Yazar: Ramazan Yılmaz

Kasım 12, 2021 0

ŞEFAAT (Kurtarma Operasyonu) Meryem Suresi, (87-98. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Şefaat inancı, İsrailiyatın İslâm’a soktuğu bir yalandır
Tarihi süreçte, Tevhid-şirk mücadelesinin en önemli aşaması, hiç kuşkusuzdur ki, Tevhid inancına karıştırılan şirk unsuru düşüncelerin temizlenmesidir. İnsanlar, yüce Allah’ın kendilerine indirdiği Risalet’e, zaman içerisinde kendi düşüncelerini karıştırmışlar, bu düşünceleri ya bizzat yüce Allah’a ya da Risalet’i getiren elçilere mal ederek dini bir emir olarak algılamışlardır.
İnsanlar, Kur’an gerçeğinden uzaklaştıkça kendilerince yeni bir din anlayışı ortaya çıkarmışlar, uydurma ve ilahi mesajın çarpıtılması sonucu oluşturdukları anlayışı Hak din zannederek ona tabi olmuşlardır. Uydurmacılar, tabi oldukları uydurma dine uygun kavramlar geliştirmişler, bu uyduruk kavramları dinlerinin esası kabul etmişler, bunun yüce Allah (cc) tarafından kendilerine emredildiğini zannetmişlerdir.
Kur’an gerçeğini gözardı ederek ya da Kur’ani kavramları çarpıtarak uydurulan söz ve ifadelerin kaynağı, aslında Kur’an inzal edilmeden önce Yahudi ve Hrıstiyanların Tevhidi esasları bozarak uydurduklarından başka bir şey değildir. Kur’an, Tevhid ilkesini bozan, yüce Allah’a iftira edilerek uydurulan bu sözleri, çok açık bir şekilde reddetmekte, bunları uyduranların yalancı olduklarını bildirmektedir.
Tarihi süreçte vahyi esaslara beşerî düşüncelerin karıştırılması hastalığı, Hz. Muhammed (as)’dan sonra da devam etmiş, günümüze kadar bu hastalık sürmüş, sürdürülmüş, hâlâ da sürdürülmektedir. Tevhid ilkesini bozan beşerî bu düşünceler, günümüzde uydurulan kimi sözler, hadis külliyatına karıştırılarak Rasulullah (as)’a atfedilerek hadis olarak ifade edilmiştir.
Müfteriler, uydurdukları ve hadis olarak adlandırdıkları bu sözlerin Kur’an’a ve Rasulullah (as)’ın yaşantısına aykırı olduğu anlaşılmasın diye Kur’an gerçeğini ya tamamen gözardı etmişler (Kur’ani ifade ile Kur’an’ı arkalarına atmışlar) ya da Kur’an’dan bazı ayetleri çarpıtmışlar veyahut da Kur’anî kavramları değiştirmişlerdir.
Hz. Muhammed (as)’dan sonra, İsrailiyat’ın da etkisiyle Rasulullah (as)’a ait olmayan kimi sözleri, ona aitmiş gibi gösteren akımlar ortaya çıkmıştır. Bu uydurmacılık akımında Rasulullah (as), adeta (hâşâ) yüce Allah’a muhalefet eden, yüce Allah’ın söylediklerinin (hâşâ) tersini yapan bir kişi görüntüsüne büründürülmüştür. Oysa Rasul (as), yüce Allah’tan kendisine ne indirilmişse önce kendisi ona teslim olmuş, daha sonra onu, insanlara olduğu gibi tebliğ etmiş, kendisinden en küçük bir ekleme yapmamıştır.
Yüce Allah (cc), kullarının her halini bildiğini, kimseye gücü üstünde bir mükellefiyet yüklemeyeceğini bildirdiği, kullarını ilgilendiren dünya ve Ahiretle ilgili her şeyi apaçık açıkladığı halde bu müfteriler, Allah ve Rasulü’nün üzerine öyle iftiralar atmışlar, öyle yalanlar uydurmuşlardır ki, yüce Allah’ı haşa kullarının durumunu bilmeyen, Rasulullah (as)’ı da onun bunun lafı ile hareket eden durumuna düşürmeye çalışmışlardır.
Müfteriler, birçok konuda Rasulullah (as)’ın üzerine iftira atmışlardır. Hadis külliyatı adı altında yazılan kitaplara bakıldığında bu gerçek, çok açık bir şekilde görülmektir. Bunlar örneklendirilirse:
Miraç hadisi diye uydurulan, yüce Allah’a ve Rasulü’ne ağır suçlama ve hakaret içeren yalanlarda kabir azabının olduğu, şefaatçilerin kendilerini kurtaracağı, cehennemde bir süre kalınıp cennete gidileceği; yüce Allah (cc) indinde erkeklerle eşit olan Kur’an’da yüceltilen kadınları, Rasulullah (as)’a atfen uydurulan ve ağır hakaretlerle küçük düşüren uydurma yalanlar, vb. birçok husus, Kur’an öncesi şirk kültürünün günümüz uzantısından başka bir şey değildir.
Kur’an, Allah ve Rasulü adına uydurulan tüm yalanları reddetmiş, doğruları ortaya koymuştur. Ancak bazı kimseler, yanlış algılarında ısrar etmekte, adeta ve hâşâ yüce Allah’a dinini öğretmeye kalkışmaktadırlar. Bu yanlış algılardaki ısrarlar, ne acıdır Kur’an’ı bilmeyen kimselerce sürdürülmektedir.
Şu bir gerçektir ki, yüce Allah (cc), kullarını ilgilendiren konularda her şeyi apaçık ve net bir şekilde bildirmiştir. Yüce Allah (cc), kullarının, neyi nasıl kabul edecekleri, neler yapıp nelerden sakınacakları, Ahiret hayatlarında nelerle karşılaşacakları, hangi günahlarının affedilip hangilerinin affedilmeyeceği, cennet ve cehenneme kimlerin nasıl girecekleri, neler yiyip içecekleri ile ilgili her şeyi Kur’an’da çok açık ve net bildirmiştir.
Yüce Allah (cc), insanların mazeretleri kalmasın ve ‘Biz bunu bilmiyorduk’ demesinler diye kullarını ilgilendiren konularda onları, en ince teferruatına kadar aydınlatmıştır.
“Yahut demeyesiniz ki: ‘Önceden atalarımız gerçekten şirk koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk; batılda sapanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin!’ İşte böyle, ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyoruz, ta ki onlar dönsünler.” (A’raf, 173-174)
Bu apaçık ayetlere rağmen bazı kimseler, ayetleri değiştirerek hevalarına uygun anlamlar yüklemişlerdir. Ayetlerin tahrif edilmesi, Rasulullah (as)’ın üzerine iftira atılması sonucunda anlamı çarpıtılan kavramlardan biri de şefaattir.

Kasım 6, 2021 0

Meryem Suresi, (68-86. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Kur’an’da bildirilen cehennem telakkisini değiştirenlerin yeri cehennemdir
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, her konuda olduğu gibi cehennem konusunu da çok net olarak belirtmiş, onun mahiyetini açık bir şekilde bildirmiştir. Kur’an’da, cehennemin nasıl bir yer olduğu, içinde nelerin bulunduğu, cehenneme girenlerin orada ne kadar kalacakları, ne olacakları, oradakilere, nelerin yedirilip içirileceği, cehenneme girenlerin durumları, neler söyleyecekleri konusunda her şey, herkesin anlayabileceği açıklıkta ve netlikte anlatılmıştır.
Kur’an’dan habersiz kimseler bilinçsizce, insanları Allah yolundan alıkoymak isteyen şeytanın dostları kimseler ise, bilinçli bir şekilde yüce Allah’ın, mahiyetini apaçık bir şekilde bildirdiği cehennem telakkisini, kendilerine göre değiştirmişler, insanların, rahat bir şekilde Rab’lerine isyan etmelerine, günah işlemelerine, şirk ve küfre girmelerine sebep olmuşlardır.
Cahil ve İslâm düşmanı kimselerin, İslâmî kavramlar konusunda ileri sürdükleri tüm görüşleri, Kur’anî gerçeklikten uzak, zanna dayanmaktadır. Bu zannî bilgiler, Kur’an’dan ve Kur’an’ın en güzel açıklaması ve uygulaması olan Rasulullah (as)’ın örneklik ve şahadetinden hesaba çekileceklerine iman eden Müslümanlar için elbette hiçbir şey ifade etmemektedir. Onlar, Rab’lerinin kendilerine bildirdiği üzere her söz ve hareketlerini iman ettikleri Kur’an’dan ve en güzel örneklik olan Rasulullah (as)’ın Sünneti’nden delillendirerek yaparlar.
Cehenneme girecek kimseler
Yüce Allah (cc) Kur’an’da, kimlerin cehenneme gireceğini, kimlerin girmeyeceğini, hiçbir kapalılığa meydan vermeden çok net bir şekilde açıklamıştır. Kur’an gerçeğinden habersiz cahil kimseler, Kur’anî hiçbir delile dayanmadan hevalarından hareketle fetvalar vererek bu konuda insanları kandırırlar.
“Gören kimseler için cehennem ortaya çıkartılır, amma kim tuğyan etmişse, dünya hayatını yeğlemişse, işte gerçekten onun varacağı yer cehennemdir.” (Naziyat, 36-39)
Rab’lerine ve Allah’ın mazlum kullarına karşı azgınlık yapıp karşı tuğyan edenler, dünya hayatını yeğleyip günlerini gün edinerek Rab’lerinin hükümlerine karşı duyarsız olanlar, Rab’lerine karşı kulluk görevlerini yapmayanlar, infak etmeyenler cehenneme girecek olan kimselerdir. Bunlardan bir kısmı şunlardır.
Cennetlerdedirler, soruyorlar günahkârlara: ‘Sizi ateşte tutan nedir?’
Dediler ki: ‘Biz namaz kılanlardan olmadık, yoksula yediren değildik ve (boş) söze dalanlarla beraber dalardık, Din (hesap) gününü yalanlıyorduk. Nihayet ölüm bize geldi.” Müddessir, 40-47)
Kur’an’a göre yeniden dirilme kaygısı duymadan, hayatı dünyadan ibaret zanneden, dünyada günlerini gün edinen gafil ve duyarsızlar ile onları saptıranlar, diz çöktürülmüş bir vaziyette cehennemin çevresinde toplanacak, sonra bunlar içerisinden öncülük edenler ayrılacaktır.
68-70- Şimdi Rabb’ine andolsun, muhakkak onları ve şeytanları toplayacağız; sonra diz çökmüş halde cehennemin etrafında elbette onları hazır bulunduracağız, sonra her gruptan, onlardan hangisi, Rahman’a karşı en çok isyan ettiyse çıkaracağız, sonra elbette Biz, onlardan ona atılmaya uygun olan kimseleri daha iyi biliriz.
66. ayetten itibaren ayetler, kimlerin cehenneme gireceklerini apaçık bir şekilde ortaya koyuyor. Bunlar, tamamen günahkârlardan oluşan, yaratılışı, yaratılış gayelerini ve yeniden dirilmeyi inkâr eden kimselerdir. Bunları, yüce Allah (cc), azgınlıklarında haddi aşan öncüleri ile beraber cehennemin çevresinde toplayacak, onların içinden küfür, isyan ve azgınlığında haddi aşanları ayıracaktır. Onlar, azgınlıklarına yaraşır bir ceza ile cezalandırılacaklardır. Geriye kalanlar da elbette aynı şekilde cehenneme varacaklardır.
71-Doğrusu sizler de istisnasız ona varacaksınız, Rabb’inden nihai bir karardır.
Ayet bu denli açık olduğu halde bazı kimseler, uydurdukları yalanlarla, Mü’minlerin de cehennemin etrafında toplanacaklarını, hatta cehenneme atılacaklarını sonra cehennemden kurtarılacaklarını iddia etmektedirler. Oysa 66-71. ayetlerde çok açık bir şekilde günahkârların, öncüleri ile beraber cehennemin etrafında olacaklarını bildiriyor.
İnsanları Allah yolundan saptıranların azapları daha fazla olacaktır
Günah, şirk ve küfre öncülük edenler, daha çok suçlu olduklarından saptırdıkları kişilerin önüne alınacaklar, azapları katlanmış bir halde cehenneme sürüleceklerdir. Yüce Allah (cc), saptırıcıların daha fazla sorumlu olduklarını bildirmektedir.
“Kıyamet günü kendi günahlarını tamamen yüklenirler ve bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarından bir kısmını da. İyi bilin ki yüklendikleri şey ne kötüdür!” (Nahl, 25)
“Kendi ağırlıklarını ve (başka) ağırlıkları da kendi ağırlıkları ile beraber elbette yüklenecekler; uydurmuş oldukları şeylerden Kıyamet günü, elbette sorguya çekileceklerdir.” (Ankebut, 13)

Ekim 30, 2021 0

Meryem Suresi, (35-67. ayetler)

Yazar: Ramazan Yılmaz

Yüce Allah (cc), çocuk ve yardımcı edinmekten münezzehtir
(*) Bu konu, İhlas suresinde geniş bir şekilde açıklanmıştır.
Yüce Allah (cc), her sıfatı ile kulları üzerinde ve hiçbir şekilde onlara benzemez. Kullar, eksik, aciz ve fanidirler; başlangıçları bir damla su, sonları bir cesettir ve her konuda ihtiyaç sahibidirler. Doğuran ya da doğurulan, aciz, sonlu ve kendisinden sonra mülkünde ortakları olan, yakınlarını gözeten kimselerdir. Oysa yüce Allah (cc), ne aciz ve sonlu ne mülkünde ortağı ve ne de insanlardan birisine, diğer insanlardan farklı olarak herhangi bir yakınlığı vardır. Bu nedenle O, doğmamış, doğurulmamıştır.
35- Allah’ın bir çocuk edinmesi kesinlikle olmaz! O, yücedir, bir işi takdir ettiği zaman artık sadece ona ‘Ol’ der, hemen oluverir.
Yüce Allah’a çocuk ya da yardımcı isnat etmek O’nu, (haşa) eksik, noksan ve yardıma muhtaç olarak tanımlamaktır ki bu, en büyük iftira ve küfürdür. O’na çocuk isnat etmek, aynı zamanda O’nun mülkünde ortağı bulunduğunu iddia etmektir ki bu apaçık bir sapıklıktır.
“Rahman’a çocuk nispet ettiler! Çocuk edinmek elbette Rahman’a yaraşmaz!” (Meryem, 91-92)
Yüce Allah’a çocuk isnat eden ya da yüce Allah’ın yanında bazı kişilerin sözünün geçtiğini ve şefaat konusunda bazı kimselerin söz sahibi olduklarını iddia edenler, yüce Allah’ı hakkıyla tanımayan, bu iddiaları ile O’nu, haşa, eksik ve aciz gören zihniyetlerdir. Özellikle tasavvuf denilen şirk ve küfür dininde kara cahil şeyhlerin, yüce Allah yanında söz sahibi olduklarını iddia ediyor, yüce Allah’ı, (haşa) eksiklikle itham ediyorlar.
“De ki: ‘Allah’a hamdolsun, O ki çocuk edinmemiştir, mülkte O’nun ortağı olmamıştır ve O’nun, düşkünlerden yardımcısı olmamıştır’ ve O’nu büyükledikçe büyükle.” (İsra, 111)
Yüce Allah (cc), beşerî tüm sıfatlardan münezzehtir; O, bütün yarattıklarının üzerinde yegâne tek İlah ve Rab’dır. O’nun yanında, -takva dışında- bütün kulları aynıdır ve herkes, Rabb’ine yaptığı kulluk oranında karşılık görecektir.
36- Şüphesiz Allah, benim Rabb’imdir ve sizin de Rabb’inizdir, öyleyse O’na kulluk edin; bu, doğru yoldur.
Tefrikaya düşerler, Rab’lerine şirk koşmuş, küfre girmişlerdir
(*) Tefrika konusu için Rum suresi, 31-32. ayetlerin açıklamasına bakılabilir.
Tefrika, vahdeti yok eden, İslâm Ümmeti’ni parçalayan, birbirlerine düşman eden, asıl İslâm düşmanlarını bırakıp ümmeti birbirine kırdırıp zayıflatan böylece düşmanlar karşısında zillet içerisinde bırakan bir hastalık, şirk ve küfürdür.
Yüce Allah (cc), İslâm Ümmeti’nin, kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturarak birlikteliğinin korunmasını, bölünüp parçalanmamasını bildirirken, ne acıdır ki, Tebe-i Tabiin’den sonra ortaya çıkan Sünni ve Şii mezhepler, yüce Allah’ın bu hükümlerine aykırı hareket ederek tefrikaya düşmüş, Rab’lerine şirk koşarak küfre girmişlerdir. Yüce Allah (cc), tefrikaya düşenlerin, kâfirler olduklarını bildirmektedir.
37- Sonra onlardan hizipler aralarında ihtilaf ettiler; artık vay haline büyük bir günü müşahede eden kâfir kimselerin.
Emrinde oldukları kral ve yöneticileri memnun edip kendi sülfi emellerini tatmin etme adına İslâm Ümmeti arasına tefrikayı sokan Sünni ve Şii mezhep salikleri, Tevhidi esasları ortaya koyup insanlara rahmet dini İslâm’ı anlatmak yerine kendi hevalarını önceleyerek Kur’anî hiçbir delili bulunmayan yapay gündemlerle parçalanmışlardır.

Ekim 22, 2021 0

Meryem Suresi, 1-34. ayetler

Yazar: Ramazan Yılmaz

Toplumların yıkılışının en büyük müsebbipleri, yöneticilerdir
Bir toplumun, bir hareketin sürekliliği ve başarıya ulaşabilmesi, ancak samimi, güvenilir, akıllı ve yetenekli önder kişilerin varlığı ile mümkündür. Dünya tarihinde büyük başarılar ve devrimler, tarihin seyrini değiştiren buluşlar, akıllı, yetenekli kişilerin çalışmaları ve gayretleri ile olduğu gibi dünya tarihinde önemli varlık gösteren toplumlar da akıllı tevazu sahibi erdemli yöneticilerin varlığı ile mümkün olabilmiştir. Nice büyük başarılar ise, akılsız ve yeteneksiz kişilerin beceriksizlikleri sebebi ile yok olup gitmiştir.
Tarihi süreçte ve günümüzde nice imparatorluklar, nice devletler, ileriyi görmeyen, egolarını tatminden başka bir şey düşünmeyen, arzularının esiri olan yöneticilerin ellerinde yıkılmış, kimileri tarihin derinliklerinde kaybolup gitmiştir.
Sahip oldukları değerleri, her şeyin üstünde tutan, taşıdıkları sorumluluğun bilincinde olan akıllı, ileri görüşlü, soy-sop hastalığı taşımayan, enaniyet sahibi olmayan kimseler, üzerinde bulundukları nimetin ve değerlerin sürekliliğini isterler. Bu nedenle kendilerinden sonra bu değerleri ve nimetleri koruyup kollayacak, geliştirip yüceltecek yetenekli kişileri yetiştirirler; ancak bu, her zaman için mümkün olmayabiliyor.
Her önder, oluşturduğu yapının korunmasını ve devamlılığını ister. Bu nedenle kendisinden sonra bu yapıyı koruyup devamını sağlayacak güvenilir kişileri yerine getirmeye çalışır. Tarihi süreçte bazı kimseler, kavmiyetçilik ve kan akrabalığı tutkusundan kendilerini kurtaramadıkları için sırf evlat ya da akrabadır diye yeteneksiz kişileri yerlerine bırakmışlar, ancak bu yeteneksizler, kısa bir süre içerisinde ihtiraslarının esiri olduklarından, beceriksizlik ve yeteneksizliklerinden kendilerine bırakılan yapıyı yıkmışlardır.
Kutlu insanların oluşturduğu Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşid’in döneminden sonra İslâm Devletini idare edenlerin, hırs ve ihtirasları, kavmiyet duyguları ile yönetime yeteneksiz akrabalarını getirmeleri neticesinde İslâm Devleti yerini, kabile mantığına dayanan sultanların idarelerindeki devletler almış, İslâm ümmeti, birbirine düşman kamplara ayrılmıştır.
Tarih, beceriksiz, yeteneksiz, şehevi arzu ve ihtiraslarından başka bir şey düşünmeyen kimselerin, bozuk yönetimleri sonucunda yerle yeksan olan nice imparatorlukların, büyük devletlerin örnekleri ile doludur. Son örneği, yakın tarihimizdeki Osmanlı İmparatorluğudur; üç kıtaya hükmeden imparatorluğun yıkılışının temelinde yine beceriksiz, kabiliyetsiz, şehvet düşkünü, akıldan yoksun imparatorların idareye gelmesi yatmaktadır.
Günümüzde Irak’ın, Libya’nın içler acısı durumu, diktatörlüğü bozuk bir karakter haline getiren Saddam ve Kaddafi’nin, düşüncesiz, bencil, ihtiras sahibi olmalarındandır. Türkiye’nin de yıkılıp gitmesi, Erdoğan diktatörünün, emperyalizm ve Siyonizm’e kul köle oluşu, beceriksizliği, ülkeye ihaneti, yüce Allah’a ve halka düşmanlığı, ihtirasları yüzünden olacaktır.
Sorumlu ve akıllı kimseler, kendilerini değil devletlerini düşünürler
Sorumlu oldukları insanların yönetimini iyi idarecilere bırakmak isteyen Hz. İbrahim (as), Hz. Zekeriyya (as) ve Hz. Musa (as) gibi Risalet önderleri, kendilerinden sonra idareyi üstlenecek kimseleri yerlerine bırakmak için Rab’lerinden yardım istemişlerdir.
Hz. İbrahim (as) yüce Allah’a, neslinden bazı kimseleri, insanlara önder yapması ve Beyt’ül Haram’a bıraktığı çocuklarına, insanların meyletmeleri için dua etmiştir.
“Bir zaman Rabb’i, İbrahim’i kelimelerle denemiş, böylece onları tamamlamıştı; dedi ki: ‘Doğrusu Ben seni insanlara imam yapacağım.’ Dedi ki: ‘Neslimden de’ (Rabbi) dedi ki: ‘Zalimlere ahdim erişmez.” (Bakara, 124)
Hz. Musa (as) da Tur’a çıktığında yerine kardeşi Harun (as)’ı bırakarak oluşturduğu yapının korunmasını istemiştir.
“Musa’ya otuz gece vadettik ve ona on gece ekledik; tayin edilmiş vakti Rabb’i, kırk geceye böylece tamamladı. Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: ‘Kavmim içinde benim halifemsin, ıslah et ve ifsat edicilerin yoluna tâbi olma.” (A’raf, 142)
Toplumu yönetenler, idare ettikleri insanları ıslaha çalışmalı, onları adil bir şekilde yönetmeli, insanlar arasında ayırım yapmamalı, taraf tutmamalı, insanların Rab’lerine kulluk görevlerini yapmalarını kolaylaştırmalıdırlar. Bu nedenle yöneticiler, oldukça duyarlı, hassas ve adil olmalıdırlar. Yöneticilerin, adil olmaması, tarafgir davranması, toplumun bozulmasına, toplumda tefrikanın ortaya çıkmasına neden olur.
Adil ve erdemli yöneticiler, kendilerinden sonra yönetimi teslim edeceği kişileri iyi seçmeli, yeteneksiz, bozguncu, ırkçı, tarafgir kimselere, -akraba dahi olsalar- yönetimde onlara yer vermemelidirler.

Ekim 21, 2021 0

Meryem Suresi (1-34) Ramazan Yılmaz

Yazar: Ramazan Yılmaz

Cumartesi dersi: “Meryem Suresi, 1-34. ayetler”
Konu başlığı: ” Toplumların yıkılışının en büyük müsebbipleri, yöneticilerdir”
Müfessir: Ramazan Yılmaz

Etiketler: #Meryem1-34 #RamazanYılmaz

Ekim 16, 2021 0

Tevhidi Mücadele Metodunu Yüce Allah (cc) Belirlemiştir

Yazar: Ramazan Yılmaz

Tevhidi Mücadele Metodunu Yüce Allah (cc) Belirlemiştir
“Haddi aşanlar toplumusunuz diye size zikri yaymayı bırakalım mı!”
(Zuhruf, 5)
Yüce Allah (cc), Tevhidi esasları, rasulleri vasıtasıyla bildirirken ilahi mesajı yüklenen rasullerin sorumluluklarını, nasıl hareket edeceklerini, vahyi esasları insanlara nasıl ulaştıracaklarını, insanların neye nasıl davet edileceklerini de bildirmiştir. Yüce Allah (cc), dinini net ve açık bir şekilde insanlara bildirdiği gibi, bunun uygulama metodunu da beraberinde bildirmiştir.
Risalet tarihi boyunca ortaya konulan Tevhidi davet metodu, yüce Allah’ın belirlediği esaslara göredir, yüce Allah (cc), belirlediği bu davet metoduna Sünnetullah demiş, Sünnetullah’ta değişiklik olmayacağını bildirmiştir. Bu davet metodunda davetçilerin de yapacakları davetin sınırları da apaçık bir şekilde belirtilmiştir.
Yüce Allah’ın bildirdiği Tevhidi mücadele metodu, eksiksiz ve mükemmeldir. Bu nedenle bu esasların, topluma ulaştırılmasında başka metotlara ihtiyacı yoktur. Rab’lerine gerçekten iman eden Müslümanlar, Rab’lerinin belirlediği esaslardan hareket etmekle mükelleftirler.
Rasullerin ve onların izini takip eden Tevhid erlerinin sorumluluğu, Rab’lerinin belirlediği esaslardan hareket etmek ve hiçbir şekilde, hiçbir gerekçe ve nedenle bu davet metoduna aykırı hareket etmemektir.
Yüce Allah (cc), gönderdiği dinin korunmasına hassasiyet gösterdiği gibi, bu dinin insanlara ulaştırılması konusunda da hassasiyet göstermiş, bu konuda rasullerini uyarmış, onlardan, Tevhidi esasları açık ve net bir şekilde ortaya koymalarını istemiştir.
“Ey Rasul, Rabb’inden sana indirilen şeyi tebliğ et ve şayet (onu) yapmazsan, O’nun Risalet’ini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni, insanlardan koruyacaktır, şüphesiz Allah, kâfirler toplumunu hidayete erdirmez.” (Maide, 67)
Bu ilahi hüküm, tüm rasuller ve onların izlerini takip eden Tevhid erleri tarafından aynen uygulanmış, Tevhidi esaslar açık ve net bir şekilde insanlara duyurulmuştur.
“Ve üzerimizde apaçık tebliğden başkası yoktur.” (Yasin, 17)
Yüce Allah’a iman ve Rasulü’nü örnek edinenler, bu hükmün gereğini apaçık bir şekilde yerine getirmekle mükelleftirler.
Risalet tarihinde hiçbir dönemde Tevhidi esaslar gizlenmemiş, inkârcıların karşı çıkmalarına, tüm baskı ve zorbalıklarına karşın apaçık bir şekilde insanlara anlatılmıştır.
“Size Rabb’imin Risalet’ini tebliğ ediyorum ve ben, sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.” (A’raf, 68)
“Bunun üzerine (Salih), onlara döndü ve dedi ki: ‘Ey kavmim, andolsun ben size Rabb’imin Risalet’ini tebliğ ettim ve size nasihat ettim velakin siz, nasihat edenleri sevmiyorsunuz!” (A’raf, 79)
Risalet tarihinde Tevhidi esasları ortaya koyanların onca zulüm görmelerinin, işkenceye uğramalarının temel nedeni, bu Tevhidi esasları apaçık bir şekilde net olarak ortaya koymalarındandır. Bu esaslara iman eden bizlerin buna aykırı hareket etmemiz hiçbir şekilde mümkün değildir.
Rabb’imiz, Tevhidi esasların apaçık bir şekilde ortaya konulmasını emretmiştir ki, bu esaslara iman eden kimsenin yapması gereken bu emre tabi olmaktır.
Tevhidi mücadele, Tevhidi esaslara gerçekten iman edenler, kendileri tam teslim olduktan ve kendilerini bu konuda tam yetiştirdikten sonra, Kur’an’da bildirildiği şekilde Tevhidi esasları apaçık bir şekilde Risalet önderlerinin örnek mücadelelerini esas alarak, içerisinde yaşadıkları topluma ulaştırmalıdırlar.
Yüce Allah (cc) Kuran’da, Tevhidi esasların insanlara anlatma metodunu, Risalet önderi rasullerin mücadelelerinin örneklerini bizlere bildirmiş, bizim de aynı şekilde hareket etmemizi istemiştir.
Tevhidi esaslara iman eden bizlerin, yüce Allah’ın apaçık bir şekilde bildirdiği bu esasları gizlememiz ya da bu metodu değiştirerek kendimize göre bir biçim vermemiz hiçbir şekilde mümkün değildir. Biz Müslümanlara düşen sorumluluk, bizden önceki davetçilerin ve Risalet önderlerinin insanlara ulaştırdıkları gibi Tevhidi esasları insanlara ulaştırmaktır. Çünkü bunlara aykırı bir hareket apaçık bir şekilde dalalete düşmemize ve Rabb’imize isyan etmemize neden olacaktır.
“Mü’min erkek ve Mü’min kadın için mümkün değildir ki Allah ve Rasulü, bir işe hüküm verdiğinde onlar, o işi kendilerine göre seçmiş olsunlar, kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse artık gerçekten apaçık bir sapıklıkla dalalete düşmüştür.” (Ahzab, 36)
Kur’an’a iman edişimiz, Rasulullah (as)’ı örnek edinmemiz nedeniyle tüm düşünce söz ve davranışlarımızı, Kur’an ve Sünnet’e uygun yapmakla mükellefiz. Çünkü bunun dışında hareket edenlerin apaçık bir sapıklıkla dalalete düştükleri konusunda Rabb’imiz bizleri uyarmaktadır.

Ekim 9, 2021 0

Küfür Tek Millettir

Yazar: Ramazan Yılmaz

Dünyada ve Türkiye’de küfür tek millettir
Yüce Allah (cc) Kur’an’da küfrün tanımını yaparken rengi, düşüncesi, ırkı, inancı ne olursa olsun kâfir, müşrik, münafık, fasık ve mürtetlerin kâfir olduklarını bildirir.
Günümüz dünyasına baktığımızda yüce Allah’ın bildirdiği bu gerçek çok net bir şekilde görülmektedir. Dünyadaki tüm Emperyalist, Siyonist, Hristiyan, Yahudi, ateist, putperest, Hindu kâfirler ve onların halkında Müslümanların da bulunduğu ülkelerde yönetici olan işbirlikçileri el ele vermiş, “Rabb’imiz Allah’tır” diyen insanları öldürüyor, zindanlarına koyuyor, yurtlarından sürüyorlar, her türlü vahşeti, “Rabb’imiz Allah’tır” diyen Müslüman olduklarını söyleyen insanların üzerinde uyguluyorlar.
Küfrün bu birlikteliğine karşın yüce Allah (cc) Kur’an’da, Mü’minlere uyarıda bulunarak birleşmelerini istemiş, aksi halde cesaretlerini kaybedeceklerini, güçlerinin ellerinden gideceğini bildirmiştir.
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin, çekişmeyin, çünkü cesaretinizi kaybedersiniz, gücünüz gider; sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Asrı Saadet’te Hulefa-î Raşid’in dönemi Müslümanları, Kur’an’ın hükümleri ve Rasulullah (as)’ın Sünneti etrafında yekvücut olmuşlar, üç kıtaya yüce Allah’ın mesajını duyurmuşlar, insanlara rahmet dini olan İslâm’ı ulaştırmışlardır.
Bu kutlu süreç, Tebe-i Tabiin dönemine kadar sürmüş, Tebe-i Tabiin müçtehitleri, Kur’an ve Sünnet hassasiyetlerini aynen muhafaza etmişler, yüce Allah’ın bildirdiği kardeşlik, velayet ve sırdaşlık hukukunu oluşturmuşlardı. Onlar, her konu ve sorunda Kur’an’a başvuruyor, Sünnetin uygulamasını esas alıyorlardı.
Tebe-i Tabiin müçtehitlerinden İmam Ebû Hanife (r. aleyh), Kur’an’dan taviz vermediği için zindana atılmış, Kur’an ve Sünnete bağlılığındaki dik duruşunu zindanda da sürdürmüş, sonunda zalim hükümdarlar tarafından şehadete kavuşmuştur.
Mezhepler, İslâm ümmetinin vahdetini parçaladı
Tebe-i Tabiin’den sonraki süreçte ortaya çıkan mezhepler, Kur’an ve Sünneti esas almayı bırakmış, imam dedikleri başlarındaki kişilerin görüşlerini esas almışlardır. İşte ne olduysa bundan sonra oldu ve İslâm ümmeti, İslâmî bilinci kaybederek mezhep taassubunu Kur’an ve Sünnetin önüne geçirdiler. Böylece ümmet arasına tefrika girdi, yüce Allah’ın, kardeşliği, birlikteliği, velayet ve sırdaşlık hukukunu emreden hükümleri görmezden gelindi, Sünni ve Şii mezhepleri ortaya çıktı.
Yüce Allah’ın, bölünüp parçalanmamayı emreden apaçık uyarılarını görmezden gelen Sünni ve Şiiler, yüce Allah’ın ayetlerine muhalefet ederek birbirleriyle çekişip tefrikaya düştü. Öyle ki, bir mezhebin salikleri, diğer mezhebin kadın ve kızlarını cariye görecek kadar İslâm’ın dışına çıktılar. Bunun üzerine yüce Allah (cc), onların ellerinden İslâm’ın izzetini aldı, zilleti onların üzerlerine bıraktı.
Sünni ve Şii İslâmcı müşrikleri, günümüzde dünya Siyonizm’inin, emperyalizminin, inkârcı kâfirlerinin önünde korku içerisinde aşağılanmış bir halde zilleti yaşamaktadırlar. Sözleriyle Müslüman olduklarını iddia eden Sünni ve Şiiler, davranışları ile Kur’an’a muhalefet ederek şirk ve küfür içerisindedirler.
“O’na yönelin ve O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın. O kimseler, dinlerinde tefrikaya düştüler ve grup grup oldular; her hizip yanında olan şeylerle sevinmektedir.” (Rum, 31-32)
Yüce Allah’ın uyarılarını görmezden gelip tefrikaya düşen Sünni ve Şiiler, yüce Allah’ın bildirdiği “Allah’ın ipine toptan sarılmayı” terk ederek kenarında bulundukları cehenneme müşriklerden olmuş bir halde yuvarlanmayı yeğlemişlerdir.
“Ve topluca Allah’ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin, Allah’ın üzerinizde olan nimetini düşünün; o zaman siz, birbirinize düşman idiniz, nihayet kalplerinizin arasını birleştirdi. Böylece O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz ve siz, ateşten bir çukurun kenarında idiniz, sonra sizi ondan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini açıklıyor, ta ki Hidayete eresiniz.” (Al-i İmran, 103)
Yüce Allah’ın bu hükümlerinin aksine hareket eden Sünni ve Şiiler, geçmişten günümüze kadar zillet içerisinde kalmış, kralların ve imparatorların kulu durumuna düşmüşlerdir. Günümüzde ise dünya hayatında Siyonizm’in, emperyalizmin ve egemen zalim inkârcı kâfirlerin önünde korku içerisinde aşağılanmış bir halde zilleti yaşamaktadırlar. Bunlar, Ahirette de kendi elleriyle kendilerine hazırladıkları cehenneme, içerisinde ebedi kalmak üzere girmeyi yeğlemişlerdir.
Günümüz İslâm ümmetinin içerisinde bulunduğu acıklı durumun müsebbipleri, Kur’an’ın, Kardeşlik, Velayet ve Sırdaşlık hukukunu oluşturmaları, bölünüp parçalanmamaları ayetlerini görmezden gelip fiilen inkâr eden, yüce Allah’ın uyardığı cehennemi tercih edip tefrikaya düşerek ümmetin birliğini parçalayan, böylece ümmetin kâfirlerin önünde zillet içerisine düşmelerine neden olan Sünni ve Şii gayri İslâmcılardır.