Sure Hakkında
İsrâ Süresi
الْاِسْرَاۤءِ
İsrâ Süresi
الْاِسْرَاۤءِ
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Mekke’de, nazil olmuştur. 111 ayettir. 26, 32-33, 57, 73-80. ayetler Medine’de nazil olmuştur. İsmini, ilk ayette geçen, Rasulullah (as)’ın Miraç hadisesini gerçekleştirdiğini ifade eden İsra (Gece yürüyüşü) ifadesinden alır. Mushaf tertibine göre 17. nüzul sırasına göre 50. suredir.
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
﴿١﴾
Musa’ya Kitab’ı verdik ve onu, İsrailoğulları için bir hidayet kıldık, benden başka vekil edinmeyin! (*2)
وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلَّا تَتَّخِذُوا مِن دُونِي وَكِيلًا
﴿٢﴾
Nuh ile beraber taşıdığımız kimselerin zürriyeti, gerçekten o, çok şükreden bir kul idi!
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا
﴿٣﴾
İsrailoğullarına Kitapta hüküm verdik ki, doğrusu siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracak ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz!
وَقَضَيْنَا إِلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا
﴿٤﴾
Artık vadedilen o ikisinden ilkinin zamanı geldiğinde, bizim kullarımızdan yiğit, çok güçlü, kuvvetli olanları üzerinize gönderdik; böylece meskenlerin aralarını araştırdılar. (Bu), yerine getirilmiş bir vaat idi! (*5-7)
فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ أُولَاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَّنَا أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ ۚ وَكَانَ وَعْدًا مَّفْعُولًا
﴿٥﴾
Sonra size, onlara karşı (eski gücünüzü) iade ettik, mallarla, oğullarla sizi destekledik ve topluluğunuzu daha çok kıldık.
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَأَمْدَدْنَاكُم بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا
﴿٦﴾
Şayet iyilik ederseniz, kendinize iyilik edersiniz ve şayet kötülük ederseniz artık o, onun için (aleyhinizedir.) Artık sonraki vaat geldiğinde, onlar yüzlerinizi kötü etsinler, ilk defa girdikleri gibi Mescid’e girsinler ve her şeyi kaldırıp yok ettikçe yok etsinler.
إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ ۖ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا ۚ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيرًا
﴿٧﴾
Belki Rabb’iniz, gerçekten size merhamet eder ve eğer dönerseniz, Biz de döneriz; cehennemi kâfirler için kuşatıcı kıldık!
عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَن يَرْحَمَكُمْ ۚ وَإِنْ عُدتُّمْ عُدْنَا ۘ وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ حَصِيرًا
﴿٨﴾
إِنَّ هَـٰذَا الْقُرْآنَ يَهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا
﴿٩﴾
Ve şüphesiz ahirete iman etmeyenler, onlar için acıklı bir azap hazırlamışız! (*10)
وَأَنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
﴿١٠﴾
وَيَدْعُ الْإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ ۖ وَكَانَ الْإِنسَانُ عَجُولًا
﴿١١﴾
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ ۖ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِّتَبْتَغُوا فَضْلًا مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلًا
﴿١٢﴾
Her insana gerekli olanı onun boynuna astık, kıyamet günü onun, açılmış bulacağı bir kitap çıkarırız. (*13-14)
وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ ۖ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا
﴿١٣﴾
‘Oku kitabını, bugün sana hesap olarak nefsin yeter!’ (*14)
اقْرَأْ كِتَابَكَ كَفَىٰ بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
﴿١٤﴾
مَّنِ اهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا ۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۗ وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّىٰ نَبْعَثَ رَسُولًا
﴿١٥﴾
وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا
﴿١٦﴾
Nuh’tan sonra nice kuşakları helak ettik; o kullarının günahlarını haber alan, gören olarak Rabb’in yeter!
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِن بَعْدِ نُوحٍ ۗ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
﴿١٧﴾
مَّن كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاءُ لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلَاهَا مَذْمُومًا مَّدْحُورًا
﴿١٨﴾
وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَىٰ لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَـٰئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا
﴿١٩﴾
Hepsine, onlara da bunlara da Rabb’inin ihsanından yayarız; Rabb’inin ihsanı yasaklanmış değildir.
كُلًّا نُّمِدُّ هَـٰؤُلَاءِ وَهَـٰؤُلَاءِ مِنْ عَطَاءِ رَبِّكَ ۚ وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا
﴿٢٠﴾
انظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ وَلَلْآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلًا
﴿٢١﴾
Allah ile beraber başka ilah edinme, sonra kınanmış, yüzüstü bırakılırsın. (*22)
لَّا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَّخْذُولًا
﴿٢٢﴾
۞ وَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا ۚ إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَا أُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا
﴿٢٣﴾
İkisine merhametinden tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Ey Rabb’im, beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de ikisine merhamet et.’ (*24)
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا
﴿٢٤﴾
رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ ۚ إِن تَكُونُوا صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلْأَوَّابِينَ غَفُورًا
﴿٢٥﴾
Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver, israf edip savurma! (*26-27)
وَآتِ ذَا الْقُرْبَىٰ حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا
﴿٢٦﴾
Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabb’ine karşı çok nankördür!
إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ ۖ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا
﴿٢٧﴾
Onlardan yüzçevirme, Rabb’inden umduğun bir rahmet istediğinde, o durumda onlara yumuşak söz söyle.
وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِّن رَّبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُل لَّهُمْ قَوْلًا مَّيْسُورًا
﴿٢٨﴾
Elini boynuna bağlanmış yapma ve tamamen onu açma; sonra kınanır, hasret içinde oturursun. (*29)
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا
﴿٢٩﴾
Doğrusu Rabb’in, dileyen kimse için rızkı açar ve takdir eder; şüphesiz O, kullarından haberdar olan, görendir. (*30)
إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
﴿٣٠﴾
وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ ۚ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا
﴿٣١﴾
Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, çok çirkin ve kötü bir yoldur!
وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَىٰ ۖ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا
﴿٣٢﴾
Bir nefsi öldürmeyin; ki Allah, haklı bir sebep dışında haram kılmıştır ve kim, mazlum olarak öldürülürse, artık elbette onun velisini yetkili kıldık, ancak o da öldürmede aşırı gitmesin, zira ona yardım olunmuştur. (*33)
وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ ۗ وَمَن قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِف فِّي الْقَتْلِ ۖ إِنَّهُ كَانَ مَنصُورًا
﴿٣٣﴾
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّىٰ يَبْلُغَ أَشُدَّهُ ۚ وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ ۖ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْئُولًا
﴿٣٤﴾
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın; bu, daha hayırlıdır ve tevili daha güzeldir. (*35)
وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
﴿٣٥﴾
Kendisi hakkında senin ilmin olmayan şeyin ardına düşme, şüphesiz kulak, göz ve gönül işte onların hepsi ondan mesul olur. (*36)
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۚ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَـٰئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولًا
﴿٣٦﴾
Yeryüzünde şımararak yürüme; zira sen, yeri yaramazsın, boyca da dağlara ulaşamazsın! (*37)
وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا ۖ إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الْأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا
﴿٣٧﴾
Bütün bunlar, Rabb’inin yanında kötü, mekruh olandır.
كُلُّ ذَٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِندَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا
﴿٣٨﴾
ذَٰلِكَ مِمَّا أَوْحَىٰ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ ۗ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَـٰهًا آخَرَ فَتُلْقَىٰ فِي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَّدْحُورًا
﴿٣٩﴾
أَفَأَصْفَاكُمْ رَبُّكُم بِالْبَنِينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلَائِكَةِ إِنَاثًا ۚ إِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظِيمًا
﴿٤٠﴾
Andolsun bu Kur’an’ı, öğüt almaları için gönderdik ve (bu) onların kaçışlarından başkasını artırmıyor. (*41)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَـٰذَا الْقُرْآنِ لِيَذَّكَّرُوا وَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا نُفُورًا
﴿٤١﴾
De ki: ‘Şayet dedikleri gibi O’nunla beraber ilahlar olsaydı, o zaman Arşın sahibine mutlaka bir yol peşinde olurlardı.’
قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُ آلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لَّابْتَغَوْا إِلَىٰ ذِي الْعَرْشِ سَبِيلًا
﴿٤٢﴾
O, münezzeh ve yücedir; onların dediklerinden çok yücedir, çok büyüktür.
سُبْحَانَهُ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًا
﴿٤٣﴾
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلَـٰكِن لَّا تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ ۗ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
﴿٤٤﴾
Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete iman etmeyen kimseler arasına örtülmüş bir perde koyarız. (*45)
وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا
﴿٤٥﴾
Onların kalpleri üzerine, gerçekten onu anlamalarını engelleyen bir örtü ve kulaklarına bir ağırlık koyarız. Kur’an’da, Rabb’ini tek olarak andığın zaman sırtları üzerine dönüp kaçarlar. (*46)
وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلَىٰ أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا
﴿٤٦﴾
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِهِ إِذْ يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ وَإِذْ هُمْ نَجْوَىٰ إِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا
﴿٤٧﴾
Bak, nasıl senin için misaller anlattılar, böylece dalalete düştüler, artık itaat etmeye yol bulamazlar.
انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا
﴿٤٨﴾
Ve dediler ki: ‘Biz, kemikler haline geldiğimiz zaman mı ve ufalandığımızda biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’ (*49)
وَقَالُوا أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا
﴿٤٩﴾
De ki: ‘Taş yahut demir olun ya da göğsünüzde büyüyen bir mahlûk.’ Bunun üzerine diyecekler ki: ‘Kim bizi döndürecek?’ De ki: ‘İlk defa sizi yaratan kimse’ Hemen sana başlarını sallayacaklar ve diyecekler ki: ‘O ne zaman?’ De ki: ‘Belki gerçekten çok yakında olabilir.’
۞ قُلْ كُونُوا حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا
﴿٥٠﴾
De ki: ‘Taş yahut demir olun ya da göğsünüzde büyüyen bir mahlûk.’ Bunun üzerine diyecekler ki: ‘Kim bizi döndürecek?’ De ki: ‘İlk defa sizi yaratan kimse’ Hemen sana başlarını sallayacaklar ve diyecekler ki: ‘O ne zaman?’ De ki: ‘Belki gerçekten çok yakında olabilir.’
أَوْ خَلْقًا مِّمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْ ۚ فَسَيَقُولُونَ مَن يُعِيدُنَا ۖ قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُءُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هُوَ ۖ قُلْ عَسَىٰ أَن يَكُونَ قَرِيبًا
﴿٥١﴾
O gün sizi çağıracak, hemen O’na hamd ederek icabet edeceksiniz ve gerçekten (diriltilmeden önce) ancak biraz kaldığınızı zannedersiniz. (*52)
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا
﴿٥٢﴾
وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُوا الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ ۚ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ ۚ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوًّا مُّبِينًا
﴿٥٣﴾
Rabb’iniz sizi en iyi bilendir; şayet dilerse size merhamet eder yahut dilerse size azap eder; seni onlar üzerine vekil göndermedik. (*54)
رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ ۖ إِن يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِن يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ ۚ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا
﴿٥٤﴾
وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِمَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّينَ عَلَىٰ بَعْضٍ ۖ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
﴿٥٥﴾
De ki: ‘O’ndan başka ileri sürdüğünüz kimseleri çağırın, fakat sizden sıkıntıyı kaldırmaya ve gidermeye malik değildirler.’
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا
﴿٥٦﴾
İşte çağırdıkları kimseler, onlardan hangisi yakınsa, Rab’lerine bir vesile (arama) peşindedir ve O’nun rahmetini umarlar, O’nun azabından korkarlar; doğrusu Rabb’inin azabı kaygı vericidir. (*57)
أُولَـٰئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَىٰ رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ ۚ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا
﴿٥٧﴾
Şüphesiz şehirleri, Biz ancak Kıyamet gününden önce helak ederiz yahut şiddetli bir azap ile ona azap ederiz; bu, Kitapta yazılmış bulunuyor.
وَإِن مِّن قَرْيَةٍ إِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِ أَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَدِيدًا ۚ كَانَ ذَٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
﴿٥٨﴾
وَمَا مَنَعَنَا أَن نُّرْسِلَ بِالْآيَاتِ إِلَّا أَن كَذَّبَ بِهَا الْأَوَّلُونَ ۚ وَآتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَا ۚ وَمَا نُرْسِلُ بِالْآيَاتِ إِلَّا تَخْوِيفًا
﴿٥٩﴾
وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ ۚ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلَّا فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْآنِ ۚ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا طُغْيَانًا كَبِيرًا
﴿٦٠﴾
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا
﴿٦١﴾
Dedi ki: ‘Gördün mü bu benden değerli kıldığın kimseyi, andolsun gerçekten beni Kıyamet gününe kadar ertelersen, az bir kısmı müstesna, onun zürriyetini mutlaka kazanacağım.’
قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَـٰذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ إِلَّا قَلِيلًا
﴿٦٢﴾
(Allah) dedi ki: ‘Git artık onlardan kim sana tâbi olursa, bu yüzden gerçekten cehennem sizin cezanızdır ki, tam bir karşılık!’
قَالَ اذْهَبْ فَمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاؤُكُمْ جَزَاءً مَّوْفُورًا
﴿٦٣﴾
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُم بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِم بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ وَعِدْهُمْ ۚ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا
﴿٦٤﴾
Şüphesiz Benim kullarım ki, senin onların üzerinde bir gücün yoktur; Rabb’in, vekil olarak yeter. (*65)
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ ۚ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ وَكِيلًا
﴿٦٥﴾
Rabb’iniz O'dur ki, lütfundan aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür; gerçekten O, size çok merhamet edendir. (*66)
رَّبُّكُمُ الَّذِي يُزْجِي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
﴿٦٦﴾
Size denizde bir sıkıntı dokunduğu zaman, O´ndan başka çağırdıklarınız kaybolur; fakat ne zamanki sizi kurtarıp karaya ulaşınca yüz çevirirsiniz; insan çok nankördür. (*67)
وَإِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلَّا إِيَّاهُ ۖ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ كَفُورًا
﴿٦٧﴾
Gerçekten emin misiniz kara tarafında sizi batırmayacağından yahut bir kasırgayı üzerinize göndermeyeceğinden; sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. (*67-68)
أَفَأَمِنتُمْ أَن يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ أَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَكِيلًا
﴿٦٨﴾
Yahut gerçekten emin misiniz sonunda bir daha oraya sizi döndürüp sonra hemen üzerinize, kırıp geçiren bir fırtınayı gönderip nankörlüğünüzden dolayı böylece sizi boğmayacağından, sonra bize karşı kendinize, onu takip edeceğiniz birini bulamazsınız.
أَمْ أَمِنتُمْ أَن يُعِيدَكُمْ فِيهِ تَارَةً أُخْرَىٰ فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفًا مِّنَ الرِّيحِ فَيُغْرِقَكُم بِمَا كَفَرْتُمْ ۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِهِ تَبِيعًا
﴿٦٩﴾
Andolsun Âdemoğullarına ikram ettik, karada ve denizde onları taşıdık ve temizinden onları rızıklandırdık ve yarattığımız şeylerin birçoğu üzerinde onları üstün kıldık. (*70)
۞ وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا
﴿٧٠﴾
Her grubu, imamlarıyla çağırdığımız gün, artık kimlere, o kitapları sağından verilirse işte onlar, kitaplarını okurlar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler. (*71)
يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُولَـٰئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا
﴿٧١﴾
Ve burada âmâ olan kimse, işte o, ahirette de âmâdır ve yolca da sapıktır. (*72)
وَمَن كَانَ فِي هَـٰذِهِ أَعْمَىٰ فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمَىٰ وَأَضَلُّ سَبِيلًا
﴿٧٢﴾
وَإِن كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ ۖ وَإِذًا لَّاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا
﴿٧٣﴾
Şayet gerçekten seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun neredeyse onlara biraz güvenecektin.
وَلَوْلَا أَن ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدتَّ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئًا قَلِيلًا
﴿٧٤﴾
O zaman sana hayatın iki kat ve ölümün iki katını tattırırdık, sonra bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.
إِذًا لَّأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا
﴿٧٥﴾
Doğrusu neredeyse seni o yerde tedirgin edip oradan seni çıkaracaklardı; o zaman senden sonra çok az dışında kalamazlar. (*76)
وَإِن كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَّا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا
﴿٧٦﴾
Rasullerimizden senden önce gönderdiğimiz kimselerin sünnetidir; Bizim sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın. (*77)
سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا ۖ وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا
﴿٧٧﴾
Güneşin batmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve fecrin okumasını ki, şüphesiz fecrin okuması şahit olunandır. (*78)
أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَىٰ غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ ۖ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
﴿٧٨﴾
Ve gecenin bir kısmını, onu böylece ibadetle geçir, senin için fazladan olarak, ta ki Rabb'in seni övülmüş bir makama ulaştırsın. (*79)
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَىٰ أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
﴿٧٩﴾
Dedi ki: ‘Rabb’im, beni doğru bir girişle girdir ve beni doğru bir çıkışla çıkar, bana katından yardımcı bir güç ver.’ (*80)
وَقُل رَّبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَل لِّي مِن لَّدُنكَ سُلْطَانًا نَّصِيرًا
﴿٨٠﴾
Ve de ki: ‘Hak geldi ve bâtıl yok oldu; şüphesiz batıl yok olacaktır.’ (*81)
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ ۚ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
﴿٨١﴾
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ ۙ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا
﴿٨٢﴾
İnsana nimet verdiğimiz zaman yüzçevirir, yanını döner; bir şer dokunduğu zaman da ümitsiz olur. (*83)
وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَىٰ بِجَانِبِهِ ۖ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَئُوسًا
﴿٨٣﴾
De ki: ‘Herkes kendi yöntemine göre hareket eder; fakat Rabb’iniz, kimin o doğru yolda olduğunu daha iyi bilendir.’ (*84)
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَىٰ شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَىٰ سَبِيلًا
﴿٨٤﴾
Sana ruhu soruyorlar; de ki: ‘Ruh, Rabb’imin emrindedir, size ilimden pek az dışında verilmemiştir.’ (*85)
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ ۖ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا
﴿٨٥﴾
Andolsun şayet dilersek sana vahyettiğimiz şeyleri elbette gideririz, sonra onun için bize karşı bir vekil bulamazdın. (*86)
وَلَئِن شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِهِ عَلَيْنَا وَكِيلًا
﴿٨٦﴾
Ancak Rabb’inden bir rahmettir; şüphesiz O’nun sana olan lütfu büyüktür.
إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ إِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا
﴿٨٧﴾
De ki: ‘Andolsun şayet insan ve cin, bu Kur’an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine arka çıkmış olsalar, onun benzerini getiremezler.’ (*88)
قُل لَّئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَىٰ أَن يَأْتُوا بِمِثْلِ هَـٰذَا الْقُرْآنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا
﴿٨٨﴾
Andolsun bu Kur’an’da insanlar için her misali etraflıca anlattık, fakat insanların çoğu inkârdan başkasını kabul etmediler. (*89-94)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـٰذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَىٰ أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا
﴿٨٩﴾
وَقَالُوا لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنبُوعًا
﴿٩٠﴾
‘Yahut senin hurmalardan ve üzümlerden bir bahçen olmalı, onun arasında ırmaklar fışkırtmalısın.’
أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجِيرًا
﴿٩١﴾
‘Yahut iddia ettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.’ (*92)
أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ قَبِيلًا
﴿٩٢﴾
‘Yahut altından bir evin olmalı ya da göğe yükselmelisin ve okuyacağımız bir kitabı üzerimize indirinceye kadar göğe çıkmana da iman etmeyiz.’ De ki: ‘Rabb’imi tenzih ederim, ben ancak beşer bir Rasul değil miyim?’ (*93)
أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَىٰ فِي السَّمَاءِ وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّىٰ تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَّقْرَؤُهُ ۗ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إِلَّا بَشَرًا رَّسُولًا
﴿٩٣﴾
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ إِلَّا أَن قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَّسُولًا
﴿٩٤﴾
De ki: ‘Şayet yeryüzünde huzur içinde yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir meleği Rasul indirirdik.’
قُل لَّوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَّسُولًا
﴿٩٥﴾
De ki: ‘Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; şüphesiz O, kullarından haberdar olan, görendir.’ (*96)
قُلْ كَفَىٰ بِاللَّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
﴿٩٦﴾
Kime Allah hidayet ederse işte o, hidayete erendir ve kimi dalalette bırakırsa, artık onlar için O’ndan başka veliler bulamazsın. Kıyamet günü onların yüzleri üzeri körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz, varacakları yer cehennemdir; ne zaman sönerse, ateşin alevini onlara artırırız. (*97)
وَمَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُمْ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِهِ ۖ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا ۖ مَّأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۖ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعِيرًا
﴿٩٧﴾
Bu, onların cezasıdır; şüphesiz onlar, ayetlerimizi inkâr ettiler ve dediler ki: ‘Kemikler haline geldiğimiz ve ufalandığımız zaman biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’
ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُم بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا وَقَالُوا أَإِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا
﴿٩٨﴾
۞ أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ قَادِرٌ عَلَىٰ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ أَجَلًا لَّا رَيْبَ فِيهِ فَأَبَى الظَّالِمُونَ إِلَّا كُفُورًا
﴿٩٩﴾
De ki: ‘Şayet Rabb’imin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, infak etmekten korkar tutardınız; gerçekten insan çok cimridir.’ (*100)
قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَائِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْإِنفَاقِ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ قَتُورًا
﴿١٠٠﴾
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَىٰ تِسْعَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ ۖ فَاسْأَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ إِذْ جَاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَىٰ مَسْحُورًا
﴿١٠١﴾
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَـٰؤُلَاءِ إِلَّا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ بَصَائِرَ وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا
﴿١٠٢﴾
Nihayet o yerden onları gerçekten atmak istedi, bu yüzden onu ve onunla beraber olan kimseleri toptan boğduk. (*103)
فَأَرَادَ أَن يَسْتَفِزَّهُم مِّنَ الْأَرْضِ فَأَغْرَقْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ جَمِيعًا
﴿١٠٣﴾
Onun ardından İsrailoğullarına dedik ki: ‘O yerde oturun, artık vadedilen ahiret geldiği zaman sizi toplu halde getireceğiz.’ (*104)
وَقُلْنَا مِن بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُوا الْأَرْضَ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا
﴿١٠٤﴾
Ve Hak ile onu indirdik ve Hak ile indi; seni, müjdeci ve uyarıcı olmaktan başka göndermedik.
وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ ۗ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
﴿١٠٥﴾
Ve insanlara onu okuman için okuma bölümlerine ayırdık, kalıcı olması için onu indirdikçe indirdik. (*106)
وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَىٰ مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلًا
﴿١٠٦﴾
De ki: ‘Ona iman edin yahut iman etmeyin; şüphesiz daha önceden kendilerine ilim verilen kimselere okunduğunda yüzükoyun secdeye kapanırlardı.’ (*107)
قُلْ آمِنُوا بِهِ أَوْ لَا تُؤْمِنُوا ۚ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا
﴿١٠٧﴾
Ve derler ki: ‘Rabb’imiz yücedir, gerçekten Rabb’imizin vaadi gerçekleşmiş oldu.’
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا
﴿١٠٨﴾
وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا ۩
﴿١٠٩﴾
De ki: ‘Allah diye dua edin yahut Rahman diye dua edin, hangisi ile dua ederseniz işte en güzel isimler O’nundur.’ Salatında yüksek sesli olma ve onu gizleme, bunun arasında bir yol takip et. (*110)
قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَـٰنَ ۖ أَيًّا مَّا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا
﴿١١٠﴾
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلِّ ۖ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
﴿١١١﴾
Dipnotlar:
Yer işaretiniz eklendi