ۚ قَالُوا نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَن فِيهَا ۖ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٢﴾
Ne zaman ki rasullerimiz Lut'a geldiler, onlar sebebiyle kötü oldu; onlar vesilesiyle (göğsü) daraldı; dediler ki: ‘Korkma ve üzülme, (*33) şüphesiz biz, seni ve aileni kurtaracağız, ancak senin eşin geride kalanlardan olacaktır.’ (**33)
وَلَمَّا أَن جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ ۖ إِنَّا مُنَجُّوكَ وَأَهْلَكَ إِلَّا امْرَأَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٣٣﴾
Şüphesiz Biz, bu şehir halkı üzerine, fasıklar olduklarından dolayı gökten bir ceza indirenler olacağız. (*34) (**34)
إِنَّا مُنزِلُونَ عَلَىٰ أَهْلِ هَـٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٣٤﴾
Andolsun ondan apaçık bir ayeti (delili) akledenler toplumu için bıraktık.
وَلَقَد تَّرَكْنَا مِنْهَا آيَةً بَيِّنَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٣٥﴾
Medyen’e, onların kardeşleri Şuayb hemen dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin ve ahiret gününü ümit edin, yeryüzünde kötülük yapıp ifsat edenler olmayın.’ (*36-40)
وَإِلَىٰ مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿٣٦﴾
Fakat onu yalanladılar, bu nedenle şiddetli bir sarsıntı onları yakaladı, (*37) böylece yurtlarında yüzükoyun halde sabahladılar. (**37)
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ ﴿٣٧﴾
Ad ve Semud, şüphesiz onların oturdukları yerlerden size açıkça görüldüğü üzere şeytan, onların amellerini kendilerine süsledi, böylece (Allah) yolundan onları alıkoydu ve basiretli kimselerden olabilirlerdi. (*38)
وَعَادًا وَثَمُودَ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ ۖ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ ﴿٣٨﴾
Karun, Fir’avn ve Haman; andolsun Musa, apaçık delillerle onlara varmıştı, fakat yeryüzünde büyüklük tasladılar ve (azabımızın) önüne geçenler olmadılar. (*39) (**39) 
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ ۖ وَلَقَدْ جَاءَهُم مُّوسَىٰ بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ ﴿٣٩﴾
Bunun üzerine her birini kendi günahıyla yakaladık, böylece kiminin üstüne kasırga gönderdik, onlardan kimini bir çığlık yakaladı ve onlardan kimini (suda) boğduk; onlara zulmeden Allah değildi velakin onlar, kendi nefislerine zulmediyorlardı. (*40)
فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ ۖ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَـٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٠﴾
Allah’tan başkasını evliya edinen kimselerin misali, bir ev edinen örümceğin benzeri gibidir ve gerçekten evlerin en zayıfı, elbette örümceğin evidir, şayet bilmiş olsalardı. (*41)
مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا ۖ وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ ۖ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾
Şüphesiz Allah, kendisi dışındaki şeylere neden çağırdıklarını en iyi bilendir ve O, Aziz’dir, Hâkim’dir.
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٤٢﴾
İşte bu misaller, onu insanlara anlatıyoruz, âlimlerden başkası ona akıl erdiremez.
وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ ۖ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ ﴿٤٣﴾
Allah, gökleri ve yeri Hak ile yarattı, şüphesiz bunda Mü’minler için elbette bir ayet vardır. (*44)
خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٤﴾
Kitap’tan sana vahyedilen şeyleri oku ve namazı kıl; (*45) şüphesiz namaz, iğrenç şeylerden ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak elbette en büyüktür ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir. (**45)
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ ۖ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ ۗ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ﴿٤٥﴾
Kitap ehliyle, o en güzel tarz dışında tartışmayın; onlardan, zulmedenler müstesna (*46) ve deyin ki: ‘O bize indirilene ve size indirilene iman ettik, ilahımız ve ilahınız birdir, biz de O’na teslim olanlarız.’ (**46)
۞ وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ ۖ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَـٰهُنَا وَإِلَـٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿٤٦﴾
Böylece sana bir Kitap indirdik; işte kendilerine Kitap verdiğimiz o kimseler, ona iman ederler ve bunlardan (Araplardan) ona iman edecek kimseler vardır; kâfirlerden başkası ayetlerimizi bilerek inkâr etmez.
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ ۚ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ ۖ وَمِنْ هَـٰؤُلَاءِ مَن يُؤْمِنُ بِهِ ۚ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ ﴿٤٧﴾
Sen, ondan önce kitaptan bir şey okuyan (*48) değildin ve elinle de onu yazmıyordun; bu durumda batılda olanlar, kuşkulanırlardı. (**48)
وَمَا كُنتَ تَتْلُو مِن قَبْلِهِ مِن كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ ۖ إِذًا لَّارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٤٨﴾
Bilakis o, ilim verilen kimselerin göğüslerinde apaçık ayetlerdir ve zalimlerden başkası ayetlerimizi bilerek inkâr etmez. (*49)
بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ ۚ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ ﴿٤٩﴾
Dediler ki: ‘Ona, Rabb’inden ayetler (mucizeler) indirilseydi ya! De ki: ‘Şüphesiz ayetler, yalnızca Allah’ın yanındadır ve şüphesiz ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım.’ (*50)
وَقَالُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَاتٌ مِّن رَّبِّهِ ۖ قُلْ إِنَّمَا الْآيَاتُ عِندَ اللَّهِ وَإِنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٥٠﴾
Gerçekten Bizim sana Kitab’ı indirmemiz -ki onlara okunuyor -onlara yetmedi mi! Şüphesiz bunda, iman edenler toplumu için elbette rahmet ve öğüt vardır. (*51)
أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَىٰ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥١﴾
De ki: ‘Benimle sizin aranızda Allah’ın şahit olması yeter; (*52) O, göklerde ve yerde olanları bilir, (**52) batıla inanan ve Allah’ı inkâr eden kimseler, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.’ (***52)
قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا ۖ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٥٢﴾
Senden azabı çabuk istiyorlar; şayet adı konulmuş (tayin edilmiş) bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi ve ansızın onlara mutlaka gelecektir ve onlar, farkında olmayacaklar. (*53)
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ ۚ وَلَوْلَا أَجَلٌ مُّسَمًّى لَّجَاءَهُمُ الْعَذَابُ وَلَيَأْتِيَنَّهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٣﴾
Senden azabı çabuk istiyorlar ve şüphesiz cehennem, kâfirleri elbette kuşatmıştır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ ﴿٥٤﴾
O gün, üstlerinden ve ayaklarının altından azap onları saracaktır ve (Allah) der ki: ‘Yapmış olduğunuz şeyleri tadın!’
يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٥٥﴾
Ey iman eden kullarım, şüphesiz Benim arzım geniştir, o halde Bana, bu sebeple kulluk edin. (*56)
يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
Her nefis, ölümü tadacaktır, sonra Bize döneceksiniz. (*57)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ۖ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾
İman eden ve salih ameller işleyenleri, cennetten üst odalara, onları mutlaka yerleştireceğiz, onun altından nehirler akar, orada ebedi kalacaklardır; (salih) amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir. (*58)
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿٥٨﴾
O kimseler, sabredenler ve Rab’lerine tevekkül edenlerdir. (*59) (**59)
الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٥٩﴾
Ne çeşit bir canlı varsa o, rızkını taşıyamaz; Allah, onu rızıklandırır ve sizden de kim varsa (rızıklandırır) ve O, İşiten’dir, Bilen’dir.
وَكَأَيِّن مِّن دَابَّةٍ لَّا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦٠﴾
Andolsun onlara sorsan: ‘Kim yarattı gökleri ve yeri, güneşe ve aya kim boyun eğdirdi!’ (*61) ‘Elbette Allah’ derler; o halde nasıl iftira ediyorlar! (**61)
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۖ فَأَنَّىٰ يُؤْفَكُونَ ﴿٦١﴾
Allah, kullarından dileyen kimse için rızkı yayar ve onun için takdir eder, (*62) şüphesiz Allah, her şeyi Bilen’dir.
اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ ۚ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٦٢﴾
Andolsun onlara sorsan: ‘Kim gökten su indirdi, böylece onunla öldükten sonra yeri diriltti?’ (*63) Elbette ‘Allah’ derler! De ki: ‘Hamd Allah'adır’ (**63) fakat çokları akletmezler. (***63)
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّن نَّزَّلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۚ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٦٣﴾
Bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve şüphesiz ahiret yurdu, -şayet bilmiş olsalardı-gerçek hayat odur. (*64)
وَمَا هَـٰذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ ۚ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٦٤﴾
Bak, gemiye bindikleri zaman, dini O’na, halis kılan kimseler olarak Allah'a dua ederler; ancak ne zamanki onları karaya kurtarınca hemen onlar, şirk koşarlar. (*65) (**65)
فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ ﴿٦٥﴾
Onlara verdiğimiz şeylere nankörlük etmeleri sebebiyle ve eğlenceli bir yaşam sürmeleri sebebiyle artık yakında bileceklerdir.  (*66-67)
لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ وَلِيَتَمَتَّعُوا ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٦٦﴾
Görmediler mi şüphesiz Biz (Beyt’i) haramı güvenli kıldık ve onların çevrelerinden insanlar zorla alınıyorlardı, hâlâ batıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar. (*67)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ ۚ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ ﴿٦٧﴾
Allah’ın üzerine iftira atıp yalan söyleyen yahut Hak ile kendisine gelen şeyleri yalanlayan kimseden daha zalim kimdir! Kâfirlerin kalacakları yer cehennem değil midir! (*68)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ ۚ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ ﴿٦٨﴾
Bizim uğrumuzda cihad eden kimseleri, elbette hayırlarımıza onları iletiriz ve şüphesiz Allah, elbette Muhsinlerle beraberdir. (*69)
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ ﴿٦٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi