Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Meâric Süresi الْمَعَارِجِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Meâric sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 44 âyettir. İsmini, 3. ayette geçen ve “yükselme dereceleri, mertebeleri” mânasına gelen اَلْمَعَارِجُ (meâric) kelimesinden alır. Ayrıca سَاَلَ سَٓائِلٌ (Seele sâil) ve اَلْوَاقِعُ (Vâki) isimleriyle de anılır. Mushaf tertibine göre 70, iniş sırasına göre ise 79. sûredir.

Bir soran, vuku bulacak azabı sordu. (*1)
سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ ﴿١﴾
Kâfirler için onu defedecek elbette yoktur.
لِّلْكَافِرِينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ ﴿٢﴾
(O), yüksek yerin sahibi Allah’tandır. (*3)
مِّنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ ﴿٣﴾
Melekler ve Ruh, (*4) miktarı elli bin sene olan bir günde O'na yükselir. (**4) (***4)
تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ ﴿٤﴾
Şimdi sabret, güzel bir sabırla! (*5)
فَاصْبِرْ صَبْرًا جَمِيلًا ﴿٥﴾
Doğrusu onlar, onu uzak görüyorlar.
إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيدًا ﴿٦﴾
Biz onu yakın görüyoruz.
وَنَرَاهُ قَرِيبًا ﴿٧﴾
O gün, gök, erimiş maden gibi olur. (*8) (*8-9)
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاءُ كَالْمُهْلِ ﴿٨﴾
Ve dağlar, renkli yün gibi olur.
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ ﴿٩﴾
Dost dostu sormaz. (*10-14)
وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا ﴿١٠﴾
Onlar, birbirlerine gösterilirler; günahkâr arzu eder ki, o günün azabından dolayı fidye versin oğullarını.
يُبَصَّرُونَهُمْ ۚ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ ﴿١١﴾
Eşini ve kardeşini.
وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ ﴿١٢﴾
Onu barındıran kendi ailesini.
وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْوِيهِ ﴿١٣﴾
Ve kendisini yeryüzünde bulunan herkesi, sonra o kurtulsun.
وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ ﴿١٤﴾
Kesinlikle şüphesiz o, alevlenen bir ateştir.
كَلَّا ۖ إِنَّهَا لَظَىٰ ﴿١٥﴾
Derileri söküp çıkarır. (*16)
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَىٰ ﴿١٦﴾
Çağırır, arkasını dönüp yüzçevireni.
تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّىٰ ﴿١٧﴾
Toplayıp yığanı! (*18)
وَجَمَعَ فَأَوْعَىٰ ﴿١٨﴾
Şüphesiz insan, kaygılı yaratılmıştır.
۞ إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا ﴿١٩﴾
Bir kötülük ona dokunduğu zaman endişelenir.
إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا ﴿٢٠﴾
Ve ona bir hayır dokunduğunda engelleyicidir. (*21)
وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا ﴿٢١﴾
Namaz kılanlar müstesna. (*22-23)
إِلَّا الْمُصَلِّينَ ﴿٢٢﴾
O kimseler ki onlar, salatlarında daimdirler.
الَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ ﴿٢٣﴾
O kimseler ki, onların mallarında bilinen bir hak vardır. (*24-25)
وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ ﴿٢٤﴾
Düşkün ve yoksul için.
لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ ﴿٢٥﴾
O kimseler, din gününü tasdik ederler. (*26)
وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ ﴿٢٦﴾
Ve o kimseler ki onlar, Rabb’inin azabından endişe duyanlardır.
وَالَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ ﴿٢٧﴾
Şüphesiz Rab’lerinin azabı emin olunmayandır. (*28)
إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ ﴿٢٨﴾
Ve onlar, edep yerlerini muhafaza eden kimselerdir.
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ ﴿٢٩﴾
Onların ellerinin sahip oldukları ise, zevceleri müstesna; artık gerçekten onlar, kınanmazlar.
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ ﴿٣٠﴾
Artık kim, bunun arkasından zina ederse, işte onlar, haddi aşanlar onlardır.
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ ﴿٣١﴾
Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimselerdir. (*32) (**32)
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ ﴿٣٢﴾
Ve onlar, şahitliklerini hakkıyla yerine getirirler. (*33)
وَالَّذِينَ هُم بِشَهَادَاتِهِمْ قَائِمُونَ ﴿٣٣﴾
Ve onlar, namazlarını muhafaza eden kimselerdir. (*34) (**34)
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ ﴿٣٤﴾
İşte onlar, cennetlerde saygı görenlerdir.
أُولَـٰئِكَ فِي جَنَّاتٍ مُّكْرَمُونَ ﴿٣٥﴾
Şimdi ne oluyor inkâr eden kimselere ki sana doğru koşuyorlar! (*36-37)
فَمَالِ الَّذِينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ ﴿٣٦﴾
Sağdan soldan gruplar halinde.
عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ عِزِينَ ﴿٣٧﴾
Onlardan her kişi, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor! (*38)
أَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍ ﴿٣٨﴾
İyi bilin ki şüphesiz Biz, bildikleri şeyden onları yarattık.
كَلَّا ۖ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّمَّا يَعْلَمُونَ ﴿٣٩﴾
Artık, doğuların ve batıların Rabb’ine yemin ederim ki, şüphesiz Biz, elbette güç yetirenleriz. (*40)
فَلَا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ إِنَّا لَقَادِرُونَ ﴿٤٠﴾
Onları daha hayırlısı ile değiştirmeye ve Biz, geçilenler değiliz. (*41)
عَلَىٰ أَن نُّبَدِّلَ خَيْرًا مِّنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ ﴿٤١﴾
O halde bırak onları, o günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, eğlensinler (*42) ki onlara vadedilmişti. (**42)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ ﴿٤٢﴾
O gün kabirlerden süratle çıkarlar; doğrusu onlar, dikilenler gibidirler.
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَىٰ نُصُبٍ يُوفِضُونَ ﴿٤٣﴾
Gözleri yere bakar, onları bir zillet kaplar; işte bu, o gündür ki o, vadedilmişti. (*44)
خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ ﴿٤٤﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi