Kategori: Videolar

Bu kategori videoları içermektedir

Temmuz 9, 2021 0

Yasin suresi 20-50. Tefsiri / Ramzan Yılmaz

Yazar: Ramazan Yılmaz

Cumartesi günü işlenecek (inşaAllah) dersin özet konusu: Yasin suresi 20-50. ayetler.
Konu başlığı: “Tevhidi esaslara davet karşılığında hiçbir ücret alınmaz.”
Müfessir: Ramazan Yılmaz Hoca

#Yasinsuresi 20-50. #Tefsiri #RamzanYılmaz

Temmuz 3, 2021 0

Yasin Suresi (1-19. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Tevhidi hareketin temel esası, kesin bir iman ve teslimiyettir
Bir düşünce ya da hareketin başarılı bir şekilde temsil edilebilmesi ve başarıya ulaşabilmesi, ona ancak gerçekten inanmakla ve güçlü bir desteğe sahip olmakla mümkündür. Tarihsel süreçte büyük başarılara imza atanlar, temsil ettikleri düşünceye öncelikle kendileri inanmışlar, sonra bütün değerlerini ortaya koyarak onun mücadelesini vermişlerdir. Bunların başında hiç kuşkusuzdur ki Risalet önderleri, onların ardından Tevhid erleri gelmektedir.
Şu bir gerçektir ki, temsil ettikleri davaya kendileri inanmayanlara yüce Allah’ın yardım etmesi mümkün değildir. Kendilerine inanmayan, her an kayıp gidecek kimseler, çevrelerine de temsil ettikleri hareketin içerisinde bulunan arkadaşlarına da yüce Allah’a da güven veremezler. Bu nedenle kendilerine bile inanmayan böyle kimseler, hiç kimseye ve hiçbir davaya faydalı olamazlar.
İslâmi harekete katılan insanlara güven vermeyen bu kimselerin durumu, tıpkı bir sporcunun durumuna benzer. Bu sporcuyu ne antrenörü ona güvenip yarışmalara sokar, ne de insanlar ona güvenip destek olurlar. Böyleleri, daha yarışmaya katılmadan kaybetmişlerdir.
İman ettikleri iddiasında bulundukları davaya gönülden teslim olup onun uğrunda dünyevi tüm değerlerini ortaya koymayanlar, dava arkadaşlarına güven veremez, davaya da çok büyük zarar verirler. Nitekim tarihi süreçte, bunun birçok örnekleri görülmüştür.
Kur’an, Risalet önderlerinin öncelikle kendi kuşkularını giderdikten, gereğince iman ettikten sonra Tevhidi esasları insanlara ulaştırdıklarının örneklerini vermektedir. Kur’an, Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve Hz. Muhammed (as)’ın, Tevhidi esasları insanlara ulaştırmaya başlamadan önce kendilerindeki kuşkuları giderdiklerinin örneklerini verir.
Hz. İbrahim (as) yıldızları, Ay’ı ve güneşi gözlemlemiş, yüce Allah’tan başkasına yönelmenin şirk olduğunu anlamış, ancak bu araştırmalarında gerçekleri düşünüp akletmesine rağmen mutmain olamamış, mutmain olmak için yüce Allah’tan başka deliller istemiş ve mutmain olduktan sonra kavmine Tevhidi esasları duyurmuştur.
“Bir zaman İbrahim: ‘Rabb’im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!’ demişti. (Rabb’i) dedi ki: ‘İnanmadın mı?’ Dedi ki: ‘Bilakis (inandım) velakin kalbimin mutmain olması için.’ (Rabb’i) dedi ki: ‘O halde kuşlardan dördünü tut, sonra onları kendince tasvir et, sonra her dağın üzerine onlardan bir kısmını koy, sonra onları çağır; koşarak sana gelecekler, bil ki şüphesiz Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.” (Bakara, 260)
Hz. Musa (as), Rasul olarak Fir’avn’e gitme konusunda adeta ayak diretmiş, mazeret üstüne mazeretler sıralamış, yüce Allah’ın kesin yardım müjdesini aldıktan sonra bir dakika bile tereddüt etmeden, zalim diktatör Fir’avn’e gidip tebliğini yapmıştır.
Hz. Muhammed (as) da Risalet’le görevlendirildikten sonra büyük bir şok yaşamış, birçok soruşturmadan, kalbinin mutmain olmasından sonra yüce Allah’ın da yardım müjdelemesiyle davetine başlamıştır.
Risalet tarihinde insanları Tevhidi esaslara, yüce Allah’ın birliğine davet eden hemen her Risalet önderi ve Tevhid eri, çok büyük tepkilerle yüzyüze gelmişler, dayanılması güç zorlukları göğüslemişlerdir. Onlar, iman ettikleri Tevhidi esaslara kalplerinin mutmain olması ve kesin teslimiyetleri neticesinde, Rab’lerinin de onlara yardım etmesi ile -bütün zorluklarına rağmen- Tevhidi esasları, içerisinde yaşadıkları toplumlara duyurmuşlardır.
İçerisinde bulundukları durumdan kuşku duyanlar, teori pratik çelişkisi yaşayanlar, temsil ettikleri harekete hiçbir zaman faydalı olamayacakları gibi, daha sonra kendileri de kuşkuları ile beraber yok olup gideceklerdir. Bu nedenle yüce Allah (cc) iman edenlerden, öncelikle kuşkularını gidermelerini istemektedir.
“Şayet sen, sana indirdiğimiz şeyden kuşkuda isen, o halde senden önce Kitabı okuyan kimselere sor; andolsun sana Rabb’inden Hak geldi, o halde şüpheye düşenlerden olma!” (Yunus, 94)
İslâmi Davet Metodu, Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirilmiştir
Yasin suresi, Tevhidi mücadelenin nasıl yapılacağı ile ilgili metodu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hâkim olan Kur’an’a yeminle başlayan sure, Tevhidi mücadelenin temel başvuru kaynağının Kur’an olduğunu, Kur’an’la davet yapanların, dosdoğru yol üzerinde bulunduklarını bildirmektedir.
Sure, Mü’minlerin Tevhidi hareketlerinde Kur’an’la hareketi esas almalarını, “Zikre tâbi olan kimseyi ve gıyaben Rahman’a (karşı) huşu duyan” kimselerle birliktelik oluşturarak insanlara Tevhidi esasları anlatmalarını, şehir halkına gönderilenleri ve onlara destek olan kimseyi örnek vererek Tevhidi hareket metodunu açıklamaktadır.
Yüce Allah’ın rızasına ve cennete ulaşmak isteyenlerin, mutlak anlamda Kur’an ile hareket ederek Tevhidi esasları insanlara duyurmaları, gaflet içerisindeki insanları uyarmaları gerekir. Yasin suresi, uyarıldıkları halde uyarılara aldırış etmeden zorbalık yaparak küfür ve şirklerinde inat edip inkâr edenlerin acıklı akıbetlerini göstermektedir.

Haziran 26, 2021 0

Ateislâmcılar

Yazar: Ramazan Yılmaz

Ateislâmcılar, İslâm düşmanı kâfir, müşrik, münafık ve fasıklardır
Ateislâmcılar, gerçekten yüce Allah’a, Kur’an’a iman etmedikleri halde çıkarları gereği İslâmî kimi kavramları kullanıp Müslüman görünmeye çalışan kimselerdir. Bunlar, hemen bütün söz ve fiilleri ile İslâm’a aykırı hareket etmektedirler. Bu nedenle yüce Allah (cc), Kur’an’da bunları, kâfirler, müşrikler, münafıklar, fasıklar ve zalimler olarak vasıflandırmaktadır.

Ateistler, Kur’an’a göre yalnızca kâfir ve zalim sıfatlarını alırlarken Ateislâmcılar, kâfir, müşrik, münafık, fasık ve zalim sıfatlarını almaktadırlar. Kur’an’ın, kâfirler olarak vasıflandırdığı müşrik, münafık, fasık ve zalimler, temel itibarı ile küfürlerini gizleyen ateistlerdir.

Gerçek ateistler, malum olduğu üzere yüce Allah’a inanmayan, bu nedenle de yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an’ı kabul etmediklerinden Müslüman olmayan kimselerdir. Bu kimselerin İslâm’a bakışları belli ve inkârları açıktır. Bunlar, küfür ve inkârlarını çok açık bir şekilde ortaya koyar ve savunurlar.

Başlıkta kullandığımız Ateislâmcılar ifadesi, İslâm’a, İslâmî değerlere inanmış görünerek İslâm’a düşman olan, İslâmî değerlere karşı kin ve düşmanlıklarını, İslâm’dan görünerek ortaya koyan, İslâmî kavram ve değerleri karıştıran kimseleri ifade etmektedir.

Ateislâmcılar, yüce Allah’ın, Kendisine iman edilmesi için reddedilmesini emrettiği tağutî sistemin izni ile açılan vakıf ve dernek gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanan, Hakk’ı batılla karıştırıp Tevhidi gerçekleri gizleyen günümüz Samiri soylu bel’amlar, ahlakî değerleri ve İslâmî esasları yozlaştırmaya çalışan televizyon kanalizasyonlarına çıkartılan Hoca kılıklı Tevhid düşmanı Prof. unvanlı cahil kişi ve hocalar, tasavvuf denilen şirk ve küfür yuvalarında insanları Kur’an’dan uzak tutmaya çalışan kara cahil şeyhler, yüce Allah’ın, “Tefrikaya düşmeyin, tefrikaya düşenler, müşriktirler” uyarılarına rağmen mezheplerini, vahdet dini olan İslâm’ın önüne geçirerek İslâmî esasların bir bölümünü alıp bir bölümünü terk eden Sünni ve Şii Mezhepçiler ve tağutî sistemin emniyeti için kurulan Diyanet şebekesinde görevli müftü, vaiz ve namaz memurlarıdır.

Ateislâmcıların önde gelenleri, hiç kuşkusuzdur ki, Samiri soylu bel’amlardır. Bunlar, Kur’anî esaslara, Tevhidi ilkelere karşı düşmanlıklarını, Kur’an’ı savunur bir görüntü sergileyerek Tevhidi esasları gizlerler. Her türlü yalanı kullanarak insanların, Rab’lerine yönelmelerine engel olurlar, insanların şirk ve küfür içerisinde olmalarına neden olurlar.

“Ve vaatler yaparak her yolla ikna etmeye çalışmayın, onunla iman edenleri, Allah yolundan uzaklaştırmayın ve onu, zulmederek eğriltmeyin, hatırlayın ki o zaman az idiniz, nihayet sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların akıbeti nasıl oldu!” (A’raf, 86)

Samiri soylu bel’amlar, tüm kurum ve kuralları ile yüce Allah’a, Kur’anî esaslara ve Müslümanlara düşman olan tağutî demokratik sistemi desteklerler, insanların da tağutî sistemi desteklemelerini ve zaten cahil bıraktıkları insanların, İslâm’dan tamamen uzaklaşmalarını sağlarlar.

“Onlar, (insanları) ondan men ederler ve (kendileri de) ondan uzak dururlar; doğrusu yalnız kendi nefislerini helak ediyorlar, şuurunda değiller!” (En’am, 26)

Ateislâmcı Samiri soylu bel’amlar, yüce Allah’ın ayetlerini kullanarak az bir değere satmak için kitap ve dergi yazıp satarak maddi gelir elde ederler. Böylece yüce Allah’ın lanetlediği kimselerden olurlar.

“Şüphesiz açık delillerden indirdiğimiz şeyleri ve Hidayeti, Biz Kitap’ta insanlara onu açıkça beyan ettikten sonra gizleyen kimseler, işte onlara Allah lanet eder ve lanet edebilenler de onlara lanet eder.” (Bakara, 159)

“Şüphesiz Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şey gizleyen kimseler ve onu az bir değere satanlar, işte onların yedikleri, karınları içindeki ancak ateştir. Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları temizlemez; onlar için acıklı bir azap vardır. İşte onlar, Hidayete karşılık sapıklığı, mağfirete karşılık azap satın alan kimselerdir; artık ateşe karşı ne kadar sabredebilirler.” (Bakara, 174-175)

Haziran 20, 2021 0

Cin Suresi, (6-28. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kur’anî bilgiden ve Tevhidi esaslardan yoksun kimselerin cinlerle ilişkileri

Kur’anî hükümlerden, Tevhidi esaslardan yoksun kimseler, inanç esaslarını Kur’an ve Kur’an’ın en güzel uygulaması olan Sünnetten aramak yerine Hak’tan saptırıcı bel’amların tuzaklarına düşerek sapmışlardır.

Cin ve insan ilişkileri hep var olagelmiştir; insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınmış, onlar vasıtası ile diğer insanlar üzerinde etkili olmaya çalışmışlardır.

6- Şüphesiz insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı, böylece onların sıkıntılarını artırırlardı.

Kur’an’ı gereği gibi okuyup anlamayan, Kur’an’la hayatlarını düzenlemeyenler, bazı sıkıntılarının giderilmesi için cinci denilen kimselere başvurmakta, onlar da yalan ve hile yoluyla bu insanları kandırarak maddi kazanç elde etmektedirler.

Cin ve insanlardan bazılarının, birbirlerinden yararlandıkları, Kıyamet günü kendileri tarafından itiraf edilecek, ancak o gün artık onlar için çok geç olacaktır.

“Ve o gün, onların hepsini diriltecek: ‘Ey cinler topluluğu gerçekten siz, insanlardan çoğunu (dost edinmek) istediniz,’ insanlardan, onların dostları der ki: ‘Rabb’imiz, birbirimizden faydalandık ve bize belirlediğin o ecelimize ulaştık.’ (Rab’leri) der ki ‘Kalacağınız yer ateştir; Allah’ın, dilemesi müstesna, orada ebedi kalacaksınız.’ Şüphesiz Rabb’in Hâkim’dir, Âlim’dir.” (En’am,128)

Yüce Allah’ı bırakıp cin ve insanlara sığınmak, başkalarının istek ve arzularına, kanun ve kurallarına göre hareket etmek insan için basit, geçici bir aldatmadan başka bir şey değildir. Allah’tan başka sığınılanlar, insanların sorunlarına çözüm getirmedikleri gibi sıkıntılarını ve azgınlıklarını daha çok artırarak onları saptırırlar.

Her dönemdeki sapıklıkların asıl nedeni, Tevhid’den şirke, imandan küfre, Hak’tan batıla düşmek, yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an’ı bırakıp başkalarına uymaktır.

Cin ve insanın, birbirleri ile ilişkileri bulunduğunu ifade eden ayetler, medyumları belirttiği gibi aynı zamanda, cin taifesinden gelen İblis’in yardımcılığını yapan bel’amları da belirtmektedir. Bunlar, insanları kandırmak için yalan söylemekte, yüce Allah (cc) hakkında asılsız iddialar ileri sürmektedirler.

7- Ve gerçekten onlar, sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdi ki Allah, kimseyi gerçekten diriltmeyecek.

Cinler içerisinde kâfirler de tıpkı insan ateistler gibi yüce Allah’ı ve yeniden dirilmeyi inkâr etmektedirler. Bu ayette geçen ifade oldukça önemli bir şeyi vurgulamakta, cin ve insanların bir başka ortak yönlerini göstermektedir.

“İnkâr eden kimseler dediler ki: ‘Biz ve babalarımız toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi çıkarılacağız?” (Neml, 67)

Bir şeye inanmak, yalnızca sözden ibaret bir kabul değildir; inanmak iman edilen şey doğrultusunda yaşamaktır. Ahirete ve yeniden dirilmeye iman eden bir kimse, iman ettiği gerçeklere uygun bir yaşantı ortaya koymalıdır ki bu, gerçek bir imandır. Ahiretin inkârı, ona uygun bir hayat sürmemek, hesaba çekileceği gerçeğini düşünmemektir.

Cinler, maddi bir cisme sahip değillerdir

Cinlerin, insanlardan farklı yönleri ise onların, maddi bir cisme sahip olmamaları, çok hızlı hareket etmeleri nedeniyle göklere çıkmaları, kısa bir zaman içerisinde bir yerden başka bir yere gitmeleridir.

8-9- ‘Doğrusu biz, göğe dokunduk, ancak onu kuvvetli muhafızlarla ve şihablarla dolu bulduk ve gerçekten biz, (önceden) onun dinleme yerlerinde otururduk, artık kim dinlerse, şimdi onu gözetleyen bir şihab bulur.’

Mele-i Â’lâ’da, insanlar hakkında konuşulanları dinleyip insan dostlarına söyleyen cinler, bununla kendileriyle ilişkili bulunan kişilerin maddi kazanç elde etmelerini sağlıyorlardı. Kur’an’ın nazil olması ile cinlerin bu kulak hırsızlıklarının önü kesilmiştir.

“Andolsun biz, gökte burçlar yaptık ve bakanlar için onu süsledik ve kovulmuş her şeytandan onu koruduk. Ancak birisi kulak hırsızlığı yaparsa, artık onu ortaya çıkan bir ateş parçası takip eder.” (Hicr, 16-18)

Haziran 12, 2021 0

Cin Suresi, (1-5. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Cin Suresi

Kur’an’ı, akleden, düşünen, önyargısız olan herkes, net olarak anlayabilir
Kişi, -inansın ya da inanmasın- akledip düşünerek, önyargısız bir şekilde Kur’an’ı dinlediği ya da okuduğu zaman onu net olarak anlar. Bu, Kur’an için olduğu gibi her konu ve durum için de böyledir. Bir konu hakkında bilgi sahibi olabilmenin, sağlıklı bir değerlendirme yapabilmenin, konuyu iyi anlayabilmenin yolu, o konuya önyargısız yaklaşmaktan, o konu üzerinde düşünmekten geçer.

Aynı şekilde bir konunun, bir sorunun ya da karmaşık herhangi bir durumun sağlıklı bir çözüme kavuşturulması da ancak o konuya sağlıklı yaklaşılması ve sorunun iyi bilinmesi ile mümkündür. Bu durum, bilim dalları, ideolojiler ve düşünceler için böyle olduğu gibi Tevhidi esaslar ve İslâm için de böyledir.

İnsanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmaları, ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri de ancak birbirleri hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olmaları ve birbirlerine önyargısız yaklaşmaları ile mümkündür. İnsanların sağlıklı bir iletişim ve ilişki kurabilmeleri için de birbirlerini çok iyi dinleyip anlamaları ve tanımaları gerekir.

Yüce Allah (cc) Kur’an’ı, çok açık ve net bir şekilde inzal etmiş, akleden herkesin anlayabileceğini bildirmiştir.

“Andolsun öğüt için Kur’an’ı kolaylaştırdık, şimdi öğüt alacak var mı!” (Kamer, 17)

“İşte gerçekten Biz onu, senin diline kolaylaştırdık, ta ki onlar düşünsünler.” (Duhan, 58)

Kur’an, öğüt alınması için Rasulullah (as)’ın dilinde kolaylaştırılmıştır. Kur’an’ı anlamak isteyenler, onun üzerinde düşünecek, Rasul’ün örnekliğinden hareket ederek vahyi yaşayacaklardır.

Bir konunun aslına uygun bir şekilde öğrenilmesi, ancak o konunun dayandığı temel kaynakları iyi bilmekten geçer. Kur’an’ın uygulamada temel kaynağı da Rasulullah (as)’ın örnekliğidir.

Yüce Allah’ın, şanına layık bir şekilde tanınması, yegâne tek İlah olduğunun bilinmesi, Ulûhiyet, Rububiyet ve Melikliğin yalnızca O’na ait olduğunun tasdik edilmesi ancak Kur’an’ın çok iyi bilinmesi ile mümkündür. Yüce Allah (cc), Kendisinin hakkıyla tanınmasının ancak indirdiği Kitapların gereği gibi bilinmesi ile mümkün olacağını bildirmiştir.

“Allah’ın gücünü gerçek olarak takdir edemediler, zira dediler ki: ‘Allah beşere bir şey indirmedi.’ De ki: ‘Musa’nın, kendisini getirdiği o Kitabı kim indirdi ki, insanlar için nur ve hidayettir. Siz onu yazılı kâğıtlar yapıp gösteriyorsunuz ve çoğunu da gizliyorsunuz; sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah!’ Sonra bırak onları daldıkları oyunlar içerisinde!” (En’am, 91)

Yüce Allah’ı hakkıyla tanımak ancak Kur’an’ın gereğince okunup anlaşılması ve Kâinat ayetleri üzerinde düşünülmesi ile mümkündür.

İnsanların, yüce Allah (cc) ve gönderdiği din hakkındaki bilgileri, şayet bu dinin temel kaynağı Kur’an’dan alınmamışsa tümüyle yanlıştır. Bu yanlış bilgilere sahip olanlar, yüce Allah (cc) ve O’nun dini konusunda da yanlışlara düşerler, Rab’lerine karşı görev ve sorumluluklarında ifrat ve tefrite kaçarlar. Bunun sonucunda insanlar, yapıp söyleyecekleri her konuda Rab’lerini razı etmek yerine O’nun gazabını kazanırlar.

Günümüzde, İslâm adına ortaya konulan din anlayışı, vahye dayanmadığı, Kur’anî hükümlere uygun olmadığı için insanlar, kendi yanlarından çıkardıkları kuralları din edinmişler, onunla Rab’lerini razı edebileceklerini zannetmektedirler. Onların bu hevaî anlayış ve kabulleri, onları ve onlara uyanları da helake sürüklemektedir.

İslâm düşmanları ve onların paralelinde hareket eden Samiri soylu bel’amlar, Kur’an’ın anlaşılmaması için bütün gayretleri ile Kur’anî temel kavramların anlamlarını değiştirmekte, Hakk’ı batılla karıştırıp gerçekleri gizlemektedirler. Bunun sonucunda insanlar, vahyin bildirdiği gerçeklerden habersiz bir şekilde önlerine konulan İslâm dışı bilgileri, İslâm zannederek ona inanıp onunla amel etmektedirler.

Yüce Allah (cc) Kur’an’ı, anlaşılması için kolaylaştırdığını bildirmiş, bu kolay Kitabın anlaşılması için kullarına ne yapacakları ile ilgili yol göstermiştir.

“Şayet sen, sana indirdiğimiz şeyden kuşkuda isen, o halde senden önce Kitabı okuyan kimselere sor; andolsun sana Rabb’inden Hak geldi, o halde şüpheye düşenlerden olma!” (Yunus, 94)

Haziran 5, 2021 0

Kur’an’da, Tevhidi Mücadele Metodu

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kur’an’da, Tevhidi Mücadele Metodu
Yüce Allah (cc), Tevhidi esasları, rasulleri vasıtasıyla bildirirken ilahi mesajı yüklenen rasullerin sorumluluklarını, nasıl hareket edeceklerini, vahyi insanlara nasıl ulaştıracaklarını, insanların neye nasıl davet edileceklerini de bildirmiştir. Yüce Allah (cc), dinini net ve açık bir şekilde insanlara bildirdiği gibi, bunun uygulama metodunu da beraberinde bildirmiştir.
İslâm, mesaj olarak olduğu kadar metot olarak da eksiksiz ve mükemmeldir. Bu nedenle İslâm’ın, topluma ulaştırılmasında başka metotlara ihtiyacı yoktur. İslâmi daveti üstlenen Müslümanlar, Rab’lerinin belirlediği esaslardan hareket etmekle mükelleftirler.
İslâm, insanların hayatını düzenleyen en mükemmel sistemdir, beşerî sistemlerin metotlarına ihtiyaç duymayacak kadar yeterli ve kendine özgü bir metoda sahiptir. Bu ilahi nizama iman edenler, İslâmi esasları, Tevhidi ilkeleri, Rab’lerinden bildirildiği şekliyle kabul edip belirlenen esaslara bağlı kalarak insanlara ulaştırmalıdırlar.
İslâm’ı kabul etmek, onun bildirdiği tüm kuralları aynen almakla, Müslüman olmak da Kur’anî esaslara teslim olmakla mümkündür. Bunun dışındaki en küçük bir sapma, insanı inandığını iddia ettiği dinin dışına atar.
Kur’an’da müşrik, münafık, fasık, mürtet ve zalimler gibi sıfatlarla anılanlar, İslâm’ı din olarak kabul ettiklerini iddia etmelerine rağmen İslâm’ın belirlediği kurallara gereğince tâbi olmayan, Tevhidi esasları ve topluma ulaştırma metodunu kendilerine göre değiştirip çarpıtan kimselerdir.
Her din, her ideoloji ve sistem, kendine özgü bir metoda sahiptir. Bir din, ideoloji ve sistemi başarıya ulaştıran asıl unsur, kendi belirlediği metotlarla insanlara ulaştırılmasıdır. Kendine özgü bir metodu bulunmayan ya da kendi metodu ile ortaya konulmayan bir din ve ideolojinin başarıya ulaşması, insanlar tarafından kabul görmesi, hayata hâkim olması hiçbir şekilde mümkün değildir. Bir din ya da sistemin başarıya ulaşabilmesi ancak kendine özgü metodu ile ortaya konulması halinde mümkün olabilir.
Gösterdiği hedefle o hedefe ulaşma metodu ayrı olan bir din ya da ideolojinin ömrünün çok kısa sürdüğü, yıkılıp yerle bir olduğu, adının tarih sayfalarında bir hatıra olarak kaldığı tarihi belgelerde ve Kur’an’da ortaya konulmakta, günümüzde örnekleri çokça gör¬ülmektedir.
Tevhidi Mücadele Metodu İlahidir
Yüce Allah (cc), gönderdiği dinin korunmasına hassasiyet gösterdiği gibi, bu dinin insanlara ulaştırılması konusunda da hassasiyet göstermiş, bu konuda rasullerini uyarmış, onlardan, belirttiği hususlara uygun hareket etmelerini istemiş, en küçük bir sapma gösteren rasullerini şiddetle uyarmıştır.
Rasullerin tümü, taşıdıkları ilahi mesajı, Rab’lerinin bildirdiği esaslara uygun insanlara duyurmuşlar, bundan zerre kadar şaşmamışlardır. Bildirilen esaslardan zerre kadar ayrılan ya da bazı hususlarda tereddüt eden rasuller, uyarılmışlardır. Hz. Yunus (as) ve Hz. Muhammed (as) bunlara birer örnektirler.
Hz. Yunus (as), daveti götürdüğü toplumun, kendisini dinlememeleri üzerine onlara kızarak davet yapmayı bırakmış, başka bir yere gitmeye çalışmıştır. Ancak yüce Allah (cc), kendisinden böyle bir talepte bulunulmadığı için onu, kimi sıkıntılara duçar kılmış, hatasını anlaması üzerine tevbe etmiş, Rabb’i de onu bağışlamıştır.

Mayıs 29, 2021 0

A’raf Suresi (159-206. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Mü’minler, Hakk’ı ortaya koymaktan sorumludurlar
Tevhidi davet, yalnızca Rasullere mahsus değil, iman eden her bireyin üzerine, tıpkı bireysel ibadetler gibi farzdır. Hz. Musa (as)’ın kavminden bir topluluk bu gerçeğin bilincinde olarak davet yapıyor, insanları Hak ile irşad ediyorlardı.
159- Musa kavminden bir topluluk, Hak ile Hidayete iletiyor ve onunla adalet yapıyorlardı.
Her dönemde, rasullerin yolunda giden Tevhid erleri davetçiler olmuştur. İsrailoğullarının, isyankâr ve nankör oluşlarına karşılık, onların içerisinde yüce Allah’a gereği gibi iman eden, Hz. Musa (as)’a tabi olup onun yolunda gidenler de bulunmaktaydı. Onlar, insanları uyarıp Hakk’a götürmekte, Hak ile hükmederek adalet yapmaktaydılar.
“Sizden, bir ümmet/topluluk olsun, hayra çağırsın, iyiliği emretsin ve kötülükten men etsin; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 104)
Mü’minler, aralarında birlik oluşturarak Tevhidi esasları ortaya koymalı, insanları yüce Allah’ı Bir’lemeye davet etmelidirler. Bireysel hareketin, Kur’an’da yeri yoktur, Mü’minler, her halükârda cemaatleşmelidirler ki, ancak böyle kurtuluşa ulaşabilirler.
İman edenler, Rab’lerinin belirlediği esaslar doğrultusunda hareket ederek insanları Hakk’a ulaştıracak daveti ortaya koymalıdırlar. Bu sorumluluk hiçbir gerekçe ile ertelenemez, savsaklanamaz, can, mal, rızık ya da başka korkular, bu kutsal görevin yerine getirilmesine engel teşkil etmemelidir.
Rızkı veren yalnızca yüce Allah’tır; O, İsrailoğullarını, nasıl ki diktatör Fir’avn’dan kurtarmış, yoktan var ederek onları rızıklandırmış ise davetçileri de rızıklandıracaktır.
160- Biz onları, topluluk olarak oniki kabileye ayırdık; kavmi ondan su istediği zaman Musa’ya: ‘Asanla taşa vur!’ diye vahyettik; hemen ondan oniki göze fışkırdı, doğrusu her topluluk içeceği yeri bildi. Onların üzerine bulutu gölge yaptık ve onlara, kudret helvası ve bıldırcın (eti) indirdik: ‘Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin’ bize zulmetmediler velakin onlar nefislerine zulmediyorlardı.
Samiri soylu bel’amların, Hakk’ı batılla bulamaları, Cumartesi yasağını delenlerin yaptıklarından çok daha şedid bir küfürdür
Günümüz Samiri soylu bel’amları, Kur’anî kavramların anlamlarını değiştirerek puthaneyi Kâbe’ye, putperestlerin putlara tapınmalarını, Rasulullah (as)’ın Kâbe’deki ibadetine benzetmişler, onların Müslüman olduklarını iddia etmişlerdir. Bunların bu küfürleri, cumartesi yasağını çiğneyenlerin yaptıklarından çok daha şedid bir küfür, yüce Allah’a karşı apaçık bir savaştır. Bel’amlar, yüce Allah’ın verdiği nimetlerle azgınlaşarak Rab’lerine isyan etmektedirler.
161-162- O zaman onlara denildi ki: ‘Bu kentte oturun, ondan dilediğiniz yerden yiyin ve deyin ki: ‘Affet’ ve secde ederek kapıdan girin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; güzel davrananlara ileride daha da artıracağız.’ Fakat onlardan zulmeden kimseler ki, onlara söyleneni, başka sözle değiştirdiler; böylece -zulmetmiş olmalarından dolayı- üzerlerine gökten bir ceza gönderdik.
Günümüz insanları, tıpkı İsrailoğulları gibi isyanlarında sınır tanımayarak Kur’anî esaslara aykırı hareket edip Rab’lerine nankörlük yapmakta, rızıklarını verenin yüce Allah (cc) olduğu halde onlar, Allah’ın kullarını rızık verici görerek isyan etmektedirler. Oysa Rab’lerine gereği gibi iman edip kulluk yapmış olsalar, yüce Allah (cc), tıpkı İsrailoğullarına, Hz. Meryem (as)’a ve Hz. İsa (as)’ın havarilerine yoktan rızık verdiği gibi onları da hiç ummadıkları yerden rızıklandıracaktır.
Yüce Allah’ın, sonsuz nimetler bahşedebilmesi için iman edenlerin, O’nun belirlediği esaslar doğrultusunda hareket etmeleri, hiçbir şekilde bu esaslara aykırı hareket etmemeleri gerekir. İlahi mesajı, kendi hevaları doğrultusunda eğip bükerek onun aksine hareket edenler, ancak zalim olurlar ve Rab’lerinin azabını hak ederler.
Yüce Allah (cc), insanlara birçok fırsatlar vererek onları denemekte, nasıl hareket edeceklerine kendilerini şahit tutmaktadır. Zalimler, Hakk’ı batılla karıştırmak için oyun üzerine oyunlar oynayarak Hakk’ı kendi hevalarına göre saptırmaktadırlar.