Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Ahkâf Süresi الْاَحْقَافِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Ahkâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 35 âyettir. İsmini 21. âyetinde geçen ve “kum tepeleri” mânasına gelen اَلأحْقَافُ (ahkâf) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 46, iniş sırasına göre 66. sûredir.

Ha. Mim. Kitap’ın indirilmesi, Aziz, Hâkim olan Allah’tandır.
Ha. Mim. Kitap’ın indirilmesi, Aziz, Hâkim olan Allah’tandır.
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ﴿٢﴾
Gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri, belirli bir süreyle ancak Hak ile yarattık ve inkâr eden kimseler, uyarıldıkları şeyden yüzçevirenlerdir. (*3)
مَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ وَالَّذِينَ كَفَرُوا عَمَّا أُنذِرُوا مُعْرِضُونَ ﴿٣﴾
De ki: ‘Düşündünüz mü Allah’tan başka çağırdığınız şeyleri, bana gösterin neyi yerden yarattılar, yoksa onların göklerde bir ortağı mı var? Bundan önce bir kitap yahut ilimden bir eser getirin, şayet sadıklar iseniz.’ (*4)
قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ ۖ ائْتُونِي بِكِتَابٍ مِّن قَبْلِ هَـٰذَا أَوْ أَثَارَةٍ مِّنْ عِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٤﴾
O kimseden daha sapık kim olabilir ki, Allah’tan başkasına çağırmaktadır. O kimse, Kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecektir ve onlar, onların çağrısından gafildirler. (*5)
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ ﴿٥﴾
Ve insanlar, bir araya getirildiği zaman onlara düşman olurlar ve onların tapınmalarını inkâr ederler. (*6)
وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ ﴿٦﴾
Onlara, apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman inkâr eden kimseler, onlara gelen Hak için dedi ki: ‘Bu apaçık bir sihirdir.’ (*7)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ هَـٰذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ ﴿٧﴾
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar! (*8) De ki: ‘Şayet onu uydurmuşsam, o taktirde bana Allah’tan (gelecek) hiçbir şeye güç yetiremezsiniz, O, kendisinde taşkınlık yaptığınız şeyleri en iyi bilendir; O’nun, benimle sizin aranızda şahit olması yeter ve O, Ğafur’dur, Rahim’dir.’ (**8)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ ۖ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا ۖ هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ ۖ كَفَىٰ بِهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۖ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٨﴾
De ki: ‘Ben rasullerden farklı değilim, bana ve size ne yapılacağını bilmem; şüphesiz ben, ancak bana vahyedilene tâbi oluyorum (*9) ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.’ (**9)
قُلْ مَا كُنتُ بِدْعًا مِّنَ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٩﴾
De ki: ‘Düşündünüz mü şayet Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz ve İsrailoğullarından bir şahit şahitlik etmiş (*10) ve böylece iman etmişse ve siz büyüklük taslıyorsanız, şüphesiz Allah, zalimler toplumunu hidayete erdirmez.’ (**10)
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَكَفَرْتُم بِهِ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَىٰ مِثْلِهِ فَآمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿١٠﴾
İnkâr eden kimseler, iman edenler için dedi ki: ‘Şayet çok hayırlı bir şey olsaydı, ona (iman etmede) önümüze geçemezlerdi.’ Onunla hidayete ermedikleri zaman artık diyecekler ki: ‘Bu, eski bir uydurmadır.’ (*11)
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَّا سَبَقُونَا إِلَيْهِ ۚ وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَـٰذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ ﴿١١﴾
Ondan önce de önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı var ve bu, zulmeden kimseleri uyarmak (*12) ve güzel davrananları müjdelemek için Arap diliyle tasdik eden bir kitaptır. (**12)
وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَىٰ إِمَامًا وَرَحْمَةً ۚ وَهَـٰذَا كِتَابٌ مُّصَدِّقٌ لِّسَانًا عَرَبِيًّا لِّيُنذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَىٰ لِلْمُحْسِنِينَ ﴿١٢﴾
Şüphesiz o kimseler dediler ki: ‘Rabb’imiz Allah’tır’ sonra dosdoğru hareket ettiler, işte onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklar. (*13)
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿١٣﴾
İşte onlar, cennet halkıdır, yapmış oldukları şeylerin karşılığında orada ebedi kalacaklardır. (*14)
أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾
İnsana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye ettik; annesi onu güçlükle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihâyet güçlü çağına varıp kırk yaşına ulaşınca dedi ki: ‘Rabb’im, verdiğin nimete şükretmeğe beni yönelt, (*15) o ki, bana ve anneme, babama nimet verdin, razı olacağın salih ameller yaptır ve zürriyetimi de benim için ıslah eyle. Şüphesiz ben, sana yöneldim ve ben gerçekten Müslümanlardanım.’ (**15)
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا ۖ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا ۖ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا ۚ حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي ۖ إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿١٥﴾
İşte onlar, yaptıkları şeylerin en iyisini onlardan kabul ettiğimiz ve onların kötülüklerinden geçtiğimiz kimselerdir; (*16) cennet halkı içindedirler, o ki, onlara vadedilmiş olan doğru bir vaattir. (**16)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ ۖ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ ﴿١٦﴾
O kimse ki, anne babasına: ‘Öf ikinize, benden önce nice nesiller gelip geçmişken siz ikiniz bana, muhakkak benim çıkarılacağımı mı vadediyorsunuz!’ dedi (*17) ve onlar, Allah'tan yardım isteyerek: ‘Yazık sana, iman et; muhakkak ki Allah'ın sözü gerçektir’ dediler. (O): ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir,’ (dedi.) (**17)
وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَـٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ ﴿١٧﴾
İşte onlar, üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir; elbette onlardan önce geçen cin ve insan ümmetler içindedirler; (*18) gerçekten onlar, hüsrana uğrayanlardır. (**18)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ ﴿١٨﴾
Ve hepsi için yaptıkları işlerden dereceleri vardır ve onlara yaptıklarının karşılığı tam verilir ve onlara haksızlık yapılmaz. (*19-20)
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُوا ۖ وَلِيُوَفِّيَهُمْ أَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٩﴾
Ve o gün, ateşe sunulan inkâr eden kimselere: ‘Güzelliklerinizi giderdiniz; dünya hayatınızda onunla hoş vakit geçirdiniz, (*20) işte bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasık olmanızdan dolayı siz alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.’ (**20) (***20)
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ ﴿٢٠﴾
Ad'ın kardeşini anlat, o zaman Ahkâf'ta kavmini uyarmıştı (*21); gerçekten önünden ve ardından uyarıcılar gelip geçti: ‘Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; (**21) doğrusu ben üzerinize büyük bir günün azabından korkuyorum.’ (***21)
۞ وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿٢١﴾
Dediler ki: ‘İlahlarımıza kara çalmak için mi geldin; öyleyse tehdit ettiğin şeyi bize getir, gerçekten doğrulardan isen.’ (*22)
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ آلِهَتِنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٢٢﴾
Dedi ki: ‘Şüphesiz ilmi Allah’ın yanındadır (*23) ve kendisiyle gönderildiğim şeyi size tebliğ ediyorum (**23) velakin görüyorum ki siz, cahiller toplumusunuz.’  (***23)
قَالَ إِنَّمَا الْعِلْمُ عِندَ اللَّهِ وَأُبَلِّغُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ وَلَـٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ ﴿٢٣﴾
Nihayet ne zaman ki onun genişçe vadilerine ilerlediğini görünce dediler ki: ‘Bu, yayılan, bize yağmurdur;’ bilakis o, kendisini acele istediğiniz şeydir, onun içindeki rüzgâr, acıklı bir azaptır. (*24)
فَلَمَّا رَأَوْهُ عَارِضًا مُّسْتَقْبِلَ أَوْدِيَتِهِمْ قَالُوا هَـٰذَا عَارِضٌ مُّمْطِرُنَا ۚ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُم بِهِ ۖ رِيحٌ فِيهَا عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٢٤﴾
Rabb’inin emriyle her şeyi harap eder, böylece sabahladılar, meskenlerinden başka görünmedi; işte böyle günahkârlar toplumunu cezalandırırız. (*25) (**25)
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَىٰ إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ ﴿٢٥﴾
Andolsun onlara imkân vermiştik, dolayısıyla size de imkân vermiştik; onlara kulaklar, gözler ve gönüller vermiştik, (*26) fakat kulakları, gözleri ve gönülleri onlara hiçbir şeyde fayda sağlamadı. Zira Allah’ın ayetlerini bilerek inkâr ediyorlardı ve kendisiyle alay etmekte oldukları şey, onları kuşattı. (**26)
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٢٦﴾
Andolsun çevrenizde bulunan beldeleri de helak ettik ve ayetleri etraflıca açıkladık, ta ki onlar dönsünler. (*27) (**27)
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُم مِّنَ الْقُرَىٰ وَصَرَّفْنَا الْآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢٧﴾
O halde Allah'tan başka, yakınlık sağlamak için ilah edindikleri kimseler, onlara yardım etselerdi ya! (*28) Bilakis, onlardan kayboldular; (**28) bu, onların iftiraları ve uydurmuş oldukları şeylerdir. (***28)
فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً ۖ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ ۚ وَذَٰلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٨﴾
Bir zaman, cinlerden bir grubu, Kur'an dinlemeleri için sana yöneltmiştik; artık ne zaman ki orada hazır bulundular dediler ki: ‘Susun (dinleyin),’ nihayet ne zaman ki (okuma) bitirilince uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. (*29)
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِّنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنصِتُوا ۖ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَىٰ قَوْمِهِم مُّنذِرِينَ ﴿٢٩﴾
Dediler ki: “Ey kavmimiz, doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen bir kitap dinledik ki, kendinden öncekini tasdik ediyor, Hakka ve doğru yola iletiyor.’ (*30)
قَالُوا يَا قَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنزِلَ مِن بَعْدِ مُوسَىٰ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَىٰ طَرِيقٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٣٠﴾
‘Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine icabet edin ve ona iman edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi, acıklı azaptan korusun.
يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٣١﴾
Ve kim Allah'ın davetçisine icabet etmezse bu yüzden (O’nu) yeryüzünde aciz bırakacak değildir ve onun, O'ndan başka velileri de olmaz; işte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.’ (*32)
وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءُ ۚ أُولَـٰئِكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٣٢﴾
Görmediler mi şüphesiz Allah ki, gökleri ve yeri yarattı ve onları yaratmakla acze düşmedi, elbette ölüleri de diriltmeye Kâdir’dir, evet şüphesiz O, her şeye Kâdir’dir. (*33)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَىٰ ۚ بَلَىٰ إِنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٣٣﴾
Ve o gün, ateşe sunulduklarında inkâr eden kimselere: ‘Bu, gerçek değil miymiş,’ (denilir; onlar,) derler ki: ‘Rabb’imize andolsun, evet,’ (Rab’leri) der ki: ‘Öyleyse inkârlarınızdan dolayı azabı tadın.’
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَلَيْسَ هَـٰذَا بِالْحَقِّ ۖ قَالُوا بَلَىٰ وَرَبِّنَا ۚ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٤﴾
O halde sabret, azim sahibi rasullerin sabrettikleri gibi; onlar için acele etme. Onlar, vadedildikleri şeyi gördükleri gün, (sanki) gündüzün bir saati dışında kalmamış gibi olurlar. (Bu), bir tebliğdir; öyleyse fasıklar toplumundan başkası mı helak edilecektir. (*35)
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُولُو الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ ۚ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ ۚ بَلَاغٌ ۚ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٣٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi