Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Fussilet Süresi فُصِّلَتْ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Fussılet sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 54 âyettir. İsmini 3. ayette geçen ve “bir şeyi açıklamak, iki şeyi birbirinden ayırmak, iyice detaylandırmak” mânalarına gelen فُصِّلَتْ (fussilet) kelimesinden alır. Burada kelime Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin iyice açıklandığını beyân etmek üzere kullanılır. Sûrenin ayrıca اَلسَّجْدَةُ “Secde”, “Hâ. Mîm” ve اَلْمَصَاب۪یحُ “Mesâbih” gibi isimleri de vardır. Resmî tertîbe göre 41, iniş sırasına göre ise 61. suredir.

Ha. Mim. Rahman Rahim’den indirilmiş!
تَنزِيلٌ مِّنَ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ ﴿٢﴾
Bilen bir toplum için Arapça okunan, ayetleri açıklanmış bir Kitap’tır. (*3)
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٣﴾
Müjdeci ve uyarıcıdır; (*4) ancak onların çoğu yüzçevirmiştir; artık onlar, işitmezler. (**4)
بَشِيرًا وَنَذِيرًا فَأَعْرَضَ أَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿٤﴾
Dediler ki: ‘Bizi kendisine davet ettiğin şeye kalplerimiz örtülüdür ve kulaklarımız da sağırdır ve seninle bizim aramızda bir perde vardır, artık (istediğini) yap, doğrusu biz de yapıyoruz.’
وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ وَمِن بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ ﴿٥﴾
De ki: ‘Şüphesiz ben sizin gibi bir insanım; (*6) bana, ilahınızın gerçekten bir tek ilah olduğu (**6) vahyediliyor; (***6) şimdi O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin; yazıklar olsun müşriklere!’ (****6)
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَـٰهُكُمْ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَقِيمُوا إِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُ ۗ وَوَيْلٌ لِّلْمُشْرِكِينَ ﴿٦﴾
O kimseler, zekât vermezler ve onlar, ahireti inkâr edenlerin kendileridir. (*7)
الَّذِينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿٧﴾
Şüphesiz iman eden ve salih amel işleyen kimseler, onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. (*8) (**8)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ ﴿٨﴾
De ki: ‘Gerçekten siz mi inkâr ediyorsunuz? O ki, iki günde yeri yarattı ve O’na ortaklar kılıyorsunuz. O, âlemlerin Rabb’idir.’ (*9) (*9-12)
۞ قُلْ أَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذِي خَلَقَ الْأَرْضَ فِي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُ أَندَادًا ۚ ذَٰلِكَ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿٩﴾
Orada sabit dağlar ve üstünde bereketler var etti ve orada, ihtiyaç sahipleri için eşit olarak dört gün içerisinde onlara yiyecekler takdir etti. (*10)
وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِن فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِّلسَّائِلِينَ ﴿١٠﴾
Sonra göğü düzenledi ve o, duman halindeydi, (*11) bunun üzerine ona ve arza dedi ki: ‘İsteyerek ya da istemeyerek gelin!’ İkisi dedi ki: ‘İtaat edenler olarak geldik.’ (*11-12)
ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ ﴿١١﴾
‘Böylece onları, iki gün içerisinde yedi gök olarak tamamladı ve her göğe O, emrini vahyetti. (*12) Biz, dünya semasını lambalarla ve koruma ile süsledik, işte bu, o Güçlü, Bilen’in takdiridir.’ (**12)
فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَىٰ فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا ۚ وَزَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ ﴿١٢﴾
Buna rağmen şayet yüzçevirirlerse de ki: ‘Ad ve Semud’un yıldırımına benzer bir yıldırımla sizi uyardım.’  (*13-16)
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِّثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ ﴿١٣﴾
Onların önünden ve onlardan başkalarına apaçık rasuller: ‘Başkasına değil ancak Allah'a kulluk edin,’ (*14) diye onlara geldiği zaman dediler ki: ‘Şayet Rabb’imiz dileseydi, elbette melekler indirirdi; (**14) işte gerçekten biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.’ (***14)
إِذْ جَاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۖ قَالُوا لَوْ شَاءَ رَبُّنَا لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ ﴿١٤﴾
İşte ne zaman ki Ad, haksız yere yeryüzünde artık büyüklük tasladılar ve dediler ki: ‘Kuvvetçe bizden daha güçlü kim var?’ (*15) Görmediler mi şüphesiz Allah’tır ki O, onları yaratandır, kuvvetçe onlardan daha güçlüdür; Bizim ayetlerimizi bilerek inkâr ediyorlardı. (**15) (*15-16)
فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً ۖ أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً ۖ وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿١٥﴾
Bunun üzerine dünya hayatında alçaltıcı azabı tattırmak için o uğursuz günlerde dondurucu bir rüzgârı onların üzerlerine gönderdik ve ahiret azabı ise daha alçaltıcıdır ve onlara yardım edilmeyecektir. (*16)
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَّحِسَاتٍ لِّنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَىٰ ۖ وَهُمْ لَا يُنصَرُونَ ﴿١٦﴾
Amma Semud’a da! Böylece onlara Hidayet verdik, fakat görmezden gelmeyi (*17) Hidayet’e tercih ettiler; bunun üzerine kazanmış oldukları nedeniyle alçaltıcı yıldırım azabı onları yakaladı. (**17)
وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَىٰ عَلَى الْهُدَىٰ فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٧﴾
İman eden ve sakınan kimseleri kurtardık.
وَنَجَّيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ ﴿١٨﴾
Ve o gün, Allah’ın düşmanları ateşte toplanır, artık onlar, gruplar halindedirler.
وَيَوْمَ يُحْشَرُ أَعْدَاءُ اللَّهِ إِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿١٩﴾
Nihayet O’na geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, yapmış olduklarına onların aleyhine şahitlik eder. (*20-22)
حَتَّىٰ إِذَا مَا جَاءُوهَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٠﴾
Kendi derilerine derler ki: ‘Neden aleyhimize şahitlik ettiniz?’ dediler ki: ‘Allah bizi konuşturdu, O ki, her şeyi konuşturuyor O, ilk defa sizi yaratandır ve O’na döndürülüyorsunuz.’ (*21)
وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدتُّمْ عَلَيْنَا ۖ قَالُوا أَنطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢١﴾
Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz (*22) velakin gerçekten zannediyordunuz ki Allah, yaptığınız şeylerin çoğunu bilmiyor. (*22-23)
وَمَا كُنتُمْ تَسْتَتِرُونَ أَن يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَا أَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلَـٰكِن ظَنَنتُمْ أَنَّ اللَّهَ لَا يَعْلَمُ كَثِيرًا مِّمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢٢﴾
İşte böyle zannettiniz, Rabb’iniz hakkındaki o zannınız, sizi helak etti, böylece hüsrana uğrayanlar olarak sabahladınız. (*23) (**23)
وَذَٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذِي ظَنَنتُم بِرَبِّكُمْ أَرْدَاكُمْ فَأَصْبَحْتُم مِّنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٢٣﴾
Şimdi şayet sabredebilirlerse onların yeri ateştir ve onlar, razı olunmayı isteyecekler, ancak onlar, razı olunacak kimselerden değildirler. (*24)
فَإِن يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ ۖ وَإِن يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُم مِّنَ الْمُعْتَبِينَ ﴿٢٤﴾
Onlara yakınlar nasip ettik, böylece onların önlerinde ne varsa ve arkalarında ne varsa süslü gösterdiler; (*25) cin ve insandan kendilerinden önce gelip geçen ümmetler içinde söz onların üzerine hak oldu, şüphesiz onlar hüsrana uğrayanlar oldular. (**25)
۞ وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَاءَ فَزَيَّنُوا لَهُم مَّا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرِينَ ﴿٢٥﴾
İnkâr eden kimseler dedi ki: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onun peşi sıra boş şeyler söyleyin, umulur ki galip gelirsiniz.’
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهَـٰذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ ﴿٢٦﴾
Böylece inkâr eden kimselere şiddetli bir azap tattıracağız ve onları, o yapmış olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
فَلَنُذِيقَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا عَذَابًا شَدِيدًا وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٧﴾
Bu ceza, Allah düşmanlarına ateştir; onlar için orada sürekli dönecekler, ayetlerimizi bilerek inkâr etmiş oldukları sebebiyle bir cezadır. (*28)
ذَٰلِكَ جَزَاءُ أَعْدَاءِ اللَّهِ النَّارُ ۖ لَهُمْ فِيهَا دَارُ الْخُلْدِ ۖ جَزَاءً بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿٢٨﴾
İnkâr eden kimseler dedi ki: ‘Rabb’imiz, cin ve insanlardan bizi dalalete düşüren kimseleri bize göster, onların ikisini ayaklarımızın altına alalım, aşağılıklardan olsunlar!’
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا رَبَّنَا أَرِنَا اللَّذَيْنِ أَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ أَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْأَسْفَلِينَ ﴿٢٩﴾
‘Şüphesiz Rabb’imiz Allah’tır’ diyen kimseler, sonra dosdoğru olanlar, melekler onların üzerine inerler, ‘Korkmayın ve üzülmeyin, (*30) cennetle müjdelendiniz, o ki, size vadedilmişti.’ (**30)
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ ﴿٣٠﴾
Biz, dünya hayatında ve ahirette sizin dostlarınızız ve orada nefislerinizin arzuladığı ne varsa sizin içindir ve orada talep ettiğiniz sizin içindir. (*31)
نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِي أَنفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ ﴿٣١﴾
Çok bağışlayan, çok merhamet edenden bir ağırlamadır.
نُزُلًا مِّنْ غَفُورٍ رَّحِيمٍ ﴿٣٢﴾
Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Şüphesiz ben Müslümanlardanım’ (*33) diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır! (**33)
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴿٣٣﴾
İyilikle kötülük eşit değildir; sen onu en güzel bir şekilde sav, işte o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan o kimse sıcak dost oluverir.
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ۚ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ ﴿٣٤﴾
Sabreden kimselerden başkası ona ulaşamaz ve büyük şansı olandan başkası ona ulaşamaz. (*35)
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ ﴿٣٥﴾
Ne zaman şeytandan bir vesvese seni tahrik ederse (*36) hemen Allah'a sığın; şüphesiz O, İşiten’dir, Âlim’dir. (**36)
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ ۖ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٣٦﴾
Gece ve gündüz, güneş ve ay, O’nun ayetlerindendir; güneşe ve aya ibadet etmeyin, Allah’a ibadet edin, O ki, onları yaratandır, Gerçekten O’na kulluk ediyorsanız. (*37)
وَمِنْ آيَاتِهِ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ۚ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَهُنَّ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿٣٧﴾
Buna rağmen şayet büyüklük taslarlarsa, işte Rabb’inin yanındaki kimseler, gece gündüz O’nu tesbih ederler ve onlar, usanmazlar. (*38)
فَإِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْأَمُونَ ۩ ﴿٣٨﴾
Senin gerçekten çorak gördüğün toprak, O’nun ayetlerindendir; bak, suyu onun üzerine indirdiğimiz zaman kıpırdar ve kabarır. Şüphesiz O ki, ona hayat verendir, elbette ölülere de yeniden hayat verendir; şüphesiz O, her şeye Kâdir’dir.  (*39)
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ ۚ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَىٰ ۚ إِنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٣٩﴾
Şüphe yok ki ayetlerimiz hakkında sapan kimseler, bize gizli kalmazlar; şimdi ateşin içine atılan kimse mi daha hayırlı, yoksa kıyamet gününe emin gelen kimse mi! Ne diliyorsanız yapın, şüphesiz O, yaptığınız şeyleri görmektedir.
إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا ۗ أَفَمَن يُلْقَىٰ فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ ۖ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٤٠﴾
Şüphesiz o kimseler, kendilerine geldiği zaman zikri inkâr ettiler, muhakkak o, şerefli bir Kitap’tır. (*41)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءَهُمْ ۖ وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ ﴿٤١﴾
Onun yanında ve onun arkasından hiçbir batıl ona erişemez; Hâkim, hamd edilenden indirilmiştir. (*42)
لَّا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ ۖ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ ﴿٤٢﴾
Sana söylenen, senden önceki rasullere söylenen gerçek olandan başka değildir; şüphesiz Rabb’in, mağfiret sahibi ve acıklı bir azabın sahibidir. (*43)
مَّا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ ﴿٤٣﴾
Ve şayet onu, yabancı bir okuma yapsaydık, elbette derlerdi ki: ‘Onun ayetleri açıklansaydı ya; Arapça konuşana yabancı (okuma) mı?’ De ki: ‘O, iman eden kimseler için hidayet ve şifadır ve iman etmeyen kimselerin, kulaklarında ağırlık vardır ve o, onlara körlüktür.’ Onlar, (sanki) uzak bir yerden çağrılıyorlar. (*44) (**44)
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ ۖ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ ۗ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ ۖ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى ۚ أُولَـٰئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ ﴿٤٤﴾
Andolsun Musa’ya verdik, ancak onda ihtilaf edildi ve şayet Rabb’inden önceden bir söz olmasaydı, elbette onlar arasında hüküm verilirdi ve şüphesiz onlar, ondan şüphe içindedirler, kuşkulanıyorlar. (*45)
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۗ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ ﴿٤٥﴾
Kim salih amel işlerse işte o, kendi nefsi içindir ve kim bir kötülük işlerse artık o, onun aleyhinedir ve Rabb’in, kullara zulmedici değildir.
مَّنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ ۖ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا ۗ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿٤٦﴾
Saat’in (Kıyametin) bilgisi O’na havale edilir, O’nun bilgisi olmadan meyvelerden, çiçeklerden çıkan olmaz ve dişi olan hamile kalmaz ve doğurmaz. O gün, ‘Nerede Bana ortak koştuklarınız?’ derler ki: ‘Sana arz ederiz ki, bizden bir gören yok.’ (*47)
۞ إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ ۚ وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَاتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَىٰ وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ ۚ وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ ﴿٤٧﴾
Önceden çağırmakta oldukları şeyler, onlardan kaybolur (*48) ve onlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır. (**48)
وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَدْعُونَ مِن قَبْلُ ۖ وَظَنُّوا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ ﴿٤٨﴾
İnsan, hayır istemekten usanmaz ve şayet ona bir şer isabet ederse hemen ümitsizliğe düşer, ümidini keser. (*49)
لَّا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَئُوسٌ قَنُوطٌ ﴿٤٩﴾
Andolsun şayet ona dokunan bir zarardan sonra Bizden bir rahmeti ona tattırsak elbette der ki: ‘Şüphesiz bu, benimdir ve Saat’in (Kıyametin) gerçekleşeceğini sanmıyorum ve doğrusu şayet Rabb’ime döndürülsem de şüphesiz benim için O’nun yanında daha güzeli vardır.’ Artık inkâr eden kimselere yaptıkları şeyleri elbette haber vereceğiz ve ağırlaştırılmış azaptan tattıracağız. (*50)
وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِّنَّا مِن بَعْدِ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هَـٰذَا لِي وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّجِعْتُ إِلَىٰ رَبِّي إِنَّ لِي عِندَهُ لَلْحُسْنَىٰ ۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُوا وَلَنُذِيقَنَّهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ ﴿٥٠﴾
İnsana nimet verdiğimiz zaman yüzçevirir ve uzaklaşıp uzakta durur ve ona bir şer isabet ettiği zaman hemen içten dua ederek döner.
وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَىٰ بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَاءٍ عَرِيضٍ ﴿٥١﴾
De ki: ‘Düşündünüz mü, şayet (Kur’an) Allah katından ise sonra siz onu inkâr etmişseniz, uzak bir ayrılık içerisinde olan o kimseden daha sapık kimdir!’ (*52)
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ ثُمَّ كَفَرْتُم بِهِ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ فِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ ﴿٥٢﴾
Uzaklarda ve onların nefislerinde onlara ayetlerimizi göstereceğiz, ta ki, onun gerçekten Hak olduğu onlara apaçık belli olsun. Rabb’in, güç yetiren değil mi? Şüphesiz O, her şeye şahittir.  (*53)
سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ ۗ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ ﴿٥٣﴾
İyi bilin ki şüphesiz onlar, Rab’lerine kavuşmaktan şüphe içerisindedirler, iyi bilin ki gerçekten O, her şeyi kuşatmıştır.
أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاءِ رَبِّهِمْ ۗ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ ﴿٥٤﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi