Sure Hakkında
Fetih Süresi
الْفَتْحِ
Fetih Süresi
الْفَتْحِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Fetih sûresi hicretin altıncı senesinde Resûlullah (s.a.s.) Hudeybiye’den Medine’ye dönüşü esnâsında Mekke ile Medine arasında nâzil olmuştur. Genel taksime göre Medine’de indiği kabul edilir. 29 âyettir. İsmini, Peygamberimiz (s.a.s.)’e büyük bir zafer olan Hudeybiye Mûsâlahasını müjdeleyen birinci âyetindeki فَتْحًا مُب۪ینًا (fethan mübînen) ifadesinden alır. Resmi tertîbe göre 48, iniş sırasına göre ise 109. suredir.
لِّيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
﴿٢﴾
O ki, imanlarını artırmaları için onların imanları ile beraber kalplerine huzur indirdi; göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır ve Allah, Bilen’dir, Hâkim’dir. (*4)
هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ ۗ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
﴿٤﴾
لِّيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ ۚ وَكَانَ ذَٰلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا
﴿٥﴾
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّانِّينَ بِاللَّهِ ظَنَّ السَّوْءِ ۚ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ ۖ وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَ ۖ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
﴿٦﴾
Göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır ve Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir.
وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
﴿٧﴾
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
﴿٨﴾
Allah’a ve Rasulü’ne iman ediniz, onu kuvvetlendirin, ona saygı gösterin, sabah ve akşam onu tesbih edin. (*9)
لِّتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
﴿٩﴾
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ ۚ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَىٰ نَفْسِهِ ۖ وَمَنْ أَوْفَىٰ بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
﴿١٠﴾
Bedevi Araplardan geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: ‘Mallarımız ve ailelerimiz bizi oyaladı, bu yüzden bizim için mağfiret dile.’ Onlar, dilleriyle kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlar. De ki: ‘Şimdi Allah’tan bir şey, şayet size zarar vermek istese yahut size bir fayda dilese (engellemeye) kim güç yetirebilir! Bilakis Allah, yapmış olduğunuz şeylerden haberdardır.’ (*11)
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا ۚ يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ ۚ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا ۚ بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
﴿١١﴾
Hatta siz, sandınız ki Rasul ve Mü’minler, ailelerine ebediyen dönmeyecekler; bu, kalplerinizde cazip kılındı ve kötü bir zan ile zanda bulundunuz ve helak olmuş bir topluluk oldunuz. (*12)
بَلْ ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَنقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَىٰ أَهْلِيهِمْ أَبَدًا وَزُيِّنَ ذَٰلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنتُمْ قَوْمًا بُورًا
﴿١٢﴾
Kim, Allah’a ve Rasulü’ne iman etmezse, artık şüphesiz Biz, kâfirlere alevli bir ateş hazırladık. (*13)
وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
﴿١٣﴾
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ ۚ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
﴿١٤﴾
Geride bırakılanlar diyecekler ki: ‘Ganimetlere gittiğiniz zaman, onu almak için bizi bırakın da size tâbi olalım!’ Allah’ın sözünü değiştirmek istiyorlar. De ki: ‘Bize tâbi olamazsınız; Allah, önceden size böyle buyurdu.’ Bunun üzerine diyeceklerdir ki: ‘Bilakis siz bizi çekemiyorsunuz!’ Aksine onlar, pek azı müstesna, anlamıyorlar. (*15)
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَىٰ مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ ۖ يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ ۚ قُل لَّن تَتَّبِعُونَا كَذَٰلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ ۖ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا ۚ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا
﴿١٥﴾
Bedevi Araplardan geride bırakılanlara de ki: ‘Yakında güçlü, kuvvetli bir kavme karşı çağrılacaksınız, onlarla savaşırsınız yahut teslim olurlar. Şimdi şayet itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir ve şayet önceden sırt döndüğünüz gibi sırt dönerseniz, size acıklı bir azapla azap eder.’ (*16-17)
قُل لِّلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ إِلَىٰ قَوْمٍ أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ ۖ فَإِن تُطِيعُوا يُؤْتِكُمُ اللَّهُ أَجْرًا حَسَنًا ۖ وَإِن تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُم مِّن قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
﴿١٦﴾
Âmâ’ya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur ve hastaya güçlük yoktur. Kim, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse onu, altlarından nehirler akan cennetlere koyar ve kim, sırt dönerse ona, acıklı bir azapla azap eder.
لَّيْسَ عَلَى الْأَعْمَىٰ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ ۗ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
﴿١٧﴾
Andolsun Allah, ağacın altında sana biat ettikleri zaman Mü’minlerden razı olmuş, böylece onların kalplerinde olanı bilmiş, bunun üzerine onların üzerine sükûnet indirmiş ve yakın bir fetihle onları mükâfatlandırmıştır. (*18)
۞ لَّقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا
﴿١٨﴾
Ve o aldıkları birçok ganimetleri de! Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*19-20)
وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
﴿١٩﴾
Allah, o alacağınız ganimetleri size vadetti, onu size şimdi çabuklaştırdı ve sizden insanların ellerini çevirdi ki, Mü’minlere bir alamet olsun ve sizi dosdoğru yola hidayet etsin.
وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هَـٰذِهِ وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنكُمْ وَلِتَكُونَ آيَةً لِّلْمُؤْمِنِينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
﴿٢٠﴾
Ve kendisine güç yetiremediğiniz başkası da vardır ki Allah, onu kuşatmıştır. Allah, her şeye Kâdir’dir.
وَأُخْرَىٰ لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ أَحَاطَ اللَّهُ بِهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا
﴿٢١﴾
Şayet inkâr eden kimseler, sizinle savaşsalardı, elbette yüzçevirip kaçacaklardı, sonra bir dost ve bir yardımcı bulamazlardı.
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
﴿٢٢﴾
Allah'ın sünnetidir ki, önceden devam etmektedir; Allah'ın sünnetinde değişme bulamazsın. (*23)
سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ ۖ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا
﴿٢٣﴾
O ki, sizden onların ellerini çevirdi ve onların üzerine sizi muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin içinde sizin ellerinizi onlara (üstün kıldı), Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri Gören’dir.
وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
﴿٢٤﴾
Onlar, inkâr eden kimseler, Mescid-i Haram’dan ve bekletilen kurbanların (*25) yerine ulaşmasından sizi geri çevirdiler. Şayet kendilerini bilmediğiniz Mü’min erkekler ve Mü’min kadınları çiğneyecek, bu yüzden size bilmeden bir utanç isabet edecek olmasaydı, Allah, dileyen kimseyi rahmetine sokmak (**25) için birbirinden ayrılmış olsalardı, elbette onlardan inkâr eden kimselere, acıklı bir azapla azap ederdik. (***25)
هُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا أَن يَبْلُغَ مَحِلَّهُ ۚ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُّؤْمِنُونَ وَنِسَاءٌ مُّؤْمِنَاتٌ لَّمْ تَعْلَمُوهُمْ أَن تَطَئُوهُمْ فَتُصِيبَكُم مِّنْهُم مَّعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍ ۖ لِّيُدْخِلَ اللَّهُ فِي رَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ ۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
﴿٢٥﴾
İnkâr eden kimseler, kalplerinin içine öfkeyi yerleştirdikleri zaman ki, cahiliye öfkesidir; bundan dolayı Allah, Rasulü’nün üzerine ve Mü’minlerin üzerine sükûnetini indirdi ve takva sözüne onları bağladı; onu hak etmiş ve ona ehil idiler. Allah, her şeyi Bilen’dir. (*26)
إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَىٰ رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَىٰ وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
﴿٢٦﴾
Andolsun Allah, Rasulü’nün rüyasını Hak ile doğruladı; şüphesiz Allah dilerse, güven içinde Mescidi Haram’a gireceksiniz, korkmadan başlarınızı tıraş edin ve kısaltın. İşte Allah sizin bilmediğinizi bildi, bundan başka size yakın bir fetih verdi. (*27)
لَّقَدْ صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِالْحَقِّ ۖ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ إِن شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُءُوسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لَا تَخَافُونَ ۖ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِن دُونِ ذَٰلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا
﴿٢٧﴾
O ki Rasulü’nü, Hidayetle ve Hak dinle gönderdi ki onu, bütün dinlerin üzerine çıkarsın, şahit olarak Allah yeter. (*28)
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَىٰ وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ ۚ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا
﴿٢٨﴾
Muhammed Allah'ın Rasulü’dür; onunla beraber olan kimseler, kâfirlere karşı şiddetli, kendileri arasında merhametlidirler. (*29) Rükû edip secde edenler olarak onları görürsün, (**29) Allah'tan lütuf ve rıza isterler; (***29) onların yüzlerinde, secde izinden işaretleri vardır. Bu, onların Tevrat'taki misalleridir ve İncil’de onların misalleri de bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış, derken onu güçlendirmiş, nihayet kalınlaşmış, böylece gövdesi üstüne dikilmiştir; ekincilerin hoşuna gider, onlarla kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan iman edip salih amel işleyen kimselere mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (****29)
مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ ۚ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ۖ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا ۖ سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ ۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ ۗ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
﴿٢٩﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi