Evrensel Mesaj Kur'an'ı Kerim Meali
Hucurât Süresi الْحُجُرَاتِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Hucurât sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 18 âyettir. İsmini, 4. âyette geçen ve “odalar” mânasına gelen اَلْحُجُرَاتُ (hucurât) kelimesinden alır. Bu kelime, Resûlullah (s.a.s.)’in Mescid-i Nebevî’nin etrafında ev olarak kullandığı odalara işaret eder. Resmî tertîbe göre 49, nüzûl sırasına göre 105. Sûredir.

Ey iman eden kimseler, Allah’ın ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının, şüphesiz Allah İşiten’dir, Bilen’dir. (*1-5)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ ۖ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿١﴾
Ey iman eden kimseler, seslerinizi, Nebi’nin sesinin üzerine çıkarmayın ve birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla yüksek sesle konuşmayın ve siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.  (*2)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٢﴾
Şüphesiz Allah’ın Rasulü yanında seslerini yumuşatan kimseler, işte onlar, Allah’ın, kalplerini takva için imtihan ettiği kimselerdir; onlara, mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَىٰ ۚ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ ﴿٣﴾
Şüphesiz odaların ardından sana bağıran kimseler, onların çoğu akletmeyen kimselerdir.
إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاءِ الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾
Şayet gerçekten onlar, kendilerinin yanına sen çıkıncaya kadar sabretselerdi, onlar için elbette hayırlı olurdu; Allah, bağışlayan ve merhamet edendir. (*5)
وَلَوْ أَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتَّىٰ تَخْرُجَ إِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿٥﴾
Ey iman eden kimseler, şayet bir fasık bir haberle size gelirse, artık (onu) açıklığa kavuşturun, (*6) bilmeden bir kavme vurursunuz da sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz. (**6)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَىٰ مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ ﴿٦﴾
Bilin ki, şüphesiz Allah’ın Rasulü içinizdedir; şayet emirden birçok hususta size uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz velakin Allah, size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi, küfrü, fıskı ve isyanı size kötü gösterdi. İşte doğru yolda olanlar onlardır.
وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ ۚ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَـٰكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ ﴿٧﴾
Allah’tan bir lütuf ve nimettir; Allah, Bilen’dir Hâkim’dir. (*8)
فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً ۚ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ ﴿٨﴾
Şayet Mü’minlerden iki grup savaşırlarsa, hemen onların aralarını düzeltin; şayet onlardan biri diğerine zulmederse, artık o zulmedenle Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın, şayet dönerse, artık adaletle onların arasını düzeltin ve adil olun. (*9) Şüphesiz Allah, adil olanları sever. (**9)
وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا ۖ فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَىٰ فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّىٰ تَفِيءَ إِلَىٰ أَمْرِ اللَّهِ ۚ فَإِن فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا ۖ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ ﴿٩﴾
Şüphesiz ancak Mü’minler kardeştirler, o halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan sakının ta ki, rahmet olunasınız.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿١٠﴾
Ey iman eden kimseler, bir topluluk (başka) bir toplulukla alay etmesin, (*11) belki kendilerinden daha hayırlı olabilirler (**11) ve kadınların bir kısmı (başka) kadınlarla (alay etmesin), belki onlar, kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Birbirinizi ayıplamayın ve birbirinizi (kötü) lakaplarla isimlendirmeyin; imandan sonra fasıklık ismi ne kötüdür ve kim tevbe etmezse, işte zalimler onlardır. (***11)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِّن قَوْمٍ عَسَىٰ أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِّن نِّسَاءٍ عَسَىٰ أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ ۖ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ ۖ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ ۚ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿١١﴾
Ey iman edenler, zandan çok sakının, şüphesiz zannın bir kısmı günahtır ve casusluk etmeyin, bir kısmınız (başka) bir kısmın gıybetini yapmasın; sizden biriniz, ölü kardeşinizin etini yemeyi sever mi; işte ondan tiksindiniz. Allah’tan sakının, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir. (*12)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ ۖ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا ۚ أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ ﴿١٢﴾
Ey insanlar, şüphesiz Biz, bir erkek ve kadından sizi yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi halklar ve kabileler yaptık; (*13) şüphesiz Allah yanında en üstün olanınız, takvalı olanınızdır; şüphesiz Allah Bilen’dir, Haberdar’dır. (**13)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَىٰ وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا ۚ إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ ﴿١٣﴾
Bedevi Araplar dediler ki: ‘İman ettik’ de ki: ‘İman etmediniz velakin ‘teslim olduk’ deyin; iman kalplerinize girmedi, şayet Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederseniz, amellerinizden hiçbir şey eksiltilmez; şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’
۞ قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا ۖ قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَـٰكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ ۖ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٤﴾
Şüphesiz Mü’minler, Allah’a ve Rasulü’ne iman eden, sonra şüphe etmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerdir. İşte sadıklar onlardır. (*15)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ أُولَـٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿١٥﴾
De ki: ‘Allah’a dininizi mi öğreteceksiniz; (*16) Allah, göklerde olanları ve yerde olanları bilir; Allah, her şeyi Bilen’dir.’ (**16) (*16-18)
قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿١٦﴾
Teslim oldular diye sana minnet ediyorlar; de ki: ‘İslâm olmanızı bana minnet etmeyin; bilakis sizi imana hidayet etti diye Allah, size iyilikte bulunmuştur; şayet sadıklardan iseniz.’
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا ۖ قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم ۖ بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٧﴾
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir ve Allah, yapmış olduğunuz şeyleri Gören’dir. (*18)
إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi