Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Mümin Süresi الْمُؤْمِنِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mü’min sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 85 âyettir. İsmini, 28-45. âyetlerde kıssası anlatılan ve kendisinden “mü’min adam” diye bahsedilen Firavun ailesinden Hz. Mûsâ’ya inanan bir kimseden alır. Sûrenin bir ismi de اَلْغَافِرُ (Ğâfir)dir. Bu ismini ise 3. âyette geçen ve Allah Teâlâ’nın “bağışlayıcı” mânasına gelen Ğâfir güzel isminden alır. Resmî tertibe göre 40, iniş sırasına göre 60. sûredir.

Ha. Mim. Kitap’ın indirilmesi, Aziz, Âlim olan Allah’tandır.
Ha. Mim. Kitap’ın indirilmesi, Aziz, Âlim olan Allah’tandır.
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ ﴿٢﴾
Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, (*3) azabı şiddetli ve güç sahibi olandır, O’ndan başka ilah yoktur, dönüş O’nadır. (**3)
غَافِرِ الذَّنبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَدِيدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِ ۖ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ ﴿٣﴾
İnkâr eden kimseler dışında Allah’ın ayetleri hakkında mücadele eden olmaz; o halde onların ülkeler içinde dolaşmaları seni aldatmasın.
مَا يُجَادِلُ فِي آيَاتِ اللَّهِ إِلَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ ﴿٤﴾
Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki gruplar da yalanladı ve her ümmet, Rasulü’nü yakalamaya kalkıştı ve batıl ile mücadele ettiler ki onunla Hakk’ı gidersinler; (*5) bu yüzden onları yakaladım, bak azabım nasıl oldu! (**5)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْأَحْزَابُ مِن بَعْدِهِمْ ۖ وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ ۖ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَأَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿٥﴾
Böylece inkâr eden kimseler hakkındaki Rabb’inin sözü gerçekleşti, şüphesiz onlar, ateş halkıdır. (*6)
وَكَذَٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّهُمْ أَصْحَابُ النَّارِ ﴿٦﴾
Arşı taşıyan kimseler ve onun çevresindeki kimseler, Rab’lerini hamd ile tesbih (*7) ederler, O’na iman ederler ve iman eden kimseler için mağfiret dilerler: (**7) ‘Rabb’imiz, rahmet ve ilminle her şeyi kuşattın; tevbe eden kimseleri ve Senin yoluna tâbi olanlara mağfiret et ve onları, cehennem azabından koru.’ (*7-9)
الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ ﴿٧﴾
Rabb’imiz, Adn cennetlerine koy ki Sen onlara vadettin; onların babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih kimseleri de. Şüphesiz Sen Aziz, Hâkim olan Sensin. (*8)
رَبَّنَا وَأَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدتَّهُمْ وَمَن صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ ۚ إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٨﴾
Ve onları kötülüklerden koru ve Sen kimi o gün kötülüklerden korursan, işte gerçekten ona rahmet etmişsin ve işte bu, büyük bir kurtuluştur.
وَقِهِمُ السَّيِّئَاتِ ۚ وَمَن تَقِ السَّيِّئَاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُ ۚ وَذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴿٩﴾
Muhakkak inkâr eden kimselere seslenilir: ‘Allah’ın nefreti, sizin nefislerinize nefretinizden daha büyüktür, zira imana davet edildiniz, fakat siz inkâr ettiniz.’ (*10)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِن مَّقْتِكُمْ أَنفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى الْإِيمَانِ فَتَكْفُرُونَ ﴿١٠﴾
Diyecekler ki: ‘Rabb’imiz, iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin, şimdi günahlarımızı itiraf ediyoruz, artık çıkmaya bir yol var mıdır?’ (*11)
قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَىٰ خُرُوجٍ مِّن سَبِيلٍ ﴿١١﴾
Bu sizin, şüphesiz o sebepledir ki, tek Allah’a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz ancak O’na ortak koşulunca inanmanızdır; artık hüküm, yüce ve büyük Allah’adır. (*12)
ذَٰلِكُم بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ ۖ وَإِن يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا ۚ فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ ﴿١٢﴾
O ki, o ayetlerini size gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor, (*13) yönelen kimseden başkası öğüt almaz! (**13)
هُوَ الَّذِي يُرِيكُمْ آيَاتِهِ وَيُنَزِّلُ لَكُم مِّنَ السَّمَاءِ رِزْقًا ۚ وَمَا يَتَذَكَّرُ إِلَّا مَن يُنِيبُ ﴿١٣﴾
O halde kâfirler hoşlanmasa da dini O’na halis kılanlar (*14) olarak Allah’a davet edin. (**14)
فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿١٤﴾
Arşın sahibi dereceleri yükseltir, buluşma günüyle uyarmak için O, kullarından dilediği kimseye emrinden ruhu indirir. (*15)
رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ ﴿١٥﴾
O gün onlar, ortaya çıkarlar; onlardan hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz: (*16) ‘Bugün mülk kimindir? Mutlak Galip, Bir olan Allah'ındır!’ (**16)
يَوْمَ هُم بَارِزُونَ ۖ لَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ ۚ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ۖ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿١٦﴾
Bugün her nefis, kazandığı şeylerin karşılığını görür, (*17) bugün zulüm yoktur, şüphesiz Allah, hesabı çabuk Gören’dir.
الْيَوْمَ تُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ ۚ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿١٧﴾
Kıyamet günüyle onları uyar; (*18) o zaman kalpler gırtlaklara dayanır, susarlar; zalimlerin yakın bir dostu ve kabul edilebilir bir şefaatçileri yoktur. (**18)
وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ ۚ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ ﴿١٨﴾
Gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediği şeyi bilir. (*19)
يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ ﴿١٩﴾
Allah, Hakkı yerine getirir ve O’ndan başka çağırdıkları kimseler, hiçbir şeyi yerine getiremezler; şüphesiz Allah, O’dur ki İşiten’dir, Gören’dir.
وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ ۖ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ ۗ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ﴿٢٠﴾
Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki böylece onlardan önce olan kimselerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleriyle onlardan daha güçlü idiler, fakat Allah, onları günahları ile yakaladı; onları Allah'tan koruyan biri de olmadı. (*21)
۞ أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُم مِّنَ اللَّهِ مِن وَاقٍ ﴿٢١﴾
Bu, onlara rasullerin açık delilleri getirmiş olmasıydı; fakat inkâr ediyorlardı. Bu yüzden Allah onları yakaladı; şüphesiz O, kuvvetlidir, cezası çetindir.
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٢٢﴾
Andolsun ayetlerimizle ve apaçık bir yetki ile Musa’yı gönderdik.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ ﴿٢٣﴾
Fir’avn’e, Haman’a ve Karun’a, ancak dediler ki: ‘Yalancı bir sihirbazdır.’ (*24)
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ ﴿٢٤﴾
İşte ne zamanki tarafımızdan Hak ile onlara varınca, dediler ki: ‘Öldürün, onunla beraber iman eden kimselerin oğullarını ve kadınlarını hayatta bırakın;’ kâfirlerin düzeni yanılmaktan başka bir şey değildir.
فَلَمَّا جَاءَهُم بِالْحَقِّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا اقْتُلُوا أَبْنَاءَ الَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَاءَهُمْ ۚ وَمَا كَيْدُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ ﴿٢٥﴾
Fir’avn dedi ki: ‘Beni bırakın Musa’yı öldüreyim de Rabb’ini çağırsın; (*26) doğrusu ben, dininizi değiştirecek yahut yeryüzünde fesat çıkaracak diye korkuyorum.’ (**26)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُونِي أَقْتُلْ مُوسَىٰ وَلْيَدْعُ رَبَّهُ ۖ إِنِّي أَخَافُ أَن يُبَدِّلَ دِينَكُمْ أَوْ أَن يُظْهِرَ فِي الْأَرْضِ الْفَسَادَ ﴿٢٦﴾
Ve Musa dedi ki: ‘Şüphesiz ben, hesap gününe iman etmeyen, (*27) büyüklük taslayanların hepsinden benim de Rabb’im ve sizin de Rabb’inize sığındım.’ (**27)
وَقَالَ مُوسَىٰ إِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ ﴿٢٧﴾
Fir’avn ailesinden imanını gizleyen Mü’min bir Adam (*28) dedi ki: ‘Rabb’im Allah’tır’ diyen bir adamı, gerçekten öldürecek misiniz? Gerçekten Rabb’inizden delillerle size geldi, şayet o yalancı ise, yalanı onun aleyhinedir ve şayet o doğru söylüyorsa, size o vadettiklerinin bir kısmı size isabet eder. (*28-44) Şüphesiz Allah, o haddi aşan, yalancı kimseyi hidayete iletmez.’ (*28-45)
وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَانَهُ أَتَقْتُلُونَ رَجُلًا أَن يَقُولَ رَبِّيَ اللَّهُ وَقَدْ جَاءَكُم بِالْبَيِّنَاتِ مِن رَّبِّكُمْ ۖ وَإِن يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ ۖ وَإِن يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُم بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ ﴿٢٨﴾
‘Ey kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde üstünsünüz, şayet Allah'tan bir felaket bize gelirse artık kim bize yardım edecek!' Fir'avn dedi ki: 'Ben size gördüğüm şeyden başkasını göstermiyorum ve ben doğru yoldan başkasına sizi iletmiyorum.'
يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِن بَأْسِ اللَّهِ إِن جَاءَنَا ۚ قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَىٰ وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ ﴿٢٩﴾
İman eden o kimse dedi ki: ‘Ey kavmim, şüphesiz ben, üzerinize o toplulukların gününün bir benzerinden korkuyorum. (*30)
وَقَالَ الَّذِي آمَنَ يَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُم مِّثْلَ يَوْمِ الْأَحْزَابِ ﴿٣٠﴾
Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonraki kimselerin durumunun benzeri; Allah kullara zulmetmek istemez.’
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعِبَادِ ﴿٣١﴾
Ve ey kavmim, doğrusu ben, sizin için o çağırma gününden korkuyorum.
وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ ﴿٣٢﴾
O gün, arkanızı dönüp kaçarsınız, sizi Allah'tan koruyacak yoktur ve Allah kimi dalalete düşürürse, artık ona hidayet eden biri olmaz.
يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِرِينَ مَا لَكُم مِّنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ ۗ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٣٣﴾
Andolsun önceden Yusuf, apaçık beyyinelerle size gelmişti, fakat onun size getirdiği şeylerden şüphe etmekten vazgeçmediniz; nihayet ölüp gittiği zaman dediniz ki: ‘Allah, ondan sonra bir Rasul göndermez. İşte Allah, o haddi aşan şüpheci kimseleri böyle dalalete düşürür. (*34)
وَلَقَدْ جَاءَكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِّمَّا جَاءَكُم بِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَن يَبْعَثَ اللَّهُ مِن بَعْدِهِ رَسُولًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُّرْتَابٌ ﴿٣٤﴾
Kendilerine verilmiş bir hüküm olmadan Allah’ın ayetleri hakkında mücadele eden kimseler. Allah yanında ve iman eden kimseler yanında (bu) büyük bir nefrettir! İşte Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini böyle mühürler. (*35)
الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ ۖ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ ﴿٣٥﴾
Fir’avn dedi ki: ‘Ey Haman, bana yüksek bir bina yap, belki vasıtalara ulaşırım.
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ لِي صَرْحًا لَّعَلِّي أَبْلُغُ الْأَسْبَابَ ﴿٣٦﴾
Göklerin vasıtalarına, böylece Musa’nın ilahına yükselirim. Doğrusu ben, onu yalancı sanıyorum’ ve işte böyle Fir’avn’e, kötü ameli süslü gösterildi (*37) ve yoldan uzaklaştırıldı. Fir’avn’ın planı, helaktan başka olmadı. (**37)
أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَىٰ إِلَـٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا ۚ وَكَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ وَصُدَّ عَنِ السَّبِيلِ ۚ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ إِلَّا فِي تَبَابٍ ﴿٣٧﴾
İman eden o kimse dedi ki: ‘Ey kavmim, bana tâbi olun sizi doğru yola ileteyim.
وَقَالَ الَّذِي آمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ أَهْدِكُمْ سَبِيلَ الرَّشَادِ ﴿٣٨﴾
Ey kavmim, şüphesiz bu dünya hayatı bir faydalanmadır (*39) ve gerçek olan ahirettir; o, kalınacak yerdir.’ (**39)
يَا قَوْمِ إِنَّمَا هَـٰذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَإِنَّ الْآخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ ﴿٣٩﴾
Kim bir kötülük yaparsa, artık onun mislinden başka cezalandırılmaz (*40) ve -erkek ve kadın-kim, salih amel işlerse o Mü’min’dir; işte onlar, cennete girerler ve orada onlar hesapsız rızıklandırılırlar. (**40 (***40)
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَىٰ إِلَّا مِثْلَهَا ۖ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَـٰئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٤٠﴾
Ey kavmim, niye ben sizi kurtuluşa çağırıyorum ve siz beni ateşe çağırıyorsunuz!
۞ وَيَا قَوْمِ مَا لِي أَدْعُوكُمْ إِلَى النَّجَاةِ وَتَدْعُونَنِي إِلَى النَّارِ ﴿٤١﴾
Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve kendisi hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz ve ben ise sizi Aziz olana, Bağışlayan’a çağırıyorum. (*42)
تَدْعُونَنِي لِأَكْفُرَ بِاللَّهِ وَأُشْرِكَ بِهِ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَأَنَا أَدْعُوكُمْ إِلَى الْعَزِيزِ الْغَفَّارِ ﴿٤٢﴾
Gerçekten sizin beni kendisine çağırdığınız şeye dünyada ve ahirette kesinlikle davet yapılamaz; şüphesiz dönüşümüz Allah’adır, gerçekten haddi aşanlar, onlar ateş halkıdır.
لَا جَرَمَ أَنَّمَا تَدْعُونَنِي إِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْآخِرَةِ وَأَنَّ مَرَدَّنَا إِلَى اللَّهِ وَأَنَّ الْمُسْرِفِينَ هُمْ أَصْحَابُ النَّارِ ﴿٤٣﴾
Artık size dediğim şeyleri yakında anlayacaksınız; ben işimi Allah’a havale ediyorum, şüphesiz Allah, kullarını Gören’dir.
فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ ۚ وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ ﴿٤٤﴾
Böylece Allah, yaptıkları planların (*45) kötülüklerinden onu korudu ve Fir'avn ailesini, azabın en kötüsü kuşattı. (*45-46)
فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا ۖ وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ ﴿٤٥﴾
Ve Saat başladığı gün ‘Fir’avn ailesini azabın en şiddetlisine sokun’ (denilir.) Ateş, sabah akşam ona sunulurlar.
النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا ۖ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ ﴿٤٦﴾
O zaman ateşin içinde birbirleriyle tartışırlar, bunun üzerine zayıf düşürülenler, böylece büyüklük taslayan kimselere derler ki: ‘Doğrusu biz size tâbi olmuştuk; şimdi siz, ateşten bir parçayı bizden savabilir misiniz?’ (*47-48)
وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِّنَ النَّارِ ﴿٤٧﴾
Büyüklük taslayan kimseler dedi ki: ‘Doğrusu biz hepimiz onun içindeyiz, (*48) şüphesiz Allah, gerçekten kulları arasında hüküm verdi.’
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُلٌّ فِيهَا إِنَّ اللَّهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ ﴿٤٨﴾
Ateşin içindeki kimseler, cehennemin muhafızlarına dedi ki: ‘Rabb’inize dua edin, azabı bir gün bizden hafifletsin.’
وَقَالَ الَّذِينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِّنَ الْعَذَابِ ﴿٤٩﴾
(Muhafızlar) dediler ki: ‘Rasulleriniz apaçık beyyinelerle gelmediler mi?’ ‘Evet’ dediler; dediler ki: ‘O halde dua edin’ kâfirlerin duası, boşa gitmekten başka değildir.
قَالُوا أَوَلَمْ تَكُ تَأْتِيكُمْ رُسُلُكُم بِالْبَيِّنَاتِ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۚ قَالُوا فَادْعُوا ۗ وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ ﴿٥٠﴾
Elbette Biz, rasullerimize ve iman eden kimselere dünya hayatında ve şahitlerin duracakları günde (*51) mutlaka yardım ederiz. (**51)
إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ ﴿٥١﴾
O gün, zalimlere mazeretleri fayda vermez, (*52) lanet onlaradır ve yerin en kötüsü de onlaradır. (**52)
يَوْمَ لَا يَنفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ ۖ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ ﴿٥٢﴾
Andolsun Musa’ya Hidayet’i verdik ve Kitabı İsrailoğullarına miras bıraktık.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْهُدَىٰ وَأَوْرَثْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ ﴿٥٣﴾
(O), akıl sahipleri için hidayet ve öğüttür.
هُدًى وَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ ﴿٥٤﴾
O halde sabret, (*55) şüphesiz Allah’ın vaadi haktır ve günahın için mağfiret dile ve akşam ve sabah Rabb’ini hamd ile tesbih et. (**55)
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ ﴿٥٥﴾
Şüphesiz kendilerine gelmiş hiçbir hüküm olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışan kimseler, şüphesiz onların göğüslerinde yalnızca bir kibir vardır, onlar, onu güzel söylemiyorlar; o halde Allah’a sığın, muhakkak ki O, İşiten, Gören O’dur.
إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ ۙ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ ۚ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ ۖ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ ﴿٥٦﴾
Gerçekten göklerin ve yerin yaratılması, insanları yaratmaktan daha büyüktür velakin insanların çoğu bilmiyorlar. (*57)
لَخَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٥٧﴾
Âmâ ve gören, iman eden ve salih ameller işleyen kimseler ve kötülük yapan eşit değildir, ne de az düşünüyorsunuz. (*58)
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُسِيءُ ۚ قَلِيلًا مَّا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٥٨﴾
Şüphesiz (Kıyamet) Saat muhakkak gelecektir, onda şüphe yoktur velakin insanların çoğu iman etmiyorlar.
إِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٥٩﴾
Rabb’iniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim, (*60) şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklük taslayan kimseler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir.’ (**60)
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ ﴿٦٠﴾
Allah O’dur ki size, kendisinde sakinleşmeniz için geceyi (*61) ve gündüzü aydınlatıcı kıldı; şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir velakin insanların çoğu şükretmiyorlar. (**61)
اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٦١﴾
İşte bu, sizin Rabb’iniz Allah’tır; her şeyin yaratıcısıdır, O’ndan başka ilah yoktur, nasıl da iftira ediyorsunuz. (*62-63)
ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ لَّا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ ﴿٦٢﴾
Allah’ın ayetlerini kasten inkâr etmekte olan kimseler, işte böyle iftira ediyorlar.
كَذَٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذِينَ كَانُوا بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ ﴿٦٣﴾
Allah O’dur ki, size, arzı durulacak yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, bak ne güzel şekillendirdi ve sizi temiz olanlardan rızıklandırdı. İşte bu sizin Rabb’iniz Allah’tır; âlemlerin Rabb’i Allah mübarektir! (*64)
اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ ۖ فَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿٦٤﴾
O, Diri’dir, O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini O’na halis kılarak O’na davet edin, Hamd, alemlerin Rabb’i Allah’adır. (*65) 
هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ ۗ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٦٥﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben, Allah’tan başka çağırdığınız kimselere kulluk yapmaktan gerçekten men olundum; (*66) Rabb’imden açık deliller bana geldiği zaman, âlemlerin Rabb’ine muhakkak teslim olmakla emrolundum.’ (**66)
۞ قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَمَّا جَاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِن رَّبِّي وَأُمِرْتُ أَنْ أُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٦٦﴾
O ki, sizi topraktan, sonra nutfeden, daha sonra alaka’dan yarattı, sonra sizi çocuk olarak çıkardı. (*67) Daha sonra yetişkin, güçlü yaptı, sonra ihtiyarlar oluyorsunuz ve sizden kimi önceden vefat ettirilir ve (kiminiz) belli bir süreye erişirsiniz; ta ki akledersiniz. (**67)
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًا ۚ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّىٰ مِن قَبْلُ ۖ وَلِتَبْلُغُوا أَجَلًا مُّسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٦٧﴾
O ki, hayat veren ve öldürendir, böylece bir işe hükmettiği zaman artık ona sadece ‘Ol’ der, (o) hemen oluverir. (*68)
هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ فَإِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿٦٨﴾
Görmedin mi Allah’ın ayetleri hakkında tartışan kimseleri, (Haktan) nasıl uzaklaşıyorlar.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ أَنَّىٰ يُصْرَفُونَ ﴿٦٩﴾
Kitabı, rasullerimizi ve onlarla gönderdiğimiz şeyleri yalanlayan kimseler, artık yakında bileceklerdir! (*70-72)
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَا أَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٧٠﴾
O zaman boyunlarından kelepçeler ve zincirlerle sürüklenecekler. (*71-72)
إِذِ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُ يُسْحَبُونَ ﴿٧١﴾
Kaynar su içinde sonra da ateşte yakılacaklardır.
فِي الْحَمِيمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَ ﴿٧٢﴾
Sonra onlara denilecek ki: ‘Nerede Allah’tan başka ortak koşmakta olduğunuz şeyler?’
ثُمَّ قِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تُشْرِكُونَ ﴿٧٣﴾
Derler ki: ‘Bizden kayboldular, bilakis önceden hiçbir şeye çağıran olmamışız.’ İşte böyle Allah, kâfirleri dalalete düşürür. (*74)
مِن دُونِ اللَّهِ ۖ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَل لَّمْ نَكُن نَّدْعُو مِن قَبْلُ شَيْئًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ الْكَافِرِينَ ﴿٧٤﴾
Bu sizin, haksızca yeryüzünde sevinmiş olmanızdan dolayı ve çok şımarıyor olmanız nedeniyledir.
ذَٰلِكُم بِمَا كُنتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَمْرَحُونَ ﴿٧٥﴾
Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi kalacaksınız; işte büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür. (*76)
ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ ﴿٧٦﴾
Artık sabret, şüphesiz Allah’ın vaadi haktır, sonra ya onlara vadettiğimiz şeyin bir kısmını sana gösteririz yahut seni vefat ettiririz, nihayet Bize döndürüleceklerdir. (*77)
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۚ فَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ ﴿٧٧﴾
Andolsun senden önce de rasuller gönderdik; onlardan kimini sana anlattık ve onlardan kimini sana anlatmadık; bir Rasul için -Allah’ın izni müstesna-bir ayet getirmesi gerçekten mümkün değildir. Artık Allah’ın emri geldiği zaman Hak ile hükmedilir ve geçersiz kılmaya çalışanlar, orada hüsrana uğrar. (*78)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ ۗ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ فَإِذَا جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ ﴿٧٨﴾
Allah O ki, bir kısmına binmeniz ve bir kısmından yemeniz için hayvanları sizin için yarattı. (*79-80)
اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ ﴿٧٩﴾
Onda sizin için faydalar vardır, göğüslerinizde ihtiyaç duyduğunuza onun üzerinde ulaşırsınız, onun üzerinde ve gemilerin üstünde taşınırsınız.
وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً فِي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ ﴿٨٠﴾
O, ayetlerini size gösteriyor, şimdi Allah’ın ayetlerinin hangisini inkâr edersiniz!
وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَأَيَّ آيَاتِ اللَّهِ تُنكِرُونَ ﴿٨١﴾
Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, böylece onlardan önceki kimselerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlardan çoğu, kuvvet ve yeryüzündeki eserleriyle daha güçlü idiler, fakat kazanmış oldukları şeyler onlara fayda sağlamadı. (*82)
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا أَكْثَرَ مِنْهُمْ وَأَشَدَّ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨٢﴾
Ne zamanki rasulleri apaçık beyyinelerle onlara geldi, onlar, yanlarında bulunan bilgiden dolayı şımardılar ve kendisiyle alay etmiş oldukları şey onları kuşatıverdi. (*83)
فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِندَهُم مِّنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٨٣﴾
Ne zaman ki şiddetimizi gördüler, dediler ki: ‘O Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik.’ (*84-85)
فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ ﴿٨٤﴾
Fakat şiddetimizi gördükleri zaman, iman etmelerinin onlara bir faydası olmadı; kulları hakkında gelip geçen Allah'ın yasası budur, kâfirler, orada hüsrana uğramışlardır. (*85)
فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا ۖ سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ ۖ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ ﴿٨٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi