Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Haşr Süresi الْحَشْرِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Haşr sûresi Medine’de inmiştir. 24 âyettir. İsmini, ikinci âyette geçip “sevkiyat için bir yere toplama” mânasına gelen اَلْحَشْرُ (haşr) kelimesinden alır. “Benî Nadr Sûresi” ismi de vardır. Çünkü sûrede onların sürgün edilmelerinden bahsedilmektedir. اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) diye bilinen sûrelerin ikincisidir. Mushaftaki sıralamada 59, iniş sırasına göre 95. suredir.

Göklerde olanlar ve yerde olanlar, Allah’ı tesbih ederler ve O, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*1)
سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿١﴾
O’dur ki, Kitap ehlinden inkâr eden kimseleri, önceden toplayıp yurtlarından çıkardı; siz, gerçekten onların çıkacaklarını sanmamıştınız ve gerçekten onlar sanmışlardı ki, Allah’tan, kaleleri onları koruyacak, fakat Allah, onların hesap etmedikleri yerden onları bitirdi ve onların kalpleri içine korku attı. Elleriyle ve Mü’minlerin elleriyle kendilerinin evlerini yerlebir ediyorlardı. Ey basiret sahipleri artık ibret alın! (*2)
هُوَ الَّذِي أَخْرَجَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن دِيَارِهِمْ لِأَوَّلِ الْحَشْرِ ۚ مَا ظَنَنتُمْ أَن يَخْرُجُوا ۖ وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم مِّنَ اللَّهِ فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا ۖ وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ ۚ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الْأَبْصَارِ ﴿٢﴾
Şayet Allah, onlara sürgünü gerçekten yazmamış olsaydı, dünyada onlara mutlaka azap ederdi ve onlar için Ahirette de ateş azabı vardır.
وَلَوْلَا أَن كَتَبَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَا ۖ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ ﴿٣﴾
Bu, şüphesiz onların, Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelmeleri nedeniyledir. Kim, Allah’a karşı gelirse, artık gerçekten Allah’ın cezası çetindir.
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۖ وَمَن يُشَاقِّ اللَّهَ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٤﴾
Hurma ağacından ne kestiyseniz yahut onu, kökleri üzerinde dikili bırakmanız ancak Allah’ın izniyle ve fasıkları cezalandırması içindir. (*5)
مَا قَطَعْتُم مِّن لِّينَةٍ أَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَىٰ أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِقِينَ ﴿٥﴾
Onlardan Rasulü’ne Allah’ın ihsan etmiş olduğuna siz, onun için bir at ve deve sürmediniz velakin Allah rasullerini, dilediği kimselere musallat eder, Allah, her şeye Kadir’dir.
وَمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَىٰ رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٦﴾
Allah’ın, memleketler halkından Rasulü’ne bağışladığı şeyler, artık Allah’a, Rasulü’ne, yakınlığı bulunanlara, yetimlere, komşuya ve yolcuya aittir ki, sizden zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Rasul, size ne verdiyse artık onu alın ve ne yasakladı ise onu hemen terk edin ve Allah’tan sakının, şüphesiz Allah’ın cezası şiddetlidir.
مَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَىٰ رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَىٰ فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاءِ مِنكُمْ ۚ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٧﴾
(O mallar,) yurtlarından ve mallarından çıkarılan fakir muhacirler içindir ki onlar, Allah’tan bir lütuf (*8) ve rıza talep ederler, (**8) Allah’a ve Rasulü’ne yardım ederler. İşte sadıklar onlardır. (***8)
لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿٨﴾
Ve onlar, önceden o yurda yerleşen ve iman eden kimselerdir; kendilerine hicret edenleri severler, (onlara) verilenlerden dolayı göğüslerinde bir sıkıntı duymazlar. Şayet kendilerine mahsus olsa bile onları (kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, artık işte kurtulanlar onlardır. (*9)
وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ ۚ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٩﴾
Onlardan sonra gelenler derler ki: ‘Rabb’imiz, bizi bağışla ve imanla bizden önce gelen kimseler olan kardeşlerimizi de, iman eden kimseler lehine kalplerimizde kin bırakma; Rabb’imiz, şüphesiz Sen çok şefkatlisin, çok merhamet edensin.’ (*10)
وَالَّذِينَ جَاءُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿١٠﴾
Görmedin mi münafık kimseleri, Kitap ehlinden inkâr eden kimseler olan kardeşlerine derler ki: ‘Andolsun şayet siz çıkarılırsanız, sizinle beraber muhakkak biz de çıkarız ve siz konusunda kimseye ebediyen itaat etmeyiz ve şayet savaşırsanız, muhakkak size yardım ederiz.’ Allah, şahittir ki, şüphesiz onlar, gerçekten yalancıdırlar. (*11)
۞ أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِإِخْوَانِهِمُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ أُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُطِيعُ فِيكُمْ أَحَدًا أَبَدًا وَإِن قُوتِلْتُمْ لَنَنصُرَنَّكُمْ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١١﴾
Andolsun şayet (kâfirler) çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar ve andolsun şayet (onlarla) savaşılırsa, onlara yardım etmezler ve andolsun şayet onlara yardım etseler, elbette sırt dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım edilmez.
لَئِنْ أُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْ وَلَئِن قُوتِلُوا لَا يَنصُرُونَهُمْ وَلَئِن نَّصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنصَرُونَ ﴿١٢﴾
Doğrusu sizin onların göğüslerindeki korkunuz, Allah'tan (korktuklarından) daha şiddetlidir; bu, şüphesiz onların, idrak etmeyen bir toplum olmalarındandır.
لَأَنتُمْ أَشَدُّ رَهْبَةً فِي صُدُورِهِم مِّنَ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَفْقَهُونَ ﴿١٣﴾
(Onlar), korunaklı kasabalardan yahut duvarlar ardından başka topluca sizinle savaşmazlar; onların aralarındaki sıkıntıları daha şiddetlidir. Sen, onları toplu sanırsın, onların kalpleri dağınıktır. Bu, şüphesiz onların, akletmeyen bir toplum olmalarındandır.
لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعًا إِلَّا فِي قُرًى مُّحَصَّنَةٍ أَوْ مِن وَرَاءِ جُدُرٍ ۚ بَأْسُهُم بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ ۚ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتَّىٰ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَ ﴿١٤﴾
(Onların) misali, kendilerinden az önceki kimseler gibidir; onlar, işlerinin vebalini tattılar ve onlar için acıklı bir azap vardır. (*15)
كَمَثَلِ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ قَرِيبًا ۖ ذَاقُوا وَبَالَ أَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١٥﴾
(Münafıkların kâfirlerle durumu) tıpkı şeytanın misali gibi; o zaman insana: ‘İnkâr et’ dedi, ne zamanki inkâr etti dedi ki: ‘Şüphesiz ben senden beriyim, gerçekten ben âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım.’ (*16) (*16-17)
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ ﴿١٦﴾
Artık gerçekten ikisinin akıbeti, ateş oldu, orada ebedi kalacaklardır, işte zalimlerin cezası budur. (*17)
فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَا أَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ الظَّالِمِينَ ﴿١٧﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’tan sakının ve bir nefis, yarına ne takdim ettiğine baksın ve Allah’tan sakınsın, şüphesiz Allah, yapmış olduğunuz şeylerden Haberdar’dır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨﴾
Allah’ı unutan kimseler gibi olmayın; (*19) bu yüzden (Allah) onlara kendi nefislerini unutturdu, işte fasıklar onlardır. (**19)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١٩﴾
Ateş halkı ile Cennet halkı aynı değildir; Cennet halkı, kurtuluşa erenler onlardır. (*20)
لَا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۚ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ ﴿٢٠﴾
Şayet bu Kur’an’ı, bir dağın üzerine indirseydik, gerçekten baş eğmiş, Allah korkusundan parçalanmış görürdün, bu misalleri insanlara anlatıyoruz, ta ki düşünsünler. (*21)
لَوْ أَنزَلْنَا هَـٰذَا الْقُرْآنَ عَلَىٰ جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ۚ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٢١﴾
Allah O’dur ki, O'ndan başka ilah yoktur; gaybı ve görüleni bilir, O Rahman’dır, Rahim’dir. (*22-23)
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ ۖ هُوَ الرَّحْمَـٰنُ الرَّحِيمُ ﴿٢٢﴾
Allah O’dur ki, O'ndan başka ilah yoktur; Melik’tir, Kuddus’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbar’dır, Mütekebbirdir! Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (*23)
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٢٣﴾
O Allah, Yaratan’dır, Bari’dir, Musavvir’dir; en güzel isimler O’nundur, göklerde ve yerde bulunanlar, O'nu tesbih ederler. O, Aziz’dir, Hâkim’dir.
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ ۖ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ ۚ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿٢٤﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi