Kategori: Videolar

Bu kategori videoları içermektedir

Ağustos 17, 2021 0

Hayat Baki Değil, Düşünmez misin!

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hayat baki değil, düşünmez misin!
*
Yüce bir kervandır, koyuldu yola,
Gece gündüz gider vermiyor mola,
Ayrılırlar bir bir nice Canan’lar,
Doldurur yerini yepyeni Can’lar.
*
Nice canlar gitti, veda etmeden,
Helallik isteyip selam vermeden,
Sevenleri gelip onu görmeden,
İstediği gibi hayat sürmeden.
*
Hayat durmaksızın yol alır gider,
Kimini yüceltir, kimini heder,
Kimi için huzur kimine keder,
Böyle devam eder ilahi kader.
*
İbret almaz insan onca örnekten,
Ne giden yaşlıdan ne de bebekten,
Giyinir kuşanır atlas ipekten,
Sonunda kurtulmaz beyaz gömlekten.
*
Hayat akıp gider mola vermeden,
İnsan hiç uslanmaz kefen giymeden,
Çalışıp didinir ara vermeden,
Ölüme inanmaz kabre inmeden,
*
Kimisi kaybeder güzelliğini,
Kimi de kaybeder güç kuvvetini,
Yine de düşünmez akıbetini,
Durmadan çoğaltır mal servetini.
*
İnsanoğlu obur hiç mi hiç doymaz,
Gerçekleri görür, oralı olmaz,
Nasihat edersin hiç mi hiç duymaz,
Durmadan çalışır dinlenip durmaz.
*
Neyine güvenir bu insanoğlu,
Gözleri görmüyor ne sağı solu,
Doğru yol önünde bulmuyor yolu,
Kendine gel artık Allah’ın kulu.
*
Ansızın yakalar Azrail onu,
Bir an düşünmezdi bu elim sonu,
Kasılıp gezerken havada burnu,
Derken birden geldi hayatın sonu.
*
Baba anne oğul kardeş de olsan,
Yirmi otuz altmış yetmiş de olsan,
Yiğit bir insan kalleş de olsan,
O son seni bulur sadık eş olsan.
*
Terk ederek gider o dünyasını,
Birkaç gün tutarlar onun yasını,
Çabuk unuturlar hatırasını,
Hayrına vermezler bir su tasını.
*
Böyle yazılmıştır insan kaderi,
Birileri gider, gelir diğeri,
Gidenin ardından ana ciğeri,
Yanar tutuşur da getirmez geri,
*
Yeni doğan için sevinir insan,
Yaşar hayatını mutludur her an,
Düşünmez ki dünya yalandır yalan,
Yine doğan ölür döner bu devran.
*
İbret almaz insan yalan dünyadan,
Sarılır dünyaya boş durmaz bir an,
Ölümü düşünmez ne gafil insan,
Sonunda ayrılır Can’dan Canan’dan,
*
Hayat baki değil, insan düşünmez,
Aklını başına bir an devşirmez,
Dünyaya sarılır ondan vazgeçmez,
Ölüp gittiğinde bir şey götürmez.
*
15.10.2019/Rotterdam

Ağustos 14, 2021 0

Furkan Suresi (1-16. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kur’an, Rasulullah (as)’ın yazdığı bir Kitap değildir
Egemenlik, Ulûhiyet, Rububiyet ve Meliklik sıfatlarını içerir, hayat, Kâinat ve insanlar üzerinde yegâne üstünlüğü ifade eder ki bu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde yalnızca yüce Allah’a aittir.
Hak batıl, Tevhid şirk mücadelesinin en önemli ve öncelikli nedeni, hiç kuşkusuzdur ki egemenliğin yalnızca yüce Allah’a ait olduğu gerçeğini, Allah’ın mülkünde egemenlik iddia edenlere ve onlara tabi olanlara anlatmaktır.
Yüce Allah (cc), Uluhiyet, Rububiyet ve Melikliğin yalnızca Kendisinde olduğunu insanlara duyurmak için rasullerini ardı ardına göndermiş, onlarla beraber yeryüzünün düzenini sağlayacak, insanlar arasında adaleti ikame edecek Kitap’larını göndermiştir.
Rasuller, kendilerine bildirilen ilahi mesajı, hiçbir değişikliğe uğratmadan aynen insanlara duyurmakla mükelleftirler.
“Ey Rasul, Rabb’inden sana indirilen şeyi tebliğ et ve şayet (onu) yapmazsan, O’nun Risalet’ini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni, insanlardan koruyacaktır, şüphesiz Allah, kâfirler toplumunu Hidayete erdirmez.” (Maide, 67)
Rasuller, tebliğ ettikleri ilahi mesaja, kendi hevalarından hiçbir şey ekleyemezler. Bu, Hz. Muhammed (as) için de geçerli bir esastır ve o, ne kendi ne de insanların arzusundan Kur’an’a bir şey ekler.
“İşte bunun için davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların hevalarına tâbi olma ve de ki: ‘Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum…” (Şura, 15)
Tüm insanlar üzerinde adaleti tesis edecek hükümlerin, mutlak anlamda insanlar üzerinde bir hüküm koyucu tarafından konulması gerekir. Çünkü insanların koyacağı hükümler, taraflı ve hüküm koyucuyu koruyucu bir özellik taşır.
İnsanlar üzerine hüküm koymak, ilah olmanın gereğidir
Egemenlik, yaratılanlar üzerine hüküm koymayı, onlara rızık vermeyi ve hayatı düzenlemeyi gerekli kılar. İnsanlar üzerinde, Allah’tan başka egemenlik iddiasına kalkışanlar ne yaratma ne rızık verme ne de hayatı düzenleme gücüne ve yeterliliğine sahiptirler. Bunlar, kendileri aciz ve zavallıdırlar; kendilerine bile fayda ve zarar veremeyecek kadar aciz ve zavallı olanların ise ilah olmaları elbette mümkün değildir.
Yüce Allah’ın mülkünde, egemenlik iddiasında bulunan bir kimse, aynı zamanda insanlar üzerinde Ulûhiyet, Rububiyet ve Meliklik iddiasına kalkışmıştır. Bu kişi ya da kişiler, ister açıkça ifade etsinler, isterse etmesinler, ilah olduklarını iddia etmişlerdir.
Egemenlik iddiasına kalkışıp insanların hayatları üzerine hüküm koyanları destekleyen, onlara yardım eden, koydukları yasalara boyun eğenler de ister açıkça söylesinler, isterse söylemesinler, o kişi ya da kişileri ilah, rab ve melik edinmişlerdir.
Yüce Allah (cc), Kendi mülkünde egemenlik iddiasına kalkışanların ne kadar aciz olduklarını ortaya koymakta, onlara inananları da bu konuda uyararak tapındıkları ile beraber ateşe atılacaklarını bildirmektedir.
Mülkünde hiçbir ortağı bulunmayan Ulûhiyet, Rububiyet ve Melikliğin yalnızca kendisinde olduğunu rasulleri vasıtasıyla bildiren yüce Allah (cc), Kendi mülkünde egemenlik iddiasına kalkışan -Kur’ani tanımla- azgınlaşıp tağutlaşan kimseleri de bu konuda uyarmıştır. Ancak onlar, egemenliğin yalnızca yüce Allah’a ait olduğunu söyleyen rasullere karşı çıkmış, Rab’lerini ve rasulleri inkâr etmişlerdir.
“Kavminden ileri gelen inkâr eden kimseler, Ahirete kavuşmayı yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerini müreffeh kıldıklarımız dedi ki: ‘Bu, sizin benzeriniz bir insandan başkası değildir; o kendisinden yediğiniz şeylerden yiyor ve içtiğiniz şeylerden içiyor.” (Mü’minun, 33)
Gündemi saptırarak gerçeklerden yüzçevirmek inkâr edenlerin değişmeyen mantığıdır. Yüce Allah’ın yegâne tek ilah olduğunu bildiren rasullerin, kendilerine söylediklerini duymazdan gelen azgın inkârcılar, açık bir şekilde bu gerçeği inkâr edemedikleri için onun yerine elçilerin kişilikleri üzerinde durmuşlar, elçileri kınayıp yermişlerdir.
Rasulleri inkâr edip onlara hakaret ederek küçümsemek, her dönem inkârcılarının adeta sünneti olmuştur. Bu durum, günümüz müşrikleri tarafından da sürdürülmekte, rasuller ve özellikle son Rasul (as) inkâr edilmekte, geçmişte kaldığı iddia edilerek yüce Allah’ın alınmasını emrettiği rasullerin örneklikleri inkâr edilmektedir. Onlar, bu inkârları ile Kur’an’ı hevalarına göre tevil ederek kendilerince bir yol bulmaktadırlar. Rasulleri ve son Rasul Hz. Muhammed (as)’ı inkâr etmek, apaçık bir küfürdür.
“Şüphesiz Allah’ı ve rasullerini inkâr eden kimseler, doğrusu Allah ve rasullerinin arasını ayırmak isterler ve derler ki: ‘Kimine iman ederiz, kimini inkâr ederiz.’ bunun arasında bir yol edinmek isterler. İşte onlar, gerçek kâfirler olanlardır ve kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.” (Nisa, 150-151)

Ağustos 7, 2021 0

Şartlanmışlık, aklın devredışı bırakılmasıdır

Yazar: Ramazan Yılmaz

Şartlanmışlık, aklın devredışı bırakılması nedeniyle sağlıklı düşünmeye engeldir
Şartlanmışlık, aklın devredışı bırakılarak belli bir düşünceye -sorgulamadan- körü körüne bağlanma hali, bağımlılık ve bağlılık, düşünce yeteneğinin başkalarının ipoteği altına verilmesidir.
Şartlanmışlık, her olay ve olguya, şartlanmış olunan kalıplar içerisinde bakmak, olumlu olumsuz değerlendirme yapma yetenek ve iradesine sahip olmamaktır. Şartlandırılmış kişilerde akıl devredışı bırakıldığı için düşünme yetisi faal değildir.
Düşünme mekanizması faal olmayan şartlandırılmış kimseler, hiçbir konuyu sağlıklı bir şekilde analiz yapamaz, analiz yapma ihtiyacını hissetmezler. Çünkü olay ve olguları analiz yapacak düşünme yeteneğinden mahrumdurlar.
Şartlanma, beyinde var olan olay ve olguları değerlendirme mekanizması devredışı bırakılarak dikte edilen hazır kalıpların beyne yerleştirilmesidir. Bu anlamda şartlanma, Moğolların esirlerine uyguladıkları mankurtlaşmanın ta kendisidir.
Moğollar, yaptıkları fiziki kimi uygulamalar ile esir aldıkları kimseleri, belli kalıplarla mankurtlaştırıp şartlandırırlarken günümüzde bu, fiziki herhangi bir müdahale yapılmadan beynin belli kalıplarla ipotek alınması şeklinde yapılmaktadır.
Şartlandırılmış kimseler, bir noktada kurgulanmış canlı robotlardır, kendilerine dikte edilen komutu yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu nedenle onların, konu ve olaylar karşısında neden, niçin sorusunu sorma şansları yoktur.
Şartlandırılmış kimseler, kendilerine ilmi ve Kur’anî bütün deliller apaçık gösterilse bile gerçekleri görmezler, görmek istemezler. Bunlar, şartlandırma neticesinde beyin fonksiyonları bozulduğu için hiçbir konuyu değerlendiremezler.
Şartlanmış beyinler, asıl itibarı ile hastalıklı beyinlerdir. Bunlar, kendilerine dikte edilen hazır kalıp algılar nedeniyle beyinleri arızalanmış, ipotek altına alınmıştır. Arızalı ve hastalıklı beyinler, öncelikle önder edindikleri kişileri önceler, ön yargılarıyla hareket ederler, araştırma yeteneğinden yoksundurlar.
Şartlandırılmış arızalı beyin sahipleri, kendilerine öğretilen sloganlarla hareket eder, geçmiş olaylardan ders çıkarmaz, kendilerine ulaşan haberleri araştırma gereği duymazlar. Bunlar, kendilerine emredilen bir şeyi, üzerinde zerre kadar düşünmeden hemen yapan en tehlikeli kimselerdir.
Sağlıklı beyinler ise, aklın düşünme mekanizmasını çalıştırır, her türlü kültürel birikimlerden, geleneksel din ve kültürel kalıplardan, göreneklerden, içerisinde yaşanılan sosyal ve siyasal etkilerden, çevresel şartlardan kurtularak tamamen özgür bir şekilde olay ve olguları değerlendirerek sağlıklı sonuçlara ulaşırlar.
Sağlıklı beyinler, kendilerine ulaşan haberleri araştıran, Kur’anî ve ilmi delillere ulaşmaya çalışan, geçmiş olaylardan ders çıkaran, aynı hatayı tekrarlamamak için gayret sarf eden beyinlerdir.
Sağlıklı düşünme yeteneğine sahip kimseler, karşılaştıkları olay ve olguları, aldıkları haber ve rivayetleri, aklın süzgecinden geçirdikten, üzerinde düşündükten, fayda ve zararlarını anladıktan, bunlarla ilgili delillere ulaştıktan sonra karar verirler.
Yüce Allah’a iman, ancak her türlü düşünsel bağımlılıktan kurtulmakla mümkündür
Yüce Allah (cc), Kendisine iman edilmesi konusunda bile insanları, olay ve olguları değerlendirerek üzerinde düşünmeye, böylece bilinçli bir şekilde Kendisine iman etmeye davet etmektedir. Yüce Allah’a iman etmek, iman edilen esaslar doğrultusunda hareket etmek, ancak düşünsel ve fiziksel yönden bilinçli hareket etmekle mümkündür.
Yüce Allah (cc), Kendisine körü körüne değil bilinçli bir şekilde iman edilmesini istemektedir. Hz. İbrahim (as)’ın örnekliğini veren yüce Allah (cc), kullarının da aynı şekilde araştırarak, olay ve olguları kıyaslayarak Kendisine iman etmelerini istemiş, bu konuda rasullerin örnekliğini vererek onlara yol göstermiştir.
Yüce Allah (cc), Hz. İbrahim (as)’ın, kesin iman edenlerden olması ve âlemlerin Rabb’inin ancak Kendisi olduğunu bilmesi için onun, Kâinatın muhteşem durumunu, yıldızları, Ay’ı ve güneşi düşünmesini sağlamıştır.
“Böylece İbrahim’e, kesin iman edenlerden olması için göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk, gece onun üzerini kapladığı zaman bir yıldız gördü; dedi ki: ‘Bu benim Rabb’imdir,’ fakat battığı zaman: ‘Batanları sevmem’ dedi.
Derken Ay’ı, doğduğu zaman görünce dedi ki: ‘Bu benim Rabb’imdir,’ fakat battığı zaman dedi ki: ‘Andolsun şayet Rabb’im, bana Hidayet vermeseydi, gerçekten dalalete sapan toplumdan olurdum.’
İşte ne zaman ki güneşi doğar görünce dedi ki: ‘Rabb’im budur, bu en büyüğü!’ Fakat battığı zaman dedi ki: ‘Ey kavmim, şüphesiz ben, ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Şüphesiz ben Hanif olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim!” (En’am, 75-79)

Ağustos 6, 2021 0

Şartlanmışlık / Ramazan Yılmaz

Yazar: Ramazan Yılmaz

Cumartesi ders konu başlığı: Şartlanmışlık
Ders konusu: Şartlanmışlık, aklın devredışı bırakılması nedeniyle sağlıklı düşünmeye engeldir
lütfen, Beğenip paylaşmayı unutmayı … ” Kim, güzel bir aracılıkla aracı olursa, onun ondan bir payı olur…” Nisâ Suresi: 85
#Şartlanmışlık #RamazanYılmaz

Temmuz 24, 2021 0

İmana Davet, Seçiminizi yapın! Siz kimsiniz, kendini tanımlayın!

Yazar: Ramazan Yılmaz

Ey insanlar, Hayatınızı Kur’an’a göre düzenleyip Allah’a kulluk edin, başkasının yasalarına isteklerine uyup O’ndan başkasına kulluk etmeyin
Ey insanlar, Kur’an’dan başka yasalara, başkasının isteklerine uyarak onları ilah edinip Allah’a şirk koşup isyan etmeyin, kendi elinizle acıklı azaba girmeyin!
Ey insanlar, sizi yoktan var eden Allah’tır! O’nun, sizlerin kurtuluşu için indirdiği Kur’an’a uyun, sizi yaratmayan, sizin gibi eksik beşer olanların yasalarına uymayın!
Ey insanlar, Rabb’inize gereği gibi iman edin, O’na güvenin, O’nun sözü haktır ve O, vaadine sadıktır ne buyurmuş ise o mutlaka gerçektir, gerçekleşmektedir.
Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız, O, ihtiyaçtan münezzehtir, bu nedenle yarım yamalak O’na iman etmeniz, O’na (hâşâ) bir lütuf değildir, böyle bir inanç tarihi süreçte müşrik diye nitelendirilen insanlarda da vardı.
Ey insanlar, siz yüce Allah’a gerçekten yönelip iman etmez, Onun Kitabı’nda bildirdiği hükümleri görmezden gelirseniz O, size bir şeytanı musallat kılar, o şeytan sizi bulunduğunuz hâle razı eder, Hidayet üzerinde bulunduğunuzu size zannettirir, yaptıklarınızı süslü gösterir, ancak sonuçta yüce Allah’ın acıklı azabına sürükler.
Şu bir gerçektir ki, siz Allah’a ne kadar yakın iseniz, O’nun Kitabı’nı ne kadar okuyor, hükümlerine ne oranda tâbi oluyorsanız, O, size o kadar değer verir ve O’ndan, O’nun Kitabı’ndan razı olduğu dinden ne kadar uzaksanız o oranda şeytana yakınsınızdır ki, bir noktadan sonra tamamen şeytanın oyuncağı olursunuz da farkında olamazsınız.
Ey insanlar ve tabii ki ey kendilerini Hak yol üzerinde zannedenler, bir düşünün, iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Kur’an’ın kaç tane hükmünün gereğini pratik hayatınızda yaşıyorsunuz. Kendinizi müşrik olarak addettiklerinizle kıyaslayın bakın, onlardan farkınız nedir, slogandan öteye gitmeyen iki üç tane söz söylemeniz sizi Rabb’inizin azabından kurtarır mı sanıyorsunuz.
Ey insanlar, insan ya Rahman’a göre yaşar ya da şeytana göre yaşar, bu ikisinin ortak bir noktası yoktur. Rahman’a göre yaşamak, O’nun indirdiği Kitabın gereğince rasullerin Kur’an’da verilen örnek yaşantılarını yaşamanızdır.
Şeytana göre yaşamak ise, hayatınızın büyük bölümünü ya da tamamını dünya hayatına ayırarak, -Rabb’inizi razı etmek için değil- arzularınızı, kendi hevanızı tatmin edip yaşamanız, giyim kuşanmanızdır.
Özellikle siz ey kadınlar, tesettürü, süs olarak kullandığınız anda biliniz ki şeytanın oyuncağı olmuşsunuz, çeşit çeşit rengarenk örtülerinizle yalnızca hevanızı tatmin edersiniz, Rabb’inizi değil.
Ey insanlar, kendisinden hesaba çekileceğiniz Kur’an ortada duruyor, açın okuyun, hayatınızı, söylemlerinizi, düşünce ve fiillerinizi kıyaslayın, kendi durumunuzu net olarak görün, son pişmanlık hiçbir fayda sağlamaz.
Ey insanlar, yüce Allah’ın hükümlerine uyarak O’nu tek ilah edinin, sizin ilahınız ancak yüce Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur!
“İlahınız bir tek İlah’tır, O’ndan başka ilah yoktur, Rahman’dır, Rahim’dir.” (Bakara, 163)
Sizleri yaratıp rızıklandıran, yaşatıp vefat ettirecek olan Rabb’iniz yüce Allah’tır, parti liderinizi, şeyh, hoca ve kendi arzularınızı O’ndan başka bir ilahlar edinmeyin, Allah’ın azabından sakının!
“İnsanlardan kimi, başka kimseleri Allah’a denk tutar, Allah’ı sever gibi onları severler; iman eden kimselerin Allah’a sevgileri daha güçlüdür. Şayet zulmeden kimseler, azap görecekleri zamanı bir görselerdi! Şüphesiz kuvvet tamamen Allah’a aittir ve şüphesiz Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Bakara, 165)
Şimdi düşünün ve seçiminizi yap! Siz kimsiniz, kendinizi tanımlayın!
Siz, Allah’ın kulu, O’nun gönderdiği Kur’an’a iman eden, kör ve sağır rolü oynayan, akıllarını kullanma yeteneğinden yoksun olanlara, Allah’ın bildirdiği gerçekleri, onların beyinciklerini çatlatırcasına anlatmaya çalışan Müslümanlardan mısınız!
Yoksa siz, Demokratik sisteme iman eden, bu sistemin anayasasına uyup oy veren, aklını kullanmayan, bu demokratik dinin partileri için çalışan demokratlardan mısınız!
Siz, puta tapanların, yüzlerce televizyon kanallarında ve gazetelerde boy boy yayınlanan tapınma fotoğraflarını görmeyen körlere, kendilerini duymayan ilahlarına söyledikleri teşekkür sözlerini duymayan sağırlara, tapındıkları putları ilah edindiklerini, bu iğrenç tapınma ibadetlerini anlatmaya çalışan birisi misiniz!
Yoksa siz, pis olan putlara ve onlara tapan putperestlere destek olan, onların küfür ve şirklerine ortak olan, Hz. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (as)’ın yıkıp yıktırdığı putperestliği yeniden canlandırmaya çalışan müşrik putperestlerden misiniz!

Temmuz 17, 2021 0

KABİR ÂLEMİ (Azabı) VAR MIDIR! Yasin Suresi, (50-83. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

KABİR ÂLEMİ (Azabı) VAR MIDIR!
Varlığı İddia Edilen Üçüncü Hayat (*)

İnsanlar, Kur’an gerçeğinden uzaklaştıkça kendilerine göre yeni kavramlar türetir, yeni durumlar ortaya çıkarırlar, zaman içerisinde bunu dinden zannederek ona inanırlar. Kabir âlemi ile ilgili ortaya atılan iddialar, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmanın ortaya koyduğu şaşkınlığın yalnızca bir yönüdür. Her konu ve durumda Kur’an gerçeğinden hareket etmeyi şiar edinen Müslümanlar, kabir konusunda da aynı ölçüden hareket ederler.
Kur’an’da her şeyi “en ince şekilde düzenleyen” (Yusuf, 100) yüce Allah (cc), kabir âleminin olmadığını da apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da İslâmi gerçekleri yeterince anlamayan, bu gerçekleri kendilerince yorumlayanlar, olmadık hikâyeler, uydurma yalanlarla kabir âlemi ve azabı diye bir yalan uydurmuşlar, bunu da utanmadan İslâm’a, Rasulullah (as)’a mal etmişler, bu konuda aslı olmayan iddialar ileri sürmüşlerdir.
İki hayat vardır; Dünya ve Ahiret
Kabir, ölüm sessizliğinin devamı, dünya hayatından Ahirete geçiş kapısıdır, bu nedenle burada herhangi bir hayat belirtisi yoktur. Kullarını, dünya ve Ahiret konusunda en ince detayına kadar bilgilendiren yüce Allah (cc), kabirde herhangi bir hayat belirtisi ya da orada kullarını ilgilendiren herhangi bir durumun olduğu konusunda bir bilgi vermemiştir. Nitekim yüce Allah (cc) insan için iki dünya olduğu konusuna şu ilahi hükmü ile açıklık getirmiştir.
“Elbette Biz, rasullerimize ve iman eden kimselere dünya hayatında ve şahitlerin duracakları günde mutlaka yardım ederiz. O gün, zalimlere mazeretleri fayda vermez, lanet onlaradır ve yerin en kötüsü de onlaradır.” (Mü’min, 51-52)
“Allah, iman eden kimseleri, dünya hayatında da Ahirette de sağlam sözle sabit kılar, Allah, zalimleri de dalalete düşürür ve Allah, dilediği şeyi yapar.” (İbrahim, 27)
Ayetlerde görüldüğü üzere iki hayat vardır; insanlar, dünya hayatında yaptıklarının hesabını vermek üzere Ahirete gideceklerdir. Onlar, Ahiret hayatına gidecekleri yol üzerinde bir başka yerde herhangi bir hayat süremeyeceklerdir.
Var olan şeyler ve kulları ilgilendiren konu ve hususlar için “Kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmayan” (6/38) yüce Allah (cc), kabir hayatı hususunda hiçbir şey indirmemiştir. Bunun nedeni, böyle bir hayatın ve azabın olmayışıdır.
Kabir hayatı olmuş olsaydı, her konuda kullarını en ayrıntılı bir şekilde bilgilendirip uyaran yüce Allah (cc), hiçbir şeyi eksik bırakmadığı Kutsal Kitabı’nda kullarını uyarıp bundan haberdar edecekti. Merhameti gereği cehennem azabının varlığını haber vererek kullarını ondan sakındırdığı, onların orada karşılaşacakları durumları haber verdiği gibi kabirde karşılaşacakları durumları da haber vererek insanların ondan sakınmalarını isteyecekti. Oysa bu konuda Kur’an’da en küçük bir ibare bulunmamaktadır.
“Ne durumda olursanız ve Kur’an’dan, onun bir kısmından ne okusanız ve ancak yapacaklarınızı yapmazsanız, Biz, ona kendinizi verdiğiniz zaman sizi gözetleyenleriz! Ne yerde ve ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbi’nden uzak değildir; bundan daha küçük ve daha büyük (bir şey) yoktur ki ancak apaçık Kitapta olmasın.” (Yunus, 61)
Kabir azabı hakkında hiçbir delilin bulunmadığı Kur’an’da, cehennem azabı hakkında onlarca ayet, uyarı ve bilgi bulunmaktadır. Yüce Allah (cc), cennet ile cehennemde olanları haber verdiği gibi kabirde olan durumları da kullarına haber verecekti.
Kur’an’ın, hakkında bilgi vermediği bir konuyu, İslâm’danmış gibi gösterenler, yeni bir din ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu ise, dinin tamamlandığını bildiren yüce Allah’a, apaçık bir iftiradır ki, bu iftirayı yapanlar ancak kendilerini sorumluluk altına sokmaktadırlar.

İnsan öldükten sonra ilk uyanışı kıyamet günündedir ve kabirdekiler diriltilecektir
Kur’an, kabirde herhangi bir hayatın olmadığını, orada ölü olarak yatanların, kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacağını ve o günde diriltilerek hesap vermeye çağrılacaklarını bildirmektedir.
“Ve mutlaka Saat/Kıyamet gelecektir, onda şüphe yoktur ve şüphesiz Allah kabirlerdeki kişileri diriltecektir.’ (Hac, 7)
Kabirlerde yatanlar, ölü kimselerdir. Şayet onlar, kabirlerde herhangi bir hesap görecek şekilde diri olsalardı, ayetteki “Allah, kabirlerdeki kişileri diriltecektir.” ifadesi yerine “Onlar çağrılacaklardır” ifadesi kullanılacaktı. Çünkü yaşayanlar diriltilmez, hesap vermek üzere çağrılırlar, oysa “Allah, kabirlerdeki kişileri diriltecektir” denilerek kabirlerde bulunanların ölüler oldukları bildirilmektedir.

Kabir hayatında yargılama olduğu iddiası, ilahi adalete aykırıdır
Yüce Allah (cc) insanların, dünyada yaptıkları salih amellerin ve işledikleri günahların karşılığında, kıyamet günü yargılanacaklarını, herkese, yaptıkları amellerin karşılığının tam verileceğini bildirmiştir.

Temmuz 10, 2021 0

Yasin Suresi (20-50. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Tevhidi esaslara davet karşılığında hiçbir ücret alınmaz
İslâm, yüce Allah’ın kullarının yeryüzündeki hayatlarını düzenlemek için gönderdiği ve razı olduğu dindir. İslâmî esaslar, ticari bir meta ya da insanların kendi yanlarından çıkarıp insanlara pazarladıkları bir buluş değildir. İnsanların, İslâmî esaslar üzerinde bir mülkiyetleri bulunmadığı için hiç kimsenin, yüce Allah’a ait olan din üzerinde tasarruf yapma ve onu, ücret karşılığında pazarlama hakları bulunmamaktadır.
Risalet tarihinde görüldüğü üzere tüm Risalet önderleri ve onların izini takip eden Tevhid erleri, insanlara ulaştırdıkları Tevhidi esaslar karşılığında insanlardan hiçbir ücret almamışlardır. Bu nedenle Tevhidi esasların insanlara duyurulması karşılığında insanlardan herhangi bir bedel alınmaz.
Yüce Allah (cc), Tevhidi esaslara ve İslâmî kurallara tabi olmaya davet karşılığında insanlardan herhangi bir ücret alınmayacağını kesinlikle belirtmiştir.
“Allah’ın ahdini az bir değere satmayın, şüphesiz Allah yanında o, sizin için daha hayırlıdır, şayet bilirseniz.” (Nahl, 95)
“…Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere satmayın ve kim Allah’ın indirdiği şeyler ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler!” (Maide, 44)
Bu ilahi buyruklar, tüm rasullerin hareket stratejilerinin temel esası olmuş, onlar, Tevhidi esaslara davetlerinin hemen akabinde yaptıkları davet karşılığında herhangi bir ücret istemediklerini apaçık bir şekilde beyan etmişlerdir.
“O zaman kardeşleri Nuh onlara demişti ki: ‘Korkmaz mısınız? Şüphesiz ben, sizin için emin bir Rasul’üm. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin! Ben sizden, ona karşı bir ücret istemiyorum, doğrusu benim ücretim, ancak âlemlerin Rabb’ine aittir” (Şuara, 106- 109)
Tevhidi esaslara davet, yüce Allah (cc) adına yapıldığından onun karşılığında. Rab’lerini razı etmeyi yaşamlarının temel gayesi olarak kabul eden tüm Risalet önderleri ve Tevhid erleri, yaptıkları Tevhidi davetin karşılığını yalnızca Rab’lerinden beklemişler ve bunu açıkça ifade etmişlerdir. Yüce Allah (cc), onlara Hidayet etmiş, onlara tabi olmayı emretmiştir.
“İşte onlar, Allah’ın Hidayet ettiği kimselerdir; o halde onların Hidayetini rehber edin. De ki: ‘Ona karşılık bir ücret istemiyorum, şüphesiz o, ancak âlemlere bir öğüttür.” (En’am, 90)
Yüce Allah (cc) bu temel esası, iman edenlere de bildirmiş, ayetlerinin az bir değer karşılığında satılmasını kesinlikle yasaklamıştır.
“Beraberinizde bulunanı tasdik eden indirdiğim şeye iman edin ve onu inkâr edenin ilki olmayın, ayetlerimi az bir değere satmayın ve sakın yapmayın. Artık Benden sakının!” (Bakara, 41)
Yüce Allah (cc), indirdiği ayetlerini bir değer karşılığında satmayanları övmüş, onların mükâfatlandırılacaklarını bildirmiştir.
“Şüphesiz Kitap ehlinden kimileri, Allah’a, size indirilen şeye ve kendilerine indirilen şeye iman ederler; Allah için derin bir saygı duyarlar, Allah’ın ayetlerini az bir değere satmazlar; işte Rab’leri katında onlara mükâfatlar vardır, şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.” (Al-i İmran, 199)
Yüce Allah’ın hükümlerine, Tevhidi esaslara davet insanları, şirk ve küfrün karanlıklarından çıkarıp Hidayet’e ulaşmaları için Rab’lerine iman etmeye davet olduğu için bu davet karşılığında maddi, sosyal statü, makam-mevki, övgü ve yüceltme beklenmez.
“De ki: ‘Sizden ona karşılık bir ücret istemiyorum, ancak dileyen kimse şüphesiz Rabb’ine bir yol edinir.” (Furkan, 57)
“Ona karşılık sen onlardan bir ücret istemiyorsun, şüphesiz o, âlemler için ancak bir öğüttür.” (Yusuf, 104)
Tevhidi esaslara, İslâmî hükümlere davetin karşılığını ancak yüce Allah verir
Yüce Allah (cc) adına hareket eden Müslüman davetçiler, yaptıkları davetin karşılığını yalnızca Rab’lerinden alırlar. Onlar, mükâfatlarını yalnızca Rab’lerinden alacaklarına iman ettikleri için insanlardan, ücret ve mükâfat sayılabilecek herhangi bir karşılık beklemezler.
“Artık şayet yüzçevirirseniz, sizden bir ücret istemedim, şüphesiz benim ücretim ancak Allah’a aittir ve muhakkak Müslümanlardan olmakla emrolundum.” (Yunus, 72)
Yüce Allah’ın vereceği mükâfat, dünyevî hiçbir değerle ölçülemeyecek kadar hayırlı ve süreklidir.
“Yoksa bir vergi mi onlardan istiyorsun, ancak Rabb’inin vergisi daha hayırlıdır ve O, rızıklandıranların en hayırlısıdır.” (Mü’minun, 72)
İslâm davetçilerinin, yaptıkları Tevhidi davet karşılığında övgü ve yüceltme gibi övgüler, maddi, sosyal statü, makam-mevki elde etmek, para, pul kazanmak, ün yapıp meşhur olmak gibi bir tasarrufa yönelmeleri onları sorumluluk altına sokar, yüce Allah’ın vereceği mükâfattan mahrum bırakır.