Yazar: Ramazan Yılmaz

Eylül 25, 2021 0

Tağutî sistemin en büyük destekçileri Samiri soylu bel’amlar

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah’a, İslâmi değerlere ve Rasulullah (as)’a karşı savaşın öncüleri Samiri soylu bel’amlardır
Risalet tarihi boyunca İslâm’a karşı çıkanlar, bu karşı çıkışlarını açık bir şekilde ortaya koyuyor, vahyi esaslara ve onu getiren rasullere düşmanlıklarını açıkça yapıyorlardı. Geçmiş İslâm düşmanları, hiçbir zaman vahyi esasları kullanıp ikiyüzlülük yapmamış, rasullerden yana gözükerek vahyi esaslara saldırmamışlar. Onlar, küfürlerini, karşı çıkışlarını açıkça ortaya koyuyorlardı.
Günümüzde Siyonizm, emperyalizm ve Haçlı artığı batılılar, bir taraftan İslâm’a ve İslâmî değerlere karşı küfür ve düşmanlıklarını açık bir şekilde ortaya koyarlarken, İslâm’a mensup insanları katlederlerken diğer taraftan halkında Müslümanların da bulunduğu ülkelerde satın aldıkları Samiri soylu bel’amlar vasıtasıyla İslâm’a karşı kin ve düşmanlıklarını sürdürmektedirler.
Günümüzde, Risalet tarihindeki Tevhidi mücadeleye aykırı bir şekilde vakıf, dernek, parti gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanan, Tevhidi esasları gizleyerek Hakk’ı batılla bulayan, tüm çabaları ile mensup oldukları demokratik tağutî sistemin hayatiyetini sürdürmesi için çalışan, konumları, yapıp söyledikleri ile Risalet önderlerine ve Tevhid erlerine ihanet eden, bel’amlar, Allah ve Rasulü’ne karşı apaçık bir savaş içerisindedirler.
Yüce Allah’ın lanetlediği Samiri soylu bel’amlar, birçok söz ve davranışları ile Kur’an’a aykırı hareket ederek yüce Allah’ın Kur’an’da apaçık bildirdiği Kur’anî kavramları çarpıtıyor, kelimeleri yerlerinden kaydırıp Kitab’ı tahrif etmeye çalışıyorlar. Bunlar, Kur’an’da ifade edilen Kitap Ehli sapıklarının günümüz versiyonlarıdırlar.
“Size inanacaklarını gerçekten umuyor musunuz! Doğrusu onlardan bir grup vardır ki, Allah’ın kelâmını işitirler, sonra o aklettikleri şeyin ardından onu tahrif ederler.” (Bakara, 75)
“Ancak ahitlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık; kelimelerin yerlerini değiştirdiler, kendisiyle öğüt verilen şeyden pay almayı unuttular…” (Maide, 13)
“Şüphesiz onlardan bir fırka vardır ki, dillerini Kitapla eğip bükerler ki, siz onu Kitap’tan sanasınız, o Kitap’tan değildir ve derler ki: ‘O, Allah katındandır’ o, Allah katından değildir. Allah’a karşı onlar, bilerek yalan söylerler.” (Al-i İmran, 78)
Söyleyip yaptıkları ile yüce Allah’ın lanetine uğrayan Samiri soylu bel’amlar, yüce Allah’ın, reddedilmedikçe Kendisine iman edilmeyeceğini bildirdiği tağutun reddedilmesi hükmünü görmezden gelerek tağutî sisteme iman etmişler, din edindikleri tağutî sistemin varlığını sürdürmesi için çalışmaktadırlar.
“Dinde zorlama yoktur, Hak yol sapık yoldan kesin ayrılmıştır; artık kim tağutu inkâr eder, Allah’a iman ederse, işte (o), gerçekten kendisinin kopması olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır, Allah İşiten’dir, Bilen’dir.” (Bakara, 256)
Yüce Allah’ın, bu apaçık uyarısını, -tağutî sisteme iman edip destekleyerek- inkâr eden bel’amlar, kendileri, Kur’anî hükümleri inkâr ederek dalalete saptıkları gibi peşlerinden sürükledikleri yığınların da Kur’an’ı terk edip tağutî sistemi destek olmaları için çalışırlar, böylece Kur’an’ı inkâr edip ondan yüzçevirmelerine neden olurlar.
“Onlar, (insanları) ondan men ederler ve (kendileri de) ondan uzak dururlar; doğrusu yalnız kendi nefislerini helak ediyorlar, şuurunda değiller!” (En’am, 26)
Yüce Allah (cc), tüm Risalet önderlerini, tağutu, tağutî sistemleri reddetmek için gönderdiğini bildirmekte, tağutu reddedenlere Hidayet ettiğini, tağutu reddetmeyenlerin sapıklık içerisinde kaldıklarını bildirmiştir.
“Andolsun Biz, her millet içinden: ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye bir Rasul gönderdik; sonra Allah, onlardan kimine Hidayet etti, onlardan kimi üzerine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezin de bakın görün, yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş!” (Nahl, 36)
Tağutu, tağutî demokratik sistemleri reddetmek, yüce Allah’a iman etmenin temel esasıdır. Kur’an’da bildirildiği üzere tağutî demokratik sistemler reddedilmedikçe yüce Allah’a iman etmek mümkün olmayacaktır.
Vakıf, dernek ve parti gibi şirk ve küfür yuvalarında yuvalanan bel’amlardan hiçbiri tağutî demokratik sistemi reddetmedikleri gibi yüce Allah’ın hükümlerine adeta meydan okuyarak kendileri ve arkalarında sürükledikleri yığınlarla tağutî demokratik sistemi desteklemekte, bu sistemin yöneticilerini ilah edinmektedirler.
Samiri soylu bel’amların hemen tümü, din edindikleri demokratik tağutî sistemin küfür, şirk ve yüce Allah’ın düşmanı olduğu insanlar tarafından anlaşılmasın diye Tevhidi esasları gizlemekte, gündemlerine bile almamaktadırlar. Bunlar, tüm güçleri ile Kur’an’da apaçık bir şekilde bildirilen Kur’anî kavramların anlamlarını tam tersine çevirerek Hakk’ı batıl ile karıştırmaktadırlar. İşte bel’amların, anlamlarını çarpıttıkları Kur’anî kavramlar.

Eylül 17, 2021 0

Fatır Suresi, (32-45. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah (cc) indinde insanlar üç sınıfa ayrılacaklardır
Yüce Allah (cc), kullarını yaratmış, onları dünya hayatına göndermiş, onlara irade vermiş, dünya hayatında söyleyip yaptıklarına göre kullarını değerlendirecek ve herkese hak ettiği karşılığı tastamam verecektir.
Yüce Allah (cc) indinde hiçbir insanın, diğer bir insana üstünlüğü olmadığı gibi hiç kimse de O’nun yanında özel bir statüye sahip değildir. İnsanlar, dünyada düşünce, söz ve yaptıkları amellere göre Rab’leri yanındaki durumlarını belirleyeceklerdir.
İnsanlar, düşünce, söz ve fiillerinin kendilerine kazandırdığı sevap ve günahlara göre Kıyamet günü üç sınıfa ayrılacaklar. Bu sınıflama, insanların kendilerine verilen Kur’an’a yaklaşımlarına, Kur’an doğrultusundaki söylem ve fiillerine göre yapılmaktadır.
32- Sonra kullarımızdan seçtiğimiz kimselere Kitab’ı miras verdik, böylece onlardan nefsine zulmeden ve onlardan doğru giden ve onlardan, Allah’ın izni ile hayırlarda öne geçen var. İşte o, büyük lütuftur.
Yüce Allah (cc), Hidayet rehberi Kur’an’a uyulmasını emretmiş, hangi nedenle olursa olsun, Kur’an’ın dışında hareket edilmesini yasaklamıştır. Kur’an’ı kabul etmeyip küfre düşerler, Kur’an’ın bir kısmını alıp bir kısmını terk edenler, hevalarına göre ayetleri tevil edenler, Rab’lerine isyan etmiş, Hak’tan sapmış, küfür ve şirke düşmüştür.
Her türlü aşırılığı kabul etmeyen yüce Allah (cc), kullarına gönderdiği Kur’an’a muhatap olan kullarını üç grupta zikretmiştir. Bunlar, Kur’an’a sırt dönüp nefislerine zulmedenler, orta yolda gidenler ve Rab’lerinin izni ile hayırda öne geçenlerdir.
Zalimler
Kur’an’da, zalimlerin kimler oldukları ve zalim olma nedenleri apaçık şekilde belirtilmiştir. Zalim sıfatı Kur’an’da, kâfirlere, müşrik, münafık, fasık ve mürtetlere verilmiştir.
Zulüm, insanlığı ifsat eden çok büyük bir kötülüktür; bu nedenle yüce Allah (cc), Mü’minlere olan rahmetinden dolayı hemen her konu ve durumda zalimlere dikkat çekmekte Mü’minleri, zalim olmaktan sakındırmaktadır.
“Ey iman eden kimseler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, şayet imana karşı küfrü seviyorlarsa, veliler edinmeyin; sizden kim onları veli edinirse işte onlar, zalimler onlardır.” (Tevbe, 23)
Bu açık uyarılar iman edenleri, her konu ve durumda dikkatli olmaya davet etmekte onlardan, yaptıkları işlerde daha duyarlı olmalarını istemekte, aksi halde zalimlerden olacaklarını bildirmektedir. Çünkü zalimler, asla iflah olmazlar.
Zulüm, hak sahibine hakkını vermemek şeklinde özetlenebilir; yüce Allah’a ait olan sıfatları, bilerek ya da bilmeyerek başkalarına vermek, onların da yüce Allah (cc)’ın bazı sıfatlarına sahip olduklarını ya da olabileceklerini düşünmek şirk ve zulümdür.
“Kendisine bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaları sebebiyle inkâr eden kimselerin kalplerine korku düşüreceğiz ve onların barınakları ateştir, zalimlerin ağırlanacakları yer ne kötüdür.” (Al-i İmran, 151)
Kur’an birçok ayetinde, nefislerine zulmedenlerden söz eder, zalimleri, Rab’lerine şirk koşup isyan edenler, insanlara ve kendi nefislerine zulmedenler olarak sınıflandırır. Tüm zalimler cehennemliktirler, orada ebedi olarak kalacaklardır.
İnsanların, maddi ve manevi haklarını gasp ederek yüce Allah’a yönelmelerine, Tevhidi esasları gizleyerek insanların bu gerçeklerden haberdar olmalarına engel olmak, dini duygularını, maddi imkânlarını haksız yere almak, infak etmemek zulümdür.
“Ancak o zulmeden kimseler, onlara o söyleneni başka bir sözle değiştirdiler; bu yüzden o zulmeden kimseler üzerine -fasıklardan olmaları nedeniyle-gökten ceza indirdik.” (Bakara, 59)
Yaradılışın temel gayesi kulluktur; Rab’lerine kulluk yapanlar, dünyada huzur ve mutluluk içerisinde zilletten uzak, onurlu ve şerefli, Ahirette, Rab’lerinin rızasını kazanmış olarak ebediyen nimet cennetlerde mutludurlar. Rab’lerine kulluğu terk edenler, dünya hayatlarında kula kulluk ederek zillet içerisinde olacaklar, Ahirette ise ebedi olarak cehenneme gireceklerdir. İşte onlar, nefislerine zulmeden zalimlerdir.
“Onlar için cehennemde bir yatak onları çevreleyecek, bayılacaklar; zalimleri işte böyle cezalandırırız!” (A’raf, 41)

Eylül 11, 2021 0

Fatır Suresi, (1-31. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kâinatta en üstün güç yalnızca yüce Allah’tır
Güç sahibi olmak, kolay elde edilebilecek bir şey değildir; güçlü olmak, ortaya bir eser koymak, üstün olmak ise, her şeyin üzerinde bulunmakla mümkündür. Kendisi aciz olan birinin, acziyetini unutup güçlü olduğunu iddia etmesi, örümcek ağından yapılmış, hafif bir rüzgârla yerle bir olacak bir yerde oturan kimsenin, yüksek saraylarda oturduğunu iddia etmesi gibidir.
Kur’an, hiçbir şeye sahip olamadıkları, bir eser ortaya koymadıkları halde kendilerini güçlü zannedenlerin, azgınlık ve böbürlenme içerisinde zulümlerine devam ederlerken Rab’leri tarafından bir belâ ile ansızın nasıl yok edildiklerinin örneklerini verir.
İnsanı, azgınlığa sürükleyen en önemli etken hiç kuşkusuzdur ki cehalettir. Cahil kimseler, kendilerini yaratanı tanımadan, hayatı, Kâinatı ve yaratılışlarını düşünmeden, varlık nedenlerini bilmeden, kendilerini her şeyin üzerinde sanarak böbürlenip azgınlaşırlar. Ancak Rab’lerinden kendilerine bir bela eriştiğinde, ne kadar aciz ve zavallı olduklarını anlarlar, zillet içerisinde kalırlar. Bunun en tipik örneği Fir’avn’dır.
Fir’avn, saltanatına, çevresindeki kalabalıklara güvenerek, azgınlığında sınır tanımamış, bir hiç olduğunu düşünmeden ilah ve rab olduğunu iddia etmiştir.
“Fir’avn kavmine seslenip dedi ki: ‘Ey kavmim, Mısır mülkü ve şu altımdan akıp giden ırmaklar benim değil mi, görmüyor musunuz.” (Zuhruf, 51)
“Ardından dedi ki: ‘Ben, sizin en yüce rabbinizim!” (Naziyat, 24)
“Fir’avn dedi ki: ‘Ey ileri gelenler, sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum…” (Kasas, 38)
(Fir’avn): dedi ki: ‘Andolsun, benden başka ilah edinirsen, seni kesinlikle hapse atılanlardan yapacağım.” (Şuara, 29)
Fir’avn’ın, azgınlığında sınır tanımayışı, her dönem diktatörlerinde bir hastalık olarak ortaya çıkmış, onlar, kendilerinin en üstün olduklarını sanarak zulümlerini sürdürmüşlerdir. Günümüzde beşerî tağutî sistemler, Fir’avn’ın rolünü üstlenmiş, yüce Allah’ın hükümlerini bırakıp rablık taslayarak insanlar üzerine kendileri hüküm koymaya kalkışmışlardır.
Beşerî sistemler, hiçbir güce sahip olmadıkları halde tıpkı Fir’avn gibi kendilerini insanlar üzerinde adeta ilah olarak görmekte, her şeyi yapmaya muktedir olduklarını zannetmektedirler. Ancak yine Fir’avn gibi yüce Allah’ın gazabına uğradıkları zaman ne kadar zavallı ve aciz olduklarını anlayacaklar, fakat o zaman iş işten geçmiş olacaktır.
“Bunun üzerine onların üzerine tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar ve kanı ayrı ayrı ayetler (mucizeler) olarak gönderdik; fakat büyüklük tasladılar ve suç işleyenler toplumu oldular. Ne zaman ki üzerlerine ceza gerçekleşti, dediler ki: ‘Ey Musa, yanındaki ahid nedeniyle Rabb’ine bizim için dua et; doğrusu şayet bizden cezayı kaldırırsan, mutlaka sana iman edeceğiz ve gerçekten İsrailoğullarını seninle göndereceğiz” (A’raf, 133-134)
En küçük bedeni bir rahatsızlık ya da doğal afetler karşısında ne kadar zavallı ve aciz olduklarını, çaresiz kaldıklarını gören inkârcı zalimler, bu durumlarından ders çıkarmamakta, başlarına gelen sıkıntı ve afetler geçtikten sonra azgınlıklarına devam etmektedirler. Günümüzde de durum aynıdır, meydana gelen afetlerde yüce Allah’a yalvaran insanlar, verilen belalar kaldırılınca azgınlıklarına devam etmektedirler.
“Fakat ne zaman onlardan, erişecekleri bir süreye kadar azabı kaldırsak, o zaman onlar, (sözlerinden) dönüyorlardı.” (A’raf, 135)
Azgınlığı yol edinen zalimler, yüce Allah’ın gücü karşısında bir hiç olduklarını görüp tevbe edip iman edecek yerde rahata kavuştukları anda küfür ve isyanlarını yine sürdürmeye çalışırlar. Bunun üzerine yüce Allah (cc), onlara daha büyük bir azap verir, yine Rab’lerine dönüp yalvarır, iman ettiklerini söylerler. Ancak bunun artık kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.
“İsrailoğullarını denizden geçirdik, ancak Fir’avn ve askerleri saldırmak isteyerek onların peşi sıra gittiler; nihâyet boğulacağını anladığı zaman dedi ki: ‘Gerçekten O’na iman ettim, İsrailoğullarının kendisine iman ettiği kimseden başka ilah yoktur ve ben de Müslümanlardanım!’
‘Şimdi mi, doğrusu daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun!” (Yunus, 90-91)
“Ne zaman ki şiddetimizi gördüler, dediler ki: ‘O Bir olan Allah’a iman ettik ve O’na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik.’
Fakat şiddetimizi gördükleri zaman, iman etmelerinin onlara bir faydası olmadı; kulları hakkında gelip geçen Allah’ın yasası budur, kâfirler, orada hüsrana uğramışlardır.” (Mü’min, 84-85)

Eylül 4, 2021 0

Furkan Suresi (74-77. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Dua, yüce Allah’a iman ve teslimiyetin en güzel ifadesidir
Dua, düşünmek, hamd etmek, ibadet etmek, istemek, medet ummak, sızlanmak, temenni etmek, yalvarmak, yardım dilemek, zikretmek anlamlarına gelmektedir.
Yüce Allah’a kulluğun temelini oluşturan dua Kur’an’da, üzerinde önemle durulan, düşünce, söz ve davranışlarla ifade edilen bir ibadettir. Bu ibadet Kur’an’da, çoğunlukla dua şeklinde ifade edilmesine rağmen kimi yerde zikir ve tefekkür olarak da geçer.
Kur’an’da Mü’minlere, her Rasul’ün hayatından farklı konularda bir iki örnek verilirken dua konusunda hemen tüm rasullerden örnekler verilmektedir. Bu anlamda dua, yüce Allah’a, O’nun Uluhiyet, Rububiyet ve Melikliğine imandan sonra Kur’an’da en çok üzerinde durulan konudur. Çünkü dua, yüce Allah’a gerçekten iman etmenin, O’na teslim olup Müslüman olmanın en açık düşünsel, sözel ve fiili göstergesidir.
Dua, insanın Rabb’ine iman ettiğinin, O’nu tasdik ve tesbih ederek yücelttiğinin, kendi acziyetinin bilincinde olduğunun apaçık bir göstergesi, Rabb’inden kendisine verilen nimetlere şükrettiğinin beyanıdır.
Dua, tevazu sahibi kimselerin, Rab’lerine yöneliş ve O’nun karşısında kendi acziyetlerini ifade edişleridir. Dua, yüce Allah’a iman etmenin düşünsel ve sözel olarak ortaya konulmasıdır.
Kur’an’da oldukça geniş bir yer tutan dua, yüce Allah’ın Ulûhiyet ve Rububiyetini tasdik ederek O’na iman ve kulluk etmenin, doğru yol üzerinde bulunmanın göstergesidir. Kur’an, yüce Allah’a nasıl dua edileceğinin en güzel örneklerini ortaya koymaktadır.
“Âlemlerin Rabb’i Allah’a hamdolsun! Rahman’dır, Rahim’dir, Din gününün sahibidir. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım isteriz, doğru yola bizi Hidayet eyle. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna ki kendileri gazaba uğramamışlar ve dalalete düşmemişlerdir!” (Fatiha, 2-7)
Dua, Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha ile başlamakta, son üç suresi olan İhlas, Felak ve Nas suresi ile bitmektedir. Kur’an, adeta baştan sona kadar dua ile bezenerek süslenmiştir.
“De ki: ‘O Allah Bir’dir. Allah, Samed’dir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır ve O’nun bir dengi olmamıştır.” (İhlas, 1-4)
“De ki: ‘Sığınırım Felak’ın/şafağın/aydınlığın Rabb’ine! Yarattığı şeylerin şerrinden, çöktüğü zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden ve haset ettiğinde haset edenin şerrinden.” (Felak, 1-5)
“De ki: ‘Sığınırım insanların Rabb’ine, insanların Melikine, insanların İlahına, vesvese veren şeytanın şerrinden. O ki, insanların göğüslerine vesvese verir, cinlerden ve insanlardandır.” (Nas, 1-6)
Dua, kul ile Rabb’i arasında bir köprü, kopmayan bir bağdır. Duanın, ne kadar önemli olduğu Kur’an’da, rasullerin hayatlarından örnekler verilerek Mü’minlerin nasıl, hangi konularda dua edecekleri konusunda yol göstermektedir.
Dua, şükür, hamd ile Ahirete kadar devam eden, orada da sürdürülen yüce Allah’ın yüceliğinin tasdikidir.
“Onların duaları orada: ‘Allah’ım sen yücesin!’ yaşantıları orada esenliktir ve dualarının sonu da: ‘Gerçekten Hamdolsun âlemlerin Rabb’i Allah’adır!” (Yunus, 10)
Dua, yüce Allah’a iman ve teslimiyetin, kulun Rabb’ine karşı nankör olmadığının apaçık sözel ifadesi olduğu gibi kulun tevazu ve alçakgönüllü oluşunun da göstergesidir. Bu nedenle kul, canı da dahil olmak üzere yüce Allah’ın kendisine verdiği tüm nimetleri kullandığı sürece Rabb’ine yönelip dua etmek zorundadır.
Dua, yalnızca yüce Allah’a yapılır, O’ndan başkasına kesinlikle dua yapılmaz, yüce Allah’a dua yapıldığında hiçbir aracı kullanılmaz. Dua ederken, başkalarını araya katanlar, ayetlere muhalif hareket ederek şirk koşmuşlardır.
“İyi bil ki hâlis din yalnız Allah’ındır; O’ndan başka veliler edinen kimseler: ‘Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında itaat etmiyoruz’ (derler); şüphesiz Allah, onlar arasında, onların kendisinde ihtilaf ettikleri şeyde hükmünü verecektir; doğrusu Allah, yalancı, kâfir o kimseyi hidayete iletmez.” (Zümer, 3)

Ağustos 29, 2021 0

Sevgi ve Acı Hayatımın Anlamı

Yazar: Ramazan Yılmaz

ÇİLE, ALDANIŞ VE HİCRET
*
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Dert küpü olmuşum bildim bileli
Hiç hayır bulmadım eşten evlattan
Ömrümü geçirdim dertli çileli.
*
Has atlas sanarak paspas almışım
Yüzüme güleni hep dost sanmışım
İnsanlık bilmeyen yaratıklarca
İstismar edilmiş aldatılmışım.
*
Çok candan dostlarım beni aldattı
Sevdiğim kimseler beni ağlattı
Yolumdan koymadı düzen ve zindan
Dost olanlar beni fazla bunalttı.
*
Sırtımdan vurdular düşman oldular
Kur’an’dan döndüler nefse uydular
Şerefsiz bir hayat sürmek uğruna
İmanı bırakıp şirke daldılar.

Ağustos 29, 2021 0

Furkan Suresi, 52-73. ayetler

Yazar: Ramazan Yılmaz

Küfür, şirk ve nifaka karşı Kur’an ile cihad etmek
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, Müslümanların neleri yapıp nelerden kaçınacakları ile ilgili hayat prensiplerini en ince detayına kadar açıkladığı gibi onların, kâfir, müşrik, münafık ve fasıklara karşı nasıl hareket edecekleri ile ilgili kurallarını da çok açık bir şekilde belirtmiş, bunlara uymalarını onlardan istemiştir.
Müslümanlar, tüm düşünce, söz ve davranışları ile Kur’anî esaslara uygun hareket edecek, dünya hayatını gaye edinip yüce Allah’tan başka ilahlar edinenleri, Kur’an ile uyaracak, onların her türlü inkârına karşı onlara karşı Kur’an’la mücadele edecektir.
52- Öyleyse kâfirlere itaat etme ve büyük bir cihad ile onunla (Kur’an’la) onlara (karşı) cihad et.
İnsanları yüce Allah’ın Ulûhiyet, Rububiyet ve Melikliğine yani Tevhidi esaslara davet eden Müslümanların, küfre karşı nasıl mücadele edeceklerini Kur’an, Risalet önderlerinin hayatlarını örnek vererek açıklamaktadır. Onlar, içerisinde bulundukları toplumları, yalnızca vahiyle Tevhidi esaslara, yüce Allah’ı tek İlah olarak kabul etmeye davet edip vahiyle onlarla mücadele etmişlerdir.
Müslümanlar, küfür şirk, nifak ve fısk unsurlarının her türlü sözel ve fiili saldırılarına, baskı ve zulümlerine boyun bükmeden, yılgınlık göstermeden, korku ve endişeye kapılmadan, duygusal hareket etmeden yalnızca Kur’an ile mücadele etmelidirler.
Kaynağını vahiyden almayan, Tevhidi esaslara uymayan bir mücadele ve davet metodu, yüce Allah’ın rızasına muvafık olamayacağı gibi başarılı da olamaz. Beşerî tağutî sistemlerin kuralları, geçmiş ataların söylemleri ölçü alınarak yapılan ya da yapıldığı zannedilen davetin, İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur.
Yüce Allah (cc), Kendi rızasına muvafık bir mücadelenin nasıl yapılacağını, Risalet önderlerinin ve onların izlerinden giden Tevhid erlerinin örnek mücadelelerini vererek açıklamış, iman edenlere onları, en güzel örnekler olarak almalarını emretmiştir. Bu örnek davet metotlarında Risalet önderleri ve Tevhid erleri, Rab’lerinin bildirdiği hükümlere uygun hareket ederek kâfir ve münafıklara kesinlikle itaat etmemişler, onlara uymamışlar, vahye tâbi olup onunla hareket etmişlerdir.
“Ey Nebi, Allah’tan sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme; şüphesiz Allah Bilen’dir, Hâkim’dir. Sana Rabb’inden vahyedilene tâbi ol; şüphesiz Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri haber alandır. Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab, 1-3)
Yüce Allah’ın hükümleri açık ve nettir; Mü’minler, Kur’anî esaslara sarılarak daveti ortaya koymalı, kâfir, müşrik ve münafıklara karşı, Kur’ani hükümlerden taviz vermeden mücadele etmeli, yalnızca Rab’lerine tevekkül edip güvenmelidirler.
Beşerî tağutî küfür sistem ve yönetici kâfirleri karşısında zillet içerisinde ezilen, yüce Allah’ın reddedilmesini emrettiği küfrün yasaları ile İslâmî davet yaptıklarını zannedenler, yüce Allah’ın hükümlerini inkâr etmiş, tağuta itaat ederek küfür içerisine girmişlerdir.
“Ey Nebi, kâfirler ve münafıklarla cihad et, onlara katı ol; onların barınacakları cehennemdir ve ne kötü bir sonuçtur.” (Tevbe, 73)
Kur’an, Allah’ın dinine savaş açmış, Müslümanlara zulmetmiş, onları yurtlarından çıkarmış kâfirlere, sert davranılmasını istemektedir. İbrahim’i bir tavırla kâfir, müşrik ve münafıklara karşı onurlu davranan Müslümanlar, yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olmuşlardır.
Kâfirlere karşı sert davranmak, Mü’minlerin özelliklerinden, küfre karşı zilleti seçen, onların yanında şeref arayanlar ise, dinlerinden dönmüşlerdir. Mü’minler, hiçbir surette kâfir ve müşriklere karşı zillet içerisine girmezler, onlara karşı onurlu bir şekilde hareket ederler.
Kur’an’da, Müslümanlarla kâfir, müşrik, münafık ve fasıklar arasındaki saflar net bir şekilde ayrışmıştır
Kur’an, iman edenlerin nasıl hareket edeceklerini, küfre, şirke karşı nasıl bir tavır takınacaklarını apaçık bir şekilde belirtmiş, buna göre hareket etmelerini istemiştir. Kur’an’ın apaçık hükmüne aykırı hareket edenler, İslâm’dan çıkmış, küfre girmişlerdir.
Yüce Allah (cc), Müslümanlarla kâfir, müşrik, münafık ve fasıklar arasında safların net bir şekilde belirlenmesini Kâfirun suresinde emretmiş, bu konuda tüm rasullerin ve özellikle Hz. İbrahim (as)’ın örnekliğini vermiştir.
De ki: ‘Ey kâfirler! Sizin taptığınız şeylere tapmam! Ve siz de kulluk etmezsiniz benim taptığıma! Ben kulluk etmem sizin kulluk ettiğiniz şeylere! Siz de kulluk etmezsiniz benim kulluk yaptığıma! Sizin dininiz size ve benim dinim banadır!” (Kâfirun, 1-6)
“Gerçekten sizin için İbrahim’de ve onun beraberindeki kimselerde güzel bir örnek vardır; o zaman kavimlerine dediler ki: ‘Şüphesiz biz, sizden ve Allah’tan başka itaat ettiğiniz şeylerden uzağız, sizi tanımıyoruz. O Bir olan Allah’a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret ortaya çıkmıştır…” (Mümtehine, 4)

Ağustos 21, 2021 0

Furkan Suresi (17-51. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Dünyada tabi olunan kişi ve sistemler, Kıyamet gününde kendilerine tabi olanları reddedeceklerdir
Rab’lerinin emirlerinden gaflet ederek Furkan olan Kur’an doğrultusunda saflarını belirlemeyenler, söz ve davranışlarını bu hükümlere göre düzenlemeyenler o gün, dünyada kendilerini saptıranlarla beraber hesap verecekler, sonunda acıklı azaba atılacaklardır.
17- O gün onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplayacak; bunun üzerine der ki: ‘Siz mi bu kullarımı dalalete düşürdünüz yoksa onlar mı yolu sapıttılar?’
Dünyada insanları peşlerine takarak Tevhidi esasları, Kur’ani kavramları karıştırıp Hakk’ı batılla bulayarak insanları saptıranlara, bu yaptıklarının ve insanları saptırdıklarının hesabı sorulacaktır. Ancak onlar, kendilerine tâbi olanları inkâr edecekler, kendilerine tabi olan kimselerin zaten sapık olduklarını söyleyeceklerdir.
18- Derler ki: ‘Seni tenzih ederiz, Senden başka evliya edinmemiz şüphesiz bize yakışmaz velakin onları ve babalarını nimetlendirdin, nihayet Zikri unuttular ve yok olan bir topluluk oldular.
Yüce Allah’ı unutup O’ndan başka veliler edinenler, o hesap gününde tapındıkları kişiler tarafından reddedileceklerdir. O gün, artık pişmanlıkları, birbirleriyle tartışmaları onlara hiçbir fayda sağlamayacak ve tapındıkları ile beraber cehenneme sürüleceklerdir.
“İnkâr eden kimseler dediler ki: ‘Bu Kur’an’a ve onun önünde açıklanana da iman etmeyeceğiz.’ Şayet zalimleri, o zaman bir görsen, Rab’lerinin huzurunda tutuklanmışlar! Birbirlerine dönüp konuşuyorlar; zayıf düşürülen kimseler, büyüklük taslayan kimselere derler ki: ‘Siz olmasaydınız, elbette biz Mü’minler olurduk.’ Büyüklük taslayan kimseler de zayıf düşürülen kimselere der ki: ‘Size geldiği zaman Hidayetten sonra biz mi sizi vazgeçirdik! Bilakis siz günahkârlar idiniz.’
Zayıf düşürülen kimseler, büyüklük taslayan kimselere der ki: ‘Bilakis, gece gündüz plan yapar, o zaman Allah’ı inkâr etmemizi, O’na eşler tutmamızı elbette bize emrediyordunuz.’ Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlediler. İnkâr eden kimselerin boyunlarına demir halkalar koyduk, yapmış oldukları şeyler dışında mı cezalandırılıyorlar!” (Sebe, 31-33)
Ne kadar acı bir durum! Dünya hayatlarında yüce Allah’tan başka tapındıkları, toz kondurmadıkları kişiler tarafından reddedilerek inkâr edilmeleri ve azap görmeleri tapanlar için en aşağılayıcı bir durumdur.
19- İşte söylediklerinizden dolayı gerçekten sizi yalanladılar; artık uzaklaşıp gitmeye gücünüz yetmez ve yardım bulamazsınız, sizden kim zulmederse, büyük bir azabı ona tattırırız.
Halkın içerisinden elçilerin seçilmesi
Kur’an, insanların, acıklı azaba girmemeleri, Rab’lerini tek ilah edinmeleri Hakk’ı batıldan ayırıp Rab’lerine yönelmeleri için gönderilmiş, onlara doğru yolu göstermiştir. Yüce Allah (cc), Tevhidi esasları insanlara duyurmak için onların içerisinden, onların tanıdıkları insanları elçi olarak göndermiştir.
20- Senden önce rasulleri başka türlü göndermedik; gerçekten onlar, elbette yemek yerler ve panayırlarda gezerlerdi. Sizi, birbiriniz için imtihan kıldık; sabrediyor musunuz! Senin Rabb’in görendir.
Rasullerin, insanlar içerisinden gönderilmesinin Tevhidi esaslar, bizzat seçilen Rasul, iman edenler ve inkârı yol edinenler için birçok hikmetleri vardır. Bunlar:
Her davetçi, yaşadığı toplum içerisinde daveti ortaya koyacaktır
Kesinlikle yemin ederim bu beldeye ve sen bu beldede ikamet ediyorsun.” (Beled, 1-2)
Ayetlerde yaşanılan belde ve insanlara yemin edilmesi, bu ikisi arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bunun anlamı, yaşanılan belde ve insan, davetin ortaya konulacağı yer ve davetin muhataplarıdırlar. Risalet önderleri, yaşadıkları beldede davetlerini ortaya koymuşlar, öncelikle tanıdıkları insanlara davetlerini ulaştırmışlardır.
“Andolsun ki Allah, Mü’minlere, ihsanda bulundu; zira onlara, kendi içlerinden bir Rasul gönderdi, O’nun ayetlerini onlara okuyor, onları temizliyor, Kitabı ve Hikmeti onlara öğretiyor. Şüphesiz önceden dalalet içerisinde idiler.” (Al-i İmran, 164)
Yüce Allah (cc), Risalet önderlerini onların içerisinde yaşadıkları toplumdan çıkarmış, onları, başka toplumlara davetçi olarak göndermemiştir. Rasullere karşı çıkanlar, bu nedenle rasullerin kimlik ve kişiliklerini hiç sorgulamamış, getirdiği mesajı sorgulamışlardır.
“Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, evlatlarını tanıdıkları gibi onu tanırlar, doğrusu onlardan bir grup, onlar, bildikleri Hakk’ı elbette gizliyorlar.” (Bakara, 146)