Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Kamer Süresi الْقَمَرِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Kamer sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 55 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve “ay” mânasına gelen اَلْقَمَرُ (kamer) kelimesinden alır. Resmî tertîbe göre 54, iniş sırasına göre 37. suredir.

Saat yaklaştı ve Ay yarıldı! (*1) (**1)
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ ﴿١﴾
Şayet bir ayet/mucize görseler yüzçevirirler (*2) ve derler ki: ‘Süregelen bir sihirdir.’ (**2)
وَإِن يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ ﴿٢﴾
Yalanladılar ve hevalarına tâbi oldular, her emir kararlaştırılmıştır. (*3)
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ ﴿٣﴾
Andolsun onun içinde, men edecek şeylerin haberleri onlara geldi.
وَلَقَدْ جَاءَهُم مِّنَ الْأَنبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ ﴿٤﴾
Hikmete ulaştıracaktır; fakat uyarılar fayda vermiyor. (*5)
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ ﴿٥﴾
Öyleyse onlardan yüz çevir; o gün bir Çağırıcı, tanınmamış bir şeye çağırır. (*6)
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَىٰ شَيْءٍ نُّكُرٍ ﴿٦﴾
Kabirlerden çıkarlar, boyun eğerek bakarlar, onlar, yayılan çekirgeler gibidirler. (*7)
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ ﴿٧﴾
Çağıran’a koşarlar, kâfirler derler ki: ‘Bu zorlu bir gündür!’ (*8)
مُّهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ ۖ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَـٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ ﴿٨﴾
Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı, böylece kulumuzu yalanladılar ve dediler ki: ‘Cinlenmiştir’ ve engellendi. (*9)
۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ ﴿٩﴾
Bunun üzerine Rabb’ine dua etti: ‘Doğrusu ben mağlup oldum, artık yardım et.’
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانتَصِرْ ﴿١٠﴾
Nihayet boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. (*11-15)
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُّنْهَمِرٍ ﴿١١﴾
Yerden kaynaklar fışkırttık, sonra su, takdir edilmiş emir üzerine buluştu.
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ ﴿١٢﴾
Onu (Nuh’u), tahtalar ve çivilerle yapılan üzerinde taşıdık.
وَحَمَلْنَاهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ ﴿١٣﴾
İnkâr edilen kimse için bir mükâfat olarak gözetimimizle akıp gidiyordu.
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ ﴿١٤﴾
Andolsun bir ayet olarak onu bıraktık, fakat düşünen var mı!
وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿١٥﴾
Bak nasıl oldu azabım ve uyarılarım! (*16-39)
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿١٦﴾
Andolsun öğüt için Kur'an'ı kolaylaştırdık, (*17) şimdi öğüt alacak var mı! (**17) (*17-21)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿١٧﴾
Ad yalanladı, bak nasıl oldu azabım ve uyarılarım! (*18)
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿١٨﴾
Şüphesiz Biz onların üzerine uğursuzluğu sürekli bir günde şiddetli bir rüzgâr gönderdik.
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ ﴿١٩﴾
İnsanları söküp atıyordu. Onlar, tıpkı diplerinden sökülmüş hurma kütükleri gibiydiler.
تَنزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ ﴿٢٠﴾
Bak, nasıl oldu azabım ve uyarılarım!
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٢١﴾
Andolsun öğüt için Kur'an'ı kolaylaştırdık, şimdi öğüt alacak var mı!
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٢٢﴾
Semud uyarıları yalanladı. (*23-31)
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ ﴿٢٣﴾
Sonra dediler ki: ‘Bizden bir beşere mi, ona mı tâbi olacağız; şüphesiz biz, o zaman dalalet ve çılgınlık içine düşeriz.
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِّنَّا وَاحِدًا نَّتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿٢٤﴾
Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı, aksine o, şımarık bir yalancıdır.’
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِن بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ ﴿٢٥﴾
Onlar yarın, kim yalancı şımarıktır bilecekler.
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَّنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ ﴿٢٦﴾
Şüphesiz Biz onlara imtihan olarak dişi deveyi göndereceğiz, artık onları gözetle ve sabret. (*27)
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ ﴿٢٧﴾
Onlara, suyun gerçekten aralarında paylaştırılacağını haber ver; içmede hepsi hazır bulunsun.
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ ﴿٢٨﴾
Sonra arkadaşlarını çağırdılar, o, hemen ileri atılıp (deveyi) boğazladı;
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ ﴿٢٩﴾
Bak, nasıl oldu azabım ve uyarılarım!
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٠﴾
Şüphesiz Biz onların üzerine tek çığlık gönderdik; böylece ağıldaki kuru ot gibi oldular.
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ ﴿٣١﴾
Andolsun öğüt için Kur'an'ı kolaylaştırdık, şimdi öğüt alacak var mı!
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٣٢﴾
Lut’un kavmi, uyarıları yalanladı.
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ ﴿٣٣﴾
Gerçekten Biz, Lut ailesi hariç, üzerine bir kasırga gönderdik, seher vakti onları kurtardık.
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ ۖ نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ ﴿٣٤﴾
Katımızdan bir nimet olarak; şükreden kimseyi işte böyle mükâfatlandırırız. (*35)
نِّعْمَةً مِّنْ عِندِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ ﴿٣٥﴾
Andolsun onları zorlu yakalamamızla uyardı, fakat uyarıya karşı çıktılar. (*36)
وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ ﴿٣٦﴾
Andolsun onun misafirlerini istediler, bunun üzerine gözlerini siliverdik. Şimdi tadın azabımı ve ikazlarımı.
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٧﴾
Andolsun sabah erkenden onlara azap gerçekleşti. (*38)
وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ ﴿٣٨﴾
Artık azabımı ve uyarılarımı tadın!
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾
Andolsun öğüt için Kur'an'ı kolaylaştırdık, şimdi öğüt alacak var mı!
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٤٠﴾
Andolsun Fir’avn ailesine uyarılar ulaştı. (*41)
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ ﴿٤١﴾
O bütün ayetlerimizi yalanladılar, böylece onları, Aziz, muktedir olanın kuvvetiyle cezalandırdıkça cezalandırdık. (*42)
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ ﴿٤٢﴾
Sizin kâfirleriniz, sizden öncekilerden daha hayırlı mı (üstün mü), (*43) yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mı var! (**43)
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُولَـٰئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ ﴿٤٣﴾
Yoksa biz, yardım edilen cemaatiz mi diyorlar!
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ ﴿٤٤﴾
Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve geriye dönüp kaçacaklardır. (*45)
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ ﴿٤٥﴾
Bilakis, onlara vadedilen o Saat’tir ve o Saat müthiş bir felaket ve daha acıdır;
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ ﴿٤٦﴾
Şüphesiz günahkârlar, sapıklık ve çılgınlık içerisindedir. (*47)
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿٤٧﴾
O gün yüzleri üstüne ateşe sürüklenecekler: ‘Cehennemin dokunuşunu tadın.’
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ ﴿٤٨﴾
Şüphesiz Biz, her şeyi bir kaderle yarattık.
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ ﴿٤٩﴾
Bizim buyruğumuz başka değil, bir tektir, ani bir bakış gibidir.
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ ﴿٥٠﴾
Andolsun sizin benzerlerinizi hep helâk ettik; şimdi öğüt alacak var mı!
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ ﴿٥١﴾
İşte o yaptıkları her şey, kitaplardadır. (*52-53)
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ ﴿٥٢﴾
Ve hepsi küçük, büyük yazılmıştır.
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُّسْتَطَرٌ ﴿٥٣﴾
Şüphesiz Muttakiler, cennetlerde ve nur içindedirler; (*54) (**54)
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ ﴿٥٤﴾
Muktedir Melik’in yanında doğruluk ikametgâhındadırlar. (*55)
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ ﴿٥٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi