Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Bakara Süresi الْبَقَرَةِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Medine’de nazil olmuştur, 286 ayettir. İsmini, 67-71. ayetlerinde geçen Bakara (inek) kelimesinden almıştır. Surede, İsrailoğullarının iman etmemek için direnmeleri, İslâm hukukunun ana konuları ile ilgili pek çok ayet mevcuttur. Mushaf tertibine göre 2. nüzul sırasına göre 87. suredir.

Bu Kitap ki onda şüphe yoktur, (*2) muttakiler için hidayettir. (**2) (*2-4)
ذَٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ۛ فِيهِ ۛ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٢﴾
O kimseler, gaybe iman ederler, (*3) namazlarını kılarlar (**3) ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (***3)
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣﴾
Ve o kimseler, sana indirilen şeye ve senden önce indirilen şeylere iman ederler ve ahirete de onlar, yakinen iman ederler. (*4)
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾
İşte onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzerindedirler ve işte kurtuluşa erenler onlardır.
أُولَـٰئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾
Şüphesiz inkâr eden kimseleri, kendilerini uyarman ya da onları uyarmaman, onlar için aynıdır, iman etmezler. (*6)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerinin üzerini örtmüştür, (*7) onlar için büyük bir azap vardır. (**7)
خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ ۖ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٧﴾
İnsanlardan kimileri, derler ki: ‘Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ onlar, Mü’minlerden değildir.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ ﴿٨﴾
Allah’ı ve iman eden kimseleri aldatmaya çalışırlar ve onlar, nefislerinden başkasını aldatmazlar, şuurunda değiller.
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٩﴾
Kalplerinde hastalık vardır, böylece Allah, onların hastalıklarını artırmıştır, (*10) yalancılar olduklarından dolayı onlara acıklı bir azap vardır. (**10)
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠﴾
Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiği zaman, derler ki: ‘Doğrusu biz, ancak ıslah edicileriz.’
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿١١﴾
İyi bilin ki, şüphesiz onlar, ifsat edenlerdir velakin şuurunda değiller. (*11-12)
أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَـٰكِن لَّا يَشْعُرُونَ ﴿١٢﴾
Onlara, ‘İnsanların iman ettikleri gibi iman edin’ denildiği zaman, derler ki: ‘Ahmakların iman ettiği gibi iman mı edeceğiz!’ İyi bilin ki şüphesiz ahmaklar onlardır velakin bilmiyorlar.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاءُ ۗ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَـٰكِن لَّا يَعْلَمُونَ ﴿١٣﴾
İman eden kimselerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler (*14) ve şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman derler ki: ‘Şüphesiz biz, sizinle beraberiz, gerçekten sadece biz, (onlarla) alay edicileriz.’
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ ﴿١٤﴾
Allah, onlarla alay eder ve onlara süre verir, tuğyanları içerisinde başıboş gezinirler. (*15)
اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٥﴾
İşte onlar, hidayet karşılığında dalaleti satın alan kimselerdir; bu yüzden ticaretleri kazanç sağlamadı ve hidayet bulan kimseler olmadılar. (*16)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَىٰ فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ ﴿١٦﴾
Onların misali, ateş yakan kimsenin misali gibidir; ne zamanki onun çevresini aydınlattı, Allah onların nurunu giderdi, karanlıklar içerisinde onları bıraktı, göremezler (artık).
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا أَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللَّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لَّا يُبْصِرُونَ ﴿١٧﴾
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden onlar dönmezler. (*18)
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿١٨﴾
Yahut gökten boşalan bir yağmur gibi ki onda, karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek var; yıldırımlardan, ölüm endişesiyle onlar, kulaklarının üstüne parmaklarını koyarlar ve Allah, kâfirleri kuşatmıştır. (*19)
أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ ۚ وَاللَّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ ﴿١٩﴾
Şimşek neredeyse onların gözlerini kapıverecek, her ne zaman onları aydınlatsa onda (ışığında) yürürler ve üzerlerine karanlık çöktüğü zaman dikilip kalırlar. Şayet Allah dileseydi, elbette onların işitmelerini ve görmelerini giderirdi; şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir.
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ ۖ كُلَّمَا أَضَاءَ لَهُم مَّشَوْا فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٠﴾
Ey insanlar, Rabb’inize kulluk edin, O ki, sizi ve sizden önceki kimseleri yarattı; ta ki siz, sakınasınız. (*21)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿٢١﴾
O ki, sizin için yeri yaydı (*22) ve göğü dik hale getirdi (yükseltti), gökten su indirdi, böylece onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkardı; öyleyse siz, bilerek Allah’a eşler tutmayın. (**22)
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ ۖ فَلَا تَجْعَلُوا لِلَّهِ أَندَادًا وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٢﴾
Ve gerçekten kulumuza indirdiğimiz şeyden kuşku içerisinde iseniz, o halde onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın şayet doğru söyleyenlerden iseniz. (*23)
وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٢٣﴾
O halde, yapamazsanız ki yapamazsınız, o halde ateşten sakının ki onun yakıtı, insanlar ve taşlardır, kâfirler için hazırlanmıştır. (*24)
فَإِن لَّمْ تَفْعَلُوا وَلَن تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ ۖ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ ﴿٢٤﴾
İman edip salih amel işleyen kimseleri müjdele, şüphesiz onlar için altlarından nehirler akan cennetler vardır; her ne zaman rızık olarak meyveden, ondan bir kısım rızıklandırılsalar, derler ki: ‘Bu, daha önceden rızıklandığımız şeydir’ ve onun benzeri onlara gelir; onlar için orada, temizlenmiş olarak iki katı vardır ve onlar, orada ebedi kalacaklardır. (*25) (**25) (***25)
وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقًا ۙ قَالُوا هَـٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ ۖ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا ۖ وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ ۖ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢٥﴾
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği, nihayet o (sivrisineğin) üzerinde bulunan (kanat ve iğnesi gibi) bir şeyi misal vermekten utanmaz; iman eden kimseler ise, onun gerçekten Rab’lerinden bir Hak olduğunu bilirler ve inkâr eden kimseler ise hemen derler ki: ‘Allah, bu misalle ne demek istedi?’ (Allah), onunla çoklarını dalalete düşürür ve onunla çoklarını hidayete ulaştırır, onunla fasıklardan başkasını dalalete düşürmez. (*26)
۞ إِنَّ اللَّهَ لَا يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلًا مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا ۚ فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـٰذَا مَثَلًا ۘ يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا ۚ وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ ﴿٢٦﴾
Allah’a söz verdikten sonra sözü bozan kimseler (*27) ve Allah’ın, kendisi vesilesiyle emrettiği şeyi kesenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte onlar, hüsrana uğrayanların kendileridir. (**27)
الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٢٧﴾
Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz, sonra size hayat verdi, daha sonra öldürecek, tekrar sizi diriltecek, daha sonra O’na döndürüleceksiniz. (*28) (**28)
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ ۖ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٨﴾
O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe istiva etti/yöneldi, (*29) böylece onları yedi gök olarak düzenledi; (**29) O, her şeyi Bilen’dir. (***29)
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٢٩﴾
Bir zamanlar Rabb’in, meleklere demişti ki: ‘Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dediler ki: ‘Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın; biz seni hamd ile tesbih ediyoruz.’ (Rabbin) dedi ki: ‘Şüphesiz Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.’ (*30)
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۖ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٠﴾
Ve Âdem’e O, bütün isimleri öğretti, sonra meleklere onları gösterdi, daha sonra dedi ki: ‘Şayet doğru söyleyenler iseniz, şunları isimleriyle bana haber verin.’ (*31)
وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَـٰؤُلَاءِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٣١﴾
Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğin şeyden başka bizim ilmimiz yoktur; şüphesiz Sen, Sensin Alim, Hâkim olan.’
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا ۖ إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ ﴿٣٢﴾
(Allah) dedi ki: ‘Ey Âdem, onların (öğrendiklerinin) isimlerini onlara haber ver’ (Âdem), ne zaman ki onları isimleriyle onlara haber verdi, (Allah) dedi ki: ‘Size demedim mi, şüphesiz Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim (*33) ve sizin açıkladığınız şeyleri, gizlemekte olduğunuz şeyleri bilirim!’ (**33)
قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَائِهِمْ ۖ فَلَمَّا أَنبَأَهُم بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٣٣﴾
Meleklere: ‘Âdem için secde edin’ dediğimiz zaman hemen secde ettiler, ancak İblis, reddetti ve büyüklendi, kâfirlerden oldu.  (*34) (**34)
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ ﴿٣٤﴾
Ve dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin Cennette yerleşin, ondan dilediğiniz yerden bolca yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz!
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَـٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ ﴿٣٥﴾
Şeytan oradan nihayet ikisini kaydırdı, o içinde oldukları şeylerden böylece ikisini çıkardı, dedik ki: ‘Birbirinize düşman olarak inin ve sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır.’ (*36)
فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ ۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ ﴿٣٦﴾
Nihayet Âdem, Rabb’inden birtakım kelimeler elde etti; bunun üzerine (Rabb’i) onun tevbesini kabul etti; (*37) şüphesiz O, tevbeyi kabul eden, Merhamet eden O’dur. (**37)
فَتَلَقَّىٰ آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ ﴿٣٧﴾
Dedik ki: ‘Hepiniz ondan inin, artık ne zaman Benden bir hidayet size gelirse, nihayet kim, hidayetime tâbi olursa, (*38) işte onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklar.’ (**38)
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٣٨﴾
İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, ateş halkıdır, onlar, orada ebedi kalacaklardır. (*39)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٣٩﴾
Ey İsrailoğulları, nimetlerimi hatırlayın, sizi nimetlendirdim ve Bana verdiğiniz ahde vefa edin ki, Ben de size olan ahdimi tutayım ve ancak Benden korkun! (*40)
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ ﴿٤٠﴾
Beraberinizde bulunanı tasdik eden indirdiğim şeye iman edin ve onu inkâr edenin ilki olmayın, ayetlerimi az bir değere satmayın ve sakın yapmayın. Artık Benden sakının! (*41) (**41)
وَآمِنُوا بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ ﴿٤١﴾
Hakk’ı bâtılla karıştırmayın ve sizin bildiğiniz Hakk’ı gizlemeyin. (*42)
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٤٢﴾
Namazı kılın, zekâtı verin (*43) ve rükû edenlerle beraber rükû edin. (**43)
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعِينَ ﴿٤٣﴾
İnsanlara Birr’i/Allah’a itaat etmeyi emredip nefislerinizi unutuyor musunuz ve siz, Kitabı okuduğunuz halde hâlâ akletmiyor musunuz!
۞ أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٤٤﴾
Sabır ve namazla yardım isteyin, şüphesiz o, boyun eğenlerden başkasına elbette ağır gelir. (*45)
وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ ﴿٤٥﴾
O kimseler, gerçekten kendilerinin Rab’lerine kavuşacaklarını düşünüyorlar ve gerçekten onlar, O’na döneceklerdir.
الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ ﴿٤٦﴾
Ey İsrailoğulları, nimetimi hatırlayın ki, sizi nimetlendirdim ve gerçekten Ben sizi, âlemlere üstün kıldım. (*47)
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٤٧﴾
Ve o günden sakının ki, bir nefis, bir nefis için bir şey ödeyemez ve ondan şefaat kabul edilmez ve o bazısı ile denk tutulmaz ve onlara yardım edilmez.  (*48) (**48)
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَّا تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ ﴿٤٨﴾
O zaman Fir'avn ailesinden sizi kurtarmıştık; size azabın en kötüsünü uyguluyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı (*49) ve bunda sizin için Rabb’inizden büyük bir imtihan vardı. (**49)
وَإِذْ نَجَّيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ ﴿٤٩﴾
O zaman sizin için denizi yarmış, böylece sizi kurtarmıştık ve Fir'avn ailesini boğmuştuk ve siz bakıyordunuz. (*50)
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ ﴿٥٠﴾
Ve o zaman Musa’ya kırk gece vadettik, sonra siz onun ardından buzağıyı (ilah) edinmiştiniz ve kendinize zulmediyordunuz; (*51)
وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَىٰ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ ﴿٥١﴾
Daha sonra bunun ardından sizi affetmiştik, ta ki şükredesiniz. (*52)
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُم مِّن بَعْدِ ذَٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٥٢﴾
O zaman Musa’ya Kitab’ı ve Furkan’ı vermiştik, ta ki hidayete eresiniz.
وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿٥٣﴾
O zaman Musa, kavmine dedi ki: ‘Ey kavmim, doğrusu siz, buzağıyı (ilah) edinmekle nefsinize zulmettiniz; şimdi Yaratıcınıza tevbe edin, böylece nefislerinizi bastırın. Bu size, Yaratıcınız indinde sizin için daha hayırlıdır; böylece sizin tevbenizi kabul eder, şüphesiz O, tevbeleri kabul eden, merhamet eden O’dur.’
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُم بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَىٰ بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ ﴿٥٤﴾
Bir zaman demiştiniz ki: ‘Ey Musa, Allah’ı açıkça görmedikçe sana iman etmeyiz’ hemen yıldırım sizi yakalamıştı ve siz bakıyordunuz.
وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ ﴿٥٥﴾
Sonra sizi ölümünüzün ardından tekrar dirilttik, ta ki şükredesiniz. (*55-56)
ثُمَّ بَعَثْنَاكُم مِّن بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٥٦﴾
Bulutu üzerinize gölge yaptık, size kudret helvası ve bıldırcın indirdik: ‘Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin;’ bize zulmetmediler velakin onlar nefislerine zulmediyorlardı.
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۖ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَـٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٥٧﴾
O zaman demiştik ki: ‘Bu kente girin, artık dilediğiniz yerde bolca ondan yiyin ve secde ederek kapıdan girin ve: ‘Bizi rezil etme’ deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım, güzel davrananlara daha fazlasını vereceğiz.’ (*58)
وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هَـٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ ۚ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ ﴿٥٨﴾
Ancak o zulmeden kimseler, onlara o söyleneni başka bir sözle değiştirdiler; bu yüzden o zulmeden kimseler üzerine -fasıklardan olmaları nedeniyle-gökten ceza indirdik. (*59)
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِّنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٥٩﴾
Bir zaman Musa, kavmine su vermek istemişti; bunun üzerine dedik ki: ‘Asanla taşa vur’ hemen ondan on iki pınar fışkırmıştı, doğrusu her grup, kendilerinin içecekleri yeri bildi: (*60) ‘Allah'ın rızkından yiyin, için ve yeryüzünde ifsad edenler olarak kötülük yapmayın.’ (**60)
۞ وَإِذِ اسْتَسْقَىٰ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ ۖ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِن رِّزْقِ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿٦٠﴾
Bir zaman demiştiniz ki: ‘Ey Musa, tek bir yemeğe tahammül edemiyoruz, artık Rabb’ine bizim için dua et de yerin bitirdiği şeylerden onun bakliyatından, salatalığından, sarımsak, mercimek ve soğanından bizim için çıkarsın.’ Dedi ki: ‘Siz, o daha aşağı olan şeyi, o daha hayırlı olan şeyle değiştirecek misiniz! İnin şehire, artık gerçekten sizin için istediğiniz şeyler var.’ Onların üzerine zillet ve yoksulluk vuruldu ve Allah’tan bir gazapla kalakaldılar. Bu, şüphesiz onların, Allah’ın ayetlerini inkâr etmiş olmaları ve haksızlıkla nebileri öldürmelerindedir. Bu, isyan etmeleri ve saldırgan olmalarındandır.
وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَن نَّصْبِرَ عَلَىٰ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا ۖ قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَىٰ بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ ۚ اهْبِطُوا مِصْرًا فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ ۗ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ۗ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۗ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿٦١﴾
Şüphesiz iman eden kimseler, Yahudi, Hrıstiyan ve Sabii kimselerden kim, Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amel işlerse işte onların mükâfatları Rab’lerinin yanındadır ve onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklar.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَىٰ وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦٢﴾
O zaman sizin sözünüzü almış ve Tur’u üstünüze kaldırmıştık: ‘Size verdiğimiz (*63) şeyi kuvvetle tutun ve onun içindekini okuyun ta ki sakınasınız.’ (**63)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿٦٣﴾
Sonra bunun ardından yüzçevirdiniz; şayet Allah'ın üzerinizde lütuf ve rahmeti olmasaydı, mutlaka hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
ثُمَّ تَوَلَّيْتُم مِّن بَعْدِ ذَٰلِكَ ۖ فَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنتُم مِّنَ الْخَاسِرِينَ ﴿٦٤﴾
Andolsun sizden cumartesi gününde haddi aşan kimseleri biliyorsunuz; işte onlara dedik ki: ‘Aşağılık maymunlar olun.’
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَوْا مِنكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ ﴿٦٥﴾
Böylece o elleri arasındaki şeyleri, o sonradan geleceklere (ibret verici) bir ceza ve muttakiler için bir öğüt yaptık. (*65-66)
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٦٦﴾
Bir zaman Musa, kavmine dedi ki: ‘Şüphesiz Allah size emrediyor, bir inek kesin diye.’ dediler ki: ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ Dedi ki: ‘Gerçekten cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!’ (*67)
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تَذْبَحُوا بَقَرَةً ۖ قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا ۖ قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ ﴿٦٧﴾
Dediler ki: ‘Bizim için Rabb’ine dua et de onun ne olduğunu bize açıklasın.’ Dedi ki: ‘Şüphesiz O, diyor ki doğrusu o inektir ki yaşlı değil, körpe değil, bunun arasında orta yaştadır! Haydi, size emredilen şeyi yapın.’
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ ۚ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَّا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَٰلِكَ ۖ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ ﴿٦٨﴾
Dediler ki: ‘Bizim için Rabb’ine dua et, onun renginin ne olduğunu bize açıklasın.’ Dedi ki: ‘Şüphesiz O, diyor ki doğrusu o, sarı bir inektir, onun rengi parlaktır, bakanları mutlu eder.’
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا لَوْنُهَا ۚ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَّوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ ﴿٦٩﴾
Dediler ki: ‘Bizim için Rabb’ine dua et, onun ne olduğunu bize açıklasın, doğrusu o inek bize benzer geldi ve şüphesiz biz, şayet Allah dilerse doğruya ulaşanlar oluruz.’
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِن شَاءَ اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ ﴿٧٠﴾
Dedi ki: ‘Şüphesiz O, diyor ki gerçekten o inek, yeri sürmek için boyun eğmemiş (boyunduruk altına alınmamış), toprağı sürüp sulamamış, kusursuzdur, onda alaca yoktur;’ dediler ki: ‘Şimdi Hak ile geldin’ böylece onu kestiler; az kalsın yapmayacaklardı.
قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَّا ذَلُولٌ تُثِيرُ الْأَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لَّا شِيَةَ فِيهَا ۚ قَالُوا الْآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ ۚ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ ﴿٧١﴾
O zaman siz bir nefsi öldürmüştünüz, onun hakkında tartışmıştınız ve Allah, gizlemekte olduğunuz şeyi çıkarıcıdır.
وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا ۖ وَاللَّهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٧٢﴾
Bunun üzerine: ‘Onun (ineğin) bir parçasıyla o (ölüye) vurun’ demiştik. İşte böyle Allah, ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir, ta ki akledesiniz. (*73)
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا ۚ كَذَٰلِكَ يُحْيِي اللَّهُ الْمَوْتَىٰ وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٧٣﴾
Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı; artık o (kalpleriniz) taş gibi yahut daha katıdır ve şüphesiz taşlardan öylesi var ki, ondan nehirler fışkırır ve şüphesiz ondan öylesi var ki, yarılır, ondan böylece su çıkar ve şüphesiz ondan öylesi var ki, Allah’ın haşyetinden aşağı düşer. Allah, yaptığınız şeylerden gafil (habersiz) değildir.
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً ۚ وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْأَنْهَارُ ۚ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ ۚ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٧٤﴾
Size inanacaklarını gerçekten umuyor musunuz! Doğrusu onlardan bir grup vardır ki, Allah’ın kelâmını işitirler, sonra o aklettikleri şeyin ardından onu tahrif ederler. (*75)
۞ أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللَّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٧٥﴾
İman eden kimselerle karşılaştıkları zaman derler ki: ‘İman ettik!’ Birbirleri ile yalnız kaldıkları zaman derler ki: ‘Size Allah’ın açtığı şeyleri onlara söylüyor musunuz? Rabb’iniz indinde onu size karşı hüccet olarak kullanacaklar, akletmiyor musunuz?’
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ قَالُوا أَتُحَدِّثُونَهُم بِمَا فَتَحَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَاجُّوكُم بِهِ عِندَ رَبِّكُمْ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٧٦﴾
Bilmiyorlar mı ki şüphesiz Allah, onların gizledikleri şeyleri ve açıkladıkları şeyleri bilir.
أَوَلَا يَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿٧٧﴾
Onlardan ümmiler var ki, arzuları dışında Kitabı bilmezler, doğrusu onlar, sadece zannediyorlar. (*78)
وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلَّا أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ ﴿٧٨﴾
Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendilerinin elleriyle kitabı yazıyorlar, sonra onu az bir değere satmak için, ‘Bu Allah katındandır’ diyorlar! Artık yazıklar olsun onların elleriyle yazdıkları şeylere ve yazıklar olsun onların kazandıkları şeylere! (*79)
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَـٰذَا مِنْ عِندِ اللَّهِ لِيَشْتَرُوا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۖ فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا يَكْسِبُونَ ﴿٧٩﴾
Dediler ki: ‘Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacaktır.’ De ki: ‘Allah indinde bir ahit mi aldınız, öyleyse şüphesiz Allah, sözünden dönmez, yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz!’
وَقَالُوا لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلَّا أَيَّامًا مَّعْدُودَةً ۚ قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِندَ اللَّهِ عَهْدًا فَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ عَهْدَهُ ۖ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٨٠﴾
Evet, kim bir kötülük kazanır ve o hatası onu kuşatırsa (*) işte onlar, ateş halkıdır, onlar orada sürekli kalacaklardır. (*81)
بَلَىٰ مَن كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٨١﴾
İman edip salih ameller işleyen kimseler, onlar, cennet halkıdır, onlar orada sürekli kalacaklardır.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٨٢﴾
Bir zaman İsrailoğullarından misak almıştık ki, Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anne babaya ihsanda bulunacaksınız ve akrabaya, yetimlere, yoksullara ve insanlara güzel söz söyleyin ve namazı kılın, zekâtı verin, sonra sizden pek azı müstesna döndünüz ve uzaklaşan kimseler oldunuz. (*83) (**83)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لَا تَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِّنكُمْ وَأَنتُم مُّعْرِضُونَ ﴿٨٣﴾
Bir zaman sizden misak almıştık ki, birbirinizi öldürüp kanlarınızı akıtmayacaksınız ve yurtlarınızdan birbirinizi çıkarmayacaksınız, sonra onaylamıştınız ve (buna) siz şahit idiniz.
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿٨٤﴾
Sonra sizler şunlarsınız ki birbirinizi öldürüyor ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; günah ve düşmanlıkta onlara karşı birbirinizi destekliyorsunuz ve şayet esir olarak size gelirlerse onların fidyelerini veriyorsunuz ki ve onları çıkarmak size haram kılınmıştı. (*85) Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz; artık sizden bunu yapan kimsenin cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir ve Kıyamet gününde onlar, azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. (**85)
ثُمَّ أَنتُمْ هَـٰؤُلَاءِ تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأْتُوكُمْ أُسَارَىٰ تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ ۚ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ ۚ فَمَا جَزَاءُ مَن يَفْعَلُ ذَٰلِكَ مِنكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَىٰ أَشَدِّ الْعَذَابِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٨٥﴾
İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir, bu yüzden azap onlardan hafifletilmez ve onlara yardım edilmez. (*86)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ ۖ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ ﴿٨٦﴾
Andolsun Musa’ya Kitab’ı verdik ve onun ardından peş peşe rasuller gönderdik ve Meryem oğlu İsa’ya apaçık deliller verdik ve Ruhu’l Kudüs ile onu destekledik. (*87) Şimdi her ne zaman nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey ile bir Rasul gelse, büyüklük mü taslayacaksınız, sonra bir kısmını yalanlayacaksınız ve bir kısmını öldüreceksiniz! (**87)
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ ۖ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ ۗ أَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَىٰ أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقًا تَقْتُلُونَ ﴿٨٧﴾
Dediler ki: ‘Kalplerimiz örtülüdür,’ aksine inkârlarından dolayı Allah onları lanetlemiştir, şimdi ne de az iman ediyorlar. (*88-89)
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌ ۚ بَل لَّعَنَهُمُ اللَّهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَلِيلًا مَّا يُؤْمِنُونَ ﴿٨٨﴾
Ne zaman ki Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitap onlara geldi -ki, önceden inkâr eden kimselere karşı onların istemiş oldukları yardım idi -işte ne zaman o bildikleri şey onlara geldi, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti kâfirlerin üzerinedir.
وَلَمَّا جَاءَهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ وَكَانُوا مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُم مَّا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهِ ۚ فَلَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الْكَافِرِينَ ﴿٨٩﴾
Allah’ın indirdiği şeyi inkâr ederek nefislerini onunla sattıkları ne kötüdür; Allah’ın kullarından dilediği kimsenin üzerine lütfundan indirmesine karşı azgınlık ettiler, bu yüzden gazap üstüne gazapla kalakaldılar; kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. (*90)
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنفُسَهُمْ أَن يَكْفُرُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ بَغْيًا أَن يُنَزِّلَ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ فَبَاءُوا بِغَضَبٍ عَلَىٰ غَضَبٍ ۚ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿٩٠﴾
Onlara: ‘Allah’ın indirdiği şeye iman edin’ denildiği zaman dediler ki: ‘Bize indirilen şeye iman ederiz’ ve onun ardından gelen şeyi inkâr ederler ve o, yanlarında bulunanı tasdik eden Hak’tır. De ki: ‘O halde gerçekten Mü’minler idiyseniz Allah’ın nebilerini neden öldürüyordunuz?’
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا مَعَهُمْ ۗ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ أَنبِيَاءَ اللَّهِ مِن قَبْلُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٩١﴾
Andolsun Musa, apaçık delillerle size gelmişti, sonra onun ardından buzağıyı (ilah) edindiniz ve siz, zalimlersiniz.
۞ وَلَقَدْ جَاءَكُم مُّوسَىٰ بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ ﴿٩٢﴾
Bir zaman Tur’u üzerinize kaldırmış kesin sözünüzü almıştık: ‘Size verdiğim şeyi kuvvetle tutun ve dinleyin.’ Dediler ki: ‘İşittik ve isyan ettik’ inkârları sebebiyle kalplerine buzağı sızdırıldı. De ki: ‘Şayet Mü’minler iseniz imanınız onunla size ne kötü şey emrediyor.’
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا ۖ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ۚ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُم بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٩٣﴾
De ki: ‘Şayet Ahiret yurdu size ait ise, Allah indinde başka insanlara mahsus değilse, o halde ölümü temenni edin gerçekten sözünüzde doğru kimseler iseniz.’
قُلْ إِن كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْآخِرَةُ عِندَ اللَّهِ خَالِصَةً مِّن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٩٤﴾
Ellerinin takdim ettiği şeylerden dolayı (ölümü) ebediyen temenni etmezler, Allah zalimleri Bilen’dir. (*95)
وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ ﴿٩٥﴾
Andolsun onları, hayata karşı insanların ve şirk koşan kimselerin en hırslısı olarak bulursun; onların her biri bin sene ömürleri olmasını arzular ve o (bin sene) ömür, doğrusu azaptan onu kurtarmaz. Allah, onların yaptıkları şeyleri görmektedir.
وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَىٰ حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا ۚ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿٩٦﴾
De ki: ‘Kim, Cibril’e düşman olursa, işte gerçekten o, Allah’ın izniyle kendisinden önceki şeyleri tasdik eden ve Mü’minler için hidayet ve müjde olanı senin kalbine onu indirmiştir.’ (*97)
قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَىٰ قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللَّهِ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ ﴿٩٧﴾
Kim, Allah’a, meleklerine, rasullerine ve Mikâil’e düşman olursa, artık şüphesiz Allah, kâfirlerin düşmanıdır. (*98)
مَن كَانَ عَدُوًّا لِّلَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللَّهَ عَدُوٌّ لِّلْكَافِرِينَ ﴿٩٨﴾
Andolsun sana, apaçık ayetler indirdik ve fasıklardan başkası onu inkâr etmez. (*99)
وَلَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ ۖ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلَّا الْفَاسِقُونَ ﴿٩٩﴾
Her ne zaman söz verip anlaşma yaptılarsa, onlardan bir grup onu bozmadı mı; bilakis onların çoğu iman etmezler. (*100)
أَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَّبَذَهُ فَرِيقٌ مِّنْهُم ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠٠﴾
Ne zaman Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir Rasul onlara gelse, Kitap verilen kimselerden bir grup, Allah’ın Kitabını attılar ve onlar sanki bilmiyorlarmış gibi sırtları ardına döndüler. (*101)
وَلَمَّا جَاءَهُمْ رَسُولٌ مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَرِيقٌ مِّنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ كِتَابَ اللَّهِ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ كَأَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٠١﴾
Süleyman’ın mülkü aleyhine şeytanların uydurup izledikleri şeylere tâbi oldular; Süleyman kâfir değildi velakin şeytanlar, kâfir oldular. Babil’de iki melek, Harut ve Marut, insanlara sihri ve indirilen şeyi öğretiyorlardı. ‘Şüphesiz biz, ancak imtihan ediyoruz, sakın küfre girmeyin’ deyinceye kadar hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi; fakat o ikisinden öğrendikleri şey ile koca ve karısının arasını onunla ayırıyorlardı. Onlar, Allah’ın izni müstesna, hiç kimseye onunla zarar vermiyorlardı. Onlar, fayda vereni değil, zarar veren şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun onu satın alan kimseler, elbette biliyorlardı ki onun, ahirette hiçbir payı yoktur ve onun karşılığında nefislerini sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilmiş olsalardı.
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَىٰ مُلْكِ سُلَيْمَانَ ۖ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـٰكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ ۚ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّىٰ يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۖ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ ۚ وَمَا هُم بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنفَعُهُمْ ۚ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ۚ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنفُسَهُمْ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿١٠٢﴾
Ve şayet gerçekten onlar, iman edip sakınsalardı, elbette Allah’ın indindeki sevapları daha hayırlı olacaktı, keşke bilmiş olsalardı.
وَلَوْ أَنَّهُمْ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِّنْ عِندِ اللَّهِ خَيْرٌ ۖ لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿١٠٣﴾
Ey iman eden kimseler, ra’ina (bizi güt, bize çobanlık yap) demeyin ve unzurna (bizi gözet, bize bak) deyin ve dinleyin; kâfirler için acıklı bir azap vardır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انظُرْنَا وَاسْمَعُوا ۗ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٠٤﴾
Kitap ehlinden kâfir kimseler ve müşrikler, şüphesiz size Rabb’inizden bir hayır (*105) indirilmesini arzu etmezler; Allah, dileyen kimseye, rahmetini tahsis eder, (**105) Allah, büyük lütuf sahibidir.
مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ ۗ وَاللَّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿١٠٥﴾
Ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getirinceye (kadar) bir ayeti kaldırmaz ya da onu unutturmayız, bilmez misin ki şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir.
۞ مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا ۗ أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٠٦﴾
Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü şüphesiz Allah’ındır; (*107) sizin için Allah'tan başka bir veli ve bir yardımcı yoktur. (**107)
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿١٠٧﴾
Yoksa daha önceden Musa’ya sorulduğu gibi Rasulü’nüzü gerçekten sorguya çekmeyi arzu mu ediyorsunuz! Kim, imanı küfürle değiştirirse işte gerçekten (o), düz yoldan sapmıştır.
أَمْ تُرِيدُونَ أَن تَسْأَلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسَىٰ مِن قَبْلُ ۗ وَمَن يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ ﴿١٠٨﴾
Kitap ehlinden çoğu, imanınızdan sonra kâfirler olasınız diye sizi döndürmek isterler. Hak onlara apaçık belli olunca sonradan nefislerinde haset ederler, Allah’ın emri gelinceye kadar artık (onlardan) çekilin ve tahkik edin; şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir. (*109) (**109)
وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ ۖ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتَّىٰ يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٠٩﴾
Namazı kılın ve zekâtı verin ve nefisleriniz için hayırdan ne takdim ederseniz, Allah indinde onu bulursunuz, şüphesiz Allah, yapmış olduğunuz şeyleri görendir.
وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ۚ وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿١١٠﴾
Ve dediler ki: ‘Cennete, Yahudi olan kimse ya da Hrıstiyan’dan başkası giremez’ bu, onların temennileridir. De ki: ‘Gerçekten doğru sözlülerden iseniz delilinizi getirin.’
وَقَالُوا لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلَّا مَن كَانَ هُودًا أَوْ نَصَارَىٰ ۗ تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ ۗ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١١١﴾
Bilakis Allah’a yüzünü yönelip teslim olur ve o, güzel davrananlardan olursa, işte onun mükâfatı Rabb’inin yanındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
بَلَىٰ مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿١١٢﴾
Yahudiler dedi ki: ‘Hrıstiyanlar, bir şey üzerinde değillerdir’ ve Hrıstiyanlar dedi ki: ‘Yahudiler bir şey üzerinde değiller;’ onlar, Kitab’ı da okuyorlar. Böylece onların sözlerinin benzerini bilmeyen kimseler de söyledi. Artık Allah, kendisinde ihtilaf etmiş oldukları şey hakkında Kıyamet günü, onlar arasında hüküm verecektir. (*113)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَىٰ عَلَىٰ شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَىٰ لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَىٰ شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ ۗ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ ۚ فَاللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١١٣﴾
Allah'ın mescitlerinde, O’nun isminin gerçekten orada anılmasına engel olan ve onun harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim olabilir! Ona girmeleri, korkmaları dışında doğrusu onlar için mümkün değildir, onlar için dünyada aşağılanma, ahirette de büyük azap vardır.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَىٰ فِي خَرَابِهَا ۚ أُولَـٰئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ ۚ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١١٤﴾
Doğu ve Batı, Allah’ındır, o halde nereye dönerseniz artık orada Allah’ın rızası vardır. Şüphesiz Allah, çok engindir, Bilen’dir. (*115)
وَلِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ ۚ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿١١٥﴾
Dediler ki: ‘Allah, çocuk edindi’ O, yücedir; bilakis göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, hepsi O'na boyun eğmişlerdir. (*116)
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۖ بَل لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ ﴿١١٦﴾
Gökleri ve yeri benzersiz yaratandır ve bir emrin sonuçlanmasını dilediğinde, artık gerçekten sadece ona ‘Ol’ der, hemen oluverir. (*117)
بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ وَإِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ﴿١١٧﴾
Bilmeyen kimseler dedi ki: ‘Allah, bizimle konuşsaydı yahut bir ayet/mucize bize ortaya çıkarsaydı ya,’ işte onlardan önceki kimseler de onların dediklerinin benzerini söylemişti; onların kalpleri birbirine benzedi. Gerçekten kesin bir şekilde bilmek isteyenler toplumuna ayetleri açıkladık.
وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ ۗ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّثْلَ قَوْلِهِمْ ۘ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ ۗ قَدْ بَيَّنَّا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿١١٨﴾
Şüphesiz Biz, Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak seni gönderdik; cehennem halkından sen sorumlu tutulmayacaksın. (*119)
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا وَنَذِيرًا ۖ وَلَا تُسْأَلُ عَنْ أَصْحَابِ الْجَحِيمِ ﴿١١٩﴾
Yahudiler ve Hrıstiyanlar, onların dinlerine tâbi olana kadar senden razı olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz hidayet Allah’ındır, O’dur hidayet veren’ ve andolsun şayet o sana gelen ilimden sonra onların hevalarına tâbi olursan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur. (*120)
وَلَن تَرْضَىٰ عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَىٰ حَتَّىٰ تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ ۗ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَىٰ ۗ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ ﴿١٢٠﴾
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, hak bir okuyuşla onu okurlar, işte onlar, ona iman ederler ve kim onu inkâr ederse işte onlar, hüsrana uğrayanların kendileridir.
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ أُولَـٰئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ ۗ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿١٢١﴾
Ey İsrailoğulları, size verdiğim o nimeti hatırlayın ve şüphesiz Ben âlemlere sizi üstün kılmıştım.
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿١٢٢﴾
Ve o günden sakının ki, bir nefis, bir nefis için bir şey ödeyemez ve o bazısı ile denk tutulmaz ve ondan şefaat ona fayda vermez ve onlara yardım edilmez.
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَّا تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ ﴿١٢٣﴾
Bir zaman Rabb’i, İbrahim'i kelimelerle denemiş, böylece onları tamamlamıştı; dedi ki: ‘Doğrusu Ben seni insanlara imam yapacağım.’ Dedi ki: ‘Neslimden de’ (Rabbi) dedi ki: ‘Zalimlere ahdim erişmez.’ (*124)
۞ وَإِذِ ابْتَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ ۖ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا ۖ قَالَ وَمِن ذُرِّيَّتِي ۖ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ ﴿١٢٤﴾
O vakit Biz Beyt'i (Kâbe’yi) insanlar için toplanma ve güvenli yer yapmıştık, İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e ahit verdik: ‘Tavaf edenler, itikâfa çekilenler, rükû ve secde edenler için Beytimi temizleyin.’ (*125)
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى ۖ وَعَهِدْنَا إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿١٢٥﴾
O zaman İbrahim demişti ki: ‘Rabb’im, bu şehri güvenli kıl ve onun halkından, Allah'a ve ahiret gününe onlardan iman eden kimseleri, ürünlerle rızıklandır!’ (Rabbi) dedi ki: ‘İnkâr eden kimseyi, artık biraz geçindirir sonra ateşin azabına maruz bırakırım, ne kötü varılacak yerdir!’
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـٰذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۖ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلًا ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَىٰ عَذَابِ النَّارِ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٢٦﴾
İbrahim ve İsmail, Beyt’in temellerini yükselttiği zaman: ‘Rabb’imiz, bizden kabul buyur; şüphesiz Sen, İşiten, Bilen Sensin!’
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا ۖ إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿١٢٧﴾
Rabb’imiz, ikimizi sana teslim olanlardan ve neslimizden sana teslim olan bir ümmet kıl ve bize ibadet ve itaat içinde bir hayatı göster ve bizden tevbeyi kabul buyur! Şüphesiz Sen, Tevvab’sın (tevbeleri kabul eden), Rahim’sin (merhamet edensin.)
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا ۖ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ ﴿١٢٨﴾
Rabb’imiz, onların içerisinden bir Rasul gönder, onlara, Senin ayetlerini okusun, Kitab’ı ve Hikmet’i (*129) onlara öğretsin ve onları temizlesin. Şüphesiz Sen, Aziz, Hâkim olan Sensin. (**129)
رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ ۚ إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١٢٩﴾
Ve kim İbrahim milletinden/dininden uzak durursa, ancak o kimse, nefsini sefih yapmıştır; andolsun, onu dünyada seçtik ve şüphesiz o, ahirette de elbette salih kimselerdendir.
وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلَّا مَن سَفِهَ نَفْسَهُ ۚ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا ۖ وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿١٣٠﴾
Rabb’i ona: ‘Teslim ol’ dediği zaman dedi ki: ‘Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum.’ (*131)
إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ ۖ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٣١﴾
İbrahim onu, oğullarına vasiyet etti ve Yakub da: ‘Ey oğullarım, şüphesiz Allah, bu dini sizin için seçti, öyleyse sizler, Müslüman kimselerden başka ölmeyin!’ (*132) 
وَوَصَّىٰ بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَىٰ لَكُمُ الدِّينَ فَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ ﴿١٣٢﴾
Yoksa siz, Yakub’a ölüm geldiğinde şahitler miydiniz? O zaman oğullarına dedi ki: ‘Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?’ Dediler ki: ‘Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail, İshak’ın Tek İlah olan ilahına kulluk edeceğiz ve biz O’na teslim olanlarız.’  (*133)
أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِن بَعْدِي قَالُوا نَعْبُدُ إِلَـٰهَكَ وَإِلَـٰهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِلَـٰهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿١٣٣﴾
Onlar, bir ümmetti gelip geçti, kazandıkları şeyler onlara, sizin kazandığınız şeyler sizedir (*134) ve siz onların yapmış olduklarından sorulmazsınız. (**134)
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ ۖ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ ۖ وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٣٤﴾
Dediler ki: ‘Yahudi ya da Hrıstiyan olun ki, hidayete eresiniz;’ de ki: ‘Bilakis, İbrahim’in dini Hanif’ti ve o, müşriklerden olmadı.’ (*135)
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا أَوْ نَصَارَىٰ تَهْتَدُوا ۗ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۖ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٣٥﴾
Deyin ki: ‘Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene; Musa ve İsa'ya verilene ve Rab'lerinden nebilere verilene, (*136) iman ettik, onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz O'na teslim olanlarız.’ (**136)
قُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَىٰ وَعِيسَىٰ وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿١٣٦﴾
Şimdi gerçekten sizin kendisine iman ettiğinizin aynısına iman ederlerse artık hakikaten hidayete ererler ve şayet dönerlerse, artık şüphesiz onlar, ancak ayrılık içerisindedirler. Artık onlara karşı Allah sana yeter ve O, İşiten’dir, Bilen’dir.
فَإِنْ آمَنُوا بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَوا ۖ وَّإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ ۖ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللَّهُ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿١٣٧﴾
Allah’ın boyası ve Allah’ın boyasından daha güzel olanı kimindir! Biz O’na kulluk edenleriz. (*138)
صِبْغَةَ اللَّهِ ۖ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ صِبْغَةً ۖ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ ﴿١٣٨﴾
De ki: ‘Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz ve O, bizim de Rabb’imiz, sizin de Rabb’inizdir ve bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir ve biz, O’na halis olarak teslim olanlarız.’ (*139)
قُلْ أَتُحَاجُّونَنَا فِي اللَّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ وَلَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ ﴿١٣٩﴾
Yoksa gerçekten İbrahim, İsmail, İshak, Yakup torunlarının, Yahudi ve Hrıstiyan olduklarını mı söylüyorsunuz! De ki: ‘Siz mi daha iyi biliyorsunuz yoksa Allah mı!’ Allah’tan (gelen) kendisi yanındaki şahitliği gizleyen kimseden daha zalim olan kimdir! Allah, yaptığınız şeylerden gafil değildir.
أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا أَوْ نَصَارَىٰ ۗ قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللَّهُ ۗ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللَّهِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿١٤٠﴾
Onlar, bir ümmetti gelip geçti, kazandıkları şeyler onlara, sizin kazandığınız şeyler sizedir ve siz onların yapmış olduklarından sorulmazsınız.
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ ۖ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ ۖ وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٤١﴾
İnsanlardan ahmak olanlar diyecekler ki: ‘O üzerinde oldukları o kıblelerinden onları çeviren nedir?’ De ki: ‘Doğu ve batı Allah’ındır; dileyen kimseye O hidayet eder, doğru yola iletir.’ (*142)
۞ سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلَّاهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُوا عَلَيْهَا ۚ قُل لِّلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ ۚ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٤٢﴾
İşte böyle, insanlara şahit olmanız için sizi vasat bir ümmet kıldık (*143) ve Rasul de sizin üzerinize şahit olsun. O üzerinde olduğun o Kıble’ye, -sadece Rasul’e tâbi olan kimseyi, ökçesi üzerine dönen kimseden ayırt etmemiz için-yönelttik. Doğrusu (bu), Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin imanınızı zayi edecek değildir, muhakkak ki Allah, insanlara elbette şefkatlidir, merhametlidir. (**143)
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ۗ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ ۚ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلَّا عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ ۗ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿١٤٣﴾
Elbette görüyoruz yüzünü göğe döndürdüğünü; artık o hoşnut olacağın kıbleye elbette yüzünü çevireceğiz. Artık Mescid-i Haram yönüne yüzünü çevir ve nerede olursanız, böylece o yöne yüzünüzü çevirin. Şüphesiz Kitap verilen kimseler, gerçekten onun Rab’lerinden bir Hak olduğunu elbette bilirler ve Allah, onların yaptıkları şeylerden gafil değildir. (*144)
قَدْ نَرَىٰ تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ ۖ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا ۚ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٤٤﴾
Andolsun, gerçekten Kitap verilmiş kimselere sen, her ayeti getirsen, senin kıblene tâbi olmazlar; sen de onların kıblesine tâbi olacak değilsin; onlar, birbirlerinin kıblesine de tâbi değiller. Andolsun, sana gelen ilimden sonra onların hevalarına tâbi olursan, şüphesiz sen, o zaman elbette zalimlerden olursun!
وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَّا تَبِعُوا قِبْلَتَكَ ۚ وَمَا أَنتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ ۚ وَمَا بَعْضُهُم بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ ۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُم مِّن بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ إِنَّكَ إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ ﴿١٤٥﴾
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, evlatlarını tanıdıkları gibi onu tanırlar, doğrusu onlardan bir grup, onlar, bildikleri Hakkı elbette gizliyorlar. (*146)
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ ۖ وَإِنَّ فَرِيقًا مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٤٦﴾
Hak, Rabb’indendir, öyleyse kuşku duyanlardan olma. (*147)
الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ ﴿١٤٧﴾
Herkesin o yöneldiği bir yönü vardır, öyleyse hayırda yarışın; nerede olsanız, Allah sizi bir araya getirir, şüphesiz Allah, her şeye Kâdir’dir.
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ أَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللَّهُ جَمِيعًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿١٤٨﴾
Nereden çıkarsan, artık Mescid-i Haram yönüne yüzünü çevir ve şüphesiz o, Rabb’inden bir Haktır. Allah, yaptığınız şeylerden gafil değildir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۖ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿١٤٩﴾
Nereden çıkarsan, artık Mescid-i Haram yönüne yüzünü çevir ve -insanların aleyhinizde bir delili olmaması için-nerede olursanız yüzünüzü artık o yöne çevirin; onlardan zalim kimseler müstesna! Onlardan korkmayın, Benden korkun ve üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, ta ki hidayete eresiniz.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلِأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٥٠﴾
Nitekim içinizden, ayetlerimizi size okuyan, sizi temizleyen, Kitabı ve Hikmeti size öğreten sizden bir Rasul gönderdik, bilmiş olmadığınız şeyleri size öğretiyor.
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ ﴿١٥١﴾
Öyle ise Beni hatırlayın ki, size yardım edeyim/zikredeyim (*152) Bana şükredin, nankörlük etmeyin. (**152)
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلَا تَكْفُرُونِ ﴿١٥٢﴾
Ey iman eden kimseler, sabırla ve namazla yardım isteyin, şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (*153)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ ﴿١٥٣﴾
Allah yolunda öldürülen kimselere ölüler demeyiniz, bilakis (onlar) diridirler velakin siz şuurunda değilsiniz. 
وَلَا تَقُولُوا لِمَن يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَـٰكِن لَّا تَشْعُرُونَ ﴿١٥٤﴾
Ve andolsun sizi biraz korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. (*155)
وَلَنَبْلُوَنَّكُم بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ ۗ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ ﴿١٥٥﴾
O kimseler ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman derler ki; ‘Şüphesiz biz, Allah’a aitiz ve muhakkak biz O’na döneceğiz.’ (*156)
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ ﴿١٥٦﴾
İşte Rab’lerinden salavat (yardım) ve rahmet onların üzerinedir ve işte onlar, hidayete erenlerdir.
أُولَـٰئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿١٥٧﴾
Şüphesiz Safa ve Merve, Allah’ın işaretlerindendir; artık kim, Beyt’i hacceder ya da Umre yaparsa, o ikisini tavaf etmesi, elbette onun için günah değildir ve kim, isteyerek hayır yaparsa, o takdirde gerçekten Allah, çok şükredeni bilir.
۞ إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَائِرِ اللَّهِ ۖ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا ۚ وَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللَّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ ﴿١٥٨﴾
Şüphesiz açık delillerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti, Biz Kitap’ta insanlara onu açıkça beyan ettikten sonra gizleyen kimseler, işte onlara Allah lanet eder ve lanet edebilenler de onlara lanet eder. (*159)
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَىٰ مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ ۙ أُولَـٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ ﴿١٥٩﴾
Ancak tevbe eden kimseler, ıslah edenler ve (Hakkı) açıklayanlar, işte onların tevbelerini kabul ederim ve Ben, tevbeyi kabul edenim, Rahim’im.
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَـٰئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ ۚ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ ﴿١٦٠﴾
Şüphesiz inkâr edip ölen kimseler, onlar kâfirdirler, işte Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onların üzerinedir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَـٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ ﴿١٦١﴾
Orada ebedi kalırlar, azap onlara hafifletilmez ve onlar, ertelenmezler.
خَالِدِينَ فِيهَا ۖ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ ﴿١٦٢﴾
İlahınız bir tek İlah’tır, O'ndan başka ilah yoktur, Rahman’dır, Rahim'dir.
وَإِلَـٰهُكُمْ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ ۖ لَّا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الرَّحْمَـٰنُ الرَّحِيمُ ﴿١٦٣﴾
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün farklı olmasında, gemiler -ki, insanların faydalandığı şeylerle denizde akıp gitmektedir-Allah’ın indirdiği şeylerde, o ölümünden sonra yeri kendisi ile böylece dirilten suda ve orada her canlıdan yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde ve gök ile yer arasında emre amade bekleyen bulutlarda, akledenler toplumu için ayetler vardır. (*164) (**164)
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِن مَّاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿١٦٤﴾
İnsanlardan kimi, başka kimseleri Allah’a denk tutar, Allah’ı sever gibi onları severler; iman eden kimselerin Allah’a sevgileri daha güçlüdür. Şayet zulmeden kimseler, azap görecekleri zamanı bir görselerdi! Şüphesiz kuvvet tamamen Allah'a aittir ve şüphesiz Allah’ın azabı şiddetlidir.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللَّهِ أَندَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ ۖ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِّلَّهِ ۗ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ ﴿١٦٥﴾
O zaman, tâbi olunan kimseler, tâbi olan kimselerden uzaklaştılar ve azabı gördüler, onlar ile ilişkilerini kestiler. (*166-167)
إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ ﴿١٦٦﴾
Tâbi olan kimseler der ki: ‘Keşke gerçekten bizim için geri dönüş olsaydı, böylece bizden uzaklaştıkları gibi onlardan uzaklaşsaydık.’ İşte Allah, onların amellerini onlara kederler olarak kendilerine gösterir ve onlar, ateşten çıkamazlar.
وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا ۗ كَذَٰلِكَ يُرِيهِمُ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ ۖ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ ﴿١٦٧﴾
Ey insanlar, yeryüzündeki helal ve temiz şeylerden yiyin ve şeytanın adımlarına tâbi olmayın; şüphesiz o, sizin apaçık düşmanınızdır. (*168)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿١٦٨﴾
Şüphesiz (o), sadece kötülüğü, hayasızlığı ve doğrusu, bilmediğiniz şeyleri Allah’a karşı söylemenizi size emreder.
إِنَّمَا يَأْمُرُكُم بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَأَن تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٦٩﴾
Onlara: ‘Allah’ın indirdiği şeye tâbi olun’ dendiği zaman, derler ki: ‘Bilakis atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz,’ ataları bir şey akletmeyenler ve hidayeti bulamayanlar olsa da mı! (*170)
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا ۗ أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ ﴿١٧٠﴾
Kâfir kimselerin misali, işitmeyen şeylere bağıran kimsenin ancak seslenip çağırması misali gibidir; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, o yüzden onlar, akletmezler.
وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ إِلَّا دُعَاءً وَنِدَاءً ۚ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٧١﴾
Ey iman eden kimseler, sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve gerçekten O’na kulluk eden kimseler iseniz, Allah’a şükredin. (*172)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلَّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿١٧٢﴾
Şüphesiz ancak leş, kan, domuz eti ve kendisi Allah’tan başkasına sunulan şeyler size haram kılınmıştır. Fakat mecbur kalan kimseye, isteksizce ve haddi aşmaması halinde işte ona günah yoktur. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللَّهِ ۖ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٧٣﴾
Şüphesiz Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen kimseler ve onu az bir değere satanlar, işte onların yedikleri, karınları içindeki ancak ateştir. Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları temizlemez; onlar için acıklı bir azap vardır.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۙ أُولَـٰئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٧٤﴾
İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı, mağfirete karşılık azap satın alan kimselerdir; artık ateşe karşı ne kadar sabredebilirler.
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَىٰ وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِ ۚ فَمَا أَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ ﴿١٧٥﴾
Böylece gerçekten Allah, Kitab’ı Hak ile indirdi ve şüphesiz Kitap hakkında ihtilaf eden kimseler, uzak bir ayrılık içerisindedirler.
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ ﴿١٧٦﴾
Doğu ve batıya isteyerek yüzlerinizi çevirmeniz, doğrusu birr/Allah’a itaat etmek değildir velakin birr/itaat etmek, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve nebilere iman eden kimsenin; sahip olduğu o sevdiği malını (*177) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, düşkün ve boyunduruk altında bulunanlara vermesi; namaz kılması, zekât vermesidir. Söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirenler; sıkıntı ve zorluk durumunda, musibet zamanında sabredenler; işte onlar, sadık olan kimseler ve işte onlar, muttakilerin ta kendileridir. (**177)
۞ لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَـٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَىٰ حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا ۖ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ ۗ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا ۖ وَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿١٧٧﴾
Ey iman eden kimseler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı; hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak kim, kardeşi tarafından affedilirse, artık örfe uyarak ona güzelce bir şey ödemelidir! Bu, Rabb’inizden bir hafifletme ve rahmettir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, işte ona acıklı bir azap vardır. (*178)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى ۖ الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْأُنثَىٰ بِالْأُنثَىٰ ۚ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاءٌ إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ ۗ ذَٰلِكَ تَخْفِيفٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ ۗ فَمَنِ اعْتَدَىٰ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٧٨﴾
Sizin için kısasta hayat vardır, ey akıl sahipleri, ta ki sakınasınız. (*179)
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٧٩﴾
Sizden birinize ölüm geldiği zaman şayet bir hayır bırakacaksa, anaya babaya ve akrabalara bilinen bir usulde vasiyet etmesi, muttakiler üzerine bir hak olarak yazılmıştır.
كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِن تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ ۖ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ ﴿١٨٠﴾
Şimdi kim, o duyduğu şeyi sonra değiştirirse, artık gerçekten onun günahı, onu değiştiren kimselerin üzerinedir, şüphesiz Allah, İşiten’dir, Bilen’dir.
فَمَن بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿١٨١﴾
Artık kim, vasiyet edenin haksızlık yapmasından yahut günah işlemesinden korkarsa, o halde aralarını düzeltirse işte ona günah yoktur; şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
فَمَنْ خَافَ مِن مُّوصٍ جَنَفًا أَوْ إِثْمًا فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٨٢﴾
Ey iman eden kimseler, sizden önceki kimselere yazıldığı gibi size de oruç yazıldı; ta ki korunasınız.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٨٣﴾
Sayılı günlerdir; artık sizden kim, hasta yahut seferi olursa, o halde (tutmadığı oruç) sayısınca başka günlerde (tutsun) ve ona güç yetiren kimseler de fidye olarak bir yoksulu doyurmalı. Şimdi kim, gönüllü olarak bir hayır yaparsa, işte onun için daha hayırlıdır ve doğrusu oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır; şayet bilenler iseniz.
أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ ۚ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ ۚ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ ۖ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ ۚ وَأَن تَصُومُوا خَيْرٌ لَّكُمْ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤﴾
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayet, apaçık belgeler, yol gösterici ve Furkan olarak Kur’an onda indirildi. (*185) Öyleyse sizden kim, o aya şahit olursa o, oruç tutsun ve kim, hasta yahut seferi olursa, o halde (tutmadığı oruç) sayısınca başka günlerde (tutsun), Allah size kolaylık ister, (**185) size zorluk istemez sayıyı tamamlamanız için ve size hidayet ettiği üzere Allah’ı büyükleyiniz, ta ki şükredesiniz. (***185)
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَىٰ وَالْفُرْقَانِ ۚ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ ۖ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ ۗ يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَىٰ مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥﴾
Kullarım, Beni sana sordukları zaman, işte şüphesiz Ben yakınım, bana dua ettiği zaman dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da Bana icabet etsinler, Bana iman etsinler, ta ki doğruyu bulsunlar. (*186)
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ ۖ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ ۖ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ﴿١٨٦﴾
Oruç gecesi kadınlarınızla ilişkiye girmeniz size helal kılındı; onlar sizin için bir örtü ve siz onlar için bir örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, kendinize güvenmeyen kimseler olduğunuzu biliyor, bu yüzden sizden tevbeyi kabul etti ve sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın, Allah’ın sizin için yazdığı şeyleri isteyin; fecrin, beyaz ipliği siyah iplikten sizce açığa çıkıncaya kadar yiyin ve için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Siz, mescitlerde itikâfta olduğunuzda kadınlara temas etmeyin. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, o halde ona yaklaşmayın. İşte böyle Allah, insanlara ayetlerini açıklıyor, ta ki, sakınsınlar. (*187)
أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَىٰ نِسَائِكُمْ ۚ هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ ۗ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتَانُونَ أَنفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنكُمْ ۖ فَالْآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ ۚ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ۖ ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ ۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ ۗ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿١٨٧﴾
Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin ve günah olduğunu bildiğiniz halde insanların mallarından bir bölümünü yemek için hâkimlere (rüşvet) onu vermeyin! 
وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالْإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٨﴾
Sana hilallerden soruyorlar; de ki: ‘O, insanlar ve Hac için belirlenmiş vakitlerdir. Dürüstlük, elbette evlere arkalarından varmanız değildir velakin dürüstlük, kişinin (bundan) sakınmasıdır. Evlere, kapılarından varın ve Allah’tan korkun, ta ki kurtuluşa eresiniz.’ (*189)
۞ يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَهِلَّةِ ۖ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ ۗ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَن تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِن ظُهُورِهَا وَلَـٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَىٰ ۗ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿١٨٩﴾
Sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın ve saldırgan bir tavır içerisinde olmayın; şüphesiz Allah, saldırganları sevmez. (*190) (**190)
وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ ﴿١٩٠﴾
Onlara rastlarsanız, her halükârda onlarla savaşın ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. Fitne, öldürmekten daha şiddetlidir; Mescid-i Haram yanında -orada onlar sizinle savaşıncaya kadar-onlarla savaşmayın. Fakat şayet sizinle savaşırlarsa, artık onlarla savaşın, kâfirlerin cezası, işte böyledir.
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ ۚ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ ۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّىٰ يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ ۖ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ ۗ كَذَٰلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرِينَ ﴿١٩١﴾
Artık gerçekten sonlandırırlarsa, artık şüphesiz Allah, bağışlayan ve merhamet edendir.
فَإِنِ انتَهَوْا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٩٢﴾
Fitne olmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; artık şayet (fitnelerini) sonlandırırlarsa, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. (*193)
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّىٰ لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ ۖ فَإِنِ انتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ ﴿١٩٣﴾
Haram ay, haram aya karşılıktır ve hürmetler karşılıklıdır; o halde kim size saldırırsa, siz de ona, -size saldırdığı şeyin benzeri ile -saldırın; Allah’tan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah muttakilerle beraberdir.
الشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ ۚ فَمَنِ اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ ﴿١٩٤﴾
Allah yolunda infak edin ve ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik edin, şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever. (*195)
وَأَنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ ۛ وَأَحْسِنُوا ۛ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٩٥﴾
Allah için Hac’cı ve Umre’yi tamamlayın, fakat şayet durdurulursanız, bu sebeple Kurban’dan kolayınıza geleni yapın; Kurban, yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Fakat sizden kim, hasta yahut onun başından bir rahatsızlığı olursa, oruç yahut sadaka veyahut kurbandan fidye versin. Artık güvene kavuştuğunuz zaman o halde Hac’ca kadar Umre ile faydalanan kimse, Kurban’dan kolayına geleni yapsın. Buna rağmen kim (Kurban) bulamazsa, artık Hac’da üç gün, döndüğü zaman yedi gün oruç tutsun, böylece tamamı on’dur. Bu, Mescid-i Haram’da yerleşik ailesi olmayan kimse içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah’ın cezalandırması şiddetlidir. (*196)
وَأَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلَّهِ ۚ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ ۖ وَلَا تَحْلِقُوا رُءُوسَكُمْ حَتَّىٰ يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ ۚ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ ۚ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ ۚ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ ۗ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ۗ ذَٰلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿١٩٦﴾
Hac, bilinen aylardır; o halde kim, onlarda Hac’ca yükümlü ise, artık Hac’da müstehcen söz söylemek yoktur, zulüm yoktur, münakaşa etmek yoktur. Hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir ve azık edinin, ancak şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır; Benden sakının ey akıl sahipleri!
الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ ۚ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ ۗ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللَّهُ ۗ وَتَزَوَّدُوا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَىٰ ۚ وَاتَّقُونِ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ ﴿١٩٧﴾
Rabb’inizden bir lütuf istemeniz doğrusu size günah değildir, artık Arafat’tan akın ettiğiniz zaman Meş’ari Haram’da Allah’ı artık zikredin ve sizi hidayete erdirdiği gibi siz de O’na namaz kılın/zikredin; doğrusu ondan önce siz, elbette dalalette olanlardan idiniz!
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَبْتَغُوا فَضْلًا مِّن رَّبِّكُمْ ۚ فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللَّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ ۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّالِّينَ ﴿١٩٨﴾
Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan mağfiret dileyin; şüphesiz Allah, mağfiret edendir, merhamet edendir.
ثُمَّ أَفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٩٩﴾
Nihayet Hac ibadetlerinizi tamamladığınız zaman, artık babalarınızı andığınız gibi ya da daha kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın! Nihayet insanlardan kimi der ki: ‘Rabb’imiz bize dünyada ver,’ onun ahirette bir nasibi yoktur. (*200)
فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا ۗ فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ﴿٢٠٠﴾
Onlardan kimi de der ki: ‘Rabb’imiz, bize dünyada güzellik ver ve ahirette de güzellik ver, bizi ateşin azabından koru!’ (*201)
وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿٢٠١﴾
İşte onlar için kazandıkları şeylerden bir nasip vardır ve Allah, hesabı çabuk görendir.
أُولَـٰئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُوا ۚ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿٢٠٢﴾
Sayılı günlerde Allah’ı anın, o halde kim, iki gün içinde (Mina’dan dönmek için) acele ederse, artık ona bir günah yoktur ve kim geri kalırsa, işte ona da günah yoktur. Allah’tan sakının ve bilin ki şüphesiz siz, O’na toplanacaksınız.
۞ وَاذْكُرُوا اللَّهَ فِي أَيَّامٍ مَّعْدُودَاتٍ ۚ فَمَن تَعَجَّلَ فِي يَوْمَيْنِ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ وَمَن تَأَخَّرَ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ ۚ لِمَنِ اتَّقَىٰ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٠٣﴾
İnsanlardan kiminin dünya hayatı hakkındaki sözü, senin hoşuna gider ve o, kalbinde olan şeye Allah’ı şahit tutar; o, hasımların en şiddetlisidir.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللَّهَ عَلَىٰ مَا فِي قَلْبِهِ وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ ﴿٢٠٤﴾
Dönüp gittiği zaman yeryüzünde fesat çıkarmaya, orada, ekini/kültürü ve nesli helak etmeye çalışır; Allah da fesadı sevmez.
وَإِذَا تَوَلَّىٰ سَعَىٰ فِي الْأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ ﴿٢٠٥﴾
Ona, Allah’tan kork dendiğinde gururu onu günaha sevk eder, artık cehennem ona yeter ve o, kötü bir yataktır.
وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللَّهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْإِثْمِ ۚ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ ۚ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿٢٠٦﴾
İnsanlardan kimi nefsini, Allah’ın rızasını arzulayarak satar, Allah da kullara çok şefkatlidir. (*207)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠٧﴾
Ey iman eden kimseler, tamamen İslâm’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin, şüphesiz o, size apaçık düşmandır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿٢٠٨﴾
Şimdi apaçık deliller size geldikten sonra şayet kayarsanız, o halde bilin ki şüphesiz Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.
فَإِن زَلَلْتُم مِّن بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٠٩﴾
Bununla birlikte onlar, Allah’ın ve meleklerin, buluttan gölgeler içinde gerçekten onlara gelmesini ve işin bitirilmesini mi gözlüyorlar! Bütün işler Allah'a döndürülür. (*210)
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا أَن يَأْتِيَهُمُ اللَّهُ فِي ظُلَلٍ مِّنَ الْغَمَامِ وَالْمَلَائِكَةُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ ۚ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿٢١٠﴾
İsrailoğullarına sor, apaçık ayetlerden nicesini onlara verdik ve kim, ona geldikten sonra Allah’ın nimetini değiştirirse, artık şüphesiz Allah’ın cezası şiddetlidir. (*211)
سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ آتَيْنَاهُم مِّنْ آيَةٍ بَيِّنَةٍ ۗ وَمَن يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءَتْهُ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٢١١﴾
Kâfir kimseler için dünya hayatı süslüdür; onlar, iman eden kimselerden bazılarıyla alay ederler, (*212) sakınan kimseler, kıyamet günü onların üstündedirler. Allah, dileyen kimseye hesapsız rızık verir. (**212)
زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا ۘ وَالَّذِينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢١٢﴾
İnsanlar, bir tek ümmet idi; (*213) böylece Allah, nebilerini, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla beraber, kendisinde ihtilaf ettikleri şeylerde, insanlar arasında hükmetmek için Kitab’ı Hak ile indirdi. (**213) Ancak o (kitap) verilen kimselerin onda ihtilaf etmeleri, apaçık deliller onlara geldikten sonra aralarındaki aşırı istekleridir. Bunun üzerine Allah, kendisinde ihtilaf ettikleri şeyde iman eden kimseleri, Kendi izniyle Hakka hidayet etti. Allah, dileyen kimseye hidayet eder, doğru yola iletir. (***213)
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۖ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ ۗ وَاللَّهُ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٢١٣﴾
Yoksa sizden önce geçen kimselerin örneği size gelmeden cennete gireceğinizi gerçekten zannediyor musunuz! (*214) Onlara, sıkıntı dokundu, zor durumda kaldılar ve sarsıldılar, hatta Rasul ve onunla birlikte iman eden kimseler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ dediler. İyi bilin ki şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır. (**214)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلِكُم ۖ مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّىٰ يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَىٰ نَصْرُ اللَّهِ ۗ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ ﴿٢١٤﴾
Ne infak edeceklerini sana soruyorlar; de ki: ‘Hayırdan ne infak ederseniz, işte (o), anne baba, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış (olan) içindir ve hayırdan ne infak ederseniz artık şüphesiz Allah onu Bilen’dir.’
يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ ۖ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ ۗ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ ﴿٢١٥﴾
Size savaş yazıldı ve o sizin hoşunuza gitmedi; olur ki, gerçekten sevmediğiniz o şey, sizin için hayırdır ve olur ki, gerçekten sevdiğiniz o şey, sizin için şerdir. Allah bilir ve siz bilmezsiniz. (*216)
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ ۖ وَعَسَىٰ أَن تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ ۖ وَعَسَىٰ أَن تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٢١٦﴾
Haram Ay’ı, onda savaşmayı sana soruyorlar; de ki: ‘Onda savaş, büyük (günah)tır,’ Allah yolundan alıkoymak, O’nu inkâr etmek, Mescidi Haram’dan onun halkını çıkarmak, Allah indinde ondan daha büyüktür ve fitne, öldürmekten daha büyüktür. Gerçekten güç yetirseler, dininizden sizi döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmezler. Sizden kim, döner, böylece ölürse o, kâfirdir; işte onlar, dünya ve Ahirette kendilerinin amelleri boşa gitmiştir ve onlar, ateş halkıdır ve onlar, orada ebedi kalacaklardır.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ ۖ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ ۖ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللَّهِ ۚ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ ۗ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىٰ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا ۚ وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُولَـٰئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۖ وَأُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢١٧﴾
Şüphesiz iman eden kimseler, hicret eden ve Allah yolunda cihad eden kimseler, işte onlar, Allah’ın rahmetini umarlar ve Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَـٰئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللَّهِ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٢١٨﴾
İçki ve şans işlerinden sana soruyorlar; de ki: ‘İkisi de büyük günahtır ve insanlar için faydalar da vardır; (ancak) o ikisinin günahı faydasından büyüktür’ ve ne infak edeceklerini sana soruyorlar. De ki: ‘Af/bağışlayın’ (bağış yapın) Allah size ayetleri böyle açıklıyor, ta ki düşünesiniz. (*219)
۞ يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ ۖ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِن نَّفْعِهِمَا ۗ وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١٩﴾
Dünya ve Ahiret konusunda, yetimlerden soruyorlar; de ki: ‘Onları, hayır yaparak düzeltin ve onlara karışın, artık sizin kardeşlerinizdir. Allah, düzeltip ıslah edenden müfsit bozguncuları ayırır ve şayet Allah dileseydi, elbette sizleri sıkıntıya sokardı, şüphesiz Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir.’
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۗ وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَىٰ ۖ قُلْ إِصْلَاحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ ۖ وَإِن تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَعْنَتَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٢٠﴾
Müşrik kadınları, onlar iman edinceye kadar nikâhlamayın; Mü’min bir hizmetçi kadın, hoşunuza gitmiş olsa da müşrik kadından iyidir; onlar, iman edinceye kadar, müşrik erkekleri de nikâhlamayın; hoşunuza gitse dahi, Mü’min bir hizmetkâr, hoşunuza gitmiş olsa da müşrik adamdan iyidir. İşte onlar, ateşe çağırıyorlar ve Allah, izniyle cennete ve mağfirete çağırıyor. İnsanlar için ayetlerini açıklıyor, ta ki anlasınlar.
وَلَا تَنكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتَّىٰ يُؤْمِنَّ ۚ وَلَأَمَةٌ مُّؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِّن مُّشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ ۗ وَلَا تُنكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّىٰ يُؤْمِنُوا ۚ وَلَعَبْدٌ مُّؤْمِنٌ خَيْرٌ مِّن مُّشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ ۗ أُولَـٰئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ ۖ وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ ۖ وَيُبَيِّنُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٢١﴾
(Kadınların) ay halini sana soruyorlar; de ki: ‘O eziyettir’ bu sebeple hayız halinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın; sonra temizlendikleri zaman, Allah’ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah tevbe edenleri sever ve temizlenenleri sever.
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ ۖ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِي الْمَحِيضِ ۖ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىٰ يَطْهُرْنَ ۖ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللَّهُ ۚ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ ﴿٢٢٢﴾
Kadınlarınız, sizin için kalıcıdır, o halde dileğinizce olgunlaştırıp kendinize kalıcı hale getirin ve nefisleriniz için hazırlayın, Allah’tan sakının ve bilin ki, şüphesiz siz, O’na kavuşacaksınız, Mü’minleri müjdele.
نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّىٰ شِئْتُمْ ۖ وَقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُمْ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُم مُّلَاقُوهُ ۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٢٢٣﴾
Yeminlerinize, gerçekten sözünüzde durmanıza, sakınmanıza ve insanların arasını ıslah etmenize Allah’ı engel kılmayın; Allah, İşiten’dir, Bilen’dir. (*224-225)
وَلَا تَجْعَلُوا اللَّهَ عُرْضَةً لِّأَيْمَانِكُمْ أَن تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٢٤﴾
Allah, hata ile ettiğiniz yeminlerinizden sizi sorumlu tutmaz velakin kalplerinizin kazandığı şeylerden dolayı sizi sorumlu tutar; Allah, Ğafur’dur, Halim’dir.
لَّا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَـٰكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ ﴿٢٢٥﴾
Kadınlarından geri durmaya yemin eden kimseler için, dört ay bekleme (süresi) vardır, ancak şayet (yeminlerinden) geri dönerlerse, artık şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir. (*226-227)
لِّلَّذِينَ يُؤْلُونَ مِن نِّسَائِهِمْ تَرَبُّصُ أَرْبَعَةِ أَشْهُرٍ ۖ فَإِن فَاءُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٢٢٦﴾
Ve şayet boşamaya kararlı iseler, artık şüphesiz Allah İşiten’dir, Bilen’dir.
وَإِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَإِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٢٧﴾
Boşanan kadınlar, üç kur (iddet müddeti) kendilerini beklerler; gerçekten Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa, doğrusu rahimlerinde Allah’ın yarattığı şeyi gizlemeleri, gerçekten onlara helal olmaz. Kocaları, bu konuda şayet barışmak isterlerse, onları geri alma hakları vardır. Kadınların (hakkı olduğu) gibi, kadınlar üzerinde de (erkeklere) tanınan hak vardır ve erkeklerin, onlar üzerindeki (hakkı) bir derece fazladır. (*228) Allah Aziz’dir, Hâkim’dir. (*228-232)
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلَاثَةَ قُرُوءٍ ۚ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللَّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَٰلِكَ إِنْ أَرَادُوا إِصْلَاحًا ۚ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ ۚ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٢٨﴾
Boşama iki defadır; bundan sonra iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmaktır; onlara verdiğiniz şeylerden almanız, doğrusu size helal değildir. Ancak şayet Allah’ın hududunu gözetemeyeceklerinden korkarlarsa başka; o halde şayet Allah’ın hududunu ikisi gözetemeyeceklerinden korkarsanız, onun (kadının) fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. Bunlar, Allah’ın sınırıdır, artık onu aşmayın, kim Allah’ın sınırını aşarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ ۖ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ ۗ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَأْخُذُوا مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلَّا أَن يَخَافَا أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ ۗ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا ۚ وَمَن يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٢٢٩﴾
Artık şayet (koca üçüncü defa) boşarsa, bundan sonra başka bir kocaya nikâhlanıncaya kadar ona artık helâl olmaz. Artık o (koca) da boşarsa, Allah’ın sınırlarını koruyacaklarına kanaat getirirlerse, birbirlerine dönmelerinde ikisine bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır; bilenler toplumu için onu açıklıyor.
فَإِن طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِن بَعْدُ حَتَّىٰ تَنكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ ۗ فَإِن طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَن يَتَرَاجَعَا إِن ظَنَّا أَن يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ ۗ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٢٣٠﴾
Kadınları boşadığınız zaman artık onlar, belirlenmiş sürelerine ulaştıklarında artık iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın ve zarar vererek, haddi aşarak tutmayın ve kim bunu yaparsa, işte gerçekten o nefsine zulmetmiştir; Allah’ın ayetlerini alaya almayın ve Allah’ın, üzerinizdeki nimetini düşünün, Kitabı ve hikmeti size indirdi ve onunla size öğüt veriyor. Allah’tan sakının ve bilin ki şüphesiz Allah, her şeyi Bilen’dir.
وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ ۚ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِّتَعْتَدُوا ۚ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ ۚ وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا ۚ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُم بِهِ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٢٣١﴾
Kadınları boşadığınız zaman artık onlar, belirlenmiş sürelerine ulaştıklarında, onlar, aralarında iyilikle kabul ettikleri zaman, kocalarıyla evlenmelerine sorun çıkarmayın. Bu, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha doğru ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَن يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُم بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ مِنكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٢٣٢﴾
Anneler, -emzirmeyi gerçekten tamamlamak isteyen kimse için-çocuklarını tam iki yıl emzirirler; onların, yiyecekleri ve giyecekleri, örfe göre onun (çocuğun) babası üzerinedir. Bir nefse, onun gücünden başka teklif edilmez; (*233) anneye, o çocuk yüzünden zarar verilmesin ve babaya da kendisinin o çocuğu yüzünden zarar verilmesin, mirasçının durumu da böyledir. Artık şayet ikisi de istişare ederek rızaları ile (sütten) kesmek isterlerse, artık ikisine bir günah yoktur. Şayet çocuklarınızı (sütanneye) emzirtmek isterseniz, sizden istenen şeyi, örfe uygun verdiğiniz zaman size de bir günah yoktur. Allah’tan sakının ve bilin ki şüphesiz Allah, yaptığınız her şeyi Gören’dir. (**233)
۞ وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ ۖ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ ۚ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ ۚ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ ۚ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَٰلِكَ ۗ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالًا عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ۗ وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّا آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٢٣٣﴾
Sizden ölen kimselerin bıraktıkları eşleri, kendilerini dört ay on (gün) kollarlar, artık belirlenen sürelerini bitirdikleri zaman, kendileri için örfe uygun olanı yaptıkları şeyde size bir günah yoktur. Allah yapmış olduğunuz şeylerden Haberdar olandır.
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا ۖ فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿٢٣٤﴾
(Dul) kadınlara evlenme isteğinizi ona teklif etmeniz konusunda yahut içinizde gizlemenizde size bir günah yoktur. Allah, sizin elbette onları düşüneceğinizi bilir velakin iyi bir söz söylemeniz müstesna, onlarla gizlice sözleşmeyin ve yazılan belirlenen süreye ulaşıncaya kadar nikâh akdine karar vermeyin ve bilin ki, muhakkak Allah nefsinizde olan şeyi Bilen’dir; o halde O’ndan sakının ve bilin ki, şüphesiz Allah çok Bağışlayan, çok Halim’dir. (*235)
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُم بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ ۚ عَلِمَ اللَّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَـٰكِن لَّا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلَّا أَن تَقُولُوا قَوْلًا مَّعْرُوفًا ۚ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّىٰ يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ ۚ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ ۚ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ ﴿٢٣٥﴾
Onlara dokunmadan yahut onlar için bir pay (mehir) belirtmeden boşarsanız, elbette size bir günah yoktur, (ancak) onları faydalandırın; varlıklı, kendi gücü yettiğince ve fakir olan da kendi gücüne göre iyilikle faydalandırması, iyilik edenler üzerine haktır.
لَّا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ أَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَرِيضَةً ۚ وَمَتِّعُوهُنَّ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ ۖ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنِينَ ﴿٢٣٦﴾
Ve şayet onlar için bir pay (mehir) belirtip gerçekten onlara dokunmadan önce onları boşarsanız, o halde belirttiğiniz şeyin yarısını verin; şayet (kadın) vazgeçmesi yahut nikâh akdi elinde olan kimsenin vazgeçmesi müstesna. Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır; aranızdaki fazileti unutmayın, şüphesiz Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri Gören’dir. (*237)
وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إِلَّا أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ ۚ وَأَن تَعْفُوا أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ ۚ وَلَا تَنسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٢٣٧﴾
Namazları koruyun, orta namazı da ve Allah için boyun eğerek yerine getirin. (*238-239)
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ ﴿٢٣٨﴾
Ancak şayet adamlar yahut binicilerden korkarsanız, artık güvene kavuştuğunuz zaman artık bilginiz olmayan şeyleri size öğrettiği gibi Allah’a ibadet edin.
فَإِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا ۖ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَمَا عَلَّمَكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ ﴿٢٣٩﴾
Sizden, geride eşler bırakarak vefat edecek kimseler, (evden) çıkarılmaksızın, bir yıla kadar eşlerinin faydalanmasını vasiyet etsinler. Artık şayet kendileri çıkarlarsa, onların, kendileri hakkında örfe uygun yaptıkları şey konusunda size bir günah yoktur. Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِّأَزْوَاجِهِم مَّتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ ۚ فَإِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِي مَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ مِن مَّعْرُوفٍ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٤٠﴾
Boşanmış kadınların, iyilikle faydalanmaları muttakiler üzerine bir haktır.
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ ۖ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ ﴿٢٤١﴾
Allah, sizin için ayetlerini böyle açıklıyor, ta ki akledenler olasınız.
كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٤٢﴾
Görmedin mi, kendileri binlerce kişi iken ölümden endişe duyarak yurtlarından çıkan kimseleri! Bunun üzerine Allah onlara: ‘Ölün’ dedi, sonra onları diriltti; şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir velakin insanların çoğu şükretmezler. (*243)
۞ أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ خَرَجُوا مِن دِيَارِهِمْ وَهُمْ أُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللَّهُ مُوتُوا ثُمَّ أَحْيَاهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٢٤٣﴾
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, İşiten’dir, Bilen’dir.
وَقَاتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٤٤﴾
Kimdir Allah’a ödünç verecek kimse ki, böylece O fazlından, daha çok kat kat ona güzelce karşılığını versin ve Allah, kısar ve açar ve O’na döndürüleceksiniz.
مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً ۚ وَاللَّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٤٥﴾
Görmedin mi Musa’dan sonra İsrailoğullarından ileri gelenleri; o zaman onlar nebilerine demişlerdi ki: ‘Bize bir hükümdar gönder, Allah yolunda savaşalım.’ (Nebileri) dedi ki: ‘Gerçekten size savaş yazılınca savaşmamanız muhtemel mi?’ Dediler ki: ‘Neden Biz Allah yolunda savaşmayalım ki, yurdumuzdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldık.’ Ancak ne zaman ki savaş yazıldı, onlardan pek azı müstesna, döndüler. Allah, zalimleri Bilen’dir.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الْمَلَإِ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ مِن بَعْدِ مُوسَىٰ إِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَّهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُّقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۖ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ إِن كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ أَلَّا تُقَاتِلُوا ۖ قَالُوا وَمَا لَنَا أَلَّا نُقَاتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَدْ أُخْرِجْنَا مِن دِيَارِنَا وَأَبْنَائِنَا ۖ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا إِلَّا قَلِيلًا مِّنْهُمْ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ ﴿٢٤٦﴾
Nebileri onlara dedi ki: ‘Şüphesiz Allah, hükümdar olarak Talut’u size gönderdi.’ Dediler ki: ‘Bizim üzerimize hükümdarlık nasıl onun olabilir; Biz, hükümdarlığa ondan daha çok hak sahibiyiz ve maldan zenginlik de (ona) verilmemiştir.’ Dedi ki: ‘Şüphesiz Allah, sizin üzerinize onu seçti, ilmini ve fiziksel kabiliyetini artırdı. Allah, mülkünü dileyen kimseye verir ve Allah, bol verendir, Bilen’dir.’ (*247)
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا ۚ قَالُوا أَنَّىٰ يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ ۚ قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ ۖ وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٤٧﴾
Nebileri, onlara dedi ki: ‘Şüphesiz onun hükümdarlığının alameti, doğrusu tabutun size gelmesidir ki, onun içinde Rabb’inizden huzur veren ve kendisini melekler taşımakta, Musa ailesinin ve Harun ailesinin geriye bıraktığı şeylerden kalandır. Şüphesiz bunda, sizin için elbette bir ayet vardır, gerçekten iman eden kimseler iseniz.’ (*248)
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَن يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِّمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَىٰ وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٢٤٨﴾
Ne zaman ki Talut, askerleriyle ayrıldı, dedi ki: ‘Şüphesiz Allah, bir nehirle sizi deneyecektir; işte kim ondan içerse artık benden değildir ve kim ondan tatmazsa o bendendir, eliyle bir avuç avuçlayan kimse müstesna,’ fakat onlardan pek azı hariç, ondan içtiler. Ne zaman ki o ve beraberindeki iman eden kimseler, o (ırmağı) geçince (geride kalanlar) dediler ki: ‘Bugün Calut’a ve onun askerlerine karşı bizim gücümüz yoktur.’ Allah’a kavuşacaklarını onlardan gerçekten kanaat getiren kimseler dedi ki: ‘Nice az birlik, Allah’ın izniyle birçok birliğe galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.’
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُم بِنَهَرٍ فَمَن شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَن لَّمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِّنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَاقُو اللَّهِ كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ ﴿٢٤٩﴾
Ne zaman ki Calut ve onun askerleri ortaya çıktılar, (Mü’minler) dediler ki: ‘Rabb’imiz, üzerimize sabır boşalt, ayaklarımızı sabit kıl ve o kâfirler toplumuna karşı bize yardım et.’
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالُوا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٢٥٠﴾
Derken Allah’ın izniyle onları, hezimete uğrattılar ve Davud, Calut’u öldürdü. Allah ona, mülk ve hikmet verdi, dilediği şeylerden ona öğretti. Şayet Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, elbette yeryüzü fesada uğrardı velakin Allah, âlemlere karşı lütuf sahibidir. (*251)
فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللَّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ ۗ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الْأَرْضُ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٢٥١﴾
Bunlar, Allah’ın ayetleridir, Hak ile sana onu okuyoruz ve şüphesiz sen, elbette gönderilenlerdensin.
تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ ۚ وَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ ﴿٢٥٢﴾
O Rasulleri, onlardan bir kısmını bir kısmına üstün kıldık; onlardan kimi ile Allah konuştu, onlardan bir kısmını derecelerle yükseltti ve Meryem oğlu İsa’ya apaçık deliller verdik ve Ruhu’l Kudüs ile onu destekledik. Şayet Allah dileseydi, onlara apaçık deliller gelince, sonradan onların arkasındaki kimseler, birbirlerini öldürmezlerdi velakin ihtilaf ettiler, böylece onlardan kimi iman etti ve onlardan kimi inkâr etti. Şayet Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi velakin dilediği şeyi yapandır.
۞ تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۘ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللَّهُ ۖ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ ۚ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ ۗ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَـٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ ﴿٢٥٣﴾
Ey iman eden kimseler, onda alışverişin olmadığı, dostluğun olmadığı ve şefaatin olmadığı gün gelmezden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden infak edin! Onlar, kâfirlerdir, zulmedenlerdir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ ۗ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٢٥٤﴾
Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur, Diri’dir, Koruyan’dır; O’nu, uyuklama ve uyku tutmaz; göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. (*255) O'nun izni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir! Onların önlerinde ne varsa ve arkalarında ne varsa bilir, dilediği şeyler dışında O'nun ilminden bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır; onları korumak, O’na ağır gelmez. O Yüce’dir, Büyük’tür. (**255)
اللَّهُ لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِندَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ﴿٢٥٥﴾
Dinde zorlama yoktur, (*256) Hak yol sapık yoldan kesin ayrılmıştır; artık kim tağutu inkâr eder, Allah’a iman ederse, işte (o), gerçekten kendisinin kopması olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır, Allah İşiten’dir, Bilen’dir. (**256)
لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ ۖ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ ۚ فَمَن يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىٰ لَا انفِصَامَ لَهَا ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٥٦﴾
Allah, iman eden kimselerin velisidir, (*257) karanlıklardan nura onları çıkarır; (**257) kâfir kimselerin evliyası tağuttur; (o da) nurdan karanlıklara onları çıkarır, (***257) işte onlar, ateş halkıdır, onlar, orada ebedi kalacaklardır.
اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ ۗ أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢٥٧﴾
Görmedin mi, Rabb’i hakkında İbrahim’le tartışan kimseyi ki Allah, gerçekten ona mülk vermişti! İbrahim: ‘Rabb’im O'dur ki yaşatır, öldürür’ dediği zaman (o) dedi ki: ‘Ben de yaşatır, öldürürüm.’ (*258) İbrahim dedi ki: ‘Bak, şüphesiz Allah, güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir!’ İşte kâfir kimse şaşırıp kaldı. Allah, zalimler toplumuna hidayet vermez. (**258)
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَاجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رَبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ ۖ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللَّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿٢٥٨﴾
Yahut o kimse gibi ki, bir kasabadan geçiyordu ve o, ıssızdı, onun çatıları harap olmuştu; dedi ki: ‘Allah, onu ölümünden sonra nasıl diriltecek?’ Bunun üzerine Allah, yüz yıl onu ölü bıraktıktan sonra yeniden diriltti. (Allah) dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ (O) dedi ki: ‘Bir gün ya da bir günün bir kısmı kaldım.’ (Allah) dedi ki: ‘Bilakis, yüz yıl kaldın; şimdi bak yiyecek ve içeceğine o bozulmamış ve bak eşeğine; seni böyle yapmamız, insanlar için bir ibrettir. Bak kemiklere, nasıl onu bir araya getiriyor, sonra ona et kaplatıyoruz!’ İşte ne zamanki ona açıkça belli oldu, dedi ki: ‘Biliyorum, şüphesiz Allah her şeye Kâdir’dir.’ (*259)
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَىٰ قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىٰ يُحْيِي هَـٰذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا ۖ فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ ۖ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ ۖ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۖ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانظُرْ إِلَىٰ طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ ۖ وَانظُرْ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِّلنَّاسِ ۖ وَانظُرْ إِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا ۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٥٩﴾
Bir zaman İbrahim: ‘Rabb’im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!’ demişti. (Rabb’i) dedi ki: ‘İnanmadın mı?’ Dedi ki: ‘Bilakis (inandım) velakin kalbimin mutmain olması için.’ (Rabb’i) dedi ki: ‘O halde kuşlardan dördünü tut, sonra onları kendince tasvir et, sonra her dağın üzerine onlardan bir kısmını koy, sonra onları çağır; koşarak sana gelecekler, bil ki şüphesiz Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.’
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَىٰ ۖ قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن ۖ قَالَ بَلَىٰ وَلَـٰكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي ۖ قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَىٰ كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا ۚ وَاعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٦٠﴾
Mallarını, Allah yolunda infak eden kimselerin misali, yedi başak bitiren, her başağında yüz tane tohum olan bir tohumun misali gibidir. Allah, dileyen kimseye kat kat verir; Allah, bol verendir, Bilen’dir. (*261)
مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّائَةُ حَبَّةٍ ۗ وَاللَّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٦١﴾
Mallarını Allah yolunda infak eden kimseler, sonra infak ettikleri şeylerin peşinden minnet etmeyen (karşılık beklemeyen) ve eziyet etmeyenler, onların Rab’leri indinde mükâfatları vardır ve onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklardır.
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُوا مَنًّا وَلَا أَذًى ۙ لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٦٢﴾
İyi bir söz ve bağışlama, kendisinin peşinden eziyet gelen sadakadan hayırlıdır. Allah, ihtiyaç duymayandır, Halim’dir.
۞ قَوْلٌ مَّعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِّن صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا أَذًى ۗ وَاللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ ﴿٢٦٣﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, insanlara gösteriş için malını infak eden kimse gibi, minnetle (karşılık bekleyerek) ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın. İşte onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayaya benzer ki, bir yağmur ona isabet etti mi, böylece onu kupkuru bırakır; onlar, kazandıkları şeylerden hiçbirine muktedir olamazlar. Allah, kâfirler toplumuna hidayet vermez.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُم بِالْمَنِّ وَالْأَذَىٰ كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۖ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا ۖ لَّا يَقْدِرُونَ عَلَىٰ شَيْءٍ مِّمَّا كَسَبُوا ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ ﴿٢٦٤﴾
Allah’ın rızasını arzu ederek ve nefislerindekini sabitleştirmek için mallarını infak eden kimselerin misali, tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bir yağmur ona isabet eder, böylece o, ürününü iki kat verir, fakat şayet yağmur ona isabet etmese de ancak bir çisenti (bile yeter.) Allah yapmış olduğunuz şeyleri görendir.
وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ وَتَثْبِيتًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَإِن لَّمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٢٦٥﴾
Sizden biri, hoşlanır mı ki, altından nehirler akan, hurma ve üzümden bir bahçesi olsun, onun orada, her üründen bulunsun. Yaşlılık ona isabet ettiğinde ve onun nesli zayıf olsun da sonra içinde ateş bulunan bir kasırga ona isabet etsin, böylece yansın. İşte Allah, ayetlerini böyle açıklıyor, ta ki düşünesiniz.
أَيَوَدُّ أَحَدُكُمْ أَن تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَأَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاءُ فَأَصَابَهَا إِعْصَارٌ فِيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ ۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ ﴿٢٦٦﴾
Ey iman eden kimseler, kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerin iyi hoş olanlarından infak edin ve kendisini gözü kapalı almanız müstesna, ondan pis şeyleri infak etmeye kalkışmayın; bilin ki şüphesiz Allah, zengindir, övülmüştür. (*267)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنفِقُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُم مِّنَ الْأَرْضِ ۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبِيثَ مِنْهُ تُنفِقُونَ وَلَسْتُم بِآخِذِيهِ إِلَّا أَن تُغْمِضُوا فِيهِ ۚ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ ﴿٢٦٧﴾
Şeytan sizi, fakirlikle korkutur ve iğrenç şeyleri size emreder (*268) ve Allah, Kendisinden bir mağfiret ve üstünlüğü size vadediyor; Allah, bol verendir, Bilen’dir.
الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاءِ ۖ وَاللَّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلًا ۗ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٦٨﴾
Dileyen kimseye Hikmet verir ve Hikmet verilen kimseye, artık gerçekten çok hayır verilmiştir. Akıl sahiplerinden başkası düşünmez.
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاءُ ۚ وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا ۗ وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ ﴿٢٦٩﴾
Geçim masrafından neyi infak ederseniz yahut bir adak adadığında artık şüphesiz Allah, onu Bilen’dir ve zalimler için hiçbir yardımcı yoktur. (*270)
وَمَا أَنفَقْتُم مِّن نَّفَقَةٍ أَوْ نَذَرْتُم مِّن نَّذْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُهُ ۗ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ ﴿٢٧٠﴾
Şayet sadakaları açıktan verirseniz işte ne güzel ve şayet onu gizli fakirlere verirseniz işte o, sizin için daha hayırlıdır ve sizin kötülüklerinizin bir kısmını gizler. Allah yapmış olduğunuz şeylerden Haberdar’dır. (*271)
إِن تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَ ۖ وَإِن تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ ۚ وَيُكَفِّرُ عَنكُم مِّن سَيِّئَاتِكُمْ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ ﴿٢٧١﴾
Onları hidayete erdirmek senin üzerinde değildir velakin Allah, dileyen kimseyi hidayete iletir. Hayırdan infak ettiğiniz şeyler, ancak kendi nefsiniz içindir ve Allah’a yönelmeyi arzulama dışında infak etmeyiniz, hayırdan infak ettiğiniz size eksiksiz verilir ve size haksızlık edilmez. (*272)
۞ لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ ۗ وَمَا تُنفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِأَنفُسِكُمْ ۚ وَمَا تُنفِقُونَ إِلَّا ابْتِغَاءَ وَجْهِ اللَّهِ ۚ وَمَا تُنفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿٢٧٢﴾
(İnfak) fakirlerindir ki, Allah yoluna adamış, yeryüzünde gezmeye güç yetirmeyen kimselerdir. Bilmeyenler, iffetlerinden onları zengin sanırlar, sen onları simalarından tanırsın, ısrar edip insanlardan istemezler ve hayırdan ne infak ederseniz, artık şüphesiz Allah onu Bilen’dir. (*273)
لِلْفُقَرَاءِ الَّذِينَ أُحْصِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ لَا يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الْأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاءَ مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لَا يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا ۗ وَمَا تُنفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ ﴿٢٧٣﴾
Mallarını gece gündüz, gizli ve açık infak eden kimseler, işte onların, Rab’leri indinde onlara mükâfat vardır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٧٤﴾
Faiz yiyen kimseler, şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığından başka kalkmazlar. Bu, şüphesiz onların: ‘Gerçekten alışveriş de faiz gibidir’ demelerindendir. Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. O halde kime Rabbi'nden bir öğüt gelir de böylece son verirse, geçmişte olan artık kendisinindir ve işi Allah'a kalmıştır ve kim geri dönerse, işte onlar ateş halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. (*275-280)
الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لَا يَقُومُونَ إِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا ۗ وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا ۚ فَمَن جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّهِ فَانتَهَىٰ فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللَّهِ ۖ وَمَنْ عَادَ فَأُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿٢٧٥﴾
Allah, faizi yok eder, sadakaları artırır; Allah, her günahkâr kâfiri sevmez.
يَمْحَقُ اللَّهُ الرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ ﴿٢٧٦﴾
Şüphesiz iman edip salih amel işleyen kimseler, namaz kılanlar ve zekât verenler, onların mükâfatları Rab’lerinin yanındadır, onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olmayacaklardır.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٧٧﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’tan sakının ve faizden kalan ne varsa bırakın, gerçekten Mü’minlerden iseniz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٢٧٨﴾
Buna rağmen şayet (böyle) yapmazsanız, artık (bu) Allah ve Rasulü’nden bir savaş duyurusudur ve şayet tevbe ederseniz, o halde ana malınız sizindir; haksızlık etmez ve haksızlığa uğramazsınız.
فَإِن لَّمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِّنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ ۖ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ ﴿٢٧٩﴾
Ve şayet (borçlu) zorluk içerisindeyse, o halde rahatlığa ulaşıncaya kadar gözetilmeli ve gerçekten tasadduk ederseniz sizin için daha hayırlıdır, gerçekten bilen kimseler iseniz.
وَإِن كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَىٰ مَيْسَرَةٍ ۚ وَأَن تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَّكُمْ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٨٠﴾
O halde o günden sakının ki, onda Allah’a döndürüleceksiniz, sonra her nefse, kazandığı şeyler eksiksiz verilecektir ve onlara haksızlık edilmez.
وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللَّهِ ۖ ثُمَّ تُوَفَّىٰ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٨١﴾
Ey iman eden kimseler, belirli bir süreye kadar borç ile borçlandığınız zaman işte onu yazın; aranızda bir kâtip, adâletle yazsın. Kâtip, reddetmesin, Allah’ın ona öğrettiği gibi yazsın, öylece yazsın ve üzerinde Hak/borç bulunan kimse, yazdırsın, Rabb’i Allah'tan sakınsın, ondan bir şeyi eksiltmesin. Ancak şayet kendisi üzerinde Hak/borç bulunan kimse ehliyetsiz (küçük) yahut zayıf ya da gerçekten o, yazdırmaya güç yetiremeyen bir kimse ise, o halde onun velisi adâletle yazdırsın. (*282) Erkeklerinizden iki şahidi şahit tutun; ancak şayet iki erkek olmazsa, o halde şahitlerden razı olduğunuz kimselerden bir erkek, iki kadın ki, şayet ikisinden biri şaşırırsa o takdirde diğeri ona hatırlatsın. Şahitler, ne zaman çağrılırlarsa reddetmesin. Küçük yahut büyük olsun, onu süresine kadar yazmaktan sıkılmayın; bu, Allah indinde daha adil, şahitlik için daha sağlam ve şüphe etmemenize daha yakındır. Ancak şayet aranızda onu devredeceğiniz hazırda bir ticaretin olması müstesna; işte onu yazmamanızda size günah değildir ve alışveriş yaptığınız zaman şahit tutun. Kâtibe ve şahide zarar verilmesin. Şayet (aksini) yaparsanız, artık şüphesiz o sizin için fısktır. Allah’tan sakının ve Allah size öğretiyor, Allah her şeyi Bilen’dir. (**282) (*282-283)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيْنٍ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى فَاكْتُبُوهُ ۚ وَلْيَكْتُب بَّيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ ۚ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ أَن يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ ۚ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا ۚ فَإِن كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ ۚ وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِن رِّجَالِكُمْ ۖ فَإِن لَّمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّن تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ أَن تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَىٰ ۚ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَاءُ إِذَا مَا دُعُوا ۚ وَلَا تَسْأَمُوا أَن تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَىٰ أَجَلِهِ ۚ ذَٰلِكُمْ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَىٰ أَلَّا تَرْتَابُوا ۖ إِلَّا أَن تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلَّا تَكْتُبُوهَا ۗ وَأَشْهِدُوا إِذَا تَبَايَعْتُمْ ۚ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ ۚ وَإِن تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ وَيُعَلِّمُكُمُ اللَّهُ ۗ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٢٨٢﴾
Şayet seferi iseniz ve bir kâtip bulamazsanız, alınmış rehineler (yeterli); bu yüzden şayet birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse, emaneti böylece ödesin ve Rabb’i Allah’tan sakınsın. Şahitliği gizlemeyin, onu gizleyen kimsenin, artık şüphesiz onun kalbi günahkârdır; Allah, yaptığınız şeyleri Bilen’dir. (*283)
۞ وَإِن كُنتُمْ عَلَىٰ سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَّقْبُوضَةٌ ۖ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ ۗ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ ۚ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ ﴿٢٨٣﴾
Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Allah’ındır! Şüphesiz nefislerinizde olanı açıklasanız yahut onu gizleseniz de Allah, onunla sizi hesaba çekecek, bundan dolayı dileyen kimseyi bağışlar, dileyen kimseye azap eder ve Allah, her şeye Kâdir’dir. (*)
لِّلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَإِن تُبْدُوا مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللَّهُ ۖ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٢٨٤﴾
Rasul, kendisine indirilen şeye iman etti, Mü’minler de! Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine iman etti. ‘Biz, O’nun rasullerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız’ ve dediler ki: ‘İşittik ve itaat ettik, Rabb’imiz (bizi) Sen bağışla, dönüş sanadır.’
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ ۚ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۖ غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ ﴿٢٨٥﴾
Allah, bir nefse, onun gücünden başka yüklemez; kazandığı şey ona, işlediği de aleyhinedir. ‘Rabb’imiz, eğer unutursak yahut hata edersek bizi sorumlu tutma; Rabb’imiz, bizden önceki kimselere yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme! Rabb’imiz, bizim kendisine takat yetiremeyeceğimiz şeyleri bize yükleme; bizi bağışla, bize mağfiret et, bize merhamet et. Sen, bizim sahibimizsin, kâfirler toplumuna karşı artık bize yardım et!’ (*286)
لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ ۖ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۚ أَنتَ مَوْلَانَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٢٨٦﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi