Sure Hakkında
Furkân Süresi
الْفُرْقَانِ
Furkân Süresi
الْفُرْقَانِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Mekke’de nazil olmuştur, 77 ayettir. İsmini, ilk ayette geçen el-Furkan kavramından alır. Furkan, Hakk’ı batıldan ayıran demektir. Bu sıfat, Kur’an’da Tevrat için de kullanılmıştır. Sure, yüce Allah’ın Uluhiyetini, mülkünde ortağı bulunmadığını ağırlıklı olarak işler. Mushaf tertibine göre 25. nüzul sırasına göre 42. suredir.
تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَىٰ عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا
﴿١﴾
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
﴿٢﴾
O'ndan başka ilahlar edindiler, hiçbir şey yaratmıyorlar ve onlar yaratılmışlardır; onlar, nefislerine zarar ve yarar vermeye malik değiller; öldürmeye ve hayat vermeye yeniden diriltmeye malik değildirler.
وَاتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيَاةً وَلَا نُشُورًا
﴿٣﴾
İnkâr eden kimseler dedi ki: ‘Elbette bu, ancak bir iftiradır, onu uydurdu, başka bir topluluk da ona yardım etmiştir,’ böylece gerçekten zulme ve eğriliğe vardılar.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَـٰذَا إِلَّا إِفْكٌ افْتَرَاهُ وَأَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ آخَرُونَ ۖ فَقَدْ جَاءُوا ظُلْمًا وَزُورًا
﴿٤﴾
وَقَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلَىٰ عَلَيْهِ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
﴿٥﴾
De ki: ‘O indirdi; O ki, göklerde ve yerde olan sırları bilir; şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’ (*6)
قُلْ أَنزَلَهُ الَّذِي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا
﴿٦﴾
وَقَالُوا مَالِ هَـٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ ۙ لَوْلَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذِيرًا
﴿٧﴾
‘Yahut ona bir hazine atılmalı ya da onun bir bahçesi olsaydı, ondan yeseydi’ ve zalimler dedi ki: ‘Doğrusu ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz.’
أَوْ يُلْقَىٰ إِلَيْهِ كَنزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَا ۚ وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا
﴿٨﴾
Bak, senin için nasıl misaller verdiler, böylece saptılar; artık çıkar bir yola tabi olmazlar.
انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا
﴿٩﴾
Yücedir O ki, şayet dilerse bundan daha hayırlısını sana verir; altlarından ırmaklar akan bahçeler, senin için köşkler yapar. (*10)
تَبَارَكَ الَّذِي إِن شَاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِّن ذَٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَيَجْعَل لَّكَ قُصُورًا
﴿١٠﴾
Bilakis Saati (Kıyameti) yalanladılar, Biz Saat’i yalanlayan kimselere alevli bir ateş hazırladık. (*11)
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ ۖ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَعِيرًا
﴿١١﴾
(Ateş) onları uzak bir yerden gördüğünde, onun kızgınlığını ve uğultusunu işitirler.
إِذَا رَأَتْهُم مِّن مَّكَانٍ بَعِيدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظًا وَزَفِيرًا
﴿١٢﴾
Onun dar bir yerine bağlanmış halde atıldıkları zaman orada helakı talep ederler.
وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُّقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًا
﴿١٣﴾
Bugün tek bir helak talep etmeyin, çok helak talep edin.
لَّا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُورًا وَاحِدًا وَادْعُوا ثُبُورًا كَثِيرًا
﴿١٤﴾
قُلْ أَذَٰلِكَ خَيْرٌ أَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۚ كَانَتْ لَهُمْ جَزَاءً وَمَصِيرًا
﴿١٥﴾
Onlara orada istedikleri her şey vardır, ebedi kalıcılardır; Rabb’inin mesuliyetindeki vaadidir!’
لَّهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ خَالِدِينَ ۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ وَعْدًا مَّسْئُولًا
﴿١٦﴾
O gün onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplayacak; bunun üzerine der ki: ‘Siz mi bu kullarımı dalalete düşürdünüz yoksa onlar mı yolu sapıttılar?’
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَـٰؤُلَاءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ
﴿١٧﴾
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاءَ وَلَـٰكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا
﴿١٨﴾
İşte söylediklerinizden dolayı gerçekten sizi yalanladılar; artık uzaklaşıp gitmeye gücünüz yetmez ve yardım bulamazsınız, sizden kim zulmederse, büyük bir azabı ona tattırırız. (*19)
فَقَدْ كَذَّبُوكُم بِمَا تَقُولُونَ فَمَا تَسْتَطِيعُونَ صَرْفًا وَلَا نَصْرًا ۚ وَمَن يَظْلِم مِّنكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَبِيرًا
﴿١٩﴾
Senden önce rasulleri başka türlü göndermedik; gerçekten onlar, elbette yemek yerler ve panayırlarda gezerlerdi. Sizi, birbiriniz için imtihan kıldık; sabrediyor musunuz? Senin Rabb’in görendir.
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ ۗ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ ۗ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا
﴿٢٠﴾
۞ وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْنَا الْمَلَائِكَةُ أَوْ نَرَىٰ رَبَّنَا ۗ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا فِي أَنفُسِهِمْ وَعَتَوْا عُتُوًّا كَبِيرًا
﴿٢١﴾
Melekleri gördükleri gün, o gün günahkârlara müjde yoktur ve onlara derler ki: ‘Yasaktır, yasaklanmıştır.’
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلَائِكَةَ لَا بُشْرَىٰ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُجْرِمِينَ وَيَقُولُونَ حِجْرًا مَّحْجُورًا
﴿٢٢﴾
Ve amellerinden yaptıkları şeyin önüne geçeriz, böylece onu saçılmış toz yaparız. (*23)
وَقَدِمْنَا إِلَىٰ مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاءً مَّنثُورًا
﴿٢٣﴾
Cennet halkının o gün, kalacakları yer daha hayırlı ve istirahat edecekleri yer daha güzeldir.
أَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُّسْتَقَرًّا وَأَحْسَنُ مَقِيلًا
﴿٢٤﴾
O gün, bulutlar gökten ayrılacak ve melekler, indirildikçe indirilecektir.
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلَائِكَةُ تَنزِيلًا
﴿٢٥﴾
Mülk o gün, gerçekten Rahman’ındır ve kâfirlere çok zor bir gün olur. (**26)
الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمَـٰنِ ۚ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرِينَ عَسِيرًا
﴿٢٦﴾
Ve o gün zalim kimse, ellerini ısırıp der ki; ‘Ah, keşke ben Rasul ile beraber bir yol edineydim! (*27)
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا
﴿٢٧﴾
Yazık bana, keşke falanı dost edinmeseydim! (*28)
يَا وَيْلَتَىٰ لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا
﴿٢٨﴾
لَّقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي ۗ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولًا
﴿٢٩﴾
Ve Rasul dedi ki: ‘Ey Rabb’im, doğrusu kavmim bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar.’
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَـٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا
﴿٣٠﴾
Ve böylece Biz, her nebiye günahkârlardan bir düşman kıldık, hidayet edici ve yardımcı olarak Rabb'in yeter. (*31)
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِّنَ الْمُجْرِمِينَ ۗ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصِيرًا
﴿٣١﴾
İnkâr eden kimseler dedi ki: ‘Bir defada topluca Kur’an ona indirilseydi ya!’ İşte böyle senin kalbini onunla sağlamlaştırdık ve düzenli şekilde onu okuduk. (*32)
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً ۚ كَذَٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ ۖ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا
﴿٣٢﴾
Sana getirdikleri hiçbir misal yoktur ki, (ona karşı) Hak ile ve en güzel açıklamayı sana getirmiş olmayalım.
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ إِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَأَحْسَنَ تَفْسِيرًا
﴿٣٣﴾
Cehenneme yüzleri üstü toplanacak kimseler, işte onların yerleri çok kötü ve yolları sapıktır.
الَّذِينَ يُحْشَرُونَ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ إِلَىٰ جَهَنَّمَ أُولَـٰئِكَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضَلُّ سَبِيلًا
﴿٣٤﴾
Andolsun Musa’ya Kitab’ı verdik Kardeşi Harun’u da onun yanında vezir yaptık!
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُ أَخَاهُ هَارُونَ وَزِيرًا
﴿٣٥﴾
Bunun üzerine dedik ki: ‘Ayetlerimizi yalanlayan kimselerin kavmine gidin;’ nihayet onları yerlebir edip yok ettik!
فَقُلْنَا اذْهَبَا إِلَى الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْمِيرًا
﴿٣٦﴾
وَقَوْمَ نُوحٍ لَّمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ أَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ آيَةً ۖ وَأَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ عَذَابًا أَلِيمًا
﴿٣٧﴾
Ve Ad’ı, Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri de! (*38-39)
وَعَادًا وَثَمُودَ وَأَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُونًا بَيْنَ ذَٰلِكَ كَثِيرًا
﴿٣٨﴾
Ve hepsinin misallerini ona anlatmıştık ve hepsini, helak ettikçe helak ettik!
وَكُلًّا ضَرَبْنَا لَهُ الْأَمْثَالَ ۖ وَكُلًّا تَبَّرْنَا تَتْبِيرًا
﴿٣٩﴾
Andolsun bir şehre vardılar, o ki, kötü yağmur yağdırılmıştı; onu görmüyorlar mıydı, aksine yeniden dirilmeyi ummuyorlar! (*40)
وَلَقَدْ أَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّتِي أُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِ ۚ أَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَا ۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُورًا
﴿٤٠﴾
Seni gördükleri zaman, doğrusu ancak seni alaya alıyorlar; bu kimseyi mi Allah Rasul göndermiş! (*41)
وَإِذَا رَأَوْكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَـٰذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا
﴿٤١﴾
Şayet onun üzerinde sebat etmeseydik, doğrusu neredeyse ilahlarımızdan (*42) bizi saptıracaktı; yakında bilecekler, azabı gördüklerinde yolu sapık olanın kim olduğunu.
إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ آلِهَتِنَا لَوْلَا أَن صَبَرْنَا عَلَيْهَا ۚ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا
﴿٤٢﴾
Gördün mü o hevasını ilah edinen kimseyi, şimdi sen mi ona vekil olacaksın! (*43)
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَـٰهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
﴿٤٣﴾
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ ۚ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ ۖ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
﴿٤٤﴾
Görmedin mi Rabb’inin, gölgeyi nasıl uzattığını; şayet dileseydi, onu durgun yapardı, sonra güneşi ona delil kıldık.
أَلَمْ تَرَ إِلَىٰ رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا
﴿٤٥﴾
O ki, geceyi sizin için elbise yaptı; uykuyu dinlenme ve gündüzü neşretme/yayma (zamanı) yaptı. (*47)
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا
﴿٤٧﴾
Ve O ki rüzgârları, rahmetinin önünde müjdeci gönderdi ve gökten tertemiz su indirdik. (*48)
وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۚ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُورًا
﴿٤٨﴾
Ölü bir beldeye onunla hayat verdik ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla suladık.
لِّنُحْيِيَ بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا
﴿٤٩﴾
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوا فَأَبَىٰ أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا
﴿٥٠﴾
Şayet dileseydik, her kente bir uyarıcı elbette gönderirdik. (*51)
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ نَّذِيرًا
﴿٥١﴾
Öyleyse kâfirlere itaat etme ve büyük bir cihad ile onunla (Kur'an’la) onlara (karşı) cihad et. (*52)
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا
﴿٥٢﴾
Ve O ki, iki denizi salmıştır; bu tatlı, ferahlatıcı ve bu tuzlu ve acıdır; ikisinin arasına bir berzah koymuştur, bir engelle sınır koymuştur. (*53)
۞ وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَـٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَـٰذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا
﴿٥٣﴾
O ki, insanı sudan yarattı; nihayet onu, nesep ve akraba kıldı ve Rabb’in, Kâdir’dir!
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ مِنَ الْمَاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا ۗ وَكَانَ رَبُّكَ قَدِيرًا
﴿٥٤﴾
Allah’ı bırakıp onlara fayda vermeyen ve onlara zarar vermeyen şeylere tapıyorlar; Rabb’ine karşı açıkça kâfir oldu(lar).
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْ ۗ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلَىٰ رَبِّهِ ظَهِيرًا
﴿٥٥﴾
Seni, müjdeci ve uyarıcı olmaktan başka göndermedik! (*56)
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
﴿٥٦﴾
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِلَّا مَن شَاءَ أَن يَتَّخِذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا
﴿٥٧﴾
Diri olana tevekkül et! O ölmeyeni hamd ile tesbih et; O’nun, kullarının günahlarından haberdar olması yeter! (*58)
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ ۚ وَكَفَىٰ بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
﴿٥٨﴾
الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۚ الرَّحْمَـٰنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا
﴿٥٩﴾
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمَـٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمَـٰنُ أَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُورًا ۩
﴿٦٠﴾
تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُّنِيرًا
﴿٦١﴾
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِّمَنْ أَرَادَ أَن يَذَّكَّرَ أَوْ أَرَادَ شُكُورًا
﴿٦٢﴾
وَعِبَادُ الرَّحْمَـٰنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
﴿٦٣﴾
Gecelerini, Rab'lerine secde ederek ve kıyamda durarak geçiren kimselerdir. (*64)
وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا
﴿٦٤﴾
O kimseler derler ki: ‘Rabb’imiz, cehennem azabını bizden uzaklaştır, gerçekten O’nun azabı çok sargın olandır.
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ ۖ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا
﴿٦٥﴾
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَٰلِكَ قَوَامًا
﴿٦٧﴾
Ve o kimseler, Allah ile beraber başka ilaha çağırmazlar ve öyle ki Allah’ın haram kıldığı nefsi -haklı olmaları müstesna-öldürmezler ve zina etmezler ve kim yaparsa, bunun günahıyla karşılaşır! (*68)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ ۚ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ يَلْقَ أَثَامًا
﴿٦٨﴾
Kıyamet günü azap onun için iki kat yapılır ve sonsuza dek onun içinde alçaltılır. (*69)
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا
﴿٦٩﴾
إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُولَـٰئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
﴿٧٠﴾
Kim tevbe eder, salih amel işlerse işte gerçekten o, Allah’a tevbe etmiş, tevbesi kabul edilmiştir. (*70-71)
وَمَن تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللَّهِ مَتَابًا
﴿٧١﴾
وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا
﴿٧٢﴾
O kimselere, Rab’lerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, ona karşı sağırlar ve körler olarak kapanıp kalmazlar. (*73)
وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا
﴿٧٣﴾
Ve o kimseler derler ki: ‘Rabb’imiz, eşlerimiz ve zürriyetimizden gönül ferahlatan (kimseleri) bize ihsan et ve bizi muttakilere önder yap!’ (*74)
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
﴿٧٤﴾
أُولَـٰئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًا
﴿٧٥﴾
Orada ebedi kalacaklardır, ne güzel kalınacak makamdır!
خَالِدِينَ فِيهَا ۚ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
﴿٧٦﴾
De ki: ‘Duanız olmasaydı, Rabb’im size niye önem versin; şimdi gerçekten yalanladınız, artık ileride (cezanız) kaçınılmaz olacaktır!’
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ ۖ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
﴿٧٧﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi