Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Enfâl Süresi الانفال
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Medine’de nazil olmuştur, 75 ayettir. İsmini birinci ayette geçen ve Enfal (ganimetler) kelimesinden almıştır. Sure, yüce Allah’ın Mü’minlere yardımından, Mü’minlerin tefrikaya düşmemelerinden söz etmektedir. Mushaf tertibine göre 8. nüzul sırasına göre 88. suredir.

Ganimetlerden sana soruyorlar; de ki: ‘Ganimetler, Allah’ın ve Rasulü’nündür.  O halde Allah’tan sakının ve kendi aranızı düzeltin ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, gerçekten Mü’minlerden iseniz.’ (*1)
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَنفَالِ ۖ قُلِ الْأَنفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ ۖ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١﴾
Şüphesiz ancak Mü’minler o kimselerdir ki, Allah hatırlatıldığı zaman onların kalpleri ürperir (*2) ve O’nun ayetleri onlara okunduğu zaman onların imanlarını artırır (**2) ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler. (***2) (*2-3)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٢﴾
O kimseler, namazlarını kılarlar ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (*3)
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣﴾
İşte gerçek Mü’minler onlardır; onlar için Rab’leri indinde dereceler, mağfiret ve değerli rızık vardır.
أُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا ۚ لَّهُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ ﴿٤﴾
Öyle ki Rabb’in, Hak bir nedenle evinden seni çıkarmıştı ve gerçekten Mü’minlerden bir grup elbette isteksizlerdi.
كَمَا أَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِن بَيْتِكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّ فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ لَكَارِهُونَ ﴿٥﴾
Apaçık ortaya çıktıktan sonra Hak konusunda seninle tartışıyorlardı, sanki gerçekten ölüme sürülüyorlardı ve onlar, düşünüyorlardı.
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَأَنَّمَا يُسَاقُونَ إِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنظُرُونَ ﴿٦﴾
O zaman Allah, iki gruptan birini size vadediyordu ki, muhakkak o sizin içindir ve siz istiyordunuz ki, gerçekten güçsüz olan sizin olsun ve Allah, gerçekten sözleriyle Hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.
وَإِذْ يَعِدُكُمُ اللَّهُ إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ أَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ أَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُرِيدُ اللَّهُ أَن يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِرِينَ ﴿٧﴾
Elbette Hakkı gerçekleştirecek ve batılı, hükümsüz kılacaktır ve günahkârlar, hoş görmese de! (*8)
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ ﴿٨﴾
O zaman siz, Rabb’inizden yardım istiyordunuz, bunun üzerine size cevap verdi: ‘Muhakkak Ben, ardı ardına meleklerden bin tanesi ile yardım edeceğim.’ (*9) (*9-10)
إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ ﴿٩﴾
Allah, müjde olması ve kalplerinizin onunla olmasından başka onu yapmadı ve yardım ancak Allah katındandır; şüphesiz Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir.
وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَىٰ وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ ۚ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِندِ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿١٠﴾
O zaman O’ndan, bir emniyet olarak uyuklama sizi bürüyordu ve gökten üzerinize bir su indiriyordu ki, onunla sizi temizlesin ve şeytanın pisliğini sizden gidersin, kalplerinizi bağlasın ve onunla ayaklarınızı sabit kılsın. (*11) (**11)
إِذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعَاسَ أَمَنَةً مِّنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُم مِّنَ السَّمَاءِ مَاءً لِّيُطَهِّرَكُم بِهِ وَيُذْهِبَ عَنكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلَىٰ قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْأَقْدَامَ ﴿١١﴾
O zaman Rabb’in, meleklere vahyediyordu: ‘Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, o halde iman eden kimselere sebat verin; inkâr eden kimselerin kalplerine korku bırakacağım, öyleyse onların vurun boyunları üstüne ve vurun bütün parmaklarına!’ (*12)
إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا ۚ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْأَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ ﴿١٢﴾
Bu, gerçekten onların Allah’a ve Rasulü’ne başkaldırmalarındandır ve kim, Allah’a ve Rasulü’ne başkaldırırsa, artık şüphesiz Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۚ وَمَن يُشَاقِقِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿١٣﴾
Bu sizin, artık onu tadın ve şüphesiz kâfirler için ateş azabı vardır.
ذَٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَأَنَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابَ النَّارِ ﴿١٤﴾
Ey iman eden kimseler, kâfir kimselerin ordusuyla karşılaştığınız zaman, hemen arkanızı onlara dönmeyin.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ ﴿١٥﴾
Ve kim, savaşmak için dönmesi yahut (başka) bir gruba katılması dışında arkasını o gün onlara dönerse, artık gerçekten Allah’tan bir gazapla kalakalır ve onun barınağı cehennemdir, ne kötü varılacak yerdir.
وَمَن يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُ إِلَّا مُتَحَرِّفًا لِّقِتَالٍ أَوْ مُتَحَيِّزًا إِلَىٰ فِئَةٍ فَقَدْ بَاءَ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ ﴿١٦﴾
Şimdi onları siz öldürmediniz velakin Allah onları öldürdü ve attığın zaman sen atmadın velakin Allah attı; O’ndan, Mü’minler için bir imtihandı, güzel bir imtihandı. (*17) Şüphesiz Allah, İşiten’dir, Bilen’dir.
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ قَتَلَهُمْ ۚ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ رَمَىٰ ۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلَاءً حَسَنًا ۚ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿١٧﴾
Bu sizin içindi ve şüphesiz Allah, kâfirlerin planını yetersiz kılar. (*18)
ذَٰلِكُمْ وَأَنَّ اللَّهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِرِينَ ﴿١٨﴾
Şayet fetih istiyorsanız, işte gerçekten fetih size geldi ve şayet (kötülükten) men ederseniz, işte o, sizin için daha hayırlıdır ve şayet geri dönerseniz, Biz de döneriz. Çok da olsa topluluğunuz size hiçbir fayda sağlamaz ve şüphesiz Allah, Mü’minlerle beraberdir.
إِن تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَاءَكُمُ الْفَتْحُ ۖ وَإِن تَنتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ ۖ وَإِن تَعُودُوا نَعُدْ وَلَن تُغْنِيَ عَنكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْئًا وَلَوْ كَثُرَتْ وَأَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٩﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve siz, işittiğiniz halde ondan dönmeyin.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ ﴿٢٠﴾
Ve kendileri işitmedikleri halde ‘İşittik’ diyenler gibi olmayın. (*21)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿٢١﴾
Şüphesiz Allah indinde canlıların en kötüsü, sağırlar ve dilsizlerdir; onlar, akletmeyen kimselerdir. (*22)
۞ إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِندَ اللَّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٢٢﴾
Şayet Allah, onlarda bir hayır (olduğunu) bilseydi ve elbette onlara işittirirdi ve şayet onlara işittirseydi muhakkak dönerlerdi ve onlar, yüzçeviren kimselerdir. (*23)
وَلَوْ عَلِمَ اللَّهُ فِيهِمْ خَيْرًا لَّأَسْمَعَهُمْ ۖ وَلَوْ أَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوا وَّهُم مُّعْرِضُونَ ﴿٢٣﴾
Ey iman eden kimseler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Rasulü’ne icabet edin (*24) ve bilin ki şüphesiz Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve muhakkak siz, O'na haşrolunacaksınız. (**24)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ ۖ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾
Bir fitneden korunun ki sizden yalnızca zulmeden kimselere isabet etmez ve (*25) bilin ki gerçekten Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَّا تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنكُمْ خَاصَّةً ۖ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٢٥﴾
Hatırlayın, az olduğunuz zaman yeryüzünde güçsüz bırakılmış kimselerdiniz, gerçekten insanların sizi kaçırıp götürmesinden korkuyordunuz, işte O, yardımıyla barındırdı ve sizi destekledi (*26) ve temizlerinden sizi rızıklandırdı, (**26) ta ki şükredesiniz. (***26)
وَاذْكُرُوا إِذْ أَنتُمْ قَلِيلٌ مُّسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ تَخَافُونَ أَن يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَآوَاكُمْ وَأَيَّدَكُم بِنَصْرِهِ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٢٦﴾
Ey iman eden kimseler, Allah’a ve Rasulü’ne ihanet etmeyin (*27) ve siz, bilerek emanetlerinize ihanet etmeyin. (**27)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَخُونُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٧﴾
Bilin ki, gerçekten mallarınız ve evlatlarınız bir imtihandır, şüphesiz Allah, büyük mükâfat, O’nun yanındadır.
وَاعْلَمُوا أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللَّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿٢٨﴾
Ey iman eden kimseler, şayet Allah'tan sakınırsanız O size Furkan/hüccet verir, (*29) sizin kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar; (**29) Allah büyük Lütuf sâhibidir. (***29)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَتَّقُوا اللَّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ۗ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ ﴿٢٩﴾
Bir zaman inkâr eden kimseler, seni sabote etmek (durdurmak) ya da seni öldürmek veyahut seni (yurdundan) çıkarmak için plan yapıyorlardı. Onlar plan yaparlarken Allah da plan yapıyordu ve Allah, plan yapanların en iyisidir. (*30)
وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ ۚ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ ۖ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ ﴿٣٠﴾
Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman dediler ki, ‘gerçekten işittik, şayet istesek, bunun benzerini elbette söyleriz, (*31) şüphesiz bu, ancak öncekilerin yazdıklarıdır.’ (**31)
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هَـٰذَا ۙ إِنْ هَـٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ ﴿٣١﴾
Ve o zaman dediler ki: ‘Allah'ım, şayet bu, senin yanından bir Hak ise, o halde gökten üzerimize taş yağdır yahut bize acıklı bir azap ver.’ (*32) (**32)
وَإِذْ قَالُوا اللَّهُمَّ إِن كَانَ هَـٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِندِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿٣٢﴾
Sen onların içinde iken Allah, onlara elbette azap edecek değildi ve onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azap edecek değil. (*33)
وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿٣٣﴾
Neden Allah onlara azap etmesin ki onlar, Mescid-i Haram’dan alıkoyuyorlar (*34) ve onun koruyucusu da değiller, doğrusu onun koruyucuları, ancak Muttakilerdir (**34) velakin onların çokları bilmiyorlar.
وَمَا لَهُمْ أَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللَّهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُوا أَوْلِيَاءَهُ ۚ إِنْ أَوْلِيَاؤُهُ إِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلَـٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٤﴾
Beyt’in yanındaki onların namazları, ıslık çalmaktan (*35) ve (kendilerini) dağlamaktan başka değildir; artık inkâr etmiş olduğunuz şeyden dolayı azabı tadın! (**35)
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِندَ الْبَيْتِ إِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً ۚ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٥﴾
Şüphesiz, inkâr eden kimseler, mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcarlar, fakat o harcadıkları sonra onlara keder olacak, sonra onlar, yenileceklerdir; inkâr eden kimseler, cehennemde toplanacaklardır. (*36)
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَسَيُنفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ ۗ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ ﴿٣٦﴾
Allah’ın, kötüyü iyiden ayırması sebebiyle kötüleri birbiri üzerine koyacak, böylece hepsini yığacak sonra onu cehenneme koyacak, işte hüsrana uğrayanlar onlardır. (*37)
لِيَمِيزَ اللَّهُ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَبِيثَ بَعْضَهُ عَلَىٰ بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَمِيعًا فَيَجْعَلَهُ فِي جَهَنَّمَ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٣٧﴾
İnkâr eden kimselere de ki: ‘Şayet vazgeçerlerse, geçmişteki şeyleri onlara bağışlanır ve şayet dönerlerse artık gerçekten öncekilerin sünneti geçerli olacaktır.’ (*38)
قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا إِن يَنتَهُوا يُغْفَرْ لَهُم مَّا قَدْ سَلَفَ وَإِن يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْأَوَّلِينَ ﴿٣٨﴾
Fitne olmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Artık gerçekten son verirlerse, artık şüphesiz Allah, yapmış oldukları şeyleri görendir. (*39)
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّىٰ لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ ۚ فَإِنِ انتَهَوْا فَإِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٣٩﴾
Ve dönerlerse artık bilin ki şüphesiz Allah, sizin Mevla’nızdır ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır. (*40)
وَإِن تَوَلَّوْا فَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَوْلَاكُمْ ۚ نِعْمَ الْمَوْلَىٰ وَنِعْمَ النَّصِيرُ ﴿٤٠﴾
Biliniz ki, şüphesiz ganimet aldığınız şeylerin, artık muhakkak onun beşte biri Allah’a ve Rasulü’ne, sahip olunan akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Gerçekten Allah’a ve iki topluluğun karşılaştığı gün, Hak ile batılın ayrıldığı o günde kulumuza indirdiğimiz şeye iman etmiş iseniz ve Allah, her şeye Kâdir’dir. (*41)
۞ وَاعْلَمُوا أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُم بِاللَّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿٤١﴾
O zaman vadinin yakınında ve onlar, vadinin uzağındaydılar ve kervan da sizden aşağıda idiler; şayet sözleşmiş olsaydınız, sözleşme vakti konusunda anlaşamazdınız velakin Allah’ın, yapılacak olan emri takdir etmesi nedeniyle helak olacak kimse, apaçık delille helak olsun ve yaşayacak kimse de apaçık delille yaşasın. Şüphesiz Allah, elbette İşiten’dir, Bilen’dir. (*42)
إِذْ أَنتُم بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُم بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَىٰ وَالرَّكْبُ أَسْفَلَ مِنكُمْ ۚ وَلَوْ تَوَاعَدتُّمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْمِيعَادِ ۙ وَلَـٰكِن لِّيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَىٰ مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَسَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٤٢﴾
O zaman Allah, uykunda sana onları az gösteriyordu ve şayet sana onları çok gösterseydi elbette cesaretinizi kaybederdiniz ve emir konusunda elbette tartışırdınız velakin Allah, esenlik verdi. Şüphesiz O, özünü Bilen’dir. (*43)
إِذْ يُرِيكَهُمُ اللَّهُ فِي مَنَامِكَ قَلِيلًا ۖ وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا لَّفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ سَلَّمَ ۗ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٤٣﴾
O zaman karşılaştığınızda sizin gözlerinizde onları az gösteriyordu ve onların gözlerinde sizi azaltıyordu; (bu), Allah’ın, yapılacak olan emri takdir etmesi nedeniyledir ve (bütün) işler, Allah’a döndürülecektir. (*44)
وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلًا وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا ۗ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ ﴿٤٤﴾
Ey iman eden kimseler, bir toplulukla karşılaştığınızda o halde sebat edin ve Allah’ı çok hatırlayın, ta ki başarıya eresiniz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٤٥﴾
Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin, çekişmeyin, çünkü cesaretinizi kaybedersiniz, gücünüz gider; (*46) sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. (**46)
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ ۖ وَاصْبِرُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ ﴿٤٦﴾
Şımararak yurtlarından çıkan, insanlara gösteriş yapan ve Allah yolundan alıkoyan kimseler gibi olmayın; Allah, onların yapmış oldukları şeyleri kuşatmıştır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ خَرَجُوا مِن دِيَارِهِم بَطَرًا وَرِئَاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ ۚ وَاللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ ﴿٤٧﴾
O zaman şeytan onlara, onların amellerini süslemiş (*48) ve demişti ki: ‘İnsanlardan bugün size galip gelecek yoktur ve şüphesiz ben sizin yanınızdayım.’ Artık ne zamanki iki topluluk birbirini görünce o, iki topuğu üzerine dönüp dedi ki: ‘Şüphesiz ben sizden uzağım, gerçekten ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum; elbette ben, Allah'tan korkarım ve Allah'ın azabı şiddetlidir!’ (**48) (*48-50)
وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَّكُمْ ۖ فَلَمَّا تَرَاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكُمْ إِنِّي أَرَىٰ مَا لَا تَرَوْنَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ ۚ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٤٨﴾
O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler (*49) dediler ki: ‘Bunları dinleri yanıltmış,’ kim Allah'a tevekkül ederse, artık şüphesiz Allah, Aziz’dir, Hâkim’dir. (**49)
إِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ غَرَّ هَـٰؤُلَاءِ دِينُهُمْ ۗ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٤٩﴾
Şayet kâfir kimselerin canlarını aldıkları zaman bir görseydin; melekler, yüzlerine ve arkalarına vurarak, (*50) ‘Yangın azabını tadın’ (derler).
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُوا ۙ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ ﴿٥٠﴾
Bu, sizin ellerinizin takdim ettiği şeyler sebebiyledir ve şüphesiz Allah, kullarına zulmedici değildir.
ذَٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ ﴿٥١﴾
Onlardan önceki kimselerden Fir’avn ailesi gibi Rab’lerinin ayetlerini inkâr ettiler, bu yüzden Allah, onları günahları ile yakaladı; şüphesiz Allah, güçlüdür, cezalandırması şiddetlidir. (*52) (**52) (*52-54)
كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ ۙ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ ﴿٥٢﴾
Bu gerçektir ki bir kavim, nefislerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah, o ihsan ettiği nimeti, Kendisi değiştirmez; (*53) şüphesiz Allah İşiten’dir, Bilen’dir. (**53)
ذَٰلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَىٰ قَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ ۙ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٥٣﴾
Onlardan önceki kimselerden Fir’avn ailesi gibi Allah’ın ayetlerini yalanladılar; bu yüzden onları, günahlarıyla helak ettik ve Fir'avn ailesini boğmuştuk; hepsi de zalimler idiler.
كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ ۙ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَذَّبُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ ۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِمِينَ ﴿٥٤﴾
Şüphesiz Allah indinde canlıların en kötüsü, inkâr eden kimselerdir; artık onlar iman etmezler.
إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِندَ اللَّهِ الَّذِينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٥٥﴾
Onlardan, antlaşma yaptığın kimseler, her defasında antlaşmalarını bozarlar ve onlar, (anlaşmalarını) muhafaza etmezler. (*56)
الَّذِينَ عَاهَدتَّ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنقُضُونَ عَهْدَهُمْ فِي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ ﴿٥٦﴾
O halde savaşta onlara rastlarsan, artık onlar ile onların arkalarındaki kimseleri dağıt, ta ki onlar, ibret alsınlar.
فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِم مَّنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿٥٧﴾
Ve şayet bir kavimden ihanet etmesinden korkarsan, o halde (onlarla yaptığın) antlaşmayı aynı şekilde onların üzerine at; şüphesiz Allah, hainleri sevmez. (*58)
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْخَائِنِينَ ﴿٥٨﴾
İnkâr eden kimseler, öne geçeceklerini sanmasınlar, şüphe yok ki onlar, (bizi) aciz bırakamazlar.
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَبَقُوا ۚ إِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ ﴿٥٩﴾
Onlar için kuvvetlilerden güç yetirdiğiniz ne olursa hazırlayın ve atlar bağlayın ki, onunla Allah düşmanını, sizin düşmanınızı ve onların dışında sizin kendilerini bilmediğiniz, Allah’ın kendilerini bildiği başkalarını korkutasınız. Allah yolunda infak ettiğiniz şeylerden ne varsa size eksiksiz verilir ve size haksızlık edilmez. (*60)
وَأَعِدُّوا لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ ۚ وَمَا تُنفِقُوا مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿٦٠﴾
Ve şayet barışa meylederlerse, o halde (sen de) ona meylet ve Allah’a tevekkül et, şüphesiz O, İşiten, Bilen O’dur.
۞ وَإِن جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٦١﴾
Ve şayet gerçekten sana hile yapmak isterlerse, artık şüphesiz Allah sana yeter, O ki, yardımı ile seni ve Mü’minleri destekledi.
وَإِن يُرِيدُوا أَن يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللَّهُ ۚ هُوَ الَّذِي أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ ﴿٦٢﴾
Ve onların kalplerinin arasını birleştirdi; şayet yeryüzünde ne varsa hepsini verseydin, onların kalplerinin arasını birleştiremezdin velakin Allah, onların arasını birleştirdi; şüphesiz O, Aziz’dir, Hâkim’dir. (*63)
وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ ۚ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مَّا أَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٦٣﴾
Ey Nebi, Allah sana ve Mü’minlerden sana tâbi olan kimselere yeter. 
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللَّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٦٤﴾
Ey Nebi, Mü’minleri savaşa teşvik et, şayet sizden sabreden yirmi (kişi) olursa, (onlardan) ikiyüze galip gelirler ve şayet sizden yüz (kişi) olursa, inkâr eden kimselerden binine galip gelirler; şüphesiz onlar, anlamayanlar toplumudur. (*65)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى الْقِتَالِ ۚ إِن يَكُن مِّنكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِ ۚ وَإِن يَكُن مِّنكُم مِّائَةٌ يَغْلِبُوا أَلْفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَفْقَهُونَ ﴿٦٥﴾
Şimdi Allah, sizden (yükü) hafifletti, elbette sizde zayıflık olduğunu biliyor, artık şayet sizden sabreden yüz kişi olsa, ikiyüze galip gelir ve şayet sizden bin kişi olsa, ikibine Allah’ın izniyle galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir. (*66)
الْآنَ خَفَّفَ اللَّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفًا ۚ فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِ ۚ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌ يَغْلِبُوا أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ ﴿٦٦﴾
Bir Nebi’ye, yeryüzünde güçleninceye kadar, onun esirlerinin olması mümkün değildir. (*67) Siz, geçici dünyayı istiyorsunuz ve Allah ise ahireti (arzulamanızı) istiyor. Allah Aziz’dir, Hâkim’dir. (**67)
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَىٰ حَتَّىٰ يُثْخِنَ فِي الْأَرْضِ ۚ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللَّهُ يُرِيدُ الْآخِرَةَ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٦٧﴾
Şayet önceden Allah’tan bir yazı olmasaydı, aldığınızdan dolayı büyük bir azap size dokunurdu.
لَّوْلَا كِتَابٌ مِّنَ اللَّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿٦٨﴾
Artık helal, temiz ganimet aldığınız şeylerden yiyin ve Allah’tan sakının; şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٦٩﴾
Ey Nebi, esirlerden elinizde bulunan kimselere de ki: ‘Şayet Allah, kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınan şeylerden hayırlısını size verir ve sizi bağışlar, Allah bağışlayandır, merhamet edendir.’ (*70)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّمَن فِي أَيْدِيكُم مِّنَ الْأَسْرَىٰ إِن يَعْلَمِ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِّمَّا أُخِذَ مِنكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٧٠﴾
Şayet sana ihanet etmek isterler, artık doğrusu önceden Allah’a da ihanet etmişlerdi, bu yüzden onlara olması gerekeni yaptı ve Allah Âlim’dir, Hâkim’dir.
وَإِن يُرِيدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللَّهَ مِن قَبْلُ فَأَمْكَنَ مِنْهُمْ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٧١﴾
Şüphesiz iman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve onları barındırıp yardım edenler; işte onlar birbirlerinin velisidirler. İman edip de hicret etmeyen kimseler, -hicret edinceye kadar-onların velayetinden size bir şey yoktur; şayet din hususunda yardım isterlerse, yardım etmeniz artık sizin üzerinize (bir görev)dir, aranızda anlaşma olan bir topluma karşı olmaz; Allah, yapmış olduğunuz şeyleri görendir. (*72)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوا وَّنَصَرُوا أُولَـٰئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ۚ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُم مِّن وَلَايَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا ۚ وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلَّا عَلَىٰ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ ﴿٧٢﴾
Kâfir kimseler, birbirlerinin velisidirler, siz onu yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur. (*73)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ۚ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ ﴿٧٣﴾
İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad eden kimseler ve barındırıp yardım eden kimseler, işte gerçek Mü’minler onlardır, onlar için mağfiret ve değerli rızık vardır.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوا وَّنَصَرُوا أُولَـٰئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا ۚ لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ ﴿٧٤﴾
Sonradan iman eden, hicret eden ve sizinle beraber cihad eden kimseler, işte onlar, sizdendir; merhamet sahibi olanlar, Allah’ın Kitabı’na göre birbirlerinin velisidirler; şüphesiz Allah, her şeyi Bilen’dir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا مِن بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَأُولَـٰئِكَ مِنكُمْ ۚ وَأُولُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَىٰ بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿٧٥﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi