Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Secde Süresi السَّجْدَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Secde sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 30 âyettir. 15. âyetinde yer alan tilâvet secdesi emri sebebiyle bu sûreye, “Secde” ismi verilmiştir. Resmî tertîbe göre 32, iniş sırasına göre 75. sırada yer alır.

Kendisinde şüphe olmayan Kitabı’n indirilişi, âlemlerin Rabb’indendir. (*2)
تَنزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِن رَّبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٢﴾
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar; bilakis o Rabb’inden Haktır, senden önce kendilerine bir uyarıcının gelmediği bir kavmi uyarman içindir, ta ki onlar hidayete ersinler.  (*3) (**3)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ ۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أَتَاهُم مِّن نَّذِيرٍ مِّن قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣﴾
Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve o ikisi arasında bulunanları altı günde yarattı, (*4) sonra arşı düzenledi; sizin O’ndan başka bir veliniz yoktur ve şefaatçiniz de yoktur, (**4) hâlâ düşünmüyor musunuz! (*4-5)
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ ۚ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٤﴾
Gökten yere emri tedbir eder, sonra sizin saymakta olduğunuz bin sene miktarında olan bir gün içinde O’na yükselir. (*5) (**5)
يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ ﴿٥﴾
O, Gaybı ve görüleni Bilen’dir, Aziz’dir, Rahim’dir.
ذَٰلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿٦﴾
Ki her şeyi güzel yaratan O’dur ve çamurdan da insanı yaratmaya başladı. (*7)
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ۖ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ ﴿٧﴾
Sonra onun neslini, hakir bir suyun sızıntısından yarattı.
ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاءٍ مَّهِينٍ ﴿٨﴾
Sonra onu düzenledi ve ona ruhundan üfledi (*9) ve size işitme, görme ve gönüller verdi; (**9) ne az şükrediyorsunuz! (***9)
ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ ۖ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ ﴿٩﴾
Dediler ki: ‘Yerin içinde biz kaybolduğumuz zaman mı, biz mi yeni bir yaratılış içinde olacağız,’ aksine onlar, Rab’lerine kavuşmayı inkâr edenlerdir. (*10)
وَقَالُوا أَإِذَا ضَلَلْنَا فِي الْأَرْضِ أَإِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ ۚ بَلْ هُم بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ ﴿١٠﴾
De ki: ‘Ölüm meleği sizi vefat ettirir, o ki, size sorumlu kılınmıştır, sonra Rabb’inize döndürüleceksiniz.’ (*11)
۞ قُلْ يَتَوَفَّاكُم مَّلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ ﴿١١﴾
Rab’lerinin huzurunda başlarını öne eğmiş günahkârları o zaman bir görseydin; (*12) ‘Rabb’imiz, gördük ve işittik, bizi geri döndür, salih amel yapalım; gerçekten biz, yakinen inandık’ (derler.) (**12)
وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِندَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ ﴿١٢﴾
Şayet dileseydik (*13) her nefse hidayetini elbette verirdik (**13) velakin benim sözüm gerçektir; cehennemi, cinlerden ve insanlardan tamamen elbette dolduracağım. (***13)
وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَـٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ﴿١٣﴾
İşte bu gününüzle karşılaşmayı unutmanızdan dolayı (azabı) tadın, doğrusu biz de size değer vermedik (*14) ve yapmış olduklarınızdan dolayı ebedi azabı tadın. (**14)
فَذُوقُوا بِمَا نَسِيتُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَـٰذَا إِنَّا نَسِينَاكُمْ ۖ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾
Şüphesiz Bizim ayetlerimize iman eden kimselere, onunla öğüt verildiği (*15) zaman secdeye kapanırlar (**15) ve Rab’lerini hamd ile tesbih ederler; (***15) onlar, büyüklük taslamazlar. (****15)
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ۩ ﴿١٥﴾
Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine dua ederler ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (*16)
تَتَجَافَىٰ جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿١٦﴾
Onlar için gönül ferahlatan gizli şeyleri hiçbir nefis bilemez, (bu) yapmış oldukları şeylere karşılıktır. (*17)
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٧﴾
Şimdi Mü’min olan kimse, fasık olan kimse gibi midir; onlar, bir olamazlar. (*18)
أَفَمَن كَانَ مُؤْمِنًا كَمَن كَانَ فَاسِقًا ۚ لَّا يَسْتَوُونَ ﴿١٨﴾
Amma iman eden ve salih amel işleyen kimselere, işte onların, yapmış oldukları şeyler nedeniyle ağırlanıp istirahat edecekleri yer cennetlerdir. (*19)
أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوَىٰ نُزُلًا بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٩﴾
Ve amma fasık kimseler, işte onların barınakları ateştir, her ne zaman ondan çıkmak isteseler, ona geri çevrilirler ve onlara denir ki: ‘Ateş azabını tadın ki, siz onu yalanlıyordunuz!’ (*20)
وَأَمَّا الَّذِينَ فَسَقُوا فَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۖ كُلَّمَا أَرَادُوا أَن يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا وَقِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ ﴿٢٠﴾
Ve daha büyük azaptan önce daha yakın azaptan elbette onlara tattıracağız, ta ki onlar dönsünler.
وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَىٰ دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢١﴾
Rabb’inin ayetleriyle öğüt verildikten sonra ondan yüzçeviren kimseden daha zalim kimdir; şüphesiz Biz günahkârlardan intikam alıcılarız. (*22)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا ۚ إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنتَقِمُونَ ﴿٢٢﴾
Andolsun Musa’ya Kitab’ı verdik, o halde onu anlatmaktan tereddüt içinde olma ve Biz onu, İsrailoğulları için hidayet rehberi kıldık. (*23)
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُن فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَائِهِ ۖ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿٢٣﴾
Sabretmeleri nedeniyle emrimizle hidayete ileten önderleri onlardan kıldık (*24) ve onlar, ayetlerimize yakinen iman etmiş olanlardı. (**24)
وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا ۖ وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يُوقِنُونَ ﴿٢٤﴾
Şüphesiz Rabb’in O’dur ki, kendisinde ihtilaf etmiş oldukları şeylerde, Kıyamet günü onlar arasında onlara hükmünü verecektir. (*25)
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٢٥﴾
Onlardan önce, meskenlerinde gezip yürüdükleri nesillerden nicesini helak etmemiz onları hidayete erdirmedi mi! Şüphesiz bunda elbette ayetler vardır, hâlâ işitmeyecekler mi!
أَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ ۖ أَفَلَا يَسْمَعُونَ ﴿٢٦﴾
Görmediler mi ki gerçekten Biz yerde zayıf olanlara suyu süreriz, böylece onunla ekin çıkarıyoruz, ondan hayvanları ve kendileri yiyor, hâlâ görmüyorlar mı!  (*27)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَسُوقُ الْمَاءَ إِلَى الْأَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ أَنْعَامُهُمْ وَأَنفُسُهُمْ ۖ أَفَلَا يُبْصِرُونَ ﴿٢٧﴾
Ve diyorlar ki, bu ne zaman açılacak, şayet doğru söyleyenler iseniz.
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَـٰذَا الْفَتْحُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٢٨﴾
De ki: ‘Açıldığı gün, inkâr eden kimselere onların iman etmeleri fayda vermeyecek ve onlar, (Hakka) yöneltilmeyecekler.’
قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ ﴿٢٩﴾
Onlardan yüzçevir ve gözetle, şüphesiz onlar da gözetleyenlerdir. (*30)
فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانتَظِرْ إِنَّهُم مُّنتَظِرُونَ ﴿٣٠﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi