Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Hac Süresi الْحَجِّ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Mekke’de nazil olmuştur, 78 ayettir. Hac ibadetinden söz ettiği için Hac ismini almıştır. Sure, insanın yaratılış aşamalarını, yüce Allah’a şirk koşmadan ihlasla kulluk edilmesini, kulluk yapmayanların helak edilişlerini ve gerçek Müslüman olmanın vasıflarını konu edinmektedir. Mushaf tertibine göre 22. nüzul sırasına göre 103. suredir.

Ey insanlar, Rabb’inizden sakının, şüphesiz zelzele (kıyamet) Saati, büyük bir şeydir. (*1-2)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ ۚ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ ﴿١﴾
Onu gördüğünüz gün, korkudan her emziren emzirdiğini unutur, her hamile olan o taşıdığını bırakır ve insanları sarhoş görürsün, onlar, sarhoş değiller velakin Allah’ın azabı şiddetlidir.
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَىٰ وَمَا هُم بِسُكَارَىٰ وَلَـٰكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ ﴿٢﴾
İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmadan tartışır (*3) ve her asi şeytana tâbi olur. (**3)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَّرِيدٍ ﴿٣﴾
Şüphesiz o, kendisi aleyhine yazılmıştır ki kim, dost edinirse, işte şüphesiz o (şeytan), onu dalalete düşürür ve onu, alevli azaba götürür. (*4)
كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَن تَوَلَّاهُ فَأَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَىٰ عَذَابِ السَّعِيرِ ﴿٤﴾
Ey insanlar, şayet yeniden dirilmekten şüphe içinde iseniz, bakın, gerçekten Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir nutfeden, sonra bir alaka’dan, sonra şekillenmiş, şekillenmemiş bir çiğnemlik et parçasından sizi açığa çıkardık. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlere yerleştiririz, sonra bir bebek olarak sizi çıkarırız, sonra yetişkin güçlü olursunuz (*5) ve sizden kimini vefat ettirir ve sizden kimi, ömrünün en reziline döndürülür ki, bir şey bildikten sonra bilmeme durumuna gelir. Yeri cansız görürsün, ancak suyu onun üzerine indirdiğimiz zaman titreşir ve gelişir ve her güzel çifti bitirir. (**5) (***5)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ ۚ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ۖ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّىٰ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَىٰ أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا ۚ وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ ﴿٥﴾
Bu, şüphesiz Allah tarafındandır; O, Hak’tır ve şüphesiz O, ölüleri diriltir ve şüphesiz O, her şeye Kâdir’dir.
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَأَنَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٦﴾
Ve mutlaka Saat/Kıyamet gelecektir, onda şüphe yoktur ve şüphesiz Allah kabirlerdeki kişileri diriltecektir. (*7)
وَأَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لَّا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَن فِي الْقُبُورِ ﴿٧﴾
İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmadan, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan tartışır. (*8-9)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ ﴿٨﴾
Allah yolundan saptırmak için o, dönüp (bunu) tekrarlar. Ona, dünyada aşağılanma ve Kıyamet günü, yangın azabını ona tattıracağız. (*9) 
ثَانِيَ عِطْفِهِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۖ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ ۖ وَنُذِيقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَذَابَ الْحَرِيقِ ﴿٩﴾
Bu, senin ellerinin takdim ettiği sebebiyledir ve şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir! (*10)
ذَٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿١٠﴾
İnsanlardan kimi, Allah’a kulluk etmekte kararsızdır, ancak şayet bir hayır (*11) kendisine isabet ederse, onunla mutmain olur ve şayet bir fitne kendisine isabet ederse yüzü üstüne döner; (o), dünya ve ahireti kaybetmiştir, işte o, apaçık bir hüsrandır. (**11)
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَىٰ حَرْفٍ ۖ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ ۖ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَىٰ وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ ﴿١١﴾
Allah’tan başka kendisine zarar veremeyen şeylere ve kendisine fayda veremeyen şeylere davet eder; işte o, uzak bir sapıklıktır. (*12)
يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنفَعُهُ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ ﴿١٢﴾
Doğrusu kendisine zararı faydasından daha yakın olan kimseye davet eder ne kötü bir dost ve ne kötü bir arkadaştır.
يَدْعُو لَمَن ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَّفْعِهِ ۚ لَبِئْسَ الْمَوْلَىٰ وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ ﴿١٣﴾
Şüphesiz Allah, iman edip salih amel işleyen kimseleri, altlarında nehirler akan cennetlere koyacaktır, şüphesiz Allah, dilediği şeyi yapar. (*14)
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۚ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ ﴿١٤﴾
Kim, Allah’ın dünya ve ahirette kendisine yardım etmeyeceğini gerçekten zannediyorsa, o halde bir sebep vasıtasıyla göğe yükselsin, daha sonra (yol) kat etsin böylece bir müddet beklesin, o planı, öfkelendiği şeyi giderebilecek mi!
مَن كَانَ يَظُنُّ أَن لَّن يَنصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ ﴿١٥﴾
Böylece apaçık ayetler olarak onu indirdik; şüphesiz Allah, isteyen kimseyi hidayete iletir.
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يُرِيدُ ﴿١٦﴾
Şüphesiz iman eden kimselerin, Yahudi kimselerin, Sabiilerin, Hrıstiyanların, Mecusilerin ve müşrik kimselerin; şüphesiz Allah, kıyamet günü onların arasında hüküm verecektir; şüphesiz Allah, her şeye şahittir! (*17)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَىٰ وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ ﴿١٧﴾
Görmedin mi, şüphesiz Allah, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, (*18) dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu (**18) O'na secde ediyorlar (***18) ve birçoğu da var ki, azap ona hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa artık onun bir asaleti olmaz. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar. (****18)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ ۖ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ ۗ وَمَن يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّكْرِمٍ ۚ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ ۩ ﴿١٨﴾
Bunlar, iki hasımdır, Rab’leri hakkında tartışırlar çünkü inkâr eden kimselerdir; onlar için ateşten giysi biçilmiştir. Onların başları üzerinden kaynar su dökülür. (*19-22)
۞ هَـٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ ۖ فَالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِّن نَّارٍ يُصَبُّ مِن فَوْقِ رُءُوسِهِمُ الْحَمِيمُ ﴿١٩﴾
Onunla karınları içindeki şeyler ve derileri eritilir.
يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ ﴿٢٠﴾
Ve onlar için demirden yapılmış baskılar vardır.
وَلَهُم مَّقَامِعُ مِنْ حَدِيدٍ ﴿٢١﴾
Her ne zaman ondan gerçekten çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler, ‘Yangın azabını tadın’ (denilir).
كُلَّمَا أَرَادُوا أَن يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ ﴿٢٢﴾
Şüphesiz Allah, iman edip salih amel işleyen kimseleri, altlarından nehirler akan cennetlere koyacak, orada altından bileziklerden ve inciler takınırlar, onların giysileri orada ipektir.
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا ۖ وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ ﴿٢٣﴾
Sözün en güzeline hidayet edilmişler (*24) ve Hamd edilenin yoluna hidayet edilmişlerdir. (**24)
وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَىٰ صِرَاطِ الْحَمِيدِ ﴿٢٤﴾
Şüphesiz inkâr eden, Allah yolundan çeviren ve Mescid-i Haram’dan -ki, orada oturan ve kırsalda yaşayan insanlar için onu eşit kıldık -alıkoyan kimselere ve orada zulümle doğru yoldan sapmak isteyen kimselere, (*25) acıklı azaptan tattırırız. (**25)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ ۚ وَمَن يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُّذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٢٥﴾
Bir zaman İbrahim’e: ‘Bana, hiçbir şeyi şirk koşma ve tavaf edenler, Kıyam edenler ve rükû edip secde edenler (*26) için Beyti’mi (Kâbe’yi) temizle,’ diye Beyt’in yerini hazırlamıştık. (**26)
وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿٢٦﴾
İnsanlar içinde Hac’cı duyur; yaya ve her derin vadiden her zayıf binit üzerinde sana gelsinler. (*27-28)
وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَىٰ كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ ﴿٢٧﴾
Kendileri için (kimi) faydalar görsünler ve bilinen günlerde onlara rızık olarak verilen evcil hayvanlar üzerinde Allah’ın ismini ansınlar. Böylece ondan yiyin ve yoksul fakire yedirin. (*28) (**28)
لِّيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَّعْلُومَاتٍ عَلَىٰ مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ ۖ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْبَائِسَ الْفَقِيرَ ﴿٢٨﴾
Sonra (hac) menasiklerini tamamlayıp adaklarını yerine getirsinler, Beyt’i Atik’i tavaf etsinler. (*29)
ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ ﴿٢٩﴾
Bu Allah’ın haram kıldıklarına hürmet eden kimse, artık, Rabb’inin indinde kendisi için daha hayırlıdır; size okunan şeyler dışındaki hayvanlar sizin için helaldir, artık o pis putlardan kaçının ve kaba kuvvetten de kaçının. (*30) (**30)
ذَٰلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ ۗ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ ۖ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ ﴿٣٠﴾
Allah için Hanifler olarak O’na şirk koşanlar olmayın; kim, Allah’a şirk koşarsa, artık gerçekten sanki gökten yüzüstü düşmüş, böylece onu kuş kapıyor yahut rüzgâr onu derin bir yere deviriyor. (*31)
حُنَفَاءَ لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ ۚ وَمَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ ﴿٣١﴾
Bu Allah’ın şiarlarına hürmet eden kimse, artık şüphesiz o, kalplerin takvasındandır.
ذَٰلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ ﴿٣٢﴾
Onda, sizin için belirli bir süreye kadar faydalar vardır, sonra o varılacak mahal, Beyt’i Atik’tir.
لَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ مَحِلُّهَا إِلَى الْبَيْتِ الْعَتِيقِ ﴿٣٣﴾
Her ümmet için bir kurban ibadeti koyduk ki, kendilerine rızık olarak bahşedilen hayvanlar üzerine Allah’ın ismini zikretsinler. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, o halde O’na teslim olun, seçkin kimseleri müjdele! (*34) (**34)
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنسَكًا لِّيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَىٰ مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ ۗ فَإِلَـٰهُكُمْ إِلَـٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا ۗ وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ ﴿٣٤﴾
O kimseler, Allah hatırlatıldığında kalpleri ürperir, (*35) kendilerine isabet eden şeylere sabrederler, (**35) namazı kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (***35)
الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَىٰ مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣٥﴾
O semiz (hayvanları) size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizin için onda hayır vardır; öyleyse sıra ile onun üzerinde Allah’ın ismini anın ve artık zorunlu olarak yanları üzerinde oldukları zaman artık ondan yiyin ve kanaat edip istemeyen ve perişan olana yedirin, işte onu size boyun eğdirdik, ta ki şükredesiniz.  (*36)
وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُم مِّن شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ ۖ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ ۖ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٣٦﴾
Onların etleri Allah’a ulaşmaz ve onun kanları da velakin sizin takvanız O’na ulaşır; (*37) böylece onları size boyun eğdirdi, size hidayet verdiği üzere Allah’ı büyükleyin; (**37) güzel davrananları müjdele! (***37)
لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَـٰكِن يَنَالُهُ التَّقْوَىٰ مِنكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَىٰ مَا هَدَاكُمْ ۗ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ ﴿٣٧﴾
Şüphesiz Allah, iman eden kimselerden (kâfirleri) defeder; şüphesiz Allah, hiçbir nankör haini sevmez. (*38)
۞ إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ ﴿٣٨﴾
Şüphesiz onların, zulme uğramaları sebebiyle savaşan kimselere izin verildi ve şüphesiz Allah, onları galip getirmeye elbette Kâdir’dir. (*39)
أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ ﴿٣٩﴾
Ancak ‘Rabb’imiz Allah’tır’ dediler diye haksız yere yurtlarından çıkarılan kimselerdir. Şayet Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, sinagoglar ve namaz kılınan ve orada Allah’ın ismi çok anılan mescitler elbette yıkılırdı. Allah, elbette yardım eder, o kendisine yardım eden kimseye! Şüphesiz Allah, elbette kuvvetlidir, üstündür. (*40)
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِم بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ ۗ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا ۗ وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ ﴿٤٠﴾
Gerçekten yeryüzünde kendilerini güçlü kıldığımız kimseler, namazı kılarlar, (*41) zekâtı verirler, (**41) iyiliği emrederler ve kötülükten nehyederler; bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir. (***41)
الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ ۗ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ ﴿٤١﴾
Şayet seni yalanlıyorlarsa, bak, gerçekten onlardan önce Nuh, Ad ve Semud kavmi de yalanlamıştı. (*42-45)
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ ﴿٤٢﴾
İbrahim kavmi ve Lut kavmi.
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ ﴿٤٣﴾
Medyen halkı da! Musa da yalanlanmıştı. Böylece kâfirlere mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Sonra nasıl oldu Beni inkâr etmek! (*44)
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ ۖ وَكُذِّبَ مُوسَىٰ فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ ﴿٤٤﴾
Nitekim o zulmederken kendisini helak ettiğimiz şehirlerden niceleri vardı ki, (*45) artık o virane olmuş, çatıları üzerine çökmüş ve kuyular ve dikili saraylar kullanılmaz olmuştur. (**45)
فَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُّعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَّشِيدٍ ﴿٤٥﴾
Yeryüzünde gezmediler mi ki böylece onların, kendisiyle akledecek kalpleri yahut onunla işitecekleri kulakları olsun. Fakat o bir gerçektir ki, gözler kör olmaz velakin o göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (*46)
أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا ۖ فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَـٰكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ ﴿٤٦﴾
Senden azabı acele istiyorlar; (*47) Allah, vaadinden dönmez ve şüphesiz Rabb’inin yanında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin sene gibidir. (**47)
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ ۚ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ ﴿٤٧﴾
Kentlerden niceleri vardı ki, ona mühlet verdim ve o zulmetti, sonra onu yakaladım; dönüş Banadır.
وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ ﴿٤٨﴾
De ki: ‘Ey insanlar, şüphesiz ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım!’
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿٤٩﴾
Artık iman edip salih amel işleyen kimseler, onlar için mağfiret ve değerli bir rızık vardır.
فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ ﴿٥٠﴾
Ve ayetlerimizi yetersiz kılmaya çalışan kimseler, işte onlar, cehennem halkıdır. (*51)
وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَـٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ﴿٥١﴾
Senden önce hiçbir Rasul ve nebi göndermedik ki sadece temenni ettiği zaman, şeytan onun temennisine (bir şey) atmasın; fakat Allah, şeytanın attığı şeyi geçersiz kılar, (*52) sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, Âlim’dir, Hâkim’dir. (**52)
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّىٰ أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٥٢﴾
Şeytanın attığı şeyi, kalplerinde hastalık olan kimselere ve kalpleri katılaşanlara bir imtihan yapar; zalimler, uzak bir ayrılık içindedirler. (*53)
لِّيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِّلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ ۗ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ ﴿٥٣﴾
Ve kendilerine ilim verilen kimseler, onun gerçekten Rabb’inden bir Hak olduğunu bilsinler, (*54) böylece ona iman etsinler, kalpleri ona gönülden bağlansın. Şüphesiz Allah, iman eden kimseleri doğru yola elbette hidayet edendir. (**54)
وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِهِ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَهَادِ الَّذِينَ آمَنُوا إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٥٤﴾
İnkâr eden kimselerin, Saatin/Kıyametin aniden onlara gelmesine yahut akim (faydasız) günün azabının onlara gelmesine kadar ondan şüphe etmeyi bırakmayacaklar.
وَلَا يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ حَتَّىٰ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً أَوْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَقِيمٍ ﴿٥٥﴾
Mülk, o gün Allah’ındır; onlar arasında hükmedecektir, artık iman edip salih amel işleyen kimseler, nimet cennetlerindedirler. (*56)
الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِّلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ ﴿٥٦﴾
İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُولَـٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ ﴿٥٧﴾
Allah yolunda hicret edip sonra öldürülenler yahut ölenler, Allah, en güzel rızıkla elbette onları rızıklandıracaktır; şüphesiz Allah, rızıklandıranların en hayırlısı O’dur.
وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقًا حَسَنًا ۚ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ ﴿٥٨﴾
O’nun razı olduklarının girdikleri yere onları koyacaktır ve şüphesiz Allah, elbette Bilen’dir, Halim’dir.
لَيُدْخِلَنَّهُم مُّدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ ﴿٥٩﴾
Böylece kim kendisine verilen cezanın benzeriyle ceza verir, sonra ona haksızlık edilirse elbette Allah, ona yardım eder; şüphesiz Allah, elbette affedendir, bağışlayandır.
۞ ذَٰلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِيَ عَلَيْهِ لَيَنصُرَنَّهُ اللَّهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ ﴿٦٠﴾
Böylece şüphesiz Allah, geceyi gündüzün içine koyar, gündüzü gecenin içine koyar ve şüphesiz Allah, İşiten’dir, Gören’dir. (*61)
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ﴿٦١﴾
İşte böyle şüphesiz Allah O ki, Hak’tır ve gerçekten O’nun dışında onların davet ettikleri şey, o, batıldır; şüphesiz O Allah, Yüce’dir, Büyük’tür. (*62)
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ ﴿٦٢﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah, gökten su indirir, böylece yeryüzü yeşile boyanıp güzelleşti; şüphesiz Allah, Latif’tir, Haberdar olandır. (*63)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ الْأَرْضُ مُخْضَرَّةً ۗ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ ﴿٦٣﴾
Göklerde ne varsa ve yeryüzünde ne varsa O’nundur ve şüphesiz Allah O’dur ki, ihtiyacı bulunmayandır, Hamd edilendir. (*64)
لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ ﴿٦٤﴾
Görmedin mi şüphesiz Allah, yerde olanları ve O’nun emriyle denizde akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi ve O’nun izin vermesi müstesna, yerin üzerine düşmesin diye göğü tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara gerçekten çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (*65)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَّحِيمٌ ﴿٦٥﴾
O’dur ki, size hayat verdi, sonra sizi vefat ettirecek, daha sonra diriltecektir; (*66) şüphesiz insan, çok nankördür. (**66)
وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ۗ إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ ﴿٦٦﴾
Her ümmete dinin emirlerini belirledik; onlar, o ibadeti yapıyorlar; o halde seninle emir hususunda çekişmesinler, sen Rabb’ine davet et, şüphesiz sen, doğru bir hidayet üzerindesin. (*67)
لِّكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنسَكًا هُمْ نَاسِكُوهُ ۖ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْأَمْرِ ۚ وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ ۖ إِنَّكَ لَعَلَىٰ هُدًى مُّسْتَقِيمٍ ﴿٦٧﴾
Şayet seninle mücadele ederlerse o halde de ki: ‘Allah, yaptığınız şeyleri en iyi bilendir.’
وَإِن جَادَلُوكَ فَقُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٦٨﴾
Allah, kendisinde ihtilaf ettiğiniz şeylerde Kıyamet günü aranızda hüküm verecektir. (*69)
اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٦٩﴾
Bilmedin mi, şüphesiz Allah, gökte ve yerde ne varsa bilir, şüphesiz bu, bir kitaptadır; gerçekten bu, Allah’a göre kolaydır. (*70)
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۗ إِنَّ ذَٰلِكَ فِي كِتَابٍ ۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ﴿٧٠﴾
Allah’tan başkasına tapıyorlar; (Allah), ona bir güç indirmemiştir ve onların o konuda bir bilgileri yoktur, zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَا لَيْسَ لَهُم بِهِ عِلْمٌ ۗ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ ﴿٧١﴾
Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman inkâr eden kimselerin, inkâr edici olduğunu yüzlerinden tanırsın, neredeyse onlara ayetlerimizi okuyan kimselere saldıracaklar. De ki: ‘Size bundan daha kötüsünü şimdi haber vereyim mi; ateş! Allah, inkâr eden kimselere onu vadetmiştir, ne kötü varılacak yerdir!’ (*72)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فِي وُجُوهِ الَّذِينَ كَفَرُوا الْمُنكَرَ ۖ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذِينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا ۗ قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَٰلِكُمُ ۗ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿٧٢﴾
Ey insanlar, bir misal veriliyor, şimdi onu dinleyin; gerçekten Allah’tan başka çağırdığınız kimseler, -şayet onun için bir araya gelseler de-bir sinek bile yaratamazlar ve şayet sinek onlardan bir şey kapsa, ondan onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de zayıf.  (*73)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ ۚ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَن يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ ۖ وَإِن يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لَّا يَسْتَنقِذُوهُ مِنْهُ ۚ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ ﴿٧٣﴾
Allah’ın hakikaten Kâdir olduğunu takdir edemediler, şüphesiz Allah elbette çok güçlüdür, çok üstündür. (*74)
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ ﴿٧٤﴾
Allah, meleklerden rasuller seçer, insanlardan da, şüphesiz Allah, İşiten’dir, Gören’dir.
اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ﴿٧٥﴾
Onların önlerinde beyan ettikleri şeyleri ve onların gerideki şeyleri bilir ve (bütün) işler Allah’a döndürülür.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۗ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿٧٦﴾
Ey iman eden kimseler, rükû edin, secde edin, Rabb’inize ibadet edin ve hayır işleyin, ta ki kurtuluşa eresiniz. (*77)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ۩ ﴿٧٧﴾
Allah için cihat edin, hakkıyla O’nun için mücadele edin; O, sizi seçti ve dinde size hiçbir güçlük (*78) yüklemedi; babanız İbrahim’in milleti/dini (üzere olun). (**78) O, Rasul’ün size şahit olması ve sizin de insanlara şahit olmanız için, (***78) bundan önce de bunda da size ‘Müslümanlar’ ismini verdi. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın; Mevla’nız O’dur ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır! (****78)
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ ۚ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ ۚ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ ۚ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَـٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ ۚ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ ۖ فَنِعْمَ الْمَوْلَىٰ وَنِعْمَ النَّصِيرُ ﴿٧٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi