Kategori: Videolar

Bu kategori videoları içermektedir

Mayıs 22, 2021 0

A’raf Suresi (103-158. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hz. Musa (as) ve Tarihsel Diktatörlüğün Simgesi Fir’avn
Risalet tarihinde, her dönemde elçilere karşı çıkan zorba diktatörler mutlaka var olmuş, bu zorba diktatörlere karşı Risalet önderleri, bıkıp usanmadan, korkup çekinmeden Tevhidi esasları, net ve açık bir şekilde ortaya koymuşlardır.
“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki gruplar da yalanladı ve her ümmet, Rasulü’nü yakalamaya kalkıştı ve batıl ile mücadele ettiler ki onunla Hakk’ı gidersinler; bu yüzden onları yakaladım, bak azabım nasıl oldu!” (Mü’min, 5)
“Bir ülkeye bir uyarıcı göndermiş olmayalım ki, oranın varlıklı kimseleri: ‘Şüphesiz biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz’ demesinler. Ve dediler ki: ‘Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacaklar değiliz.” (Sebe, 34-35)
Risalet önderlerine karşı çıkan zorbaların en azgınlarından biri de kuşkusuzdur ki, Hz. Musa (as)’ı ve getirdiği ilahi mesajı yalanlayan Fir’avn’dır. İnsanlar üzerinde kendisini en büyük rab ve ilah olarak ilan etmiş, zulüm ve despotlukta, nice vahşetler sergilemiştir.
103- Sonra onların ardından Musa’yı ayetlerimizle Fir’avn’e ve onun ileri gelenlerine gönderdik, ancak ona zulmettiler; fakat bak, ifsat edenlerin akıbeti nasıl oldu!
Hz. Musa (as), Kur’an’da mücadelesinden en çok söz edilen Risalet önderlerinden biridir. Güçlü bir Müstekbir grubuna karşı, yılmadan mücadele etmiş, istikbar güçlerinin mali, askeri ve propaganda imkânlarına, zulüm ve baskılarına karşı tek başına direnen Hz. Musa (as), diğer taraftan köleleştirilmiş İsrailoğullarına, insan olma onurunu aşılamaya çalışmış, onları, zulmün esaretinden kurtararak özgürlüklerine kavuşturmuştu.
Davetçi kendisini gizlememeli, daveti net ortaya koymalıdır
Hz. Musa (as), insanları kazıklara geçiren psikopat bir diktatöre karşı davetini ortaya koyarken hiçbir şekilde Fir’avn’ın dehşet saçan sisteminden, günümüz bel’amlarının yaptıkları gibi, zillet içerisine girip izin almamış, aşağılık bir duruma düşmemiştir. O, Mısır’da kaza ile birisini öldürüp Fir’avn’ın dinine (kanununa) göre suç işlediği halde, davete başlamadan önce Fir’avn’dan özür dilememiştir.
Hz. Musa (as)’ın, Fir’avn’ın karşısına çıkması elbette kolay olmamıştır; o da bir insandı ve elbette herkes gibi, Fir’avn diktatöründen korkuyordu. Zaten o, bu korkusunu da gizlememiş, Rabb’i, onu Rasul olarak görevlendirdiği zaman, Fir’avn’ın karşısına çıkmaktan korktuğunu açıkça ifade etmişti.
“Seni kendim için düzenledim. Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin ve bana itaatte gevşeklik etmeyin. İkiniz gidin Fir’avn’e, gerçekten o tuğyan etti. Bu yüzden ona yumuşak söz söyleyin, ta ki o, öğüt alsın yahut korksun.’
Dediler ki: ‘Rabb’imiz, gerçekten biz korkuyoruz, bize aşırı davranır yahut iyice azar diye.’ Dedi ki: ‘Korkmayın, şüphesiz ben ikinizle beraberim, işitir ve görürüm!” (Taha, 41-46)
“Dedi ki; ‘Rabb’im, doğrusu ben, beni yalanlayacaklar diye korkuyorum ve göğsüm daralıyor, dilim akıcı değil, bu yüzden Harun’u da gönder ve onlara karşı üzerimde bir suç var, bu yüzden korkuyorum beni öldürecekler diye.’
(Rabb’in) dedi ki: ‘Hayır, şimdi ikiniz ayetlerimizle gidin, muhakkak Biz, sizinle beraberiz, dinliyoruz.” (Şuara, 12-15)
“(Musa) dedi ki: ‘Rabb’im, doğrusu ben, onlardan bir nefsi öldürmüştüm, bu nedenle korkuyorum beni öldürecekler diye. Ve Kardeşim Harun’u -ki o, dil bakımından benden daha güzel konuşur- onu benimle yardımcı gönder, beni tasdik etsin, zira, beni yalanlayacaklar diye korkuyorum.’
“(Rabb’in): ‘Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size yetki vereceğiz, ayetlerimiz sayesinde size asla erişemeyecekler; ikiniz ve size uyanlar galip geleceksiniz!” (Kasas, 33-35)
“Onlara yardım ettik, böylece onlar, galip gelenler oldular.” (Saffat, 116)
Yüce Allah’ın yardımı olunca iman edenlerin, karşısına çıkamayacakları güç, yenemeyecekleri diktatör kalmayacaktır. Yüce Allah’ın yardım vaadini alan Hz. Musa (as), tüm korkularını yenerek davetine başlamıştı. Hz. Musa (as), Rabb’ine güvenip O’ndan başkasının korkularına kalbinde yer vermediği için kazıklar sahibi Fir’avn’e karşı çıkmış, onun diz çöküp zelil düşmesine neden olmuştur.
Yüce Allah’a gereği gibi güvenmek, O’na olan imanın gereğidir; gerçekten iman etmeyenler, daima korku içerisinde yaşarlar, Allah düşmanları karşısında her türlü ikiyüzlülüğü yaparak zillet içerisine girerler. Tağutî sistemin izin verdiği kurumlarda, Hakk’ı batılla karıştıran bel’amlar, Rab’lerine güvenip iman etmedikleri için sisteme karşı zillet içerisine girmektedirler.
Davetçiler, ne adına hareket ettiklerini net ve açıkça belirtmelidirler
Davetçiler, yüce Allah’tan başka hiç kimseden korkup çekinmeden, kendilerinden önceki Tevhid erleri gibi yalnızca Rab’lerine güvenerek, Tevhidi esasları açık ve net bir şekilde ortaya koyar, uyarı görevlerini yerine getirirlerse işte o zaman, yüce Allah’ın yardımı ile günümüz Firavunlarına diz çöktürecek, onları zelil duruma düşüreceklerdir.

Mayıs 15, 2021 0

A’raf Suresi, (73-102. ayetleri)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Hz. Salih (as)
Örgütlenmiş bir azınlık, örgütlenmemiş çoğunluğa daima hükmeder
Tevhidi esasların insanlara ulaştırılması, Risalet önderleri tarafından her toplum içerisinde açık ve net bir şekilde olmuştur. Bu davetlere tepkiler ve tepki gösterenler farklılık gösterseler de Tevhidi davetin ortaya konuluşunda Sünnetullah’ta hiçbir değişiklik olmamıştır.
Tevhidi esaslara karşı çıkan materyalist toplumlarda insanlar, bencil ve hasettirler, değer yargılarını hep kendi çıkarlarına göre belirlerler. Materyalist toplumlar, çıkarlarına dokunan her şeyi çıkarları bozulacak düşüncesi ile her dönemde reddetmiş, kabul etmemiş, Tevhidi esaslara karşı çıkmış, Rab’lerine isyan etmişlerdir.
Risalet önderleri ve Tevhid erleri, içerisinde yaşadıkları toplumların anlayacakları bir üslup ile o toplumların, üzerine titreyip hassasiyet gösterdikleri konulardan hareketle Tevhidi esasları ortaya koymuşlardır.
Hz. İbrahim (as), putları diline dolamış; Hz. Şuayb (as), tartı ve ölçüyü öncelemiş; Hz. Musa (as), Fir’avn’ın egemenliğini sarsmış; Ashab-ı Kehf, Rububiyetin yalnızca yüce Allah’a ait olduğunu, Hz. Muhammed (as), insanların eşit olduklarını, Hz. Salih (as), devesinin insanların mal ve sularına ortak olacağını bildirmiştir. Bunlar, hep o toplumların üzerine titredikleri konulardır.
Günümüzde, egemenliğin yalnızca yüce Allah’a ait olduğu, O’nun hükmüne kimsenin ortak olamayacağı, beşerî sistemlerin insanlar üzerine hüküm koyma haklarının bulunamayacağı vurgulanarak Tevhidi esaslar açık ve net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Böylece insanlar, Tevhid ve şirkin ne olduğunu, gerçekten iman etmenin ancak Tevhidi esasların kabulü ve şirkin reddedilmesi ile mümkün olabileceğini anlayabilirler.
Davetçiler, davetleri reddedilse de emin, güvenilir ve dürüst olmalıdırlar
Hz. Salih (as), kavmi içerisinde olgun, dürüst, güvenilir bir kişiliğe sahipti; Semud Kavmi onu seviyor, onun gelecekte umut verici bir kişi olacağını düşünüyorlardı. Hz. Salih (as), onları Allah’ın birliğine davet edince, -her dönem inkârcıları gibi- daha bir gün önce güvenilir bulup umut beslediklerini unutup ondan kuşku duymaya başladılar.
“Ve Semud’a da kardeşleri Salih dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur! O, sizi yerden yarattı ve oraya yerleştirdi; artık O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin; doğrusu Rabb’im yakındır, kabul edendir.’
Dediler ki: ‘Ey Salih, doğrusu sen, bundan önce aramızda ümit beslenen biriydin, bu babalarımızın taptıkları şeye tapmaktan gerçekten bizi men mi ediyorsun? Şüphesiz biz, şüphe içindeyiz, bizi kendisine çağırdığın şeyden kuşkulanıyoruz!” (Hud, 61-62)
Umut besleyip kendilerine yararlı olacağını düşündükleri kişilerin, çıkarlarına aykırı bir şey söylemesi üzerine küfür cephesi, birden o güvendikleri kişilere düşman olur, saldırır, deli diye damgalarlar. Bu durum, her Risalet önderine reva görülen bir zulümdür.
Semud kavmi, daha önce umut besledikleri Hz. Salih (as)’a, kendilerini Tevhidi esaslara çağırınca düşman oldular. Mekke müşrikleri de “Emin” dedikleri, güvenip en değerli mal ve sermayelerini emanet ettikleri Hz. Muhammed (as)’ın, kendilerini yüce Allah’a davet etmesi ile ona düşman kesildiler, mecnun olduğunu söylediler.
Her toplumda, insanları doğruya yönlendiren ya da yanlışa sürükleyen kişiler var olagelmiştir. Bunlar, -az da olsalar- örgütlü hareket ettiklerinde toplum üzerinde etkili olur, her istediklerini yaptırırlar. “Örgütlenmiş bir azınlık, örgütlenmemiş çoğunluğa hükmeder” sözü, her dönemde geçerlidir. Bu nedenle yüce Allah (cc), Müslümanların, kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturarak birlik olmalarını istemekte, aksi halde yeryüzünde fitne ve fücurun yayılacağını bildirmektedir.
“Kâfir kimseler, birbirlerinin velisidirler, siz onu yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal, 73)
Hz. Salih (as)’ın, Tevhidi davetine karşı çıkanlar, Semud kavmi içerisinde dokuz kişiden oluşan bir çeteydi. Onlar, birliktelik oluşturdukları için toplum üzerinde etkili ve güçlüydüler. Bu çete, zorbalıkları ile her şeyi yapabileceklerini zannediyorlardı.
Her toplumda, sapıklığı yol edinenler olduğu gibi doğrulara talip olan kimseler de bulunmaktadır. Hz. Salih (as)’ın kavmi içerisinde de iman edenler olduğu gibi inkârlarında direnenler de olmuştu. Ancak inkâr edenler, kendi aralarında birliktelik oluşturdukları için toplum üzerinde güç kullanıyorlardı.

Mayıs 8, 2021 0

Kur’ani Mücahede – Şahit Ol –

Yazar: Ramazan Yılmaz

“Tevhidi Mücadele” konusu için: https://youtu.be/e5gBFFGBrBs

Risalet Tarihinde Tevhidi Mücadele’de yalnızca vahiyle hareket edilmiştir
Yüce Allah (cc), Tevhidi mücadelenin nasıl yapılacağını, ne kadar sürmesi gerektiğini, bu uğurda yapılması gereken fedakârlıkları Kur’an’da bütün yönleri ile açıklamıştır. Tevhidi mücadelede ilk ve en önemli esas, yalnızca vahiyle hareket etmektir.
Risalet tarihi boyunca tüm rasuller, kendilerine indirilen vahyi esaslardan hareket ederek insanları, Tevhidi esaslara davet etmişler, onların, yüce Allah’ı Bir’lemelerini, Uluhiyet, Rububiyet ve Meliklik konusunda şirk koşmadan yüce Allah’a iman etmelerini istemişlerdir.
Hz. Nuh (as)’ın kavmini davet ettiği esaslar, tüm rasuller ve onların izini takip eden Tevhid erleri tarafından tarihsel sürecin tüm dönemlerinde aynen tekrarlanmıştır.
“Andolsun Nuh’u kavmine gönderdik, sonra dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur; doğrusu ben, üzerinize büyük bir günün azabından korkuyorum.” (A’raf, 59)
Tevhidi esaslara davet, Risalet önderlerinin izini takip eden Tevhid erlerinin de yaşadıkları dönemlerde aynen devam etmiş, onlar da rasullerin kendilerine bıraktıkları vahyi esaslardan hareket ederek kavimlerini, Uluhiyet, Rububiyet ve Meliklik konusunda yüce Allah’a şirk koşmadan iman etmeye davet etmişlerdir.
Yüce Allah (cc), Hz. Nuh (as)’dan sonra tüm rasulleri aynı şeriat üzere sabit kılmış ve onu, Hz. Muhammed (as) ile noktalamış, Kıyamete kadar gelecek iman edenlerden de bunu aynen ikame etmelerini istemiş ve bunda ayrılığa düşülmemesini emretmiştir.
“Nuh’a, onunla tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya onunla tavsiye ettiği şeyleri, dinde sizin için şeriat yaptı. Muhakkak dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin…” (Şura, 13)
Günümüzde Tevhidi mücadele, ancak Risalet önderleri ve Tevhid erleri gibi vahiyle yapılması halinde Kur’anî esaslara ve yüce Allah’ın rızasına uygun olabilir. Bunun dışında “onda ayrılığa düşmeyin” hükmü ile dinde her söylem ve hareket kesinlikle yasaklanmış, tefrikaya düşenlerin, müşrikler oldukları bildirilmiştir.
“O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın. O kimseler, dinlerinde tefrikaya düştüler ve grup grup oldular; her hizip yanında olan şeylerle sevinmektedir.” (Rum, 32)
İman edenlerin, Tevhidi mücadeleyi günümüzde Risalet önderlerinin izinden giderek insanlara duyurmaları ancak Kur’anî esasları temel ilke edinerek Hanif din üzerinde hareket etmeleri ile mümkün olabilir.
Tevhidi mücadele, uzun soluklu, bedel isteyen, kesintisiz süren bir mücadeledir
Tevhidi esaslara gerçekten iman etmiş, duygularının esaretinden kurtulmuş, Rab’lerini razı etmeyi hayatlarının gayesi edinmiş Müslümanlar tarafından ortaya konulan Tevhidi mücadele, elbette ki geçici bir hevesle, oturularak yapılan, hiçbir sıkıntı vermeyen bir mücadele değildir. Yüce Allah (cc), Tevhidi mücadelenin nasıl sürdürüleceği konusunda rasullerini örnek olarak vermekte, onların örnek alınmalarını istemektedir.
“Rasullerin haberlerinden sana her şeyi anlatıyoruz; onda, senin kalbini sağlamlaştıracak şeyler vardır. Sana, bunun içerisinde Hak, nasihat ve Mü’minler için öğüt/zikir geldi.” (Hud, 120)
Risalet önderlerinin örnek mücadelelerine bakıldığında Tevhidi mücadelenin nasıl yapılacağı çok açık bir şekilde görülmektedir.
Tevhidi mücadele, Hz. İbrahim (as)’ın en güzel örnekliğinde görüldüğü üzere apaçık bir şekilde, net ve kesin çizgilerle ortaya konulan bir mücadeledir.
“Gerçekten sizin için İbrahim’de ve onun beraberindeki kimselerde güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine dediler ki: ‘Şüphesiz biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiğiniz şeylerden uzağız, sizi tanımıyoruz. O Bir olan Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır…” (Mümtehine, 4)
Tevhidi mücadele, Hz. İbrahim (as) ve Ashab-ı Uhdud davetçilerinde apaçık örnekleri görüldüğü üzere bedel ödenen bir mücadeledir.
“Nihayet kavminin (İbrahim’e) cevabı: ‘Onu öldürün yahut onu yakın’ demelerinden başka olmadı, fakat Allah, onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edenler toplumu için ayetler vardır.” (Ankebut, 24)
Tevhidi mücadele, Hz. Musa (as)’ın örnek mücadelesinde görüldüğü üzere en dikta zalimlere karşı onurlu bir dik duruş gerektiren bir mücadeledir.
“Musa dedi ki: ‘Ey Fir’avn, muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb’inden bir Rasul’üm!” (A’raf, 104)
Tevhidi mücadele, Hz. Muhammed (as)’ın en güzel örnekliğinde olduğu üzere, insanın canı da dahil tüm değerlerini bu uğurda ortaya koyduğu bir mücadeledir.
Hz. Muhammed (as) ve beraberindeki Müslümanlar, canları dahil bütün değerlerini ortaya koyarak mücadelelerini sürdürmüşler, bu uğurda kimileri şehit edilirlerken kimileri de yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlardı.

Mayıs 5, 2021 0

Evrensel Mesaj Kur’an’ı Kerim Meali/Tanıtım

Yazar: Ramazan Yılmaz

Ramazan Yılmaz Hocanın Mukaddimesi için video link: https://youtu.be/COhflVfZM-Y
Hamdolsun Rabb’imize, üzerinde uzun yıllardır çalıştığımız, her kelime ve kavramını tekrar tekrar inceleyerek hazırladığımız Evrensel Mesaj Kur’an’ı Kerim mealimiz, Rabb’imizin lütuf ve yardımı ile tamamlanmış bulunmaktadır.

Evrensel Mesaj Kur’an!

Bir eserin, bir kitabın evrensel ve çağlarüstü olabilmesi, o eserin ya da kitabın yapımcısının, yazarının ya da yazdıranının hitap edeceği insanları ve çağları çok iyi bilmesi, tanıması ile mümkündür. Aynı şekilde o kitap ve eserin, her çağda yaşayan insanlara hitap etmesi ve o insanlar tarafından anlaşılması gerekir.

Evrensel ve çağlarüstü bir eser de ancak tüm çağların üzerinde olan bir güç tarafından ortaya konulabilir ki, o da yalnızca âlemlerin Rabb’i yüce Allah’tır ve o eser de O’nun gönderdiği Kur’an’dır. İnsanı yaratan ve onu çok iyi tanıyan yüce Allah (cc), onun yeryüzündeki yaşamını düzenleyen kurallarını da bildirmiş ve onu, bildirdiği kurallardan sorumlu tutmuştur.

İnsanın, Kur’an’dan sorumlu olabilmesi, ancak onu anlayabilmesi ile mümkündür. Bu nedenle yüce Allah (cc) Kur’an’ı, kullarının anlayabileceği kolaylıkta ve anlaşılabilir bir şekilde indirmiştir.

“Andolsun öğüt için Kur’an’ı kolaylaştırdık, şimdi öğüt alacak var mı!!” (Kamer, 17)

“İşte gerçekten Biz onu, senin diline kolaylaştırdık, ta ki onlar düşünsünler.” (Duhan, 58)

Anlaşılmayan, anlaşılması zor olan bir kitaptan insanlar sorumlu tutulamazlar. Kur’an, akleden, düşünme özelliklerini kaybetmeyen, onur ve haysiyetini muhafaza eden her insan tarafından anlaşılabilecek kolaylıkta bir Kitap’tır. Yüce Allah (cc), kimseye gücü üzerinde bir sorumluluk yüklemez.

“Allah, bir nefse, onun gücünden başka yüklemez …” (Bakara, 286)

Kur’an, Evrensel ve Çağlarüstü bir Kitap’tır.

Kur’an, Kıyamet Saati’ne kadar tüm insanlığa hitap eden evrensel, her çağın sorunlarını en iyi şekilde çözüme ulaştıran çağlarüstü bir Kitap’tır. Kur’an mesajının, tüm insanlar tarafından net olarak anlaşılması ancak her çağa uygun, anlaşılır şekilde tercüme edilmesi ile mümkündür.

Kur’an’ın net anlaşılması ise ancak tercüme edildiği çağın kavram ve tanımlarının kullanılması, Kur’an’ın tercüme edildiği çağda yaşayan insanların aşina oldukları, yaşadıkları hayatta kullandıkları tanım ve kavramlar olmalıdır. İnsanların aşina olmadıkları, hayatlarında karşılığı bulunmayan kavramlarla tercüme edilen Kur’an, insanlar tarafından anlaşılmayacak, Kur’an’a muhatap olanlar gereğince iman etmeyecek ve Kur’an’ın istediği toplum teşekkül etmeyecektir.

Kur’an tercümesinden amaç, her çağda yaşayan insanların, Rab’lerinin yüceliğini, Uluhiyet ve Rububiyetini kavramaları, Rab’lerine şirk koşmadan gereği gibi iman etmeleri için olmalıdır. Bu amacın dışında para kazanma, ün yapma gibi her düşünce ve hareket, Kur’an’a yapılabilecek en büyük ihanet ve yüce Allah’a karşı azgınlık ve tuğyandır.

Kur’an tercümesi, büyük bir sorumluluk ve ağır bir görevdir

Kur’an’ı tercüme etme ya da diğer bir ifade ile meallendirme, büyük bir sorumluluk ve ağır bir görevdir. Kur’an tercümesi, sıradan bir kitabın tercümesine benzemez; yüce Allah’ın gözetimi altında onun kelamını, insanların, Rab’lerinden gelen ilahi mesajı aynen anlamalarını sağlamaya, anlayabilecekleri bir şekilde açıklamaya yönelik bir çalışmadır.
Kur’an tercümesi ile yüce Allah’ın sözü, O’nun kullarına tercüme edilmektedir. Bu tercüme sırasında -hata müstesna- bilinçli ya da bilinçsiz yapılacak en küçük bir yanlışlık, yüce Allah’ın söylemediği bir söz, söylenmiş gibi gösterilecektir ki bu, apaçık bir şekilde yüce Allah’ın üzerine iftira atmaktır.
Kur’an, bir bütündür, ayetler arasında uyum sözkonusudur. Ayetler arasında herhangi bir çelişki bulunmadığı gibi ayetlerin, insan, hayat ve kâinat bütünlüğüne de bir aykırılığı sözkonusu değildir. Kur’an çevirilerinde bu esas gözönünde bulundurulmalıdır. Bunlar, gereğince bilinmeden yapılacak Kur’an çevirileri, çeviriyi yapan kişileri, yüce Allah indinde çok büyük bir sorumluluk altına sokacaktır.

Ayetlerin, genel itibarı ile siyak ve sibak durumuna göre açıklanması yanında aynı ayette birbirini izleyen konuların da bir düzen içerisinde verilmesi gerekir. Bunun için de ayette geçen kavramların, birbirini bütünleyen anlamları esas alınmalı, kavramlara, birbirine aykırı bir anlam verilmemelidir.

Kur’an’ı çevirecek kimselerin Müslüman olmaları gerekir

Kur’an’ı tercüme edecek kişilerin, öncelikle Müslüman olmaları, yüce Allah’ı hakkıyla tanımaları, Tevhidi esasları çok iyi bilmeleri, Risalet önderlerinin konumlarını net olarak öğrenmeleri gerekir. Müsteşrikler, başka bir dine, demokratik tağutî sisteme mensup kimseler, yüce Allah’ın razı olduğu İslâm dininin temel Kitabı’nı tercüme edemezler. Tağutî demokratik sistemi destekleyip ona iman edenler, iman etmedikleri Kur’an’ı, sağlıklı ve doğru tercüme edip Hakk’ı gereğince anlatamazlar.

Kur’an tercümesini ancak yüce Allah’ın Uluhiyet ve Rububiyetine gerçekten iman etmiş ve o doğrultuda yaşayan Müslümanlar yapabilirler.

Mayıs 1, 2021 0

A’raf Suresi (38-72. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah’tan başka ilah edinilenler, kendilerine tapanları Ahirette reddedeceklerdir
Müşriklerin, takip ettikleri önderleri, hesap günü kendilerini bırakacak, kendi zorlu hesaplarının derdine düşeceklerdir. Onlara: “Allah’tan başka çağırdıkları” sorulacak, kendilerinden kaçtıklarını söyleyecek kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik edeceklerdir.
“(Münafıkların kâfirlerle durumu) tıpkı şeytanın misali gibi; o zaman insana: ‘İnkâr et’ dedi, ne zamanki inkâr etti dedi ki: ‘Şüphesiz ben senden beriyim, gerçekten ben âlemlerin Rabb’i Allah’tan korkarım.” (Haşr, 16)
Dünyada toz kondurmayıp körü körüne destek oldukları, her sözünü vahiy gibi kabul ettikleri, ilah edinip sözünden çıkmadıkları kişilerin, o dehşetli günde kendilerini terk etmesi ve kendi küfürlerine tanıklık yapmaları kişiler için ne kadar acı bir durumdur.
Düşünme yeteneklerini yitirmiş kişiler, ellerinde yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an bulunduğu, uyarıcı ayetleri okuyup durdukları halde hâlâ akıllarını başlarına almıyor, hâlâ kendilerini Müslüman zannederek ilah edindikleri önderlerinin peşlerinden gidiyorlar. Ancak hesap gününde kâfir olduklarına bizzat kendileri şahitlik yapacaklardır.
Dünyada yüce Allah’ın indirdiği Tevhid dinine değil de lider edinip tapındıkları bel’amların sözlerine ya da kendi hevalarına tabi olanlar, beşerî tağutî sistemlerin yasalarına çağırıp o sistemlere oy verenler, Müslüman değil müşriktirler.
“Doğrusu onlar, O’ndan başka ancak (bir takım) dişilere çağırıyorlar ve şüphesiz onlar, azgın şeytana çağırıyorlar.” (Nisa, 117)
Her şeyin apaçık ortaya konulacağı o hesap gününde, dünyada önder edinilenler, saptırdıklarından kaçsa da kurtulamayacak, yakalanıp getirilecek, dünyada saptırdıkları kişiler ile beraber, içerisinde ebedi kalmak üzere cehenneme sürükleneceklerdir.
38- (Allah) der ki: ‘Sizden önce geçen cin ve insan ümmetlerin içinde ateşe girin!’ Her ümmet girdikçe o kardeşine lanet eder; nihayet hepsi oraya ulaştığı zaman, onların arkasından gidenler, onların önünde gidenler için der ki: ‘Rabb’imiz, bizi dalalete düşürenler bunlar; bu yüzden onlara ateşten iki kat azap ver!’ (Allah) der ki: ‘Hepsi için bir kat fazla vardır velakin siz bilmezsiniz.’
İnsanları saptıran şeytanın yardımcıları, cinler ve insanlardır
Ayette, bir konuya dikkat çekilmektedir; “Cin ve insan ümmetlerin içinde ateşin içine girin!” denilmektedir. Bu, Nas suresinde kendilerinden Allah’a sığınılması istenen, insanları saptırmak için onların göğüslerine fısıldayan şeytanın yardımcıları olan cin ve insanlar ile onlara tabi olan kimselerdir.
“Ve o gün, onların hepsini diriltecek: ‘Ey cinler topluluğu gerçekten siz, insanlardan çoğunu (dost edinmek) istediniz,’ insanlardan, onların dostları der ki: ‘Rabb’imiz, birbirimizden faydalandık ve bize belirlediğin o ecelimize ulaştık.’ (Rab’leri) der ki ‘Kalacağınız yer ateştir; Allah’ın, dilemesi müstesna, orada ebedi kalacaksınız.’ Şüphesiz Rabb’in Hâkim’dir, Âlim’dir.” (En’am, 128)
Yüce Allah’a isyan edip şirk koşanlar, cin ve insan şeytanların saptırması ile küfre ve şirke düşmüşlerdir. Onlar, Kıyamet günü bir araya toplatılıp sorgulanacaklar, dünyada beraber oldukları gibi o günde de beraber cehenneme gireceklerdir.
Dünya hayatında kendilerine, yüce Allah indinde şefaatçi olması için ilah edindikleri önderleri ile o gün birbirlerine düşman olacaklardır.
“Allah’tan başka ilahlar edindiler ki, kendilerini izzetli kılsın; iyi bilin ki, onların itaat etmelerini inkâr edecekler ve onlara karşı hasım olacaklardır.” (Meryem, 81-82)
Dünyada dost olanlar, kıyamet günü birbirlerine düşman olacaklar, birbirlerinin sapıklıklarını dile getirecekler, ancak birbirlerini suçlamaları, onları kurtarmayacaktır.
“Andolsun bana geldikten sonra Kur’an’dan/Zikirden beni saptırdı;’ şeytan, insanı yüzüstü bırakır.” (Furkan, 29)
“Onun yakını dedi ki: ‘Rabb’imiz, ben onu azdırmadım velakin uzak bir sapıklık içinde idi.” (Kaf, 27)
Dünyada, şeytani düzenleri desteklemeye, gayri İslâmi kurum ve kuruluşlara insanları, çağıranlar ve onlara tâbi olanlar, Kıyamet günü birbirlerini suçlayacak, birbirlerini lanetleyeceklerdir.
“(İbrahim) dedi ki: ‘Şüphesiz ancak siz, Allah’ı bırakıp putlar edindiniz; dünya hayatında aranızda muhabbet kurdunuz, sonra Kıyamet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi lanetlersiniz; varacağınız yer de ateştir ve sizin hiçbir yardımcınız yoktur.” (Ankebut, 25)
İş işten geçtikten sonra onların, birbirlerini lanetlemeleri artık onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Oysa dünya hayatında birbirlerini lanetleyip birbirlerinden ayrılsalardı, o kendileri için daha hayırlı olacaktı.

Nisan 24, 2021 0

A’raf Suresi (28-37. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Dünyada iki grup vardır, Allah’ın taraftarları ve şeytanın taraftarları
Tevhid şirk mücadelesi, temel itibarı ile iki grup arasında geçmektedir. Bunlar, yüce Allah’ın taraftarı olan Müslümanlar ve şeytanın taraftarı olan diğer tüm insanlar ki bunlar, kâfir, müşrik, münafık ve fasıklardır. İnsan ya Allah’ın taraftarı Müslümanlarla beraberdir ya da şeytanın taraftarı olan diğerleri iledir; üçüncü bir grup yoktur. Kur’an, bu taraftarları şöyle açıklamaktadır.
“Şeytan onları hâkimiyeti altına almış, böylece Allah’ı hatırlamayı onlara unutturmuştur; işte onlar, şeytanın hizbidir, iyi bilin ki, şüphesiz şeytanın hizbi olanlar, hüsrana uğrayanlar onlardır.” (Mücadele, 19)
“Kim, Allah’ı, Rasulü’nü ve iman eden kimseleri dost edinirse, işte gerçekten Allah’ın taraftarı onlardır, (onlar) galip geleceklerdir.” (Maide, 56)
Ayetlerde görüldüğü üzere şeytana uyanlar, onun dostları, iman edenler de Allah’ın taraftarlarıdırlar. Tağut ve taraftarları ile savaşmak, aslında şeytan ile savaşmaktır.
“İman eden kimseler, Allah yolunda savaşırlar ve kâfir kimseler de tağut yolunda savaşırlar; o halde şeytanın dostlarıyla savaşın, şüphesiz şeytanın düzeni zayıftır.” (Nisa, 76)
Dünya, Allah taraftarları ile şeytan taraftarları arasında Hak-batıl mücadelesinin sürdüğü bir alandır. Müslümanlar, Allah ve Rasulü’nü dost edinip Kur’an ve Nebevi metottan hareket ederlerken, şeytanın taraftarları, şeytani düzen olan beşerî tağutî sistemlerinin ortaya koydukları kurallarla ve belirledikleri metotlarla hareket ederler.
Tevhid-şirk, Hak-batıl mücadelesinde Müslümanlar, Kur’anî esasları, Risalet önderleri gibi ortaya koyarlarsa galip geleceklerdir. Yüce Allah (cc), iman edenleri uyararak şeytanı ve şeytanın yandaşlarını dost edinmemelerini emretmektedir.
“Ey iman eden kimseler, tamamen İslâm’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin, şüphesiz o, size apaçık düşmandır.” (Bakara, 208)
Şeytan nasıl ki insanları Allah yolundan alıkoyacağına yemin ettiyse, şeytanın görevini üstlenen tağutî beşerî sistemler de insanları, Tevhidi esaslardan ve İslâm’ın hayatı düzenleyen kurallarından uzaklaştırarak kendilerine itaat etmeleri için çalışırlar.
Tağutî sistemler, insanları Allah yolundan, Tevhidi ilkelerden alıkoymayı parti, dernek ve vakıflar yoluyla yapar. Bu kurumlar, Kur’an’ın ifadesi ile her yolu deneyerek Hak yolu eğriltmeye çalışırlar, insanları Allah yolundan çevirmek için oyun üstüne planlar yaparlar.
“Ve vaatler yaparak her yolla ikna etmeye çalışmayın, onunla iman edenleri, Allah yolundan uzaklaştırmayın ve onu, zulmederek eğriltmeyin, hatırlayın ki o zaman az idiniz, nihayet sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların akıbeti nasıl oldu!” (A’raf, 86)
Her yolu denemek, Allah yolundan insanları alıkoymak için değişik metotların kullanılmasıdır. Bunlar, tasavvuf, parti, dernek, vakıf, Diyanet şebekesi ile tağutî sistemin Prof. unvanı verdiği kimselerdir. Bu saptırıcı unsurlar, Kur’an’ı kullanarak insanları Allah yolundan Tevhidi esaslardan saptırıp şirke ve küfre sokmakta, İblis’in, Hz. Âdem (as) ve eşini, cennetten -ebedi kalmak yalanı ile- çıkardığı gibi, dine davet ederek insanları yüce Allah’a isyan ettirmektedirler.
Yüce Allah’ı razı edebilmenin, O’nun vadettiklerine ulaşabilmenin tek yolu, şeytanın yardımcıları olan saptırıcı unsurların söylediklerinden uzaklaşmak, yüce Allah’ın bildirdiği kurallar doğrultusunda hareket etmektir. Bunlar, dine davet ediyor görüntüsü ile insanları, tağutî sisteme itaat etmeye çağırırlar. Bunlara uyanlar, tıpkı Hz. Âdem (as) ve eşinin cennetten çıkarıldıkları gibi yüce Allah’ın rahmetinden kovulurlar.
Şeytan ve taifesinin, Allah yolundan alıkoymak için başvurdukları yollar
Yüce Allah (cc), şeytan ve taifesinin, insanları nasıl kandırdıklarını bildirmiş, iman edenlerin bunlara dikkat etmelerini istemiştir. Şeytan ve dostları, insanları aldatarak oyalarlar, onları hiçbir zaman gerçeğe yöneltmezler, Tevhidi esaslara davet etmezler.
Daha iyi bir gelecek vadederek kandırırlar
İblis, Hz. Âdem (as) ve eşini, “Rabb’iniz, ancak gerçekten ikiniz melek ya da ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan menetti,” diyerek melek olmak ya da cennette ebedi kalmak vaadi ile kandırıp cennetten çıkarılmalarına neden olduğu gibi şeytanın dostları tağutî sistemler ve Samiri soylu bel’amlar da insanlara gelecek vadederek yüce Allah’a isyan ettirip ebediyen cehennemde kalmalarına neden olurlar.
“Onlara vadeder ve söz verir, şeytan, aldatmadan başka onlara bir şey vadetmez.” (Nisa, 120)
İblis, Hz. Âdem (as) ve eşini, yemin ederek aldattığı gibi şeytanın dostları da insanları, “Allah, Kitap, Kur’an” sözleriyle sağdan yanaşarak, boş vaatlerde bulunarak aldatırlar. Böylece insanları Allah yolundan alıkoyar, Tevhidi esaslardan uzaklaştırır, küfre ve şirke sokarak Rab’lerine isyan ettirirler.

Nisan 17, 2021 0

A’raf Suresi (1-27. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kur’an, insanlara uyarı, Mü’minlere öğüttür
Tarihin her döneminde insanlar, daha rahat yaşamak, iyi bir hayat sürmek için çalışmışlar, toplumsal düzenin huzur içerisinde sürdürülmesine gayret etmişlerdir. Bu nedenle toplumsal düzenin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlayacak kurallar koymuşlar, ancak koydukları kurallar, onları huzura ulaştırmamış, mutsuz yapmıştır.
Yüce Allah (cc), ilk insanla beraber insanların uyacakları kuralları da onlara bildirmiş, bu kurallara tabi olmaları halinde gerçek huzuru ve mutluluğu bulacaklarını, aksi halde dünya ve Ahirette huzursuz olup helak olacaklarını haber vermiştir.
“Dedik ki: ‘Hepiniz ondan inin, artık ne zaman Benden bir Hidayet size gelirse, nihayet kim, Hidayetime tâbi olursa, işte onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklar.’ İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, ateş halkıdır, onlar, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 38-39)
Yüce Allah’ın hükümlerine göre yaşamayıp bu hükümlerden yüzçevirenler, dünyada huzursuz olacakları gibi Ahiret hayatında da içerisinde ebedi kalmak üzere ateşe gireceklerdir.
Kur’an, tüm insanlığın her türlü sıkıntılarını gidermek için bir öğüt olarak gönderilmiştir. İnsanlar, Kur’anî esaslara tâbi oldukları, bu ilahi mesaja göre hayatlarını düzenledikleri sürece sıkıntılarından kurtulacaklar, huzurlu ve mutlu olacaklardır.
“Ey insanlar, gerçekten size Rabb’inizden bir öğüt gelmiştir; göğüslerde olana şifa ve Mü’minler için hidayet ve rahmettir.” (Yunus, 57)
Kur’anî hükümler, insanlar arasındaki ihtilafları en iyi şekilde çözer ve adaletle hükmeder, insanların sorunlarını çözer. İnsanlar, Kur’anî hükümlere uygun yaşadıkları huzurlu hayat içerisinde Rab’lerine yönelerek gereği gibi kulluk yaparlar.
Kur’an’ın, sorunları çözebilmesi için öncelikle insanların, kendi heva ve arzularını ileri sürmeden ona gereğince iman etmeleri, hükümlerine uygun yaşamaları gerekir. İşte ancak o zaman toplumsal barış, insanlar arasında sevgi ve saygı unsurları oluşacaktır.
Heva ve arzuların her şeyin üstünde tutulduğu toplumlarda insanlar, sorunlarını kendi düşünceleri ile çözmeye kalkışırlar. Böyle toplumlar, aralarındaki çekişme ve aşırı istekler nedeniyle huzursuz olur, Kur’anî esaslardan yüzçevirerek sapıklığa düşerler.
“İnsanlar, bir tek ümmet idi; böylece Allah, nebilerini, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla beraber, kendisinde ihtilaf ettikleri şeylerde, insanlar arasında hükmetmek için Kitab’ı Hak ile indirdi. Ancak o (kitap) verilen kimselerin onda ihtilaf etmeleri, apaçık deliller onlara geldikten sonra aralarındaki aşırı istekleridir. Bunun üzerine Allah, kendisinde ihtilaf ettikleri şeyde iman eden kimseleri, Kendi izniyle Hakk a Hidayet etti. Allah, dileyen kimseye Hidayet eder, doğru yola iletir.” (Bakara, 213)
Kur’an’a tâbi olmayanlar, şeytana ve şeytani beşerî düzenlere tâbi olur
A’raf suresinin ana konusu, yüce Allah’ı birleme, uyarı ve Kur’an’a uymadır. Bu nedenle surenin hemen girişinde: “Rabb’inizden size indirilen şeye tabi olun ve O’ndan başka velilere tabi olmayın” uyarısı ile insanların Kur’an dışı şeytani bütün sistem ve kişilerin reddedilmesini emretmektedir.
Sure, hemen tümüyle Risalet önderlerinin getirdikleri ilahi vahyi ve vahye karşı çıkan şeytani düzenleri ve kişileri sözkonusu edinmektedir. Surelerdeki muhteşem bütünlük, bu A’raf suresinde de aynen tekrarlanmakta ve surenin girişinde yapılan, “Rabb’inizden size indirilen şeye tabi olun ve O’ndan başka velilere tabi olmayın” uyarısı, surenin sonunda “…De ki: ‘Şüphesiz Rabb’imden bana vahyolunan şeye tâbi oluyorum; bu, Rabb’inizden basiretlerdir ve iman eden bir toplum için hidayet ve rahmettir!” ifadesi ile bütünleşmektedir.
Sure, vahye karşı olan tüm sistem ve kişileri, onlara uyulmaması gerektiğini verdikten sonra, surenin sonunda şeytandan, doğal olarak şeytanın temsilcileri olan sistem ve kişilerden yüce Allah’a yönelmeyi, Kur’an’ın dinlenip ona uyulmasını, böylece yüce Allah’a kulluk edilmesini emretmektedir.