Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Mürselât Süresi الْمُرْسَلَاتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mürselât sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 50 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “gönderilenler” mânasına gelen اَلْمُرْسَلَاتُ (mürselât) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 77, iniş sırasına göre ise 33. sûredir.

Andolsun (Hakkı) duyuran gönderilenlere! (*1-6)
وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا ﴿١﴾
Derken sarstıkça sarsanlara.
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا ﴿٢﴾
Ve yaydıkça yayanlara.
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا ﴿٣﴾
Böylece ayırdıkça ayıranlara.
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا ﴿٤﴾
Nihayet zikri bırakanlara.
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا ﴿٥﴾
Özür yahut uyarı için. (*6)
عُذْرًا أَوْ نُذْرًا ﴿٦﴾
Şüphesiz size vadedilen (*7) mutlaka gerçekleşecektir. (*7-10)
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ ﴿٧﴾
Yıldızlar silindiğinde. (*8)
فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ ﴿٨﴾
Gök yarıldığında. (*9)
وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ ﴿٩﴾
Dağlar ufalanıp savrulduğunda. (*10)
وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ ﴿١٠﴾
Rasullere vakit belirlendiğinde. (*11)
وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ ﴿١١﴾
Hangi gün için ertelenmişti.
لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ ﴿١٢﴾
Kesin Hüküm günü için.
لِيَوْمِ الْفَصْلِ ﴿١٣﴾
‘Anlıyor musun nedir, Hüküm gününün ne olduğunu!’
وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ ﴿١٤﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿١٥﴾
‘Öncekileri helâk etmedik mi!’
أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ ﴿١٦﴾
Sonra geridekileri de onlara tâbi kılarız.
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ ﴿١٧﴾
İşte günahkârlara böyle yaparız.
كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ ﴿١٨﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿١٩﴾
‘Sizi basit bir sudan yaratmadık mı!’
أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاءٍ مَّهِينٍ ﴿٢٠﴾
Sonra muhkem bir yere yerleştirmiş olduk.
فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ ﴿٢١﴾
Bilinen bir kadere kadar.
إِلَىٰ قَدَرٍ مَّعْلُومٍ ﴿٢٢﴾
Böylece takdir ettik; işte ne güzel takdir ediciyiz.
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ ﴿٢٣﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٤﴾
‘Arzı kaplayıp süslemedik mi.’
أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا ﴿٢٥﴾
Dirilere ve ölülere.
أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا ﴿٢٦﴾
Orada sağlam yüksek dağlar meydana getirdik ve tatlı su size içirdik. (*27)
وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاءً فُرَاتًا ﴿٢٧﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun! (*28-33)
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٢٨﴾
Kaçın, kendisini yalanlamış olduğunuz şeye. (*29-33)
انطَلِقُوا إِلَىٰ مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ ﴿٢٩﴾
Kaçın üç bölüme sahip gölgeye.
انطَلِقُوا إِلَىٰ ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ ﴿٣٠﴾
Gölgelendirmez ve alevden korumaz.
لَّا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ ﴿٣١﴾
Şüphesiz o, saray gibi kıvılcımları saçar. (*32-33)
إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ ﴿٣٢﴾
O, sarı bir deve gibidir.
كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ ﴿٣٣﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٣٤﴾
Bu, konuşamayacakları gündür. (*35)
هَـٰذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ ﴿٣٥﴾
Ve onlara izin verilmez ki böylece özür beyan etsinler. (*36)
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ ﴿٣٦﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٣٧﴾
Bu, Hüküm günüdür; sizi ve öncekileri bir araya topladık.
هَـٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ ۖ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ ﴿٣٨﴾
Şimdi şayet sizin bir planınız olursa o halde bana bir plan yapın.
فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ ﴿٣٩﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٠﴾
Şüphesiz muttakiler, gölgeler altında ve pınarlardadırlar. (*41-44)
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ ﴿٤١﴾
Arzuladıkları şeylerden meyveler.
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٤٢﴾
Yapmış olduklarınıza karşılık âfiyetle yiyin ve için. (*43)
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٤٣﴾
Şüphesiz Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız. (*44)
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ ﴿٤٤﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٥﴾
Yiyin ve biraz faydalanın, şüphesiz siz, suçlularsınız.
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ ﴿٤٦﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٧﴾
Onlara: ‘Rükû edin’ dendiği zaman rükû etmezler. (*48)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ ﴿٤٨﴾
O günü yalanlayanlara yazıklar olsun!
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿٤٩﴾
O halde onlar, ondan sonra artık hangi hadise/söze iman edecekler! (*50)
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi