Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Zümer Süresi الزُّمَرِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Zümer sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 75 âyettir. İsmini 71 ve 73. âyetlerde geçen “zümreler, gruplar, bölükler” mânasına gelen اَلزُّمَرُ (zümer) kelimesinden alır. 22. âyette geçen ve “köşkler, odalar” mânasına gelen اَلْغُرَفُ (ğuref) kelimesi de sûreye isim olmuştur. Resmî tertîbe göre 39, iniş sırasına göre 59. sûredir.

Kitap’ın indirilmesi, Aziz, Hâkim olan Allah’tandır.
تَنزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ﴿١﴾
Şüphesiz Biz sana bu Kitabı Hak indirdik; öyleyse dini O’na halis kılarak Allah’a kulluk et. (*2) (*2-3)
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ ﴿٢﴾
İyi bil ki hâlis din yalnız Allah’ındır; O'ndan başka veliler edinen kimseler: (*3) ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında itaat etmiyoruz’ (derler); şüphesiz Allah, onlar arasında, onların kendisinde ihtilaf ettikleri şeyde hükmünü verecektir; doğrusu Allah, yalancı, kâfir o kimseyi hidayete iletmez. (**3)
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ ۚ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَىٰ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿٣﴾
Şayet Allah gerçekten çocuk edinmek isteseydi, (*4) elbette ne diliyorsa yarattıklarından seçerdi; O, yücedir, O, Mutlak Galip Bir olan Allah’tır. (**4)
لَّوْ أَرَادَ اللَّهُ أَن يَتَّخِذَ وَلَدًا لَّاصْطَفَىٰ مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ سُبْحَانَهُ ۖ هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ﴿٤﴾
Gökleri ve yeri Hak ile yarattı; gündüzün üzerine geceyi sarar ve gecenin üzerine gündüzü sarar, (*5) güneşe ve aya boyun eğdirdi, (**5) her biri belirlenmiş bir süreye kadar akıp gitmektedir; iyi bilin ki O, Aziz’dir, Ğaffar’dır. (***5)
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۖ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُّسَمًّى ۗ أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ ﴿٥﴾
Sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan eşini var etti; (*6) sizin için hayvanlardan sekiz çift bahşetti, (**6) sizi yarattı, annelerinizin karınlarında yarattı, sonradan üç karanlık içinde var etti. İşte sizin Rabb’iniz Allah budur; mülk O’nundur, (***6) O’ndan başka ilah yoktur, buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz! (****6)
خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ ۚ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِّن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ ۖ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَأَنَّىٰ تُصْرَفُونَ ﴿٦﴾
Şayet nankörlük ederseniz o halde gerçekten Allah sizden zengindir ve kullarının nankörlük etmelerine razı olmaz ve şayet şükrederseniz sizden razı olur. (*7) Bir günahkâr, başkasının günahını çekmez, sonra Rabb’inize döndürüleceksiniz, (**7) artık size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü Bilen’dir. (***7)
إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ ۖ وَلَا يَرْضَىٰ لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ ۖ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ ۗ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۗ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧﴾
İnsana bir zarar isabet ettiği zaman O’na tevbe ederek Rabb’ine dua eder, sonra Kendisinden bir nimet lütfettiği zaman önceden O’na dua etmiş olduğunu unutur, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar kılar. De ki: ‘Sen, küfrünle biraz eğlen, şüphesiz sen, ateş halkındansın!’ (*8)
۞ وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُو إِلَيْهِ مِن قَبْلُ وَجَعَلَ لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلَّ عَن سَبِيلِهِ ۚ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيلًا ۖ إِنَّكَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ ﴿٨﴾
Yoksa o gece vakitlerinde kalkan, secde eden, (*9) ayakta duran, ahirete hazırlık yapan ve Rabb’inin rahmetini uman kimse midir! (**9) De ki: 'Bilen kimseler bilmeyen kimseler eşit midir?' Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır. (***9)
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاءَ اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ ۗ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ ۗ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿٩﴾
(Tarafımdan) de ki: ‘Ey kullarım, iman eden kimseler olarak Rabb’inizden sakının, güzel davranan kimseler için bu dünyada güzellik vardır. (*10) Allah’ın arzı geniştir, şüphesiz ancak sabredenlerin mükâfatları hesapsız ödenecektir.’ (**10)
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْ ۚ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا فِي هَـٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ ۗ وَأَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةٌ ۗ إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿١٠﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben, dini O’na halis kılarak Allah’a gerçekten kulluk yapmakla emrolundum.’
قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ ﴿١١﴾
‘Ve ben, Müslümanların ilki olmakla emrolundum.’ (*12)
وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ ﴿١٢﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben, şayet Rabb’ime isyan edersem, büyük bir günün azabından gerçekten korkarım.’
قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٣﴾
De ki: ‘Dinimi O’na halis kılarak Allah’a kulluk ediyorum.’
قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصًا لَّهُ دِينِي ﴿١٤﴾
Artık O’ndan başka dilediğinize kulluk edin, şüphesiz hüsrana uğrayanlar, Kıyamet günü nefislerini ve ailelerini hüsrana uğratan kimselerdir; iyi bilin ki işte o, apaçık hüsrandır. (*15)
فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ ۗ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ أَلَا ذَٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ ﴿١٥﴾
Onlar için üstlerinde ateşten gölgeler ve altlarında gölgeler vardır; işte Allah, kullarını onunla korkutur, ‘Ey kullarım, öyleyse Benden korkun!’ (*16)
لَهُم مِّن فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِّنَ النَّارِ وَمِن تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ ۚ ذَٰلِكَ يُخَوِّفُ اللَّهُ بِهِ عِبَادَهُ ۚ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ ﴿١٦﴾
Tağuttan kaçınan kimseler, (*17) gerçekten Allah’a yönelirler ve O’na kulluk ederler, onlar için müjde var, artık kullarımı müjdele. (**17)
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَىٰ ۚ فَبَشِّرْ عِبَادِ ﴿١٧﴾
O kimseler, sözü dinlerler, böylece onun en güzeline tâbi olurlar, işte onlar, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir ve işte onlar akıl sahipleridir.
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ ۚ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿١٨﴾
Artık kendisine azap sözü hak olan kimseyi mi, şimdi sen mi ateşte bulunanı kurtaracaksın! (*19)
أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنتَ تُنقِذُ مَن فِي النَّارِ ﴿١٩﴾
Lakin Rab’lerinden sakınan kimseler; onlara, odalar üzerinde odalar (köşkler) bina edilmiş, altlarından nehirler akmaktadır ve (bu) Allah’ın vaadidir, (*20) Allah, vadinden dönmez. (**20)
لَـٰكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِّن فَوْقِهَا غُرَفٌ مَّبْنِيَّةٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ الْمِيعَادَ ﴿٢٠﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah, gökten su indirdi, böylece onu yerdeki menbalara geçirdi, sonra renkleri muhtelif ekinleri onunla çıkarıyor, sonra kurur, artık onu sararmış (*21) görürsün, sonra onu kırıntılar yapar. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır. (**21)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُّخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ ﴿٢١﴾
Allah’ın, kendisinin göğsünü İslâm’a açtığı kimse mi, (*22) işte o, Rabb’inden bir nur üzerindedir! (**22) Artık yazıklar olsun Allah'ın zikrinden kalpleri sıkıntı duyanlara, işte onlar apaçık bir dalalet içerisindedirler. (***22)
أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَىٰ نُورٍ مِّن رَّبِّهِ ۚ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ ۚ أُولَـٰئِكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٢٢﴾
Allah, sözün en güzelini Kitapta ikişerli, benzer olarak indirdi. Rab’lerine saygılı kimselerin, derileri ondan ürperir, (*23) sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikri (Kitabı) ile yumuşar. (**23) İşte bu Allah’ın hidayetidir, dileyen kimseye onunla hidayet eder (***23) ve Allah kimi sapıklığında bırakırsa artık ona hiç kimse hidayet vermez. (****23)
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَىٰ ذِكْرِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٢٣﴾
Kıyamet günü azabın en kötüsünden yüzünü koruyan kimseler mi ve (o) zalimlere denilir ki: ‘Tadın kazanmış olduğunuz şeyleri!’ (*24)
أَفَمَن يَتَّقِي بِوَجْهِهِ سُوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ وَقِيلَ لِلظَّالِمِينَ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿٢٤﴾
Onlardan önceki kimseler de yalanladı, bu yüzden farkında olmadıkları yerden onlara azap geliverdi.
كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٥﴾
Böylece Allah, dünya hayatının rezilliğini onlara tattırdı (*26) ve şayet bilselerdi ahiret azabı daha büyüktür! (**26)
فَأَذَاقَهُمُ اللَّهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾
Andolsun insanlar için bu Kur’an’da, her örnekten anlattık, ta ki onlar düşünsünler. (*27)
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـٰذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٧﴾
Pürüzü bulunmayan Arapça bir okumadır, ta ki onlar korunsunlar.
قُرْآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٢٨﴾
Allah, bir adamı örnek verdi, onun peşi sıra birbirleriyle tartışan ortakları var ve bir adam da tek bir adam (yanında olması) sebebiyle güvendedir; ikisinin örneği eşit midir! Hamd Allah’adır, ne var ki insanların çoğu bilmiyorlar.
ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَّجُلًا فِيهِ شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِّرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا ۚ الْحَمْدُ لِلَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٩﴾
Şüphesiz sen öleceksin ve onlar da ölecekler. (*30)
إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ ﴿٣٠﴾
Sonra muhakkak siz, Kıyamet günü Rabb’inizin huzurunda davacı olacaksınız.
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ ﴿٣١﴾
Allah üzerine yalan atan ve kendisine doğru geldiğinde yalanlayan kimseden daha zalim artık kim olabilir! Kâfirler için kalınacak yer cehennem değil midir!
۞ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءَهُ ۚ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ ﴿٣٢﴾
Doğruyu getirene ve onu tasdik eden kimse, işte onlar Muttakilerdir.
وَالَّذِي جَاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ ۙ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿٣٣﴾
Onlar için Rab’leri yanında diledikleri her şey vardır, bu, iyilik edenlerin mükâfatıdır. (*34)
لَهُم مَّا يَشَاءُونَ عِندَ رَبِّهِمْ ۚ ذَٰلِكَ جَزَاءُ الْمُحْسِنِينَ ﴿٣٤﴾
Allah, onların o yaptıklarının en kötüsünü örtecek ve onları mükâfatlandıracak, o yapmış olduklarının en güzel karşılığını verecektir. (*35)
لِيُكَفِّرَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٣٥﴾
Allah kuluna kâfi değil mi! Seni O’ndan başka kimselerle korkutuyorlar ve Allah kimi dalalete düşürürse artık ona hidayet veren biri olmaz.
أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ ۖ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ ۚ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٣٦﴾
Ve kime Allah hidayet ederse artık onu, dalalete düşüren olmaz; Allah, üstün, intikam sahibi değil midir! (*37)
وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّضِلٍّ ۗ أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَامٍ ﴿٣٧﴾
Andolsun onlara sorsan: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ elbette ‘Allah’ derler; (*38) de ki: ‘Bak, gördünüz mü Allah'tan başka davet ettiğiniz şeyleri!  Şayet Allah, bana bir zarar vermeyi dilese, onlar, O'nun vereceği zararı kaldırabilirler mi yahut bana bir rahmet vermeyi dilese onlar, O'nun rahmetini tutabilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter, tevekkül edenler O'na tevekkül etsinler.’ (**38)
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ ۚ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ ۖ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ ﴿٣٨﴾
De ki: ‘Ey kavmim, durumunuza göre yapın, elbette ben de yapıyorum; artık yakında bileceksiniz.’ (*39)
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَىٰ مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٣٩﴾
‘Rezil edici azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimin üzerine konacağını.’
مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُّقِيمٌ ﴿٤٠﴾
Şüphesiz Biz sana Kitabı, insanlar için Hak ile indirdik; artık kim hidayete ererse işte o kendisi içindir ve kim dalalete düşerse işte gerçekten o, kendi aleyhine dalalete düşmüştür; sen, onlar üzerinde vekil değilsin. (*41)
إِنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّ ۖ فَمَنِ اهْتَدَىٰ فَلِنَفْسِهِ ۖ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا ۖ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ ﴿٤١﴾
Allah, ölüm zamanı gelen nefisleri vefat ettirir, ölmeyen kimse, o uykudadır, sonra (yanında) tuttuğu kimsenin ölümüne hükmeder, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünenler toplumu için ayetler (ibretler) vardır. (*42)
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا ۖ فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَىٰ عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَىٰ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٢﴾
Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler! De ki: ‘Hiçbir şeye malik olmayan ve akletmeyen olsalar da mı?’ (*43-44)
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ شُفَعَاءَ ۚ قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئًا وَلَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٣﴾
De ki: ‘Şefaat, tamamen Allah’a aittir; göklerin ve yerin mülkü O’nundur, sonra O’na döndürüleceksiniz.’
قُل لِّلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا ۖ لَّهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٤٤﴾
Allah, Bir tek olarak anıldığı zaman; ahirete iman etmeyen kimselerin kalpleri daralır, O’ndan başka kimseler anıldığı zaman onlar, hemen sevinirler. (*45)
وَإِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَحْدَهُ اشْمَأَزَّتْ قُلُوبُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ ۖ وَإِذَا ذُكِرَ الَّذِينَ مِن دُونِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٥﴾
De ki: ‘Gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve görüleni bilen Allah’ım, Sen, kendisinde ihtilaf etmiş oldukları şeylerde kulların arasında hükmedensin.’
قُلِ اللَّهُمَّ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ أَنتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِي مَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٤٦﴾
Şayet yeryüzünde bulunanların tümü ve onunla beraber bir misli daha gerçekten zulmeden kimselerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötüsünden (kurtulmak için) onu feda ederlerdi; hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan onlara görünmüştür. (*47)
وَلَوْ أَنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ مِن سُوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ وَبَدَا لَهُم مِّنَ اللَّهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ ﴿٤٧﴾
Kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara görünmüştür ve kendisiyle alay etmiş oldukları şey, onları çepeçevre kuşatmıştır. (*48)
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ ﴿٤٨﴾
Ancak insana bir zarar isabet ettiği zaman Bize dua eder, sonra bizden bir nimeti ona lütfettiğimiz zaman der ki: ‘Doğrusu ilmimden dolayı o bana verildi’ bilakis o bir imtihandır velakin onların çoğu bilmiyorlar. (*49)
فَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِّنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَىٰ عِلْمٍ ۚ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٩﴾
Doğrusu onlardan önceki kimseler de onu demişti, ancak kazanmış oldukları şeyler onlara bir şey kazandırmadı.
قَدْ قَالَهَا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٥٠﴾
Nihayet zulmeden kimselere, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etti; bunlara da kazandıkları şeylerin kötülükleri yakında onlara da isabet edecektir ve onlar (onu engellemeye) güç yetiremezler.
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا ۚ وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَـٰؤُلَاءِ سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ ﴿٥١﴾
Bilmiyorlar mı ki şüphesiz Allah, dileyen kimse için rızkı yayar ve takdir eder; gerçekten bunda iman eden bir kavim için ayetler (ibretler) vardır. (*52)
أَوَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢﴾
De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin, şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar; gerçekten O, Ğafur’dur, Rahim’dir.’ (*53) (*53-55)
۞ قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا ۚ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٥٣﴾
‘Rabb’inize dönün, O’na teslim olun, muhakkak size azap gelmeden önce, sonra size yardım edilmez.’
وَأَنِيبُوا إِلَىٰ رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ ﴿٥٤﴾
‘Rabb’inizden size indirilenin en güzeline tâbi olun; ansızın ve hiç farkına varmadan azap muhakkak size gelmeden önce.’
وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٥٥﴾
Gerçekten diyeceksin ki: ‘Ey nefis, yazıklar olsun, Allah indinde aşırıya kaçtım ve gerçekten ben alay edenlerden idim.’ (*56)
أَن تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَىٰ عَلَىٰ مَا فَرَّطتُ فِي جَنبِ اللَّهِ وَإِن كُنتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ ﴿٥٦﴾
Yahut diyeceksin ki: ‘Şayet Allah gerçekten bana hidayet etseydi, elbette ben muttakilerden olurdum.’ (*57)
أَوْ تَقُولَ لَوْ أَنَّ اللَّهَ هَدَانِي لَكُنتُ مِنَ الْمُتَّقِينَ ﴿٥٧﴾
Yahut azabı gördüğün zaman diyeceksin ki: ‘Gerçekten benim için bir defa daha (dünyaya dönüş) olsaydı artık iyilik edenlerden olurdum.’ (*58)
أَوْ تَقُولَ حِينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ أَنَّ لِي كَرَّةً فَأَكُونَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ ﴿٥٨﴾
Bilakis doğrusu sana ayetlerim geldi, fakat sen onu yalanladın, (*59) büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun. (**59)
بَلَىٰ قَدْ جَاءَتْكَ آيَاتِي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ ﴿٥٩﴾
Kıyamet günü görürsün ki, Allah’a yalan uyduran kimselerin yüzleri kapkara kesilmiş! (*60) Cehennemde değil midir büyüklük taslayanların yeri! (**60)
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ ۚ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ ﴿٦٠﴾
Allah, korunan kimseleri başarılarıyla kurtarır; onlara kötülük dokunmaz ve onlar üzülmezler. (*61)
وَيُنَجِّي اللَّهُ الَّذِينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْ لَا يَمَسُّهُمُ السُّوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦١﴾
Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, her şeye Kâdir’dir!
اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ ﴿٦٢﴾
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur ve Allah’ın ayetlerini inkâr eden kimseler, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.
لَّهُ مَقَالِيدُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٦٣﴾
De ki: ‘Bana, Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz, ey cahiller!’ (*64)
قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ ﴿٦٤﴾
Andolsun sana ve senden önceki kimselere vahyedildi ki, (*65) andolsun şirk koşarsan amelin mutlaka boşa gider ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. (**65)
وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٦٥﴾
Öyleyse sen şimdi Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. (*66)
بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ ﴿٦٦﴾
Allah’ı hakkıyla takdir edemediler! (*67) O, güçlüdür ve Kıyamet günü yerin hepsi O’nun elindedir ve gökler de O’nun tarafından dürülmüştür. O yücedir, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (**67)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّمَاوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ ۚ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٦٧﴾
Sura üflenir, (*68) artık Allah’ın dilediği kimseler müstesna, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa bilincini kaybeder, daha sonra ona bir daha üfürülür işte o zaman onlar kalkmış bakınıyorlar. (**68)
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاءَ اللَّهُ ۖ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَىٰ فَإِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنظُرُونَ ﴿٦٨﴾
Yer, Rabb’inin nuru ile parlar, Kitap konulur, (*69) nebiler ve şahitler getirilir ve aralarında Hak ile hükmedilir ve onlara zulmedilmez. (**69) 
وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَجِيءَ بِالنَّبِيِّينَ وَالشُّهَدَاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٦٩﴾
Her nefse yaptığı şeyin (karşılığı) tam verilir ve O, onların yaptıkları şeyleri en iyi Bilen’dir. (*70)
وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٧٠﴾
İnkâr eden kimseler, cehenneme grup halinde sevk edilirler; nihayet ona geldikleri zaman, onun kapıları açılır ve onun bekçileri onlara der ki: ‘Rabb’inizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınızı uyaran sizden, rasuller size gelmedi mi?’ Dediler ki, ‘Evet (geldi)’ velakin kâfirler üzerine azap sözü hak olmuştur. (*71)
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ جَهَنَّمَ زُمَرًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَـٰذَا ۚ قَالُوا بَلَىٰ وَلَـٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ ﴿٧١﴾
(Onlara) denilir ki: ‘Onda ebedi kalıcılar olarak cehenneme kapılarından girin; işte büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür.’ (*72)
قِيلَ ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا ۖ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ ﴿٧٢﴾
Rab’lerinden korunan kimseler, grup olarak cennete sevk edilirler; nihayet ona geldikleri zaman onun kapıları açılır ve oranın bekçileri onlara der ki: ‘Selam size, (*73) hoşnut olarak, ebedi kalmak üzere artık ona girin!’ (**73)
وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ ﴿٧٣﴾
Dediler ki: ‘Hamdolsun Allah’a! (*74) O ki, o vadettiğini bize doğru çıkardı ve cennette dilediğimiz yerde yerleşeceğimiz yere varis kıldı; işte çalışanların ücreti ne güzeldir!’ (**74)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاءُ ۖ فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ ﴿٧٤﴾
Melekleri görürsün, Arşın etrafını çevreleyerek Rab’lerini hamd ile tesbih ederler; aralarında Hak ile hükmedilmiş ve denilir ki: ‘Hamd âlemlerin Rabb’i Allah içindir.’ (*75)
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ ۖ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٧٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi