Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Nûr Süresi النُّورِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Medine’de nazil olmuştur, 64 ayettir. İsmini, 35. ayette geçen Nur kelimesinden almıştır. Sure, çoğunlukla aile hukukundan, kadın ve erkekler arasındaki ilişkilerden ve adab-ı muaşeret kurallarından söz etmektedir. Mushaf tertibine göre 24. nüzul sırasına göre 102. suredir.

Bir suredir ki onu indirdik ve onu farz kıldık, onda apaçık ayetler indirdik, ta ki uygulayasınız/zikredesiniz.
سُورَةٌ أَنزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَأَنزَلْنَا فِيهَا آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَّعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿١﴾
Zina eden kadın ve zina eden erkeğe, onlardan her birine böylece yüz sopa vurun, (*2) -şayet Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız-Allah’ın dini konusunda ikisine karşı merhametiniz sizi tutmasın ve Mü’minlerden bir grup, ikisinin cezasına şahit olsun. (**2)
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ ۖ وَلَا تَأْخُذْكُم بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۖ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٢﴾
Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikâhlayamaz ve zina eden kadın, zina eden veya müşrik olan erkekten başkası onunla nikâhlanamaz; (*3) Mü’minlere bu, haram kılınmıştır. (**3)
الزَّانِي لَا يَنكِحُ إِلَّا زَانِيَةً أَوْ مُشْرِكَةً وَالزَّانِيَةُ لَا يَنكِحُهَا إِلَّا زَانٍ أَوْ مُشْرِكٌ ۚ وَحُرِّمَ ذَٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ ﴿٣﴾
İffetli kadınlar (iftira) atıp sonra dört şahit getirmeyen kimselere, (*4) böylece onlara, seksen sopa vurun ve onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin; işte fasıklar onlardır. (**4)
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا ۚ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٤﴾
Bundan sonra tevbe edip (durumlarını) düzelten kimseler müstesna, işte şüphesiz Allah, Ğafur’dur, Merhamet edendir. (*5)
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ وَأَصْلَحُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٥﴾
Eşlerine (iftira) atan ve kendilerinden başka şahitleri bulunmayan kimseler, bu sebeple onların her birinin şahitliği, gerçekten onun, muhakkak doğru söyleyenlerden olduğuna, Allah’ı dört defa şahit tutmasıdır.
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ أَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُن لَّهُمْ شُهَدَاءُ إِلَّا أَنفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ أَحَدِهِمْ أَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ ۙ إِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٦﴾
Beşincide, -şayet yalancılardan ise -şüphesiz Allah’ın laneti onun üzerindedir. (*7)
وَالْخَامِسَةُ أَنَّ لَعْنَتَ اللَّهِ عَلَيْهِ إِن كَانَ مِنَ الْكَاذِبِينَ ﴿٧﴾
(Kadının), Allah’ı dört defa şahit tutup gerçekten onun, elbette yalancılardan olduğuna şahitlik etmesi, kendisinden azabı geri çevirir.
وَيَدْرَأُ عَنْهَا الْعَذَابَ أَن تَشْهَدَ أَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ ۙ إِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ ﴿٨﴾
Beşincisinde: ‘Şayet (kocası) doğrulardan ise, Allah’ın gazabı onun üzerindedir.
وَالْخَامِسَةَ أَنَّ غَضَبَ اللَّهِ عَلَيْهَا إِن كَانَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٩﴾
Allah’ın, size lütfu ve rahmeti olmasaydı, (helak olurdunuz) şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, Hâkim’dir.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ حَكِيمٌ ﴿١٠﴾
Şüphesiz iftira ile gelen kimseler, sizden bir gruptur; kendiniz için onu şer sanmayın, bilakis o, sizin için hayırdır. (*11) Onlardan her kişi için kazanmış olduğunun günahı vardır ve onlardan o büyük (iftirayı) yöneten kimse, onun için büyük bir azap vardır. (**11)
إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِّنكُمْ ۚ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَّكُم ۖ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ ۚ لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُم مَّا اكْتَسَبَ مِنَ الْإِثْمِ ۚ وَالَّذِي تَوَلَّىٰ كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١١﴾
Onu işittiğiniz zaman Mü’min erkek ve Mü’min kadınlar, kendilerinden hayırlı zanda bulunsalardı ya ve deselerdi ki: ‘Bu, büyük bir iftiradır.’
لَّوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَـٰذَا إِفْكٌ مُّبِينٌ ﴿١٢﴾
Ona, dört şahit getirselerdi ya; artık şahitlerle gelmedikleri zaman, o halde onlar, Allah indinde yalancıların ta kendileridir. (*13)
لَّوْلَا جَاءُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ ۚ فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاءِ فَأُولَـٰئِكَ عِندَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٣﴾
Şayet Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı, dünya ve ahirette, kendisini yaydığınız şey konusunda muhakkak size büyük bir azap dokunurdu.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٤﴾
O zaman dillerinizle onu iletiyordunuz ve sizin, kendisi hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve onu önemsiz sanıyordunuz. O, Allah indinde (günah olarak) çok büyüktür.
إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُم مَّا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمٌ ﴿١٥﴾
Onu işittiğiniz zaman: ‘Bu konuda konuşmamız, gerçekten bizim için uygun olmaz, seni tenzih ederiz, bu, büyük bir iftiradır’ deseydiniz ya! 
وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم مَّا يَكُونُ لَنَا أَن نَّتَكَلَّمَ بِهَـٰذَا سُبْحَانَكَ هَـٰذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ ﴿١٦﴾
Allah, size öğüt veriyor ki, onun benzerinden ebediyen dönesiniz, gerçekten Mü’minler iseniz.
يَعِظُكُمُ اللَّهُ أَن تَعُودُوا لِمِثْلِهِ أَبَدًا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٧﴾
Allah, size ayetleri açıklıyor ve Allah, Âlim’dir, Hâkim’dir.
وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ ۚ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿١٨﴾
Şüphesiz ahlaksızlığın, iman eden kimseler içerisinde yayılmasını gerçekten seven kimselere, dünya ve ahirette acıklı bir azap vardır; (*19) Allah bilir, siz bilmezsiniz. (**19)
إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٩﴾
Şayet Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı (helak olurdunuz); şüphesiz Allah, şefkatlidir, merhamet edendir.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ رَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿٢٠﴾
Ey iman eden kimseler, şeytanın adımları peşi sıra gitmeyin, kim şeytanın adımları peşi sıra giderse, (*21) artık gerçekten o, hayâsızlığı ve kötülüğü emreder; şayet üzerinizde Allah’ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiriniz ebediyen temizlenemezdi velakin Allah dileyen kimseyi temizler. Allah işitendir, Bilen’dir. (**21)
۞ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ ۚ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَىٰ مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٢١﴾
Sizden fazilet ve varlık sahipleri, yakın akrabalara, miskinlere ve Allah yolunda Hicret edenlere, (verdikleri şeyi) bitirmeye yemin etmesinler; affetsinler ve hoş görsünler. Allah’ın size gerçekten mağfiret etmesini sevmez misiniz! Allah, mağfiret edendir, merhamet edendir.  (*22)
وَلَا يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُولِي الْقُرْبَىٰ وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا ۗ أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٢٢﴾
İffetli, bir şeyden habersiz Mü’min kadınlara (iftira) atan kimseler, dünya ve Ahirette lanetlenmişlerdir; onlara büyük bir azap vardır. (*23)
إِنَّ الَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٢٣﴾
O gün onlar aleyhine, dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları şeylere şahitlik (*24) edecektir. (*24)
يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ أَلْسِنَتُهُمْ وَأَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤﴾
O gün Allah, onlara hak ettikleri cezalarını eksiksiz verecektir ve onlar bilirler ki, şüphesiz Allah, apaçık Hak’tır. (*25)
يَوْمَئِذٍ يُوَفِّيهِمُ اللَّهُ دِينَهُمُ الْحَقَّ وَيَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ الْمُبِينُ ﴿٢٥﴾
Kötü (müşrik) kadınlar, Kötü erkeklere; kötü erkekler kötü kadınlara, temiz kadınlar temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlaradır. (*26) İşte onlar, onların dedikleri şeylerden uzaktırlar, onlara, mağfiret ve değerli bir rızık vardır. (**26)
الْخَبِيثَاتُ لِلْخَبِيثِينَ وَالْخَبِيثُونَ لِلْخَبِيثَاتِ ۖ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّبِينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ ۚ أُولَـٰئِكَ مُبَرَّءُونَ مِمَّا يَقُولُونَ ۖ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ ﴿٢٦﴾
Ey iman eden kimseler, kendi evlerinizden başka evlere, oranın halkıyla yakınlık kurup selam verinceye kadar girmeyin; bu, sizin için daha hayırlıdır, ta ki düşünesiniz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّىٰ تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَىٰ أَهْلِهَا ۚ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٢٧﴾
Artık şayet orada birini bulamazsanız, o halde size izin verilinceye kadar oraya girmeyin ve şayet size: ‘Dönün’ denilirse hemen dönün; o, sizin için daha temizdir. Allah yapmış olduğunuz şeyleri Bilen’dir. (*27-28)
فَإِن لَّمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّىٰ يُؤْذَنَ لَكُمْ ۖ وَإِن قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا ۖ هُوَ أَزْكَىٰ لَكُمْ ۚ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ ﴿٢٨﴾
Oturulmayan, orada sizin için bir fayda bulunan evlere girmeniz, gerçekten size günah değildir. Allah, açıkladığınız şeyleri ve gizlediğiniz şeyleri bilendir. (*29)
لَّيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَّكُمْ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ ﴿٢٩﴾
Mü’min erkeklere söyle, bakışlarının bazısını indirsinler, edep yerlerini muhafaza etsinler. Bu, onlar için daha temizdir, şüphesiz Allah, onların yaptıkları şeylerden haberdardır. (*30-31)
قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَزْكَىٰ لَهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ ﴿٣٠﴾
Mü’min kadınlara söyle, bakışlarının bazısını indirsinler, edep yerlerini muhafaza etsinler, -ondan görünen kısımlar müstesna-ziynetlerini göstermesinler; başörtülerini göğüslerinin üzerine koysunlar. Ziynetlerini, kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri yahut kardeşlerinin oğulları yahut kız kardeşlerinin oğulları yahut kadınları yahut ellerinin sahip oldukları yahut erkeklerden, (kadına) ihtiyaç duymayan hizmetçileri yahut kadınların avret yerlerinin farkında olmayan çocuklar hariç göstermesinler. Ziynetlerinden gizledikleri şeylerin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar. Ey Mü’minler, topluca Allah’a tevbe edin ta ki kurtuluşa eresiniz. (*31)
وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا ۖ وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَىٰ جُيُوبِهِنَّ ۖ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَىٰ عَوْرَاتِ النِّسَاءِ ۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ ۚ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٣١﴾
Sizden, eşi olmayanları, hizmetçi erkek ve hizmetçi kadınlardan salih olanları evlendirin, şayet fakir iseler, Allah, lütfundan onları zengin eder. Allah bol verendir, Bilen’dir. (*32-33)
وَأَنكِحُوا الْأَيَامَىٰ مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ ۚ إِن يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ ۗ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٣٢﴾
Evlenmeye (imkân) bulamayan kimseler, Allah onları, fazlından zengin edinceye kadar iffetli olsunlar. Evlenmek isteyen kimselere ellerinizin sahip olduğu şeylerden verin, böylece onları evlendirin, şayet bilirseniz, onlar hakkında daha hayırlıdır. Allah’ın size verdiği maldan onlara verin ve geçici dünya hayatını arzulayarak gerçekten iffetli olmak isteyen gençlerinizi zinaya zorlamayın. Kim, onları sıkıntıya düşürürse, işte şüphesiz Allah, düşmelerinden sonra bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِّتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَن يُكْرِههُّنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِن بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٣٣﴾
Andolsun Biz, size açıklayıcı ayetler ve sizden önce gelip geçen kimselerden bir örnek ve muttakiler için bir öğüt indirdik.
وَلَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ آيَاتٍ مُّبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِّنَ الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٣٤﴾
Allah, göklerin ve yerin nurudur; O'nun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil yuvası gibidir. Lamba cam içerisindedir, cam, gerçekten o, incimsi bir yıldız gibidir ki, doğuya ve batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır ki, şayet ateş ona değmese bile neredeyse o yağ ışık verir; nur üstüne nurdur. Allah, dileyen kimseyi o nuruyla hidayete iletir, (*35) Allah insanlara misaller verir, Allah her şeyi Bilen’dir. (**35)
۞ اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ ۖ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ ۖ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ ۚ نُّورٌ عَلَىٰ نُورٍ ۗ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ ۗ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٣٥﴾
Allah’ın izin verdiği evlerdir ki, O’nun ismi orada anıldığından gerçekten yükselmiştir. Sabahleyin ve akşam orada O’nu tesbih ederler. (*36)
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ ﴿٣٦﴾
Kendilerini, Allah’a kulluktan/zikirden, alışverişleri ve ticaretleri oyalamayan adamlar; namaz kılar (*37) ve zekât verirler (**37), kendisinde kalplerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar. (***37)
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ ۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ ﴿٣٧﴾
Allah, yaptıklarının en güzeliyle onları mükâfatlandıracak ve fazlından onlara artıracaktır; (*38) Allah, dileyen kimseyi, hesapsız rızıklandırır. (**38)
لِيَجْزِيَهُمُ اللَّهُ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ ۗ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٨﴾
İnkâr eden kimselerin amelleri, düz arazideki serap gibidir; susayan, onu su sanır, nihayet ona ulaştığı zaman ondan hiçbir şey bulamaz ve Allah’ı yanında bulur, O, onun hesabını eksiksiz görür. Allah, hesabı çabuk görendir. (*39)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاءً حَتَّىٰ إِذَا جَاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئًا وَوَجَدَ اللَّهَ عِندَهُ فَوَفَّاهُ حِسَابَهُ ۗ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿٣٩﴾
Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki, bir dalga onu örtüyor, onun üstünde bir dalga, onun üstünde de bulut, karanlıklar birbiri üstünde; o, elini çıkardığı zaman neredeyse onu göremeyecek. Kime Allah, nur vermemişse artık onun hiçbir nuru olmaz.  (*40)
أَوْ كَظُلُمَاتٍ فِي بَحْرٍ لُّجِّيٍّ يَغْشَاهُ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ مَوْجٌ مِّن فَوْقِهِ سَحَابٌ ۚ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ إِذَا أَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرَاهَا ۗ وَمَن لَّمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن نُّورٍ ﴿٤٠﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah’ı, göklerde ve yerde bulunan kimseler ve sıra oluşturarak uçanlar, O’nu tesbih ederler. (*41) Hepsi muhakkak kendi salatını (**41) ve kendi teşbihini bilir; Allah, onların yapmış oldukları şeyleri Bilen’dir. (*41-44)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ ۖ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٤١﴾
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır ve dönüş de Allah’adır. (*42)
وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ ﴿٤٢﴾
Görmedin mi, şüphesiz Allah, bulutları sürer, sonra arasını birleştirir, daha sonra onu yığın yapar, böylece onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Orada yoğurduğu doluyu gökten indirir, böylece dilediği kimseye onu isabet ettirir ve dilediği kimseden onu uzaklaştırır; o şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri yok edecek. (*43)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُزْجِي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِهِ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مِن جِبَالٍ فِيهَا مِن بَرَدٍ فَيُصِيبُ بِهِ مَن يَشَاءُ وَيَصْرِفُهُ عَن مَّن يَشَاءُ ۖ يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِالْأَبْصَارِ ﴿٤٣﴾
Allah, geceyi ve gündüzü döndürür, şüphesiz bunda, basiret sahipleri için elbette bir ibret vardır. (*44)
يُقَلِّبُ اللَّهُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِّأُولِي الْأَبْصَارِ ﴿٤٤﴾
Allah, her canlıyı sudan yarattı, (*45) sonra onlardan kimi karnı üzerinde yürür, onlardan kimi iki ayak üzerinde yürür ve onlardan kişi de dört (ayak) üzerinde yürür. Allah, ne dilerse yaratır, şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir. (**45)
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِّن مَّاءٍ ۖ فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَىٰ بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَىٰ رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَىٰ أَرْبَعٍ ۚ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٤٥﴾
Andolsun açıklayıcı ayetler indirdik, Allah dileyen kimseye hidayet eder, doğru yola iletir.
لَّقَدْ أَنزَلْنَا آيَاتٍ مُّبَيِّنَاتٍ ۚ وَاللَّهُ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٤٦﴾
‘Allah’a ve Rasulü’ne iman ve itaat ettik’ diyorlar, sonra bunun ardından bir grup yüzçeviriyor; işte onlar, Mü’minlerden değildirler.
وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّىٰ فَرِيقٌ مِّنْهُم مِّن بَعْدِ ذَٰلِكَ ۚ وَمَا أُولَـٰئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ ﴿٤٧﴾
Onlar arasında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasulü’ne çağırıldıkları zaman hemen onlardan bir grup yüzçeviriyorlar. (*48)
وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُم مُّعْرِضُونَ ﴿٤٨﴾
Şayet Hak, onlar için olursa itaat ederek ona gelirler.
وَإِن يَكُن لَّهُمُ الْحَقُّ يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ ﴿٤٩﴾
Kalplerinde mi hastalık var yoksa şüphe mi ettiler yahut Allah ve Rasulü’nün gerçekten onlara haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar; aksine işte zalimler onlardır. (*50)
أَفِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَن يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ ۚ بَلْ أُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٥٠﴾
Aralarında hüküm verilmesi için Allah’a ve Rasulü’ne çağırıldıklarında Mü’minlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir, (*51) işte kurtuluşa erenler onlardır. (**51)
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۚ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥١﴾
Ve kim, Allah’a ve Rasulü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’ndan sakınırsa işte onlar, kurtuluşa erenlerin kendileridir.
وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ ﴿٥٢﴾
Yeminlerinin bütün gücüyle Allah’a yemin ettiler ki, andolsun şayet kendilerine emredersen muhakkak (savaşa) çıkacaklar. De ki: ‘Yemin etmeyin, itaatiniz kabul edilmiştir. Şüphesiz Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.’
۞ وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِنْ أَمَرْتَهُمْ لَيَخْرُجُنَّ ۖ قُل لَّا تُقْسِمُوا ۖ طَاعَةٌ مَّعْرُوفَةٌ ۚ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٥٣﴾
De ki: ‘Allah’a itaat edin ve Rasul’e itaat edin,’ (*54) şayet yüzçevirirseniz artık şüphesiz onun üzerinde sadece yükletilen şey ve sizin üzerinizde size yükletilen şey vardır; şayet ona itaat ederseniz hidayete erersiniz ve Rasulün üzerinde apaçık tebliğden başka bir şey yoktur. (**54)
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ ۖ فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ ۖ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا ۚ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ ﴿٥٤﴾
Allah sizden, iman edip salih amel işleyen kimselere vadetmiştir; onlardan önceki kimseleri, halife yaptığı gibi yeryüzünde onları da halife yapacak, (*55) onlar için razı olduğu dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularını sonradan güvene çevirecektir. (**55) Onlar, Bana kulluk edecekler, hiçbir şeyi Bana şirk koşmayacaklar ve kim bundan sonra inkâr ederse işte onlar, fasıklardır. (***55)
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا ۚ يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا ۚ وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٥٥﴾
Namazı kılın, zekâtı verin ve Rasul’e itaat edin, ta ki merhamet olunasınız.
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿٥٦﴾
İnkâr eden kimselerin, yeryüzünde (O’nu) aciz bırakacaklarını sanma; onların barınakları ateştir ve ne kötü bir varış yeridir.
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ ۚ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۖ وَلَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿٥٧﴾
Ey iman eden kimseler, ellerinizin sahip olduğu (hizmetçi) kimseler ve sizden ergenliğe ulaşmamış olanlar, üç defa izin istesinler; sabah namazından önce, öğle vaktinde elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra ki, sizin üç mahreminizdir. Bunların dışında sizin, birbirinizin yanında dolaşmanız onlara da size de günah değildir. İşte böyle Allah, size ayetlerini açıklıyor, Allah Âlim’dir, Hâkimdir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأْذِنكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ ۚ مِّن قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُم مِّنَ الظَّهِيرَةِ وَمِن بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ۚ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَّكُمْ ۚ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ ۚ طَوَّافُونَ عَلَيْكُم بَعْضُكُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٥٨﴾
Sizin çocuklarınız, ergenliğe ulaştıkları zaman artık onlardan önceki kimselerin, izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte böyle Allah, size ayetlerini açıklıyor, Allah Âlim’dir, Hâkim’dir.
وَإِذَا بَلَغَ الْأَطْفَالُ مِنكُمُ الْحُلُمَ فَلْيَسْتَأْذِنُوا كَمَا اسْتَأْذَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٥٩﴾
Oturan kadınlardan ki, evlenmeye geri dönmüyor, artık süsleriyle süslenip püslenmeyenlerin, cübbelerini (dış örtülerini) bırakmaları doğrusu onlara günah değildir. Buna rağmen iffetli olmak istemeleri, onlar için daha hayırlıdır. Allah İşiten’dir, Bilen’dir.
وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاءِ اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَن يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ ۖ وَأَن يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَّهُنَّ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٦٠﴾
(Dış örtülerini bırakmalarında) Âmâ’ya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur ve sizin nefisleriniz için de elbette kendi evlerinizde yahut babalarınızın evlerinde yahut annelerinizin evlerinde yahut erkek kardeşlerinizin evlerinde yahut Kızkardeşlerinizin evlerinde yahut amcalarınızın evlerinde yahut halalarınızın evlerinde yahut dayılarınızın evlerinde yahut teyzelerinizin evlerinde yahut anahtarlarına sahip olduğunuz (evde) yahut arkadaşınızda, hep beraber yahut ayrı ayrı yemenizde elbette size günah değildir. Artık evlere girdiğinizde Allah katında mübarek, güzel yaşama dileğiyle kendi nefislerinize böylece selam verin. Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor, ta ki akledesiniz.
لَّيْسَ عَلَى الْأَعْمَىٰ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَىٰ أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ ۚ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا ۚ فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَىٰ أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٦١﴾
Şüphesiz Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiler ve toplumsal bir iş için onunla beraber oldukları zaman, ondan izin isteyinceye kadar gitmezler. Gerçekten senden izin isteyen kimseler, işte onlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman eden kimselerdir. O halde bazı işleri için onlar senden izin istedikleri zaman, artık onlardan dilediğin kimseye izin ver ve onlar için Allah’tan mağfiret dile, şüphesiz Allah, mağfiret edendir, merhamet edendir. (*62)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَىٰ أَمْرٍ جَامِعٍ لَّمْ يَذْهَبُوا حَتَّىٰ يَسْتَأْذِنُوهُ ۚ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ۚ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَن لِّمَن شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٦٢﴾
Rasulün çağırmasını, kendi aranızda bir kısmınızın bir kısmınızı çağırması gibi tutmayın; sizden, saklanarak sıvışıp giden kimseleri Allah, gerçekten biliyor. O halde onun emrine aykırı hareket edenler, gerçekten bir belanın onlara isabet etmesine yahut acıklı bir azabın onlara isabet etmesine hazır olsunlar. (*63)
لَّا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُم بَعْضًا ۚ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكُمْ لِوَاذًا ۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿٦٣﴾
İyi bilin ki gerçekten göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır, sizin kendisi üzerinde olduğunuz ne varsa gerçekten biliyor, O’na döndürülecekleri gün, yapmış oldukları şeyleri onlara artık haber verecektir, Allah, her şeyi bilendir. (*64) (**64)
أَلَا إِنَّ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قَدْ يَعْلَمُ مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ إِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا ۗ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٦٤﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi